MHP 40 Yaşında... Kırk yıllık Kani...

40 YILLIK KANİ, OLUR MU YANİ?
Milliyetçi Hareket Partisi’nin tarihini anlama çabasına herhalde öncelikle Türkeş’in kişisel tarihindeki köşe taşlarının tespitiyle başlamak isabetli olur. Türkeş, İkinci Dünya Savaşını izleyen dönemde Türkçülük davasında yargılanmış; ABD’de özel-harp eğitiminden geçirilmiş; 27 Mayıs darbesinde yer almış ve darbeciler arasındaki iktidar ve strateji farklılıkları nedeniyle tasfiyeye uğramış, Hindistan’da resmi bir görevle geçen sürgünlük hayatından sonra Türkiye’ye dönerek siyasette etkin olma arayışlarını sürdürmüş asker kökenli bir siyasi profildir.
Bir özel savaş partisinin Tarihi
Türkeş Adalet Partisi içerisindeki etkinlik girişimlerinden bir sonuç alamaması üzerine çevresinde toparladığı “Türkçü” dava arkadaşlarıyla birlikte Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne katılmış ve kısa süre içinde partiyi ele geçirerek…yılında parti genel başkanlığı koltuğuna oturmuştur. Türkeş ve dava arkadaşlarının ideolojik ve örgütsel olarak giderek tek belirleyici haline geldiği CMKP 1969 yılında gerçekleştirilen Adana kongresinde MHP ismini alarak; bu ideolojik ve örgütsel hegemonya isim değişikliğiyle de tescil edilmiştir.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sol dalganın güçlü bir biçimde hissedilmeye başlandığı 60’lı yıllar da, MHP’nin temel siyasi misyonu gelişen ‘komünizm tehlikesine” karşı aktif sokak eylemlerine yönelmek olarak şekillendi. O yıllarda ilk kez kurulan ülkü ocakları ve komando kampları komünizme karşı yürütülen silahlı eylemlerinin temel üsleri olarak rol oynadılar. 1960’lı yılların sonunda sol ve sosyalist oluşumlara karşı giriştikleri sokak eylemlerinin dozajını iyice artıran ve silahları da devreye sokan MHP, öte yandan da komünizme karşı orduyu göreve davet ederek, açık bir darbe savunucusu rolü üstlendi. Nihayet MHP 12 Mart 1971’de gerçekleştirilen askeri darbenin en hararetli ve açıktan savunucusu oldu.  1971 darbesi ile pek çok sol ve demokratik örgütlenme kapatılırken, içlerinde ülkenin tanınmış ve saygın aydınlarının da bulunduğu binlerce muhalif işkence ve cezaevi ile yüz yüze kalırken, sol gençliğin önder isimlerinden Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan  idam edilirken, MHP darbeyi hiçe yakın sayılabilecek düzeyde en az zararla atlatabildi.
12 Mart 1971 darbesinin ardından yoğun bir devlet terörü ile yüz yüze kalan sol, hedeflenenin aksine  1970’li yıllara çok daha güçlenerek girdi. Ecevit’in önderliğinde sosyal demokrat bir parti olmaya doğru evrim geçiren CHP arkasına kendi tarihinin en kitlesel desteğini alırken; çok fazla bölünmüş olmalarına karşın sosyalist oluşumlarda büyük metropolleri aşarak Anadolu’nun her bölgesinde önemli bir güce kavuştular.
Bu gelişmenin ardından MHP’nin anti-komünist şiarları temel edinerek yeniden ve bu kez daha yoğun bir biçimde silahlı sokak eylemlerine yöneldiğini görüyoruz. Devrimci-sosyalist oluşumların da 1975’ten itibaren MHP’ye aynı yöntemle karşılık vermeye başlaması üzerine silahlı sokak çatışmaları giderek tırmandı.  1977 yılından itibaren ise bu çatışmaların ülkenin siyasal gündemini tek başına belirleyecek bir noktaya ulaştığını görüyoruz. 1 Mayıs 1977 Taksim Katliamı, 1978 Maraş katliamı ve Çorum olayları ise bu çatışmaları iyice tırmandıran kilometre taşı oldular. MHP 1977’den sonra silahlı eylem ve saldırılarını sosyalist güçlerin yanı sıra Alevilere ve CHP’lilere de yöneltmeye başladı. Ülkede adeta bilinçli bir şekilde bir iç savaş ortamının tırmandırılmasında son derece belirleyici bir role sahip oldu.
