TÜRKİYE KORPORATİST MODELİN NERESİNDE?


TÜRKİYE KORPORATİST MODELİN NERESİNDE?
ÖNSÖZ
Çalışmamızın amacı, Türkiye'de ki endüstri iliskileri sisteminde devlet-isçi-isveren üçlüsü arasındaki iliskilerin yıllar boyunca geçirdigi evrimi korporatizm kuramı açısından incelemek ve korporatist modelin Türkiye'deki çalısma  iliskileri açısından geçerli olup olmadıgını ortaya koymaktır. Eger korporatist model geçerli ise bu modelin hangi yıllar içinde, ne ölçüde ve hangi biçimde geçerli oldugunu ortaya koymak, bu modelin uygulanma kosullarını saptamaya çalısmak, Türkiye'de böyle bir modelin uygulanma ve basarı sansı açısından öngörülerde bulunabilmek de çalısmamızın ulasmaya çalıstıgı amaçlar arasındadır.
Bu amaç çerçevesinde önce genel olarak korporatizm kuramına iliskin yaklasımlar ele alınmakta, ardından ise gerek gelismis ülkelerdeki gerekse de bazı azgelismis ülkelerdeki korporatizm uygulamaları hakkında bazı bilgiler verilmekte, bu uygulamalar hakkında bazı sonuçlar, genellemeler yapılmaya çalısılmaktadır.
Çalısmamazın Türkiye ile ilgili bölümünde ise, Türkiye Endüstri liskileri yukarıda tanımlanmaya çalısalan korporatizm kuramı açısından anlamlı gördügümüz Tek Parti, 1947-1960, 1960-1980 ve 1980 ve sonrası seklinde bölümlenerek ele alınmaya çalısılmakta; 1978 tarihli Toplumsal Anlasma üzerinde özellikle durulmakta ve korporatizm kuramı açısından Türkiye’deki çalısma iliskilerinin tarih içinde geçirdigi evrim hakkında bazı sonuç ve yargılara varılmaya çalısılmaktadır.
Son olarak da korporatizm uygulamalarının en önemli kurumsal aracı olan Ekonomik ve Sosyal Konsey’in genel bir tanımı yapıldıktan sonra Türkiye’deki uygulama dünya uygulaması ile bazı bakımlardan karsılastırma içinde ele alınmaktadır.
GİRİŞ
Korporatizm, endüstri iliskileri açısından önemli ve bir o kadar da güncel bir konudur. Korparatif politika ve uygulamalara yönelik tartısmalar, dünyada 1970'li yıllardan, ülkemizde de 1980'li yıllardan beri gündemdedir. Degisik dönemlerde bu tartısmalar yogunlugunu artırmakta, toplumun degisik kesimleri konu ile ilgili görüs ve önerilerini ortaya koymaktadır. Bu tartısmalar sürerken bir yandan da korporatist modelin en önemli kurum ve araçlarından biri olan Ekonomik Sosyal Konsey olusturulmus bulunmaktadır. Bu konu belli bir dönemden beri daha yogun olarak gündemde olmasına karsın akademik alanda konuyla ilgili yeterli çalısma yapıldıgını söyleyebilmek oldukça zordur. Konunun gelismis ve azgelismis ülkelerdeki uygulamaları da gözetilerek Türkiye açısından degerlendirilmesi, genel olarak korparatif modelin özel olarak da Ekonomik Sosyal Konsey türü uygulamaların Türkiye endüstri iliskileri açısından yerinin, öneminin ve basarı sansının ne olduguna/olabilecegine iliskin bazı gözlem ve sonuçlara ulasılması yararlı bir çaba olacaktır.
İsçi-isveren-devlet iliskileri üzerine yapılan inceleme ve degerlendirmeler genel olarak üç ana teorik-yöntemsel çerçevede ele alınmaktadır. Konunun genel olarak liberal, marksist ve bunların arasında kalan korporatist modeller temeli üzerinde ele alındıgı gözlenmektedir.
Liberal yaklasımlar bireyi esas alır ve bu bireyler çıkarlarını çıkar grupları ve siyasi partiler aracılıgıyla ifade ederler. Bu çıkarların merkezi siyasi kararlar haline dönüsmesinin aracı ise bölgesel esas üzerine kurulmus olan parlamentodur. Bu anlayısa göre çok sayıda ve birbirine esit güçte, birbirleriyle rekabet halinde olan baskı grupları baskı uygulamak yoluyla kendi çıkarlarını savunurlar. Devlet liberal anlayısta etkin bir rol oynamaz. Bir çesit "trafik memuru" görevi yerine getirir. Sivil toplumdaki çıkarlar, bu çıkarların ifadesi, çıkarlar arasında tercih vb. konularında devlet müdahalesi olumsuz, "dogal dengeyi” bozan bir durum olarak görülür.
Marksist yaklasımda siyasal sürecin öznesi bireyler degil, sınıflardır. Tarih, sınıf mücadelelerinden ibarettir. Devlet ise, sınıf mücadelelerinde edilgin ve tarafsız olmak bir yana, egemen sınıfın en yetkin örgütlenmesi durumundadır. Marksist yaklasımda 'araççı' olarak nitelenebilecek degerlendirmelere göre, devlet egemen sınıfın, kapitalizm sözkonusu oldugunda burjuvazinin çıkarlarını savunan bir mekanizmadan baska bir seydegildir. "İslevselci" denilebilecek bir diger degerlendirme türüne göre, devlet nihayetinde egemen sınıfın bir aracı olmakla beraber, kollektif bir kapitalist olarak tek tek kapitalistlerden nispeten özerk bir yapıya sahiptir. Devlet tek tek kapitalistlerin çıkarlarını birebir savunan basit bir araç olmaktan ziyade, gerektiginde tek tek kapitalistlerin çıkarlarıyla da çatısarak, genel olarak kapitalist sistemin çıkarlarını savunan daha etkin ve özerk bir yapılanmadır. Dolayısıyla devlet tek tek kapitalistlerin degil genel olarak kapitalist sistemin; kapitalistlerin kısa vadeli çıkarları yerine kapitalist sistemin uzun vadeli çıkarlarının ve varlıgının bekçisi durumundadır.
İsçi-isveren-devlet iliskilerini ele alan ve yakın dönemde bir hayli yaygınlık ve itibar kazanan bir diger yaklasımda korporatizm, daha dogrusu neo-korporatizm teorisidir. Bir toplum ve ekonomi modeli olarak korporatizm, toplumu birbirine karsılıklı olarak bagımlı ve islevsel bakımdan birbirini tamamlayan parçalardan olusan organik ve birbirine uyumlu bir bütün olarak degerlendirir.
Bu anlayısa göre, çesitli sınıf, statü ve meslekler arasında çıkar çatısmaları olsa da, bu çıkar çatısmaları devlet-isçi-isveren merkezli kalıcı kurumsallıklar yaratarak, karsılıklı tavizlerle uzlastırılabilir. Çıkarları çatısan bu kesimler arasında Ekonomik Sosyal Konseyler vb. türü diyalog, katılım mekanizmaları aracılıgıyla bir takım ortak hedefler yaratılabilir.
Biz bu çalısmada endüstri iliskilerini korporatist model açısından ele alacagız ve korporatizm kuramı açısından Türkiye'deki endüstri iliskilerinin nerede konumlandıgını saptamaya çalısacagız.
Çalışma  kapsamında, Türkiye'deki endüstri iliskileri korporatizm kuramı ve uygulamaları açısından, gelismis ve azgelismis ülkelerle kıyaslama içinde ele alınacak, Türkiye'deki endüstri iliskilerinin korporatist modelle ne derece uygunluk içinde oldugu saptanmaya ve bu modelin Türkiye'nin geleceginde bir rol üstlenip üstlenemeyecegi üzerinde bazı öngörülerde bulunulmaya çalısılacak, bir korporatist kurum olarak Ekonomik ve Sosyal Konsey üzerinde durulacaktır.
BİRİNCİ BÖLÜM
GENEL OLARAK KORPORATiZM
Bir toplum ve ekonomi modeli olarak korporatizm, toplumu birbirine karsılıklı olarak bagımlı ve islevsel bakımdan birbirini tamamlayan parçalardan olusan organik ve kendi içinde uyumlu bir bütün olarak görür(Belge:2006; Parla,1993:7). Tanımı geregi anti-sosyalist ve anti -çogulcudur. Aynı zamanda bireyi degil kamusal alanı öne çıkardıgı için antiliberaldir.
