Demokrasi ve Üç Tarz-ı Siyaset


Demokrasi ve “üç tarz-ı siyaset”
Radikal 2’nen 3 Ağustos tarihli sayasında  Ömer Laçiner’in “Devrimci/sosyalist olma tartışması” başlıklı bir yazısı yayınlandı. Laçiner bu yazısında  kendisinin de dahil olduğu sol-sosyalist anlayışla ( ki biz buna liberal sol diyoruz) kendi dışındaki sol-sosyalist anlayışın ayrım noktalarını vurgulamaya çalışıyor. Bunu yaparken kendi dışındaki tüm solu  aynı torbaya koyarak daha baştan bir yöntemsel kolaycılığı tercih ediyor.
Laçiner’in iddiaları
Laçiner, kendilerinin demokrasiye önem verdiğini, silahlı mücadeleyi meşru müdafa dışında kabul etmediklerini ve iktidar merkezli bir siyaset anlayışına ve bu anlayışın doğrusal bir ürünü olan hiyerarşik örgütlenmeye karşı çıktıklarını, oysa tartışmasına muhatap aldığı sol çevrelerin siyaset tarzının, diğer siyaset güç odaklarından hiçbir farkı olmadığını, her ikisinin de elitist ve sıradan insanı seyirci gören bir siyaset anlayışına sahip olduğunu, dolayısıyla  bu sosyalist sıfatlı çevrelerin de mücadele ettiklerini söyledikleri güç odaklarından özde hiçbir farkı olmadığını söylüyor. Asıl sosyalist siyaset seçeneğinin ise siyasetin  özel yetenek ve güç sahibi seçkinlerce yapılabilecek bir üst faaliyet olarak kodlanmaktan vazgeçilmesiyle ve sıradan insanın siyasetin gerçek öznesi olabilmesi için mücadele edilmesiyle olanaklı hale gelebileceğini söylüyor.  Ki, Laçiner’e göre zaten devrim denilen şey, bu doğrultuda ‘yapılan işlerin çapından, yarattığı etki alanından , biriktirdiği enerjiden’ başka bir şey de değildir. Biz yer darlığı sorunu gözeterek bu sayıda Laçirner’ın demokrasi konusundaki yaklaşımını ele almakla yeteniceğiz.
Demokrasi konusunda  üç tarzı siyaset
Laçiner’in silah işleri ile ilgili söylediklerini geçelim ve demokrasiye gelelim. Demokrasi konusu gerçekten de sosyalist siyasetin en netamali, değişik kuramsal arayışlara karşın pratik politika alanında  net ve tatmin edici çözümlere kavuşturulamamış konularından biridir. Laçiner’in  açtığı tartışma bu anlamda sosyalist siyaset alanındaki  önemli bir zafiyet alanına işaret etmektedir ve bu konunun farklı platformlarda derinliğine tartışılması da önemli bir gereksinimdir. Burada sosyalizmin tarihsel deneyimleri ışığında demokrasi sorunu ile ilgili  derin tartışmalara gereksinim olduğunu belirtmekle yetinelim. Laçiner’in iddia ettiği gibi, sosyalist solda demokrasi sorununu açıktan açığa önemsemeyen çevreler de vardır. Fakat bu çevreler solun ana gövdesi açısından önemsizdirler. Genel planda ise sol içi ayrımlar açısından asıl sorun, demokrasiyi önemseyip önemsemekten ziyade bu sorunun nasıl ele alındığı, nasıl programlaştırıldığı ve pratik politikaya nasıl uyarlandığıdır. Bu sorunda da sosyalist siyasetteki  üç tarzı siyaset kendini çok farklı anlayış ve uygulamalarla ortaya koymaktadır.