Belki de MHP, bu tavrıyla 1971’deki gibi “komünizm tehlikesi” nin askeri bir darbe ile önlenmesini amaçlıyordu. Ama 1980 darbesi MHP açısından hiç de umulduğu ve beklendiği gibi sonuçlanmadı. 12 Eylül askeri yönetimi MHP’nin beklediği gibi solun üzerine en acımasız yöntemlerle gitmiş, deyim uygunsa sol adına ne varsa silindir gibi ezmişti.  Ama 1971’den farklı olarak MHP’de bu kez askeri darbenin hedefleri arasında yer aldı.  Darbeciler sosyalist sola karşı mücadelelerinde oldukça yıpranan ve teşhir olan MHP’yi koruyor izlenimi vermenin darbenin meşruiyeti açısından sorun yaratacağını düşünerek, sosyalist solla aynı düzeyde olmasa da, MHP’yi de hedef içine aldılar. Türkeş ve parti yöneticileri başta olmak üzere pek çok MHP’li-ülkücü  tutuklandı, önemli bölümü işkencelerden geçirildi ve … ülkücü idam edildi.  MHP’liler açısından bu tam bir şok oldu ve ülkücüler uzun bir süre bu şoku atlamadılar. MHP tabanında ilk kez  küçümsenemez ölçüde kendi devletlerine öfke, kızgınlık ve hatta nefret duygusu oluştu.
Buraya kadar anlatılanlar MHP’nin normal bir siyasi parti olmaktan çok bir özel harp yapılanması olduğu izlenimi uyandırmaktadır. Ki bu izlenim bir ölçüde isabetlidir de.  Ne var ki, MHP’yi yalnızca bu boyutu ile ele almak eksikli ve yanıltıcı olacaktır. MHP’nin 1980 öncesinde oy oranı olarak yüzde 3 ile  8’ler arasında  değişen ve giderek yükselme eğilimi  gösteren sosyal ve sınıfsal tabanının özelliklerini, sorunlarını,  tepkilerini ve özlemlerini analiz etmeden, MHP’yi bütünlüklü olarak anlamak da olanaklı olmayacaktır.
Toplumsal- Sınıfsal Temel MHP’nin sosyal–sınıfsal yapısına baktığımızda üç önemli sosyal kesim dikkatimizi çekmektedir. Birincisi partinin merkezi yönetiminde her zaman özel ve belirleyici bir ağırlığa sahip olmuş olan devletçi aydın tabakadır. Bu aydın tabaka parti saflarına ağırlıkla asker ve sivil bürokrasi içerisinden süzülüp gelmiş olan bir kesimdir.  Kendini geçmişin Türkçü akımının ardılı olarak gören ve MHP’nin oluşumunda belirleyici rol oynayan bu kesimin ordu ve devletin istihbarat örgütlenmesi ile hep yakın bağlantıları olmuştur. Nitekim bu unsurlar arasında MİT’le geçmişte ya da o anda bağlantıları bulunan çok sayıda isim de bulunmaktadır. Partiye bir gayri-nizami harp örgütü niteliği ve havası kazandıran da büyük ölçüde bu kesimdir.
Partinin ikinci önemli toplumsal unsuru ise taşranın -özellikle de Orta ve Doğu Anadolu taşrasının- küçük mülkiyet erbabıdır.  Bu taban MHP’ne CKMP’nden hazır olarak gelmiş ama MHP tarafından hem yaygınlaştırılmış hem de daha aktif kılınmıştır. Hızlı ve sarsıcı kapitalist gelişmeden derin bir endişeye kapılan bu toplumsal kesimin en büyük talebi güvenilir ve istikrarlı bir ekonomik ve siyasal sistemin oluşturularak altlarındaki mülkiyet tabanını kaymasının önlenmesidir. Türkiye’deki kapitalist gelişmenin sonuçları konusunda olumsuz bir algılamaya sahip olan bu kesimler,  değişime olan tepkilerini ekonomik faktörler kadar  -ve hatta daha fazla- kültürel faktörler üzerinden ifade etmektedir. Bu kesimlere göre, taşranın durgun, güvene dayalı ve ataerkil yapısını bozan ana neden  kültürel yozlaşmadır. İşte MHP bu kesimlerin kapitalist gelişmeye olan tepkilerini sosyo-ekonomik unsurlardan ziyade kültürel faktörlere yönlendirerek ve bu kültürel bozulmanın ana sebebi olarak komünizmi göstererek, bu kesimlerin tepkilerini anti-komünist mücadele içerisine kanalize etmeyi başarabilmiştir.