Liberalizmin aksine korporatist anlayısa göre toplum bireylerin toplamı degildir, ondan daha fazla birseydir. Dolayısıyla korporatist anlayıs bireysel çıkarlara, ondan daha üst bir çıkar olarak görülen kamusal çıkar adına sınırlamalar getirir (Parla,1993:8). Liberal anlayısta siyasal etkinligin temel birimi bireydir. Bireyler çıkarlarını çıkar grupları ve siyasal partiler aracılıgıyla ifade eder. Bu çıkarların merkezi siyasal kararlar haline gelmesi bölgesel esas üzerine kurulu olan parlamento kurumu aracılıgıyla olur. Buna karsılık korporatist anlayısta siyasal etkinlik ve örgütlenmenin temeli meslek gruplarıdır. Çıkarların temsil ve ifadesi korporatist örgütlenmeler aracılıgıyla gerçeklesir. Merkezi siyasal karar alma mekanizması ise korporasyonlarla devleti biraraya getiren yapılardır. Bu yönetsel yapılar-- bölgeye göre degil - mesleki temsil esasına göre örgütlenmis parlamento ya da piramit biçiminde örgütlenmis korporatif konseylerden olusmaktadır (Parla, 1993:95).
Sınıfsal ayrım ve çatısmaları öne çıkardıgı için sosyalizme, çıkarların farklılıgını vurguladıgı için çogulculuga karsı olan korporatizm, tüm bu nedenlerle dogal olarak fasist anlayısı çagrıstırmaktadır. Bilindigi gibi fasizm sınıflar arasındaki çeliskileri yok sayan bir yaklasıma sahiptir ve fasist toplumsal örgütlenme anlayısına göre, tüm toplumsal sınıf ve kesimler devletin önderliginde kurulacak korporatif örgütlerle "milli uyum" içine sokulacaklardır.
Korporatist uygulamaların ilk kez iki dünya savası arasında Avrupa'nın klasik fasist ülkelerinde görülmüs olması, ayrıca bu çagrısımı kolaylastıran bir diger önemli etkendir.
Ne var ki korporatizm konusunun yeniden güncellesmesinin en önemli nedeni, tarihsel pratigin fasizm dısında, daha baska türden korporatist uygulamaların varlıgını ortaya koymus olmasıdır. Bu korporatist uygulamaları 1920'lerin fasist korporatist uygulamalarından ayırtedebilmek amacıyla akademik yazında genellikle "neo", "çagdas", "liberal", "çogulcu", "pazarlıkçı", vb.nitelemeleri kullanılmaktadır. 2. Dünya Savası sonrasının tarihsel pratigi göstermektedir ki, korporatizmi fasizme indirgemek kesinlikle yanlıstır. Eger böyle yapılırsa, 2.Dünya Savası'ndan sonra gündeme gelen korporatist uygulamaları kavramak olanaksızlasacaktır. Bu uygulamalar kesinlikle korporatisttirler ama aynı kesinlikle fasist de degillerdir.
1970'li yıllarda yeniden yogunluk kazanan tartısmalarda, 2. Dünya Savasını izleyen dönemde sanayilesmis Batı ülkelerinde "çogulcu piyasa modeli" dısında yeni türden bir korporatist modelin olustugu iddiası yaygın biçimde dile getirilmeye baslandı (Akkaya,1996:7). Bu modelde artık isçi ve isveren örgütleri arasında esit bir rekabet söz konusu degildir. Zira edilgin devletin yerini etkin-müdahaleci bir devlet anlayısı almıstır ve bu kosullar altında çok sayıda, esit güçte ve birbirleriyle rekabet eden örgütlerin baskı uygulama yoluyla haklarını elde etmeleri temel mantıgına dayanan çogulcu piyasa modelinin en temel varlık kosulu ortadan kalkmıstır(Cizre,1987:69).
Kamu politikaları bundan böyle yapısal ve islevsel ayrıcalıklarla donatılmıs isçi ve isveren örgütlerinin birbirleriyle ve devletle giristikleri, kurumsallasmıs ve süreklilik kazanmıs bir isbirligi sonucunda olusturulmaya baslanmıstır. Bu isbirligi iliskisi nedeniyle ayrıcalıklarla donatılan isçi ve isveren sendikaları siyasal ve ekonomik bakımdan güçlenmisler ve fakat ideolojik bakımdan daha da ılımlılasmıslardır. Ortaya çıkan bu yeni durumu açıklamada piyasa modelinin yetersiz kaldıgını iddia eden F. Scmittertarafından, 1970'li yılların ortalarında korporatizm yeniden tartısma platformuna getirilmistir. Scmitter 2. Dünya Savasını izleyen günlerdeki korporatist uygulamaları, fasist korporatist uygulamalardan ayırmak için, bu uygulamaları neo-korporatizm olarak nitelendirmistir (Akkaya, 1998:34).
Korporatizmin iki biçimi arasındaki fark, esas olarak birey, toplum ve devlet iliskilerine iliskin farklı yaklasımlarından kaynaklanmaktadır. Korporatizmin her iki türü de "bireyci liberalizmi" ve "sınıfçı marksizmi" reddetmektedirler, bu noktada ortaktırlar. Ama fasizmde devlet herseydir, korporasyonların görevi devleti toplum içinde temsil etmek ve devletin toplum içindeki uzantıları olmaktır; oysa neo - korporatizmde mesleki örgütler, kısmen de olsa özerkliklerini korurlar ve mesleki çıkarları bu özerklikleri oranında, devlet katında devlete karsı temsil ederler (Parla,1993:92-93).
Ayrıca bu korporatist uygulamalar, marksizmi ve liberalizmi bütünsel bir model olarak dıslamakla beraber, bu akımların bazı deger ve ilkelerini içinde barındırırlar. Fasist korporatizm tekçi ve totaliter özelliklere sahipken, neo-korporatizm daha çogulcu ve ılımlı devletçidir.
Fasist korporatizmle neo-korporatizm arasındaki ayrım noktalarını vurguladıktan sonra, neo-korporatizmin de kendi içinde tek biçimli olmadıgı belirtilmelidir. Kuskusuz her ülkedeki neo-korporatist uygulama, o ülkede ki sınıfsal güç dengelerine; sosyo-ekonomik gelismislik düzeyine; sendikaların gücüne, bölünmüslük düzeyine, temsil yetenegine, ideolojik karakterine; egemen güç blokunun birlesme ya da parçalanma derecesine, uygulanan sermaye birikim modelinin niteligine ve hangi etkinlikte uygulanabildigine vb.göre kendine has bir dizi farklılık gösterir.
Fakat tüm bu farklılıklara karsın neo-korporatist uygulamaları benzerlikleri esas alarak sosyal korporatizm ve otoriter korporatizm olarak iki alt grupa ayırmak olanaklı gözükmektedir (Akkaya,1996:49). Bu ayrımda temel alınan kriterler ise, devletle mesleki örgütler arasındaki iliskinin özerklik derecesi, zor-baskı faktörüyle ekonomik-sosyal ödün faktörü arasında hangisinin agırlıkta oldugu ve sendikaların kamu politikalarının olusturulma/uygulanma süreçlerindeki konumudur (Cizre, 1992a:37).
Korporatizm kavramı en yaygın kullanım dönemi olan 1920'lerin ardından, Batı toplum bilimcileri tarafından 1974 petrol krizinin hemen sonrasında yeniden kesfedildi. Shmitter gibi arastırmacılar, 20. yüzyılın “korporatizm çagı” oldugunu iddia etmektedirler (Cizre, 1992a:34).
Korporatist uygulamaların, ekonomik-sosyal bunalım dönemlerinde, genellikle de sosyo ekonomik dönemeç dönemlerinde gündeme getirilmekte oldugu gözlenmektedir. Nitekim asagı yukarı tüm korporatist uygulamalara, istikrar ve yapısal uyum programları da eslik etmektedir (Arslan, 1997:6).
Bu çerçevede korporatist uygulamalar aracılıgıyla toplumsal birlik ve uyum vb. söylemleri devreye sokularak bozulan toplumsal istikrar ve uyum yeniden tesis edilmeye çalısılır. Ulusal ekonominin krizden kurtarılması ve ülkenin uluslararası rekabette daha avantajlı bir konum elde etmesi, korporatist uygulamaların gündeme getirilmesinin arkasındaki en önemli saikler arasındadır. Bu uygulama aracılıgıyla çalısma iliskilerinin çatısmacı niteligi törpülenmeye, grev vb. yöntemlere basvurulması önlenmeye çalısılır.
Aslında tüm bunlar vasıtasıyla ulasılmak istenen amaç kar oranlarındaki artısı garantiye almaktır. Korporatist uygulamaların en ayırıcı özelliklerinden birisi de, ücret artıslarına kar oranlarındaki artısı garantilemek için bir tavan sınırı konulmasıdır. Bir baska ifadeyle ücret artısı taleplerinin baskılanmasıdır(Arslan,1997:9).
İsçi sınıfının/örgütlerinin bu politikaya entegre edilme biçimi, o ülkenin ekonomik gücüne, sınıf dengelerine, kültürel mirasına vb. baglı olarak degisir. Bu entegrasyon ya ekonomik, siyasi ve kurumsal tesvikler verilerek ya da baskı ve zor aracılıgıyla gerçeklestirilmektedir (Akkaya,1996:38).
Eger o ülkede tesvikler yürürlüge konuluyorsa; bu tesviklerin üç önemli boyutunun oldugu görülmektedir. Kar oranlarındaki artısın garantilenmesi, nispi gelir dagılımının sürekli olarak isçilerin aleyhine olarak bozulması demektir. İsçi sınıfının/örgütlerinin bu duruma rıza göstermesi, kendilerine, mutlak gelirlerinde düzenli bir artıs ve istihdam kosullarında bir istikrar önerilmesiyle olanaklı olabilmistir (Akkaya,1996:41-46).
Bunun yanısıra isçi örgütlerine, ekonomik - sosyal konularda karar alan kurumlarda temsil edilme hakkı tanınmıs ve isçi örgütleri özellikle de kendilerini dogrudan ilgilendiren konularda karar süreçlerine katılabilmistir. Ayrıca, korporatist uygulamalara en yatkın ve tercihen en güçlü isçi örgütlerine kayırıcı kurumsal tesvikler de saglanmıstır. Kayırılan isçi örgütüne örgütsel ve mali alanlarda bir dizi yasal ve fiili avantajlar sunulmakta, ayrıca bu örgüte bir dizi kurumda tekelci temsil hakkı verilmektedir (Cizre,1987:34).
Böylece isçi ve isveren örgütleri iktisadi ve sosyal kamu politikalarının olusturulma ve uygulanma sürecinde, birbirleriyle ve devletle kurumsal bir iliski içine sokulmaktadır. Ekonomik Sosyal Konseyler ise bu iliskinin baslıca kurumsal araçları durumundadır.
Ekonomik Sosyal Konsey vb. kurumlarda saptanan ya da onaylanan gelirler politikası ile korporatizmin genel amaçlarına ulasılmaya çalısılmakta, zaman zaman da bu aynı amaçlar dogrultusunda isçi, isveren ve devlet üçlüsü arasında "Toplumsal Anlasma"lar imzalanmaktadır. Dolayısıyla gelirler politikası ve "Toplumsal Anlasma"lar korporatist uygulamalarda basvurulan iki temel araç olmaktadır(Arslan,1997:8).
iKİNCİ BÖLÜM
KORPORATZiMiN UYGULAMA ÖLÇEKLERİ
1980'li yılların ortasına kadar korporatizm tartısmaları makro düzeyde yapılırken, 1980'li yılların ortasından itibaren "mezzo korporatizm" veya "sektörel korporatizm", "mikro korporatizm" gibi ayrımlardan da söz edilmeye baslanmıstır (Makal,1996:723).
2.1. Makro Korporatizm
Akkaya’ya göre, Schmitter ve Lehmbruch'un ulusal düzeyde korporatizme iliskin tanımlama ve kavramlastırma çalısmalarından yola çıkılarak makro korporatizm söyle tanımlanabilir: Makro korporatizm, devlet tarafından tanınan, belirli denetimlere uyma karsılıgında kendi alanlarının sınırları içinde tekelci temsil olanagı saglanan, az sayıda, merkezilesmis, zorunlu üyelik temeline dayanan, rekabetçi olmayan, hiyerarsik ve islevsel açıdan farklılasmıs büyük çıkar örgütlerinin yalnızca çıkarların 'ifadesinde' veya 'uzlastırılmasında' degil, aynı zamanda kamu politikalarının  olusturulmasında ve uygulanmasında birbirleriyle ve devletle, ulusal düzeyde, isbirligi yapmalarıdır (Akkaya,1996:63-64).
Bu tanıma göre devlet, sadece çıkar örgütlerini tanımak, tescil etmek, tekelci temsil hakkı bagıslamak, lider seçiminde ve çıkarların içerik ve ifade biçiminin yapılandırmısım denetlemekle yetinmeyerek, pazarlıkçı bir tutum da almaktadır. Bürokrasi ile büyük çıkar örgütleri içice geçtiginden çıkarların temsili geleneksel anlamını yitirmekte, onun yerini hem devlet hem de çıkar guruplarınca girisilen üst düzeyde bir isbirligi almaktadır(Cizre,1987:43).
Makro korporatizm açısından durum degerlendirildiginde, unutulmaması gereken bütün bunların, sektörel düzeylerde degil, ulusal düzeyde gerçeklestirilmesi gerektigidir.
2.2. Mezzo Korporatizm
Korporatizm ile ilgili arastırmaların, özellikle 1980'li yıllarda, makro düzeyden daha alt düzeylere dogru kaymaya basladıgı görülmektedir.
Mezzo korporatizm, ulusal merkezi (tepe) örgütler ile tekil firmalar veya kisiler arasındaki iliskidir (Cizre,1987:47). Bu nedenle mezzo korporatizm, makro korporatizmden uygulama alanı ve içerigi açısından daha sınırlı bir süreci içermektedir. Makro korporatizmde müdahaleler çok kapsamlı, genel olurken, mezzo korporatizmde bu müdahale belli sektörlerle sınırlandırılmıs bulunmaktadır. Makro düzenlemeler birçok örgütü içerirken, mezzo düzenlemeler devlet tarafından imtiyazlı kılınmıs tek bir örgütü içermektedir(Akkaya,1996:75-76).
Mezzo korporatizm her zaman isçi örgütlerini içine almaz; sınıf temeli daha az belirgindir. Hatta bu anlamda mezzo korporatizm isçi sınıfını bölebilmenin bir aracı olarak kabul edilebilir. Mezzo korporatizmde tek bir sendika ve ticaret örgütü pazarlıklara dahil edilebilecegi gibi, bu dahil etme sadece sermaye veya isverenle de sınırlandırılmıs olabilir. Bu nedenle de mezzo korporatizm, makro korporatizmdeki üçlü katılıma her zaman ihtiyaç duymayabilir.
Mezzo korporatizm kavramıyla birlikte bazı ülkelerde korporatizmin varlıgını, gelisimini arastırırken, artık sadece ulusal referanslara bakılmaması gerektigi düsünülmektedir. Örnegin emegin iktisat politikalarının olusturulmasına dahil edilmedigi, çıkar gurupları tarafından kullanılabilecek resmi yaptırımlar olmadıgı gerekçesiyle ABD'nde korporatizmin olmadıgını ileri sürülürken, bu yaklasımdan sonra ABD’de mezzo korporatizm oldugu kabul edilmektedir.
Yine, öte yandan, korporatist uygulamalara sahne olan, Fransa ile makro korporatist uygulamalarının, zaman zaman, basarıyla uygulandıgı İngiltere'de de güçlü, merkezilesmis çıkar örgütlerinin olmadıgına dikkat çekilerek, bu ülkelerde korporatizme bu kez mezzo korporatizm çerçevesinde bakılmaya baslanmıstır.
Son yıllarda çalısmalarını mezzo korporatizm üzerinde yogunlastıran arastırmacılara göre ABD, ngiltere ve Fransa'da alt-ulusal korporatizme (subnational corporatizm), mezzo düzeyde, rastlanılmaktadır. Bu sav, korporatizmin gerçeklesme derecesi, alanı, ulusal özellikleri üzerinde yeniden düsünmeyi gerektirmektedir (Akkaya,1996:77).
2.3. Mikro Korporatizm
Madem ki müdahale sektörel düzeyde farklılastırılabiliyor, öyleyse tekil firmalar düzeyinde de farklılastırılabilir düsüncesi mikro korporatist bir bakısın dogusuna kaynaklık etmektedir. Burada müdahale alanı ve kurumların dahil edildigi yer tek ve aynıdır: firma (Akkaya,1996:78).
Mezzo düzenlemelerin etkili müdahalelerde bulunamadıgı durumlarda mikro korporatizm bir alternatif olarak ortaya çıkmaktadır Mesleki örgütlerinin zayıf oldugu ya da zayıflatılmaya çalısıldıgı yerlerde devlet firmalar ile dogrudan, direkt olarak ilgilenmeyi tercih etmektedir.
Politika olusturmada ve olusturulan politikanın uygulamasına katılımda çıkarların temsilinin de bulunması, makro ve mikro korporatizmin ortak özelligi olarak belirtilmektedir (Akkaya,1996:80).