Kemalist halkçı demokrasi anlayışından devrimci halkçı demokrasi anlayışına uzanan bağımsızlıkçı-kalkınmacı anlayışın adında demokrasi geçen bol sayıda devrim stratejisi vardır. MDD, MDHD, UDHD vb. bütün bu stratejiler “ulusalcılığı” ve “demokratikliği” baş tacı etmişlerdir. 1970’li yıllarda sol hareketin alt sınıflara daha çok dayanma arayışının sonucu olarak bu ikisinin yanına yaygın biçimde  “halk” tabirini de eklemişlerdir.Bu kesimin demokrasi anlayışı “bağımlılık, geri kalmışlık, feodalizm, tekelcilik, faşizm vb. varken demokrasinin sağlanamayacağı temel savı üzerinde yükselir. Bu koşullaraki demokrasi olsa olsa  ‘Filipin tipi’ (M.Belli) bir ‘cici demokrasi’(D. Avcıoğlu) olabilir. Bu akımın ünlü sloganında ifade edildiği gibi,“Tam bağımsız ve gerçekten demokratik bir Türkiye!” için emperyalizmin, feodalizmin vb. varlığına son verilmesi gerekli ve zorunludur.Ne var ki bu akım alaycı biçimde “cici” sıfatını taktığı  parlamenter demokrasinin, burjuva  sosyal ve kişisel özgürlükler sisteminin siyasal-kurumsal düzeyde nasıl aşılacağı üzerinde hiç durmamış, demokrasi bu anlamda sorunsallaştırılmamıştır. Aslında bağımsızlıkçı-kalkınmacı solun siyasal yazını izlendiğinde eleştirilen güdük parlamenter demokrasiye karşı  alternatif olarak  devletçi, planlı ve kalkınmacı bir otoriter rejimin öngörüldüğünü görmek hiç de zor değildir. Demek oluyor ki, bu kesim bolca demokrasi demekle ve demokrasiyi bir devrim sorunu olarak görmekle birlikte, gerçekte demokrasi kavramının üzerinden atlayan bir yaklaşıma sahiptir. Laçiner’in dediği gibi demokrasiden pek haz etmemekte, en azından erken ve lüks görmektedir.
Liberal sol kanadın yaklaşımı ise adeta bu ikinci kanatın ters çevrilmiş hali gibidir. Bu kesim ise, demokrasinin sosyal, ekonomik ve sınıfsal boyutunu iyice silikleştirmekte, demokrasiyi parlamenter demokrasinin sınırları içerisinde biçimsel bir siyasi ve hukuki eşitlik  ve bu hak ve eşitlikler düzenin genişletilmesi olarak ele almaktadır. Ayrıca Kemalizmin burjuva tabanı son derece dar bir burjuva devrim olması, dolayısıyla başta ordu olmak üzere asker-sivil bürokrasinin  burjuva sistem içinde görece özerk ve önemli bir konuma sahip olması gibi Türkiye’de ki burjuva gelişim sürecinin bazı özgünlükleri de liberal solun kendi demokrasi anlayışı açısından önemli bir argüman olarak kullanılmakta, bu sistemin bir burjuva sistem olmasından çok, bürokrasi ağırlıklı olma özelliği öne çıkarılmaktadır. Emperyalizm, bağımlılık, feodalizm vb. sorunlar bu demokrasi anlayışının ilgi alanı dışında kaldığı gibi, emek-sermaye ilişkisi de pek fazla önemsenmemektedir.Bağımsızlıkçı akım ile liberal sol arasında ters dönmüş gibi gözüken demokrasi anlayışı  çok kritik noktalarda ise kesişmektedir. Her iki kesimde -yöntem ve anlayışları farklı olsa da-  burjuva düzenin “tam demokratlaştırılmasını” başlı başına ve en önemli sorun olarak görmekte, sosyalist demokrasi sorununu ise bu temel sorunun çözümünün arkasına yerleştirmektedirler. Her iki kesimde demokrasi sorunun esas kaynağını  burjuvazinin nicel ve nitel güçsüzlüğünde görmektedirler. Her ikisi de Avrupa’daki gibi gelişmediği için ne Türkiye’nin burjuva devrimini burjuva devrim, ne de kapitalizmini kapitalizm saymamaktadırlar. Farklı öncüllerden ve kaygılardan hareketle de olsa, Türkiye’deki gelişimin layıkıyla burjuva ve kapitalist olabilmesi için Avrupa’ya benzemesi gerektiğini düşünmektedirler.