Partinin kentsel tabanı ise taşradan okumak amacıyla kente gelen gençlerden ve varoşlardaki enformel tabakalardan oluşmaktaydı. MHP’nin 1. Ve 2. MC dönemlerinde gerçekleştirdiği önemli kadrolaşmayla birlikte kamu kesimi içerisinde, özellikle de memurlar arasında belli bir güç elde ettiğini de söylemek mümkün. 1980 öncesinde bu kesimlerin pratikteki aktifliklerine ve bu anlamda taşıdıkları siyasal öneme karşın nicelik olarak hiçbir zaman ciddi bir güce sahip olabildiklerini söylemek mümkün değildir.
İdeoloji-programatik  çizgi
MHP’nin klasik ideolojik çizginsin bir derinlik ve bütünlük taşıdığı söylenemezse de, belli konu ve alanlarda oldukça net olduğunu gözlemliyoruz. Anti-komünizm, Türkçülük, devletin kutsallaştırılması,  toplumu organizmacı bir yaklaşımla ele alan korparatist bir model içinde eşitsiz-hiyerarşik bir toplum fikrinin meşrulaştırılması ve emperyal bir güç olma hevesini yansıtan saldırgan bir dış politika anlayışı MHP’nin ideolojik yaklaşımının asal unsurlarını oluşturmaktaydı.
MHP, toplumda tepki çeken bütün ekonomik, siyasal ve özellikle de kültürel gelişimleri bir biçimde komünizmle ilişkilendirerek mevcut sistemden kaynaklı sorunlara duyulan tepkiyi de komünizmle mücadeleye tahvil etmeye çalışıyordu. Uluslararası alandaki benzerlerine göre çok daha az belirgin olmakla beraber, MHP’de de anti-kapitalist söyleme rastlamak mümkündü. Fakat bu anti-kapitalist ve anti-komünist söylem o kadar iç içe ve geçişken bir niteliğe sahipti ki, MHP’nin dilinde anti-kapitalist vurgular ayrı bir anti-kapitalist mücadele platformu oluşmasına yol açmıyor, nihayetinde anti-komünist mücadelenin bir bileşenine dönüşüyordu. Komünizm MHP’nin dilinde kapitalizmde dahil bütün kötülüklerin baş nedeni gibiydi.
Cumhuriyetin başlarındaki Türkçülük akımı kökleri itibariyle modern bir akımdı.Türkçülük akımında dinsel-İslami söylem son derece silikti ve net bir laik yaklaşım söz konusuydu.  Aslında Türkeş açısından da çok uzun dönemler bu klasik Türkçülük söylemi geçerliydi. Ne var ki 1960’lı yılların ortalarından sonra MHP içerisinde İslami söylemin geleneksel Türkçü çizgiye göre belirgin biçimde öne çıkmaya başladığını görüyoruz. Nitekim bu değişim süreci parti içerisinde zaman zaman silahlı çatışma düzeyline de ulaşan ayrışmalara neden oldu. Nihayetinde soy Türkçü Nihal Atsız ekibinin parti içerisinden tasfiye edilmesiyle sonuçlandı. MHP içerisindeki ırkçı Türkçü ve laik yaklaşımın terk edilmesinin birkaç önemli nedeni olduğu söylenebilir. MHP’nin devraldığı CKMP tabanı muhafazakar taşra kültürünü temsil ediyordu ve din bu kesimler açısından oldukça önemliydi. Başlangıçta zaten sınırlı bir tabana sahip olan MHP bu kesimi kaybetmek istemiyor olduğu için İslami motifleri daha sık kullanmak gereği duymuş olabilir. Ayrıca bu tabanın belli bir bölümünün Kürt nüfusun ağırlıkta olduğu Doğu Anadolu’da bulunduğu da hatırlanacak olursa saf Türkçü söylemin hem Kürt, hem de dindar özellikli bu kesimin pek de hoşuna gitmesi beklenemezdi. Kaldı ki Anadolu çok farklı etnik köklerden gelen bir nüfusa sahipti. Türkiye’de ırki kökene dayalı bir milliyetçilik söylemi ciddi bölünme ve çatışmaları tetikleme potansiyeline sahipti. İslam’la desteklenmiş bir kültürel Türk milliyetçiliği söylemi, Cumhuriyeti kuran kadrolarında en baştan sezdiği gibi, Anadolu coğrafyası açısından adeta bir zorunluluk gibi gözüküyordu. Ve hepsinden önemlisi MHP açısından en önemli konu komünizmle mücadeleydi ve farklı etnik kimlikten insanların ortak paydası olan İslami söylem bu açıdan ırkçı Türkçülüğe göre çok daha elverişli gözüküyordu.  Elbette bu İslami anlayış devletle özdeşleşmiş sunni İslam anlayışı idi. Kendini tarihsel-siyasal nedenlerle sola yakın hisseden alevi Müslümanlık anlayışı ise MHP’ce düşman kampı içerisine yerleştiriliyor. Maraş, Çorum, Sivas vb. olaylarda olduğu gibi MHP’nin aktif rol oynadığı katliamlarla karşı karşıya kalıyordu. Bu söylenenler MHP’nin ideolojik ve zihinsel arka planının güçlü bir ırkçı milliyetçiliğe dayandığı ve buradan beslendiği gerçeğini ortadan kaldıramamış ve MHP kendi dışındaki hemen tüm çevrelerce ‘kafatasçı’ olarak suçlanmaktan kurtulamamıştır.