Mikro korporatizmde sözkonusu olanın bir uzlastırma degil, bir içte eriterek birlestirme (fusion) oldugu iddia edilebilmektedir. Oysa korporatizmin olmazsa olmaz özelliklerinden birisi uzlastırmadır.
Bu yaklasıma göre, isçi örgütlerini mikro korporatizmde etkin olarak sürece entegre etmek yerine, fabrika veya firma düzeyinde isçi örgütü marjinalize edilmektedir (Cizre, 1987:48).
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
AKADEMK LiTERATÜRDE KORPARATiZM TARTISMALARI
Korporatizmin kavramlastırılmasına katkıda bulunan arastırmacılardan Gerthard Lehmbruch'a göre korporatizm çıkarlann temsili ve uzlastırmasından daha fazlasını içermektedir. O'na göre, "korporatizm, büyük çıkar örgütlerinin kamu politikalarının olusturulmasında, uygulanmasında birbirleriyle ve devletle isbirligi yapmalarıdır" (Akkaya,1996:8).
Aynı yazara göre, bu isbirligi, uygulamada, her yerde aynı sekilde olmamakta farklı boyutlar ve özellikler tasımaktadır, örnegin, korporatist uygulamanın çok güçlü oldugu sveç ve Avusturya'da bu, toplumsal ortaklık (social partnership) seklinde olurken, uygulamanın orta derecede güçlü oldugu Almanya, Hollanda ve Danimarka'da daha çok iktisadi kriz dönemlerinde uygulanan birlikte eylem (concerted action) seklinde gerçeklesmektedir. Uygulamanın zayıf oldugu ngiltere ve Fransa gibi ülkelerde ise "embriyonik" korporatizm söz konusudur.
Lehmbruch’a göre, kapitalizmin belirli bir asamasında, sınıflararası mutabakat saglayabilmek için korporatizme ihtiyaç vardır. Korporatizme ihtiyaç duyulmasının nedeni, bu yolla isçi ve isveren örgütlerinin birer çıkar gurubu olmaktan çıkarılması ve onlara kamu statüsü kazandırılarak hükümet politikalarının olusturulmasına ve uygulanmasına ortak edilmesidir. Böylece sınıflararası potansiyel çatısma sorununun çözümlenmesi istenmektedir(Akkaya,1996:22).
Korporatizmi yeniden tanımlayıp, kavramlastırma çabası 1974 yılında Philippe C. Schimetter tarafından baslatılmıstır. Schmitter'e göre korporatizm,"devlet tarafından tanınan veya tescil edilen (eger devlet tarafından yaratılmadıysa), lider seçimi ile talep ve desteklerin ifadesinde belirli denetimlere uyma karsılıgında kendi alanlarının sınırları içinde tekelci temsil hakkı bagıslanan, sınırlı sayıda merkezilesmis, zorunlu üyelik temelinedayanan, rekabetçi olmayan, hiyerarsik ve islevsel açıdan farklılasmıs kurucu birimlere sahip bir çıkar temsili sistemedir (Cizre,1987:112).
Bu tanıma göre devlet, çıkar örgütlerinin bazılarına yapısal ve fiili ayrıcalıklar tanıyarak, bunun karsılıgında da bu örgütlerin islev alanını, temsil edecegi çıkarları, üyelerin niteligini, örgütün yapısını, faaliyetlerini, liderligin nasıl ve kimlerden olusacagını denetlemektedir. Schmitter, korporatizmin ortaya çıkıs nedenlerini sınıfsal bir temele oturtmakta ve kapitalizmin belirli bir asamasına tekabül ettigini öne sürmektedir. O'na göre korporatistlestirilme, kapitalizmin kendini yeniden üretmesi, daha fazla sermaye birikimi saglama ihtiyacından dogmaktadır (Akkaya,1996:18).
Schmitter’e göre, çogulculuk çökmekte oldugu için korporatizm olusmaktadır. Demokrasinin daha etkin ve istikrarlı bir sekilde isleyebilmesine korporatizmin önemli katkıları oldugunu ve bu uygulamaların toplumda yönetebilirligi sagladıgını belirtmektedir. Schmitter'in yaklasımında göze çarpan en belirgin özellik, korporatizmin isçi ve isverenlerin merkezi örgütleri arasında, bu örgütlerle devlet arasında, genellikle gelir politikaları ve iktisatpolitikaları alanlarında meydana gelen kurumsallasmıs bir isbirliginin söz konusu olması ve bu isbirligi sırasında örgütlerin yapılarında degisiklikler meydana gelebilmesidir (Cizre,1987:110). Örgütler daha merkezi ve daha yetkili bir hale gelmekte/getirilmektedir. Leo Panitch'e göre ise bu uygulama aracılıgıyla devlet, isçi ve isveren örgütlerinin özerkliklerini sınırlayarak onları devlet politikaları dogrultusunda harekete geçirir ve yönetsel bir kontrol aracı olarak kullanır(Akkaya,1996:23). Panitch'e göre, isçi örgütlerinin kamu politikalarının olusturulma sürecine dahil edilmeleri isçi sınıfının siyasi sistem için bir tehditolusturmasının bir sonucu olup; amaç isçi örgütlerinin var olan egemenligi sarsmayacak taleplerde bulunmasını saglamaktır. Panitch'e göre, devlet tarafsız bir konumda olmadıgı için, korporatist nitelikli toplumsal anlasmaların esit kosullarda yapıldıgı ileri sürülemez. Çünkü, devlet sermayeden yanadır ve bu anlasmalarla yalnızca ücretlerin bastırılması hedeflenmekte ve sonuçta zorlayıcı yasal önlemlere basvurmaktadır (Akkaya,1996:24).
Bob Jessop ise korporatizmi bir devlet biçimi olarak tanımlıyor. O'na göre korporatizm denen "melez sistemde", çıkar örgütleri hem siyasi temsili gerçeklestirmekte hem de devlet müdahalesinin bir aracı olmaktadır(Akkaya,1996:24).
Charles S. Maier ise, korporatizmi kamu politikalarınınolusturulmasında ademi-merkeziyetçiligin uygulaması olarak tanımlamaktadır. Bu durum, hükümetin artan ve merkezilestirilen islevlerini, çıkar örgütlerini karar alma süreçlerine katarak dagıtma ve yükünü hafifletme ihtiyacından kaynaklanmaktadır(Akkaya,1996:24-25).
Cizre ise, birçok kavramlastırma çabasındaki kimi ortak unsur ve vurguları birlestirerek korporatizmi söyle tanımlamaktadır: "isçi ve isveren örgütlerinin yalnızca birinin, resmi ya da gayri resmi yollarla saglanan örgütsel özerklik kaybı pahasına, yine yasal ya da gayri resmi yollardan kazandırılan bazı örgütsel ayrıcalıklar sonucunda iktisadi ve toplumsal kamu politikalarının olusturulma ve uygulama sürecinde, birbirleriyle ve devletle giristikleri kurumsallasmıs isbirligi modelidir" (Cizre,1992a: 31).
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
SOSYAL KORPORATZM
Neo korporatizmin bu türünü akademik yazında genellikle görüldügü gibi "çogulcu"ya da "liberal" önekiyle degil de "sosyal" önekiyle nitelendirmek bilinçli bir tercihin ürünüdür. Çalısmamızın ilerleyen bölümlerinde daha ayrıntılı olarak gösterilmeye çalısılacagı gibi, sosyal korporatizmi olusturan üç önemli faktörün varlıgından sözetmek olanaklıdır. Nicel açıdan güçlü, bagımsız mücadele ve örgütlenme gelenegine sahip bir isçi sınıfı; nispetengeliskin bir sosyo-ekonomik yapı ve Keynesyen ekonomi/politikaların uygulanıyor olması. Bu faktörlerin hep birlikte varolusu sendikalann kamu politikalarının olusturulma ve uygulanma sürecinde taraf olarak kabul edilmesi sonucunu dogurmustur ki, sosyal korporatizmin en ayırıcı özelligi de budur. Burada belirtilmesi gereken bir baska önemli konu da, sosyal korporatizmin özellikle ve temel olarak bir makro korporatizm oldugudur. Zira bir makro korporatist uygulama yoksa, sendikalann kamu politikalarının olusturulmasında bir taraf olarak görüldügünü söylemek de olanaksızdır. Nitekim ABD ve Japonya'da sendikalar ulusal düzeyde kamu politikalarının uygulanmasında bir taraf olarak kabul edilmemektedir. ABD'de kısmen mezzo korporatizmden, Japonya'da ise agırlıkla mikro korporatizm uygulamalarından sözedilebilir. Bu ülkelerdeki uygulamalar, isçi örgütlerinin siyaset süreçleri dısında olması gerektigi önkabülüne dayanmaktadırlar ve bu nedenle de bu çalısmanın ilgi alanı dısındadırlar.