İkisi akım arasındaki fark şuradadır ki, bağımsızlıkçı-kalkınmacı kanat burjuvazinin artık devrimci olamayacağını düşünerek, bu “tam burjuva demokrasisi” işinde kendine burjuvazi adına ama burjuvaziye rağmen devrimci bir vekalet çıkarırken, liberal sol kanat burjuvaziden hala çok umutvardır. Liberal sola göre, demokrasiyi sınırlayan, kadükleştiren, siyasal baskı ve gericilik üreten burjuvazi değil, ‘devlet’tir. Dolayısıyla içinde burjuvazinin de bulunduğu -ve aslında önderlikte ettiği- sivil toplumu devlet karşısında desteklemek gerekir ki, demokrasi genişlesin, olgunlaşsın, kemale ersin… ki böylece bu kemale ermiş burjuva demokrasisinin içinden yöneten-yönetilen ayrımını aşan ve hiyerarşik örgütlenmeyen  gerçek bir sosyalist demokrasi filizlenip boy atabilsin.
Öncelikle bu tutumun  burada sayamadığımız bir dizi başka nedeni de olduğunu ve burada  yalnızca bazı temel unsurlarına değinmiş olduğumuzu anımsatarak belirtelim ki, Üçüncü kanat da, demokrasinin sınırlarının olabildiğince genişletilmesi için mücadele edilmesi gerektiği kanısındadır.. Burjuvazi devrimle siyasal ve hukuki eşitlik getirmiş ama ekonomik ve sosyal eşitsizliğe dayanan temel yapısı nedeniyle bu eşitlikler ezilenler için gerçek bir demokrasi olamamış, ezilenler bu demokrasiden ancak sınırlı, şartlı biçimde yararlanabilmiştir. Eşitsizliğe dayanan sistemin bekası sözkonusu olduğunda ise burjuvazi bütün siyasal ve hukuki eşitsizliklerin, baskı ve gericiliklerin kaynağına dönüşmüştür.  Bu aynı tutum Türkiye gibi ülkeler açısından da geçerlidir. Zira devlet ya da bürokrasi ağırlıklı ve/veya bağımlı ve sanayileşme tabanı zayıf bir gelişim de olsa,  yaşanan bu süreçlerle bu toplumlarında  artık emek-sermaye çelişkisinin temel olduğu kapitalist dünya ailesinin birer üyesi haline gelmişlerdir. Ve dolayısıyla demokrasi sorunun da esası emek/sermaye çelişkisiyle dolaysızca ilişkilenmiştir.
Dolayısıyla üçüncü kanat demokrasi mücadelesinin bizzat emek ve sermaye çelişkisi ve kapışmasının çok önemli bir alanı olduğunu ve bu mücadelenin burjuvaziyle birlikte değil burjuvaziye karşı verileceğini düşünmektedir. Üçüncü kanata göre demokrasi mücadelesi ilk olarak ezilen kesimlerin demokrasi bilincini ve deneyimini geliştirmeleri için; ikinci olarak  bu demokrasinin ezilenler için şartlı, çifte standartlı ve sınırlı niteliğinin pratik vesilesiyle de  görülüp kavranabilmesi için; üçüncü olarak da  bu sınırların, şartların ortadan kaldırıldığı ezilenlerin demokrasisini kurma bilincinin yaygınlaşabilmesi için verilmesi  gereken çok önemli  ve zorunlu bir mücadeledir. Bu mücadele çok ilkeli ve kararlı biçimde verilebilmelidir ki, burjuvazinin demokratik iki yüzlülüğü görülebilsin, işçiler ve emekçiler kendi içlerinde demokratik ilişki, alışkanlık ve kültürü geliştirebilsin ve  sonul amaçları olan devletin-demokrasinin sönümlenmesi doğrultusunda sosyalist demokrasiyi toplumun en küçük hücrelerine kadar yayabilsinler.
Yani farklılık Laçiner’in dediği gibi demokrasiyi önemseyip önemsememekten kaynaklanmamakta; burjuvaziye ve liberal parlamenter demokrasiye demokrasi mücadelesinde atfedilen önem ve misyona ilişkin köklü görüş ayrılıklarından kaynaklanmaktadır. Fark buradadır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-