MHP açısından en kutsal değer idealize edilmiş devlettir. Devlet milletin tarihsel ve an’a ilişkin bütün değer ve çıkarlarının billurlaşmış ifadesidir, özüdür. Dolayısıyla millet ile devlet çelişkisi ve çatışması söz konusu olamaz. Devlet ile çelişen ve çatışan toplumsal kesim ve fikirler ise, milleti oluşturmak bir yana, bizzat milletin değerlerine saldırmaktadırlar ve muhtemelen Türk milletinin düşmanı dış güçlerin oyuncağı durumundadırlar. Toplum birbiriyle çatışmak bir yana birbirini tamamlayan bir organizma olmak durumundadır. Kısacası MHP açısından önemli olan bir birey olarak Türk’ün varlığı ya da bir topluluk olarak Türk milletinin somut varlığı değil, tüm bunların devlette cisimleşmiş simgesel varlığıdır. Bu yüzden MHP devlet-millet çatışmasının olası bütün yollarını kapayacak bir toplumsal ve devletsel örgütlenmenin savunuculuğunu üstlenmektedir. Bu örgütlenmenin klasik yöntemi ise korparatist devlet modelidir. Bu modelde işçi, işveren kesimi başta olmak üzere toplam 6 toplumsal kesim devletin önderliğinde ve devletin varlık ve çıkarları ana ekseninde bir araya getirilmektedir.
MHP’nin dış politika anlayışına ise emperyalistleşme hayallerinin de beslediği agresif  bir tutum damga vuruyordu. MHP ‘nin ‘esir Türkleri kurtarma ve dünya Türklüğünü birleştirme’ idealinin ifadesi olan Turancı anlayışın çok ötesine taşan bir dünyaya Türklerin hükmetmesi hayaline sahip olduğu söylenebilir. MHP’nin Osmanlı dönemine de nispeten sıcak yaklaşmasının ardında dinsel faktörlerden çok bir cihan imparatorluğu özleminin damga vurduğu söylenebilir. MHP’ye göre Türkler maddi ve manevi vasıflarıyla adeta dünyayı yönetmek için özel olarak seçilmiş bir millettir. Hatta tarihin de gösterdiği gibi İslamı bile, Arapların bu açıdan yeteneksiz olması nedeniyle, ancak Türkler yayabilir. Kısacası Turancılıkla başlayıp zaman zaman İslam ve Osmanlıcılıkla beslenen bir yayılmacılık düşü, MHP’nin ana ideolojik çizgilerden birini oluşturmaktır.
12 Eylül’ün ardından
12 Eylül’de yaşanan şokun MHP üzerinde büyük bir etkisi oldu. Başbuğ Alparslan Türkeş’in uzun yıllar cezaevinde bulunması da MHP içinde yaşanan şokun yarattığı merkezkaç etkilerin daha güçlü olmasını sağladı. MHP tabanını ana gövdesi üzerinde 12 Eylül’ün yarattığı en önemli etki devletten duygusal bir uzaklaşma ve İslamileşme oldu. Daha küçük bir kesim ise liberal bir çizgiye kayarak devlete eleştirel yaklaşımla sistemle daha fazla bütünleşmeyi birlikte gerçekleştirdi. İslamileşme MHP üzerinde genel bir etki olurken, bu etkiyi daha programatik düzeyde yaşayanlar daha sonra Büyük Birlik Partisi’ni kurarak MHP ile organik anlamda da yollarını ayırdılar. MHP’nin ana gövdesi açısından ise söz konusu İslamileşme, İslam’ın parti çizgisindeki araçsal pozisyonunda bir değişiklik yaratacak düzeye ulaşmadı. İslami vurguların dozajı artmakla birlikte, bu vurgular Türk milliyetçiliğinin bir alternatifi olarak değil, geçmişte de olduğu gibi ayrılmaz bir parçası olarak yorumlandı. Bu pozisyonun siyasal alandaki mantıksal sonucu ise partinin laiklik-İslamcılık ve türban konularında gösterdiği hem nalına hem mıhına politikasında net olarak görülebildi.
Bu tarihten sonra gerek devlet tarafından “kullanılmış olma” hissinin etkileri, gerekse sosyalist akımların 12 Eylül döneminde ciddi bir darbe yemiş olmaları ve en nihayetinde sosyalist sistemde yaşanan çözülmeler nedeniyle MHP söyleminde anti-komünist ağırlığın geçmişe göre oldukça azaldığını görmekteyiz.
MHP’nin 12 Eylül’ü izleyen dönemde demokrasi söylemini zaman zaman belirgin biçimde öne çıkardığını, darbe karşıtı açıklamalar yaptığını, geçmiş korparatist çizgide yumuşatmalara giderek tek ve zorunlu sendikacılıktan, sendikal rekabet ve çoğulculuk ilkesini tanıyan ama güçlü sendikacılığı özendiren bir anlayışa doğru programatik bir değişiklik yaptığını görüyoruz.
MHP açısından 12 Eylül sonrasında görülen bir başka önemli değişiklikte büyük bir imaj yaratma kampanyasının eşliğinde partinin 12 Eylül öncesi oluşmuş bulunan kaba, anti-modern ve saldırgan kimliğinin ıslah edilmesi çabaları oldu. MHP kadroları giyimden kuşama, sakaldan bıyığa kadar yukarıdan aşağıya uzanan bir rehabilitasyona tabi tutularak daha çağdaş, modern ve entelektüel bir görünüme kavuşturulmak istendiler.
Partinin 12 Eylül’ün ardından çizdiği profildeki önemli yeniliklerden biri de “Aleviliğin İslam’ın Türk yorumlarından biri olduğu” tezi eşliğinde geçmişte düşman güçler arasında gördüğü Alevililerle, barışmaya ve bu kesimi de etkilemeye yönelik bir yönelime girmiş olmasıdır.
MHP Değişti mi?
Bütün bu farklılaşmaların MHP’nin değiştiği yönündeki fikirlerin ortaya çıkmasına kaynaklık ettiğini gözlemlemekteyiz. Komünizm tehlikesinin ortadan kalktığı bir dönemde anti-komünist vurguların azalmasından daha doğal bir durum olamazdı.12 Eylül’ün ardından içeriğinden bağımsız olarak genel bir söylem haline gelmiş olan demokrasinin üstelik de darbeyle büyük bir hayal kırıklığı içine yuvarlanan MHP’ce zaman zaman belirgin şekilde paylaşılması da köklü bir değişimin işareti sayılamaz. Gelişen Kürt hareketinin ve AB sürecinin dayattığı ulus devlet aleyhine gelişmelerin yarattığı genel milliyetçi hava içerisinde, geçmiştekinden farklı olarak söylemiyle kentli Türk orta sınıfları da etkileme şansına kavuşan MHP’nin, bu gelişmeye paralel olarak daha modern ve entelektüel bir görüntü vermeye çalışmasında da esasa ilişkin bir yön değişikliği saptamak olanaksızdır.
MHP’nin önemli ve devletin bekasını tehdit ettiğini düşündüğü konular hakkındaki tutum ve yaklaşımları ise MHP’de öze ilişkin esaslı bir değişim olmadığını ortaya koyar niteliktedir. Gerek Kürt hareketi, gerek AB süreci, gerek İslamcı hareketler ve gerekse dış Türkler konusundaki yaklaşımıyla MHP  mevcut devlet yapısını tehdit ettiği düşünülen konularda açıkça safını devlet aygıtından yana belirleyeceğini terettüde yer bırakmayacak açıklıkta ortaya koymuştur..Özellikle Kürt hareketi, AB süreci ve dış Türkler konusu Alparslan Türkeş ve ardından Devlet Bahçeli döneminde MHP tabanını devletle arasına girmiş olan duygusal engellerin de ortadan kaldırılması ve bu tabanın yeniden devletin çıkar ve öncelikleri doğrultusunda   kanalize edilebilmesi açısından da son derece başarılı olmuş ve  MHP Kürt sorununda resmi elbise altında, Azerbeycan darbesi sırasında gayri kanuni yollarla kendisine  ihtiyacı olduğunu düşündüğü devlete militer bir destek sunmakta eski devlet sever gayretkeşliğini aratmayacak bir çeviklik gösterebilmiştir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-