1 Mayıs ve Öteki Semtin Çocukları


1 Mayıs ve “Öteki Semtin çocukları”
Her yıl hükümetle işçi örgütleri arasında gerginlik vesilesi olan 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanılması konusu, bu yıl fiilen aşıldı. Hükümetin ve İstanbul valiliğinin Taksim’de kutlamaya izin vermeyecekleri doğrultusunda yaptıkları açıklamaya karşın, DİSK ve KESK 5 bini aşkın bir kitleyle Taksim alanına girerek, Taksim yasağını fiilen boşa çıkardı.  Yanına Avrupalı sendikacıları da alan DİSK ve KESK’e polis müdahale etmekten kaçınırken, Taksim’e girmek isteyen irili ufaklı pek çok guruba ise polis izin vermedi, bu guruplarla polis arasında tazyikli sulu, gazlı, taşlı, molotoflu çatışmalar yaşandı. Çatışmalar sırasında pek çok araç ve işyeri tahrip oldu. The Marmara Oteli’ne asılan pankart ile DİSK ve KESK’in Taksim’e kitlesel olarak çıkarak  fiilen Taksim yasağını bitirmesinin yanı sıra, bu 1 Mayıs’ın en çok öne çıkan ve tartışılan konulardan biri ise, Taksim’e giden ara sokaklarda değişik guruplarla polis arasında yaşanan çatışmalar oldu.
Öteki semtin çocukları…
Basının büyük bir kısmı tarafından “marjinal” ve “vandal” olmakla suçlanan, genellikle de gençlerden oluşan bu guruplar, aşağı yukarı tüm basın tarafından mahkum edildiler.
Ama gerçekten olay “marjinallik”, “vandallık” denilerek ve kolay yoldan mahkum edilerek geçiştirilecek kadar basit bir niteliğe mi sahipti? Bizce hayır…
Basının büyük bölümü Türkiye’nin çok önemli bir gerçeğine işaret eden bu manzarayı “marjinal” olmakla mahkum ederken, aslında Türkiye’nin yakın geleceği için son derece önemli olan bir gerçeğe gözlerini kapayarak, kendini ve kamuoyunu yanlış bir değerlendirmeye ve aldatıcı bir rahatlığa mahkum etmekteydi.
Neo-liberal ekonomi politikaların dışındaki her seçeneğe karşı genel bir körleşme yaşanılan; çağdaş sosyal politika uygulamalarının egemen politika yapıcıların zihin dünyasında çoktan toprağa gömülmüş olduğu bir dönemde, ne yazık ki   basınımızın büyük bölümü de, Türkiye varoşlarına gözlerini kapıyor, buralarda yaşanan yoksullaşma, çaresizleşme ve değersizleşmenin nasıl bir tepki ve öfke birikimine yol açtığını görmezden geliyor.  Bu gerçek yalnızca toplumdaki siyasal, sosyal ve kültürel parçalanmanın boyutlarının apaçık görünür olduğu seçim dönemlerinde hatırlanıyor ve kısa süre içinde de aynı hızla unutuluyor.
1960’lı yıllardan beri Türkiye’nin en önemli sosyo-kültürel, ekonomik ve politik sorunlarından biri olan varoşlaşma, bugün azalmak bir yana çok daha büyüyen bir sorun olarak kentlerimizin ve ülkemizin en önemli gündemleri arasında. Türkiye’de kentli nüfusu en son araştırmalara göre yüzde 70’ler düzeyine ulaşmış gözüküyor. Bu demektir ki, son on-on beş yıl içinde kırsal nüfusun çok önemli bir bölümü kentlere akın etmiş durumda. Ekonomik, etnik, mezhepsel nedenlerle kentlere göç eden bu kitle Adana’dan, Mersin ve Antalya’ya, İzmir’den, İzmit ve İstanbul’a pek çok büyük şehrimizi son 20 yılda akın akın doldurdular. Dün büyük kentlerdeki varoşlaşma sorunu gecekondularla sınırlıydı. Bugün ise bu sorun, gecekondu semtlerini de aşan daha genel ve yaygın bir nitelik kazanmış durumda. Nitekim 1 Mayıs’ta İstanbul’da rastlanılan bu manzarayı, değişik zamanlarda Mersin’de, Adana’da, İzmir’de vb. de görmek mümkün… Demek ki, bu hiç de marjinal, yani istisnai, yani hesaba katılmayacak ölçüde aykırı bir durum değil.
Toplumun çalışan ve düzenli gelir elde eden emekçi kesimleri ile varoşların güvensiz ve istikrarsız ortamında ekonomik olarak düzenli bir gelirden yoksun, kültürel olarak derin bir çelişki ve bunalım içinde bulunan bu kesimlerin tepkisi asla bir ve aynı olmaz.  İşyerlerinde, sendikalarda, derneklerde vb. örgütlü olan, düzenli bir gelir elde ettiği için tepkilerini basit öfke boşaltmaların ötesinde, kalıcı ve gerçek kazanımlar üzerine kuran formel kesimin emekçilerinden farklı olarak, enformel kesimin gençleri tepkilerin yıkıcı bir öfke boşaltımı olarak gösterirler. 1 Mayıs’ta yaşanan da aslında tam olarak buydu. Altını kalın kalın çizerek belirtmek gerekir ki yaşananlar, tepkilerini ekonomik, siyasi, kültürel otoritelere ait olarak değerlendirdikleri her şeyi yakıp yıkarak göstermek eğiliminde olan varoş gençliğinin -doğası gereği her zaman aceleci olan öğrenci gençlikle kurduğu kendiliğinden ittifakla- attığı rahatsız edici bir çığlıktı ve asla marjinal bir durumun yansıması değildi.
Televizyonlara yansıyan bir görüntü aslında durumu çok güzel özetliyordu. 1 Mayıs’la ilgili haberler sırasında televizyon ekranlarında akıp giden görüntülerden birinde, Taksim’e giden bir ara sokakta“Öteki semtin çocukları” isimli bir filmin tanıtım pankartı boylu boyunca asılı dururken, bu pankartın altında da polis ile “ öteki semtin çocukları” taşlı sopalı bir muharebe içindeydiler.
Sözün kısası: bu olayların gittikçe büyüyen, büyürken tepkilerini ve öfkelerini de içlerinde büyüten “öteki semtin çocukları” nın tepkisi olduğunu görmeyen, bu olayları basit “marjinal guruplar”, “vandallık” suçlamalarıyla geçiştiren her değerlendirme, Türkiye’nin yakın geleceğini çok fazlasıyla etkileyecek olan ekonomik, sosyal ve kültürel bir olgu konusunda bir aydınlanmaya değil; bilakis bir körleşmeye hizmet ediyor demektir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-