Sosyal korporatizmin ortaya çıkabilmesi için ülke içi dengelerde isçi sınıfının/örgütlerinin özel bir agırlıga sahip olması son derece belirleyici bir öneme sahiptir. Nitekim isçi sınıfının bu özel agırlıgının dogal bir sonucu olarak sosyal korporatist uygulamalarda -marksizm bütünsel olarak reddedilse bile-sosyalizmin ilke ve degerlerinin liberalizme göre çok daha önemli bir yeri bulunmaktadır. Sosyal korporatist uygulamalarda, liberalizm, genel olarak toplumsal uyumu bozdugu için ve özel olarak da emegin vahsi biçimde sömürüsüne yol açtıgı için reddedilir. Ayrıca sosyal korporatist uygulamalarda sınıflar ve sınıf mücadelesi bir gerçeklik olarak degerlendirilmekte, fakat karsılıklı tavizlerle sınıfsal çıkarların uzlastırılabilecegi savunulmaktadır.
Tüm bu nedenlerle bu korporatizm uygulamalarını "çogulcu" veya "liberal",önekiyle degil "sosyal" önekiyle nitelendirmenin daha uygun oldugunu düsünüyoruz.
4.1-Sosyal Korporatizme Dogru
1945 öncesinde de bazı benzer örnek ve girisimlere rastlansa da, sosyal korporatist uygulamaların tarihini asıl olarak 2. Dünya Savası sonrası dönemle baslatmak gerekir. Zira sosyal korporatist uygulamalar bu tarihten sonra hem yaygınlık kazanmıs, hem de bir süreklilik kazanarak bugüne ulasılabilmistir.
Bilindigi gibi bu ülkelerde çok güçlü bir isçi hareketliligi mevcuttu. Batı Avrupa ülkelerinin asagı yukarı tümü 1. ve 2. Dünya Savasları sırasında isçi ayaklanmaları ile yıkılma tehditleri yasamıslardı. l .Dünya Savası sırasında ciddi bir devrim tehditi yasayan bu ülkeler, bu tehditten, sosyalist hareketin ikiye bölünmesi, sosyal demokrat kanadın "siyasal devrim" hedefinden vazgeçmesi ve kendine sistemi ıslah etme misyonu biçmesi sayesinde kurtulabilmislerdi. Ve bu sürecin sonunda yine asagı yukarı tüm Batı Avrupa ülkelerinde isçi sınıfının reformist partileri hükümetlerde yeralmıslardı.
Böylece kapitalist sistem gelecegini kurtarmıs ama isçi sınıfına sistem içi de olsa, ciddi tavizler vermek zorunda kalmıstı (Talas,1990:65). Ne var ki l. Dünya Savası sonrası dönem bir istikrarsızlık dönemiydi ve bu istikrarsızlık
1929 krizinden sonra çok daha derin bir nitelik kazandı. Bu nedenden dolayı, bu dönemde korporatist uygulamalar kurumsallık kazanamadı. Buna karsın yüzyılın basındaki bu gelismelerin korporatist olarak nitelenebilecek uluslararası bir kurumun (mega korporatizm) ortaya çıkmasında belirleyici bir rol oynadıgı görülecektir. Bu kurum ILO'dur. Aslında ILO'nun kurulması çalısma standartlarının uluslararası düzeyde belirlenmesine hizmet etmesi amacıyla gelismis ülkelerin sermaye çevreleritarafından da isteniyordu. En basta dünya pazarlarında "rekabet esitligi" için bu gerekliydi. Ama daha çok bu kuruma devlet temsilcilerinin katılması dogrultusunda bir egilim sözkonusuydu. sçi örgütlerinin temsilcilerinin üçlü bir yapı içinde çalısma standartlarının belirlenmesinde söz sahibi olması, karar mekanizmalarına katılması yönünde bir düsünce mevcut degildi(Atesogulları, 1997:37).
Ancak tarihin o evresinde, yukarıda sıralamaya çalıstıgımız etmenlerin bir araya gelmesi, ILO'nun üçlü bir yapıda olusturulması üzerinde de etkili oldu. 20. yüzyılda giderek yaygınlık kazanacak olan korporatist modeller, böylece ilk basta ILO sahsında ve uluslararası planda hayat bulmus oluyordu. Süreç ilerledikçe benzer korporatist uygulamalar ulusal düzeylerde de olusturulacak ve giderek yaygınlık kazanacaktı.
Fakat bu gelisim için bir süre daha beklemek gerekecekti. Zira 1929 krizi ve ardından gelen 2.Dünya Savası bu uygulamaların o süreçte gerçeklesmesini engellemisti. Fakat savasın ortaya çıkardıgı sonuçlar, sosyal korporatist uygulamaların olusumunu daha da hızlandırdı. 2. Dünya Savasından sonra kendini sosyalist olarak niteleyen ülkelerin sayısı fazlalasmıs ve Batı Avrupa ülkeleri bir kez daha ciddi isçi ayaklanmalarıyla yüzyüze kalmıslardı. Bu ayaklanmalar basarı kazanamamıslardı ama, 2.Dünya Savası sonrasında sosyal demokrat ve komünist partiler siyasal rejim üzerindeki etkilerini oldukça güçlendirmisler, pek çok ülkede tek basına ya da koalisyon ortagı olarak hükümetlerde yeralmıslardı. Ne var ki savas sonrasının son derece kötü iktisadi kosulları içinde, sosyal demokrat hükümetlerin sosyal korporatizm girisimleri bir kez daha basarısız oldu ve bu politikaların mimarı olan sosyal demokrat partiler güç kaybetmeye basladılar. Ama çok geçmeden aranan kurtarıcı imdada yetismis ve keynesyen ekonomi politikalar sosyal korporatist uygulamalar için son derece uygun bir iktisadi ve sosyal temel saglamıstır.
Kriz içindeki ekonomiler uygulamaya konulan keynesyen ekonomi politikalar sayesinde krizden kurtuldugu gibi, hiç kimsenin beklemedigi oranda yüksek ve istikrarlı bir büyüme sürecine de girmistir. Keynesyen ekonomi politikalar ücretlilerin alım gücünün yükselmesine kaynaklık etmis, alım gücünün yükselmesi ise yatırımlar ve ekonomik büyüme üzerinde olumlu bir etki yaratmıstır. Talebin gelistirilmesine dayalı bu büyüme süreci, genel olarak sosyal devletin özel olarak da sosyal korporatist uygulamaların maddi temelini olusturmustur (Üstün, 1997:18).
Buraya kadar sosyal korporatist uygulamaların yasam alanı buldugu Batı Avrupa ve skandinav ülkelerindeki sürecin genel bir özeti sunularak sosyal korporatizmin olusumuna kaynaklık eden sosyal, siyasal ve ekonomik kosullar saptanmaya çalısılmıstır. Sanıyoruz ki aynı tarihsel dönem içinde ABD ve Japonya'da neler yasandıgı da kısaca özetlenirse, anlatılmak istenenler daha da netlesecektir. Zira ABD ve Japonya'da da aynı dönem içinde benzer bir büyüme ve göreli refah dönemi yasanmıs olmasına karsın bu ülkelerde Avrupa ve skandinav ülkelerinde görülen türden sosyal korporatist uygulamalar gündeme gelmemistir.
ABD'de, Avrupa'dakinin tersine sendikalasma oranı düsük, sendikal örgütlenmeler dagınık, isçi hareketi ise kendi içinde oldukça bölünmüs durumdadır. Toplu is sözlesmeleri sanayi ve iskolu temelinde yapılmaktan ziyade isyeri/isletme temelinde yapılmaktadır. Amerikalı isçiler güçlü bir siyasi parti aracılıgıyla kendi çıkarlarını siyasi arenada savunmaktan uzaktır ve sendikaların siyasi faaliyetleri birbirinden esaslı hiçbir farkı bulunmayan siyasal partiler karsısında baskı grubu rolü oynamaktan ibarettir. ABD isçileri “sınıf bilinci” açısından son derece zayıftır. Hakim olan bilinç bir çesit "ücret ve meslek" bilincidir. Bu nedenden dolayı Rosvelt, New Deal adını tasıyan politikaları 1930'lu yıllarda uygulamaya sokmus olmasına ve bu politikalarıntasıdıgı Keynesçi nitelige karsın, ABD'de hiç bir dönem Batı Avrupa türü sosyal korporatizm uygulaması olmadı. Amerika'daki isçi örgütleri, ABD'nin iktidar çevrelerince hiç bir zaman kamu politikalarına müdahalede bir taraf olarak kabul edilmedi (Isıklı,1995:247-269).
Japonya'da 1920'lerde sendikalasma girisimlerinin sert bir biçimde engellenmesinden sonra, l. Dünya Savası kosullarında Milliyetçi Sanayi Dernekleri kuruldu ve sendikalar bu örgüt içerisinde eritildi. Japon is yasamına "aile gibi sirket" anlayısı bu tür uygulamalar aracılıgıyla yerlestirildi. Japon iktidar çevreleri uzun süre bagımsız sendikal örgütlenmelere izin vermediler, bu yöndeki girisimleri engellediler (Sen,1996:86-87). 1987 Kasım ayında devletin inisiyatifi altında ılımlı bir sendikacılıgın temsilcisi olan RENGO Konfederasyonu olusturuldu. Bu ülkede kamu isyerlerinde çalısan isçi ve memurların örgütlenme hakkı olmakla beraber, grev hakları yoktur.
Toplu sözlesmeler ülke ya da iskolu düzeyinde degil, isyeri düzeyinde yapılmaktadır. Japon sendikaları kamu politikaları alanında bir sosyal taraf olarak kabul edilmemekte, isletme ve isyeri düzeyinde isletme verimliligi, çalısma düzeni vb. konular üzerinde bir etkinlik gösterebilmekte, ancak bu düzeyde bir taraf olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla Japonya'da "mikro korporatizm" egemendir.
4.2- Sosyal Korporatizmin Varlık Kosulları
Sosyal korporatizm uygulamalarının anavatanı Batı Avrupa ve İskandinav ülkeleridir. Uygulama büyük ölçüde de bu ülkelerle sınırlı kalmıs gözükmektedir. Bunun böyle olması tesadüfi degildir, çok özel bir tarihsel - siyasal sürecin ve çok özel bir iktisadi konjonktürün ürünüdür. Aktarmaya çalıstıgımız tarihi süreç, sosyal korporatizmin ancak belli kosulların biraraya gelmesiyleolanaklı olabilecegini ortaya koymaktadır. Bu kosullan sıralayacak olursak:
4.2.1- Güçlü bir isçi hareketinin varlıgı
Bilindigi gibi bu ülkelerde güçlü bir isçi hareketliligi mevcuttu. Bu hareket güçlü ve mücadeleci bir sendikal gelenege sahip oldugu gibi aynı zamanda, henüz o tarihlerde bir "sosyal devrim" programına sahip olan sosyal demokrat partilerin çatısı altında yıgınsal olarak örgütlü bulunmaktaydı(Isıklı,1994:27). Yukarıda vurguladıgımız gibi bu ülkelerin asagı yukarı tümü 1. ve 2. Dünya Savasları sırasında isçi ayaklanmaları ile yıkılma tehditi yasamıslardı.
Anlatılanlar ortaya koymaktadır ki, sosyal korporatizmin vücut bulabilmesi öncelikle güçlü bir isçi hareketinin varlıgını gerekli kılmaktadır. Köklü bir mücadeleci gelenege, güçlü bir sendikal örgütlenmeye sahip ve aynı zamanda bir siyasal parti çatısı toplanmıs bulunan bir isçi sınıfı hareketinin varlıgı sosyal korporatızm uygulamaları açısından olmazsa olmaz gözükmektedir.
Nitekim nispeten gelismis bir ekonomiye sahip olan ve bir dönem keynesyen ekonomi politikalarının da uygulandıgı ABD'de, sosyal korporatist uygulamaların gündeme gelmemesinin en önemli nedeni, bu ülkede güçlü ve bagımsız örgütlenmelere sahip bir isçi sınıfı hareketliliginin ortaya çıkmamıs bulunmasıdır.
4.2.2- Keynesyen Ekonomi – Politikalar
Bilindigi gibi Keynesyen politikaların özü, iç talebi gelistirerek yatımları artırmak; yatırımları artırarak istihdamı genisletmek; istihdamı genisleterek de yeterli bir talebe istikrar kazandırmak ve tüm bunlar aracılıgıyla da üretim fazlası bunalımlarını dizginlemektir. Böylece sosyal korporatizm uygulamalarının sendikalar açısından temel çerçevesini olusturan tam istihdam ve istikrarlı gelir artısı beklentilerini tatmin etmenin olanakları da ortaya çıkmıstır.
Keynesyen ekonomi - politikalar iç pazara ve iç talebe agırlık veren yapısıyla ücretin yalnızca bir maliyet unsuru olarak degil, aynı zamanda da bir talep unsuru olarak görülmesine imkan saglamıs ve böylece devletin ve isveren kesimlerinin sendikaların ücret artısı taleplerine daha esnek yaklasmalarını da kosullamıstır (Koç,1979:68-72).
Bu mantık çerçevesinde istikrarlı bir istihdam ve ücret artısı talepleri devletin ve isveren kesimlerinin de hedefleriyle uyustugu için, bu zemin üzerinde bir "toplumsal uzlasma"nın saglanması ve aynı zemin üzerinde sendikaların kamu politikalarının olusturulma sürecine katılıyor olması, isverenleri ve devleti fazlaca rahatsız etmiyordu. Demek oluyor ki, keynesyen ekonomi politikalarla sosyal korporatizmin birbirini çelmemesi, tersine birbirini beslemesi, bu uygulamanın varlıgını büyük ölçüde kolaylastırıyordu.
4.2.3- Güçlü bir sosyo-ekonomik yapı
Keynesyen ekonomi - politikalarının uygulanıyor olması önemli bir etken olmakla beraber bunun aynı zamanda güçlü bir ekonomik yapı üzerinde gerçeklesiyor olması gerekir. Zira aksi takdirde sistem isçi örgütlerinin bu korporatist uygulamaya gönüllü rızasını saglayacak tatmin edici ekonomik tesvikleri hayata geçiremez ve bu da sosyal korporatizm uygulamalarının çöküsüne yolaçar.
Emperyalist özelliklere de sahip olan sözkonusu ülkeler kapitalist dünyanın en güçlü ekonomileri durumundadır. Bu ülkeler 2. Dünya Savası sonrası dönemde yüksek oranlı ve oldukça istikrarlı bir büyüme sürecine girmislerdir.
İç talebin gelistirilmesine dayalı bu istikrarlı büyüme süreci genel olarak sosyal devletin (Isıklı,1994:92) ve özel olarak da sosyal korporatist uygulamaların en önemli maddi zeminlerinden biri olmustur.
Sosyal korporatizm uygulamalarının belirleyici özellikleri arasında sendikaların ücret bastırımlarına rıza göstermesi kosullarında, bu kesimlere istihdamda ve gelirlerde düzenli bir artıs taahhüdünde bulunulması ve bunun gerçeklestirilmesi vardır (Arslan,1997:6).
Nitekim sosyal korporatizmin en önemli aracı olan "toplumsal anlasma"ların ve gelirler politikasının özünü de bu karsılıklı taahhütler olusturmaktadır. Böyle bir taahhütü gerçeklestirebilmenin de nispeten güçlü ve istikrarlı bir ekonomik yapının varlıgını sart kıldıgı açıktır.
4.2.4- Güçlü - Merkezi ve Tekelci Temsil Hakkına Sahip Sendikalar
Sosyal korporatizmin varlıgını degilse bile basarısını etkileyen bir baska önemli faktörde güçlü, merkezi tekelci temsil hakkına sahip sendikaların mevcut olmasıdır Bir ülkedeki sendikal yapı ne kadar az parçalanmıssa, sendikalasma oranı ne denli yüksekse ve bunlar ne denli tek sendika çatısı altında toplanmıssa, bu sendikalar kendi alt örgütleri ile üyeleri üzerinde ne denli güçlü bir agırlıga ve denetime sahiplerse, o ülkede korporatist uygulamaların basarı sansı daha fazla olmaktadır(Cizre;1992b:46).Ya da tersi, bir ülkede sendikal örgütlenme anlamında merkezkaç kuvvetler ne kadar çok ve kuvvetliyse "toplumsal uzlasma"nın zemini de o kadar dar ve zayıf demektir. Bu kosullar altında sendikaların korporatif karar ve uygulamaları isçi tabanına benimsetme taahhütlerini yerine getirme sansları da azalacak ve dolayısıyla korporatist uygulamaların basarı olasılıgı da zayıflayacaktır.
Bu nedenledir ki, korporatist uygulamaların gündeme getirildigi ülkelerde siyasi iktidarlar, yasalarla ya da fiili uygulamalarla, korporatist politika açısından en uygun olan sendikaları temsiliyet açısından ve mali bakımdan güçlendirmeye özel bir önem vermektedirler (Akkaya,1996:59).
Sendikalardan birini digerlerine göre kayırmak ve o sendikaya "tekelci temsil hakkı" vererek güçlendirmeye çalısmak, korporatist uygulamaların en ayırıcı özelliklerinden biridir.
4.3- Bu Kriterler Açısından Bazı Sosyal Korporatizm Uygulamaları
Sosyal korporatizm uygulamalarına yukarıdaki kriterler açısından bakıldıgında, niçin bazı ülkelerde bu uygulamalar daha basarılı olurken, diger bazılarında bu uygulamanın çok daha istikrarsız bir yapıya sahip olabildigi de anlasılmaktadır.
Avusturya'da sendikal hareketin merkezilesmesinin son derece güçlü oldugu görülmektedir. Avusturya'da merkezi sendikal örgütlenme (ÖGB) alt örgütler ve üyeler üzerinde son derece güçlü bir otoriteye sahiptir. Örnegin iskolu sendikaları liderlerinin tayininde söz sahibi olma açısından ÖGB Avrupa'nın en güçlü sendikal yapılarından biridir. ÖGB tüm grevleri kontrol etmektedir ve ücret sözlesmeleri ile ilgili bir anlasmayı yasal imzalama otoritesine yalnızca ÖGB sahiptir.Bu özellikleri nedeniyle Avusturya korporatizmin katıksız (pür) uygulandgı bir ülke olarak nitelenmektedir(Akkaya, 1996: 97-106).
İsveç'te güçlü bir ekonomi, güçlü merkezi sendikacılık, güçlü bir parti-sendika iliskisi Keynesyen uygulamaların çok daha erken baslaması gibiolumlu faktörlerin birlesmesi, sosyal korporatist uygulamaların da daha etkili ve basarılı olmasını saglamıstır.
Sistemin kurumsal bakımdan çok iyi olusturuldugu Danimarka'da ise, ekonomik yapının yeterince güçlü ve istikrarlı olamaması sistemin isleyisi bakımından sorunlara kaynaklık etmis, korporatist uygulama da istikrarsız bir karakter tasımıstır. Grevde kaybedilen isgünü sayısı bakımından Danimarka, uygulamanın sözkonusu oldugu diger ülkelere göre belirgin ölçüde daha yüksek bir orana sahip olmustur (Akkaya,1996:106-114).
Korporatist uygulamaların orta derecede güçlü oldugu ülkeler arasında yer alan Almanya'da ise, pek çok faktör bu uygulama açısından uygun olmasına karsın; bu ülkenin keynesyen ekonomik politikalara daha geç bir tarihte, ancak 1966'dan sonra yönelmis olması, korporatist uygulamalarında saglam bir zemine oturmasını engellemistir.
Korporatizmin Avrupa'da nispeten en basarısız oldugu iki ülke ise sırasıyla ngiltere ve Fransa'dır. Sosyal korporatist uygulamaların temelini olusturan faktörler açısından bu iki ülkeye bakıldıgında, sözkonusu iki ülkenin de oldukça eksikli ve sorunlu bir yapıya sahip oldukları görülmektedir.
İngiltere'de TUC'un merkezilesmesi zayıftır ve alt örgütlerini denetleyememektedir. Bu ülkede geleneksel bir özellik olarak isyeri düzeyindeki sendika temsilcilerine (shop steward) özerklik tanıyan bir yapılanma sözkonusudur. Bu özerklik nedeniyle isyeri temsilcileri ile tabanın güç ve baskısı artmaktadır. Sendika merkezi, taban üzerinde etkinlik kurmakta oldukça zorlanmaktadır (Isıklı,1995:154-158).
Ayrıca İngiltere'de sendikalasma oranının düsüklügü de korporatist uygulamaların etkinligi açısından önemli bir engeldir. Fakat İngiliz korporatizminin 'zayıf’ ve 'istikrarsız' olmasının en önemli nedeni ngiliz ekonomisinin yapısal zayıflıgıdır. Yavas ekonomik büyüme hızı, rekabetçi özelligin zayıflıgı, ödemeler dengesi zorlukları, süreç boyunca, İngiliz ekonomisinin süreklilik arz eden yapısal zayıflıkları olmustur. Bu nedenledir ki İngiliz korporatizmi isçi sınıfına pek az sey verebilirken, isçi sınıfından çok fazlasıyla 'fedakarlık' istenmistir; bu durum ise uygulamayı istikrarsızlastırmaktadır(Akkaya,1996:124-138).
Korporatist kurumlasma açısından ileri düzey, az çok istikrarlı bir ekonomi, keynesyen ekonomi politikaların uygulanması vb. faktörler Fransa'da güçlü bir korporatist yapı beklentisi yaratmaktadır. Ancak tüm bu olumlu faktörlere karsın sendikal yapının hayli parçalanmıs olması, sendikalarla sosyal demokrat parti arasındaki bagın zayıflıgı ve köklü bir anorko sendikalist gelenege sahip sendikaların ideolojik nedenlerle korporatist uygulamalara soguk bakması, sendikalasma oranının düsüklügü ve sendikaların alt örgütler ve taban üzerindeki merkezi otoritesinin zayıflıgı gibi faktörler, tam tersine, Fransa'daki korporatist uygulamanın zayıf ve istikrarsız bir yapıda olmasına yol açmıstır (Akkaya,1996:138-149).
4.4-Korporatizm Uygulamalarına Yönelik Elestiriler
Özellikle sosyal-korporatist uygulamaların basarıları baz alınarak, neokorporatizmin son derece üstün bir uygulama oldugu görüsü yaygın olarak ileri sürülmeye baslanmıstır. Bu görüsü savunanlar, neo-korporatizmin taraflara etkin bir temsil hakkı sagladıgı için son derece demokratik bir öze sahip oldugunu ve bu açıdan da ileri bir sistem niteligi tasıdıgını ileri sürmekte; bu uygulamanın, aynı zamanda çalısma iliskileri alanında çatısma yaratan sorunların barısçıl bir temelde çözümünün ve istikrarlı bir ekonomik büyümenin garanti altına alınmasının da son derece etkili bir aracı oldugunu belirtmektedirler(Akkaya,1996:12).
Sosyal korporatizmi baz alınarak yapılan neo-korporatizmi övücü bu türden degerlendirmelerin yanı sıra, genel olarak korporatist uygulamalara ve özel olarak da bu uygulamaların en ileri biçimi olan sosyal korporatizme elestirel yaklasan baska bazı degerlendirmeler de mevcuttur.
Akademik yazında Panitch, Cronch Jessop vb. yazarlar bu uygulamaların en basarılı hallerinde dahi bazı ciddi yapısal kusurları içinde barındırdıklarını iddia etmekte, bu nedenle de korporatizmin istikrarsızlıga, dengesizlige ve geçicilige mahkum oldugunu belirtmektedirler (Akkaya,1996:24-26).
Sosyal korporatizmin çok özel tarihi, siyasal ve ekonomik kosulların bir araya gelmesiyle uygulama ve basarı sansı elde edebilecegi gerçegi hatırlanacak olursa, bu kosullardan birinde yasanacak köklü bir degisikligin bu uygulamayı da temellerinden sarsabilecegi açıktır. Nitekim içinde bulundugumuz dönemde, bu sarsılısa tanık olmaktayız. Öte yandan bu aynı nedenle sosyal korporatizmin sözkonusu sartlara haiz olmayan ülkelerde uygulanma sansı da son derece zayıftır. Dolayısıyla bu durum sosyal korporatizmin genellestirilmesindeki zorlukları ortaya koydugu gibi, bu uygulamanın kalıcı ve istikrarlı olamayacagını ve bu açıdan da alternatif bir model olma yetenegine sahip olmadıgını da göstermektedir. Ki bu durum, sosyal korporatizme yönelik elestirilerin de baslıcalarından biridir.
Sosyal korporatist uygulamalarda, mutlak degerler açısından çalısanların gelirlerinde artıs yasanması taahhüt edilmesine karsın, ücret artıs tavanları, kar oranlarında yükselisi garanti altına alacak sekilde belirlenir. Bu nedenle de göreli gelir dagılımı sistemli biçimde çalısanlar aleyhine bozulur. Sosyal korporatizmin elestiriye en açık yanlarından biri de bu, yani kar oranlarındaki artısı garanti altına almak için ücret artıslarının baskılanmasıdır (Arslan,1997:4).
Yukarıda da vurgulandıgı gibi, sosyal korporatist uygulamaların temel özelliklerinden birisi de belli bir sendikaya, özellikle de bu sendikanın yönetim aygıtına belli ayrıcalıklar saglayarak onları bu saglanan ayrıcalıklar üzerinden 'isbirligi'ne daha kolay ikna edebilmektir. Bu ayrıcalıklar sendikal örgütlerin yatay ve dikey olarak bölünmesini derinlestirmektedir (Makal,1996:725).
Bu elestiriye göre, sendikalarda dikey olarak bölünme derinlesmektedir, zira sendika yönetim aygıtı bu ayrıcalıklardan çok daha belirgin bir biçimde faydalanmakta ve bu ayrıcalıklar sayesinde sendika tabanından daha özerk, daha yabancılasmıs bir pozisyon ortaya çıkmaktadır.
Böylece bir bütün olarak sendikaların devlet karsısındaki bagımsızlıgı zedelenmekte, devlet sendikaların amaç ve faaliyetleri, yöneticileri, üyeleri vb. üzerinde yönlendirici olabilmektedir. Öte yandan sendika yöneticileri, saglanan ayrıcalıklarla sendika tabanından uzaklastırılarak devlet aygıtına yakınlastırılmaktadır. Böylece yöneticilerin alınan kararları, bu kararlar tabanın güncel çıkarları ve tercihleriyle pek ilgili olmasa da, kendi tabanına benimsetme görevine daha kolay kanalize edilebilmesi saglanmaktadır. Tüm bunlar ise sendikaların isçi örgütü olma niteliginde önemli asınmalara yolaçmaktadır.
Bu alandaki bir baska elestirinin sosyal korporatizmin sendikaların yatay bölünmesini derinlestirmesi oldugunu belirtmistik. Sendikalardan birinin devlet tarafından kayırılması, diger sendikal örgütlenmelerin dıslanmasının, isçilerin ve örgütlerinin kendi içinde bölünmesine, dayanısmadan ziyade rekabetçi bir iliski içerisine girmesine yolaçtıgı ifade edilmekte, bu uygulamanın tüm çalısanların ortak çıkarlarını savunmakla yükümlü olan sendikal örgütlerini, bu amaç açısından etkisizlestirecegi iddia edilmektedir.
Sosyal korporatizmin emek örgütleri arasındaki bu ayrımcı uygulaması bir baska açıdan da, bizzat sosyal korporatizmin çatısmacı iliskileri azaltma hedefi açısından da elestiri konusu yapılmakta, bu uygulamanın sendikalar arasında rekabete, bunun ise çatısmacı iliskileri hızlandırmaya hizmet ettigi belirtilmektedir (Arslan,1997:4).
Sosyal korporatist uygulamalar, isçi örgütlenmelerini milli sınırlar içine hapsederek kendi devlet ve isverenlerinin bir eklentisi haline getirdigi, isçi sınıfının uluslararası dayanısma bilincini körelttigi gerekçesiyle de elestirilmektedir. Bu kosullarda uluslararası isçi örgütlenmelerinin ortadan kalkmasa bile giderek sekli bir nitelik kazanmaya basladıgı ifade edilmektedir.
Sermayenin uluslararasılastıgı günümüz kosullarında, sosyal korporatist uygulamalarla isçi örgütlerinin giderek ulusal kabuklar içine hapsedilmis olmasının isçi hareketine ve örgütlenmesine zarar verdigi belirtilmektedir (Akkaya,1996:25).
4.5- Sosyal Korporatizmin Krizi
2. dünya savası sonrasında saglanan ekonomik büyüme, gelir artısı, yüksek istihdam, 'toplumsal uzlasma' politikalarının ve onun kurumsal ifadesi olan sosyal korporatizmin maddi temelini olusturmustur. Oysa 1970'li yılların ortalarında baslayan ekonomik duraklama ile bu türden bir toplumsal uzlasmanın zemini ortadan kalkmaya baslamıstır. Bu tarihlerde, iç pazarda doyum, dıs pazarda duraklama ve artan rekabet gelismis kapitalist ülkeleri derin bir krizin içine sürüklemistir.
Artan üretime yeni pazarlar bulmakta zorlanan ve bu nedenle de kar oranlarında bir düsüs ile karsı karsıya kalan 'sosyal refah' ülkeleri, bu kosullarda kar oranlarındaki düsüsün önüne geçmenin yolunu 'sosyal devlet'in tasfiyesinde, en azından geriletilmesinde bulmuslardır.
Dün 'toplumsal uzlasma'nın temeli olarak gösterilen ne varsa, tüm bunlar yeni dönemde ekonomik krizin suçlusu olarak gösterilmis, sendikasızlastırma, sosyal güvenlik haklarının tasfiyesi, issizlik sigortasının tasfiyesi, emeklilik haklarında sınırlama, is güvencesine dönük düzenlemelerin ortadan kaldırılması vb. pesi sıra uygulamaya sokulmustur(Üstün, 1997:16).
Bu gelismeler beraberinde sosyal korporatizmin ömrünün tamamlanıp tamamlanmadıgı tartısmalarını da beraberinde getirmistir. Somut veriler sosyal korporatizmin sona erdigini ileri sürmek için henüz vaktin erken oldugunu göstermektedir. Gerek merkezilesmis güçlü sendikacılıgın varlıgını koruması, gerekse sendikaların ücretlerin ve kamu politikalarının olusturulma sürecine katılıyor olmaları bakımından Avusturya ve Almanya'da degisen fazla bir seyin olmadıgı, diger ülkelerde ise dalgalanmalı bir gelisimin sözkonusu oldugu görülmektedir (Akkaya, 1998).
Ne var ki, tüm bunlara karsın sosyal korporatist uygulamalar, bugün -düne göre- çok ciddi sorunlarla yüzyüzedir ve bu uygulamalarda belirgin bir kriz yasanmaktadır. İsveç'te SDP'nin seçimi kaybetigi '76 yılından '82 yılına kadar sag partilerin iktidarında 'toplumsal uzlasma' giderek daha da sarsılmıs, '80'li yıllarda İsveç yıllardır ilk kez genis çaplı grevlere sahne olmustur. İsveren örgütü SAF, 1938 Temel Anlasmasının isçi kesimi aleyhine yeniden gözden geçirilmesini talep etmeye baslamıstır. 82'de SDP'nin yeniden iktidara gelmesiyle sosyal korporatist uygulamlar tekrar güçlendirilmeye çalısıldıysa da, bu uygulamanın sürdürülebilir oldugu inancı artık çok zayıflamıstır(Akkaya, 1996:95-98).
Avusturya'da hükümetlerin '80'den sonra denk bütçe ve istikrar temelli politikalara yönelmesi, uzlasmanın üzerine insa edildigi temelleri de sarsmaya baslamıstır.
Almanya'da zaten saglam temellere oturmayan uygulama, 1977 yılından itibaren DGB'nin toplantılara katılmamasıyla sarsılmıs, 82'den sonra Kohl hükümetinin neo-liberal politikalara yönelmesiyle daha da islevsizmistir. Bu tarihten sonra Almanya'da çatısmacı iliskiler artmıs ve kayıp isgünü sayısında son yılların en yüksek düzeyine ulasılmıstır.
İngiltere'de Teatcher Hükümeti kamu sektöründe ücretleri sınırlamıs, tam istihdam ilkesini reddetmis, özellestirme üzerine oturan politikasıyla 'sosyal korporatizm' uygulamasının temelini asındırmıs ve çıkardıgı iki ayrı istihdam yasasıyla sendikaların gücünü kırmayı hedeflemistir (Isıklı,1995:28-32). İngiltere'de de sürecin sosyal korporatizmden uzaklasma istikametinde seyrettigi görülmektedir.
Bu sürecin ardından Avrupa-skandinav sosyal korporatizmi bir krize girmistir. Bu kriz ikili bir biçimde görülmektedir. Birincisi; korporatist uygulamalar nitelik degistirerek zorlayıcı bir mahiyet kazanmaya baslamıs ve korporatist uygulamalar "pastanın paylasılması ve bu paylasım temelinde pastanın daha da büyütülmesi" islevi yerine, sermayenin anti-kriz politikalarının sendikalara dayatılması islevini yerine getirir olmustur. kincisi; isçi örgütleri giderek kamu politikalarını olusturma mekanizmalarının dısında tutulmaya baslanmıstır.
Öyle görülmektedir ki, ekonomik büyüme, tam istihdam, enflasyon, ücret istikrarı gibi sorunlarda tıkanmalar basladıkça, çıkarların uzlastırılmasında da gönüllülügün temel dayanakları ortadan kalkmaktadır.
BESİNCİ BÖLÜM
OTORİTER KORPORATZM
Otoriter korporatizmde kural olarak sendikalar kitle inisiyatifiyle kendiliginden olusmamakta; olusanlar bastırılmaktadır. Devlet kendinden bagımsız sendikaların varlıgına tahammül etmemektedir. Sendikaların özerkligi son derece sınırlı olmakta, sendikaların savunacakları çıkarların niteligi ve kapsamıagırlıkla devletçe belirlenmