Maziden Bugüne İktidar Savaşları


MAZİDEN BUGÜNE İKTİDAR SAVAŞLARI

Türkiye’de bugün çok ciddi bir iktidar kavgası yaşanıyor. Bu kavganın tarihsel kökleri Cumhuriyetin başlangıç yıllarına kadar uzanıyor. Kemalizm’in önderlik ettiği ulusal devriminin burjuva temelinin son derece zayıf olması, Osmanlı’dan bu yana iç iktidar savaşlarında taraf olmuş ve öncü rol oynamış Türk asker ve sivil bürokrasisinin siyasi iktidar üzerinde özel bir ağırlığının oluşmasının da zemini oluşturdu.
Normal koşullar altında temel  olarak  dış savunma  ile ilgilenmesi gereken ordu, Türkiye’de  adeta bütün siyasal kurumların ve partilerin üzerinde yer alan “devlet partisi” işlevi yürüttü.
Türk burjuvazisi ulusal kurtuluş savaşı sırasında ağırlıkla ticaret ile uğraşan ekonomik ve siyasi etkinlik bakımından oldukça zayıf bir kuvvetti. Asıl gelişmesini ise, gayri müslimlerin mallarına el konulması ve devletin doğrudan ve dolaylı olarak sağladığı kaynak ve imkanlarla elde etmişti. Devlete bağımlı karakterine karşın, güçlendikçe devlet aygıtı içerisindeki etkinliğini artıracak hamlelerde bulunmaktan da geri durmadı. Bu çatışma Türkiye’deki bütün çok parti denemelerinde hemen kendini açığa vurdu.Türk burjuvazisi yanına eski rejim özlemi ile de yüklü olan esnaf ve köylülüğü de alarak siyasi iktidar üzerinde daha fazla söz sahibi olmak istediğini ortaya koydu. Ve İkinci Dünya Savaşının sonuna kadar her defasında da bu partiler, eski rejimin ihyasını özleyen “gerici unsurların odağı haline geldiği” gerekçesiyle kısa süre içerisinde tasfiye edildi. Ordu’nun gericilik kaygıları yersiz değildi ama sorun bundan da ibaret değildi.
Türk burjuvazisi iktidar paylaşımında bazı hamleler yapmakla birlikte, hiçbir zaman net ve kararlı olamadı. Türk burjuvazisinin asker-sivil bürokrasi ile ilişkileri sancılı ve çatışmalı olmakla birlikte aralarında net bir çıkar çatışması da yoktu. Sonuçta asker-sivil bürokrasi devlet içinde özel bir ağırlığa sahip olmakla birlikte, bu ağırlığı ilkesel olarak burjuvazi ve kapitalizm aleyhine kullanmıyordu. Aksine ülkede hızlı adımlarla burjuva sınıfı güçlendiriliyor, kapitalist sistemin kalıcı temelleri inşa ediliyordu. Ayrıca devlet ağırlıklı bu kapitalistleşme sürecinde tek tek burjuvalar ancak devletin olanakları ile zenginliklerini artırabileceklerini çok iyi biliyorlar, iktidar içi çatışmayı hiçbir zaman asker-sivil bürokrasinin tam anlamıyla karşıya alınması noktasına taşımıyorlar, böyle yapmaktansa esnaf ve köylü dostlarını ihmal etmeyi göze alıyorlardı.
İktidar kavgasında bir kilometre taşı   DP ve 27 Mayıs
2. Dünya Savaşının sona ermesi  ve Türkiye’nin dünya kapitalist sistemliye daha ileri düzeyde bütünleşme yaşamasıyla birlikte Türk burjuvazisi iktidardaki ikincil konumunu değiştirme doğrultusunda son derece elverişli bir ortam elde etti. CHP’yi 2. Dünya Savaşı’nın zor koşulları iyice yıpratmıştı. Ayrıca Türkiye siyaseti üzerinde çok etkili olacak olan uluslararası bir güç, ABD,  siyaset devresine giriyordu. Ve ABD, CHP yerine DP’ye destek sunmaya çok eğilimliydi. Bu koşullarda DP iktidara geldi ve iki dönem süren iktidarı boyunca, Türkiye’de iç iktidar kavgasının boyutlandığına ve keskinleştiğine tanık olundu.Türk burjuvazisinin geleneksel ittifaklarıyla birlikte liberalizm- muhafazakarlık bayrağı altında yükselttikleri muhalefet, 27 Mayıs’ta Türk asker-sivil bürokrasisinin, sanayici, işçi-memur-aydın eksenli kent ittifakını arkalayarak gerçekleştirdiği askeri darbe ile kesildi. 27 Mayıs darbesi ithal ikameci modele yöneliş sürecinin yarattığı olanaktan yararlanarak ve bu modele en hızlı ve en tam adaptasyon misyonuna talip olarak, ABD’nin de sürece hayırhah yaklaşımını sağlamayı bildi.
DP’den sonra kurulan AP sınıfsal ittifak anlamında DP ile aynı güçlere dayanmasına karşın, başkanları Demirel’in şahsında bu iktidar savaşımını taraflar arasında hoşnutsuzluk yaratmayacak bir dengede tutma politikası izledi ve bunda da oldukça başarılı oldu. Bu başarıda burjuva kesimin dönem içinde ekonomik güç ve ölçeğini -paralel olarak da devlet aygıtı içindeki siyasal ağırlığını- hayli artırmış olması çok belirleyici oldu. Ayrıca yaygın kitle hareketleri eşliğinde büyüyen sol muhalefet bu iki iktidar gücünü birbirine daha da yaklaştırdı. Fakat bu idare-i maslahat politikasından hoşnutsuz olanlarda vardı ve bu politikanın bedeli olarak taşranın orta büyüklükteki esnaf ve burjuvaları 1960’lı yılların sonlarında AP’den koptu ve Necmettin Erbakan öncülüğünde ayrı bir partileşmeye gitti.
Küreselleşme, ANAP  kızışan ve boyutlanan çatışma
ANAP hükümetleri döneminde ise 1960’lı yıllardan sonra şiddetini oldukça azaltan sistem içi çatışma yeni biçimler kazanarak ivmelendi. 1960’lı yıllar boyunca ordu ve burjuvazi daha bütünleşik bir yapı kazanmışlardı. Nitekim 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri asker-sivil bürokrasisinin burjuvaziye karşı değil burjuvaziyle birlikte toplumsal muhalefete karşı yapılmıştı. ANAP döneminin aynı zamanda neo-liberal küreselleşme politikaların en yoğun biçimde uygulandığı ve Türkiye’nin bu sürece adapte olmaya başladığı yıllar olduğu hatırlanmalıdır. Küreselleşme süreci klasik ulus devlet yapılanmasının revizyonunu da zorunlu kılmakta ve bu da klasik ulus devlet örgütlenmesi içinde önemli güç ve statüko sahibi olan asker-sivil bürokrasiyi rahatsız etmekteydi. Dolayısıyla bu kez çatışma yeni gelişmelere bağlı yeni bir içerikle yeniden ortaya çıkıyordu. Özal’ın ANAP’ı  bu iç çatışma da uluslar arası sermayenin desteğini aldığı gibi, TUSİAD’da örgütlü büyük sermaye ile büyümek için önünün açılmasını bekleyen taşra burjuvazisinin ittifakını da kurmaya yöneldi. Özal’lı yıllar taşra burjuvazisinin pek çok alanda desteklendiği, önünün açıldığı yıllar oldu. Geleneksel olarak Erbakan’ın dinci partisinin en önemli sosyolojik temelini oluşturan taşra burjuvazisi ANAP’ın Özal’ı ile büyük bir uyum ve kaynaşma sürecine girdi. Özal dönemi bu iç çatışmada asker-sivil bürokrasinin önemli mevziler kaybettiği yıllar oldu. Özal ilk kez olarak askere alternatif bir silahlı oluşumu yaratmaya yeltenen siyasi lider olarak da dikkat çekti. Bu tarihten sonra Türkiye’de Ordu ve Emniyet güçleri arasında zaman zaman oldukça sertleşen bir mücadele yaşandığına dair iddialar sık sık basın ve siyaset dünyasında dillendirilmeye başlandı.Özal’ın iktidardan düşmesi  ve ardından da şaibeli ölümü ile, bu süreç kısa bir süre kesilir gibi oldu. Bir süre sonra kurulan DYP-RP iktidarında ise çatışma yeniden alevlendi. Son dönemde yaptığı atılımlarla önemli bir büyüklüğe ulaşmış olan taşra burjuvazisi  ve orduya alternatif olarak örgütlenen silahlı yapılanma DYP-RP iktidarının  arkasındayd,ı ama bu kez TUSİAD deyim uygunsa saf değiştirmişti. Burjuvazinin kendi içindeki rekabetin keskinleşmiş bulunması nedeniyle asker sivil bürokrasiye karşı birleşik bir ittifakı sözkonusu değildi artık. Öte yandan DYP-RP- taşra burjuvazisi ve yeni militer güç arasındaki ittifak da çok sağlam değildi. Erbakan’ın RP’si eski dönemin anti-emperyalist-milliyetçi dinsel söylemini sürdürerek artık ciddi büyüklüğe ulaşmış olan taşra burjuvazisinin taleplerini karşılamaktan uzak bir görüntü sunduğu gibi, RP bu yapısıyla hükümet ortağı DYP ile de uyumsuzluk gösteriyor ve ABD-AB’de rahatsızlıklar yaratıyordu. Kendine yine büyük sermaye, işçi örgütleri, kent küçük burjuvazi arasından önemli bir kentsel ittifak yaratmış olan ordu, bir kez daha ABD ve AB’nin hayırhah yaklaşımının da yardımıyla, DYP-RP iktidarının sona ermesini sağladı. Bugünkü AKP ise aynı mücadeleyi daha sağlam iç ve dış ittifaklar üzerinden yürütmektedir..
Çatışmanın çok boyutlu karakteri
Kısaca bugünkü iç iktidar kavgasının çeşitli veçheleri vardır. Bu mücadelenin sermaye sınıfı arasındaki iç çekişme ile ilgili boyutu vardır; asker-sivil bürokrasi ile burjuvazi arasındaki iktidar paylaşımı ile ilgili boyutu vardır; küreselleşmecilerle ile eski statükolarını kaybeden yerel güçler arasındaki çekişme ile ilgili boyutu vardır; devletin ve toplumun giderek  dinselleştirilmesi eğilimi ile buna karşı tepki duyanlarla ilgili boyutu  vardır. Çoğu çevrelerin bu faktörlerden birini  önemsediği ama diğerlerini neredeyse yok saydığı  görülmektedir. Böyle yapıldığı zaman bizce sorun eksikli olarak kavranacak, süreç bugünden yarına uzanan boyutlarıyla tam ve doğru biçimde değerlendirilemeyecektir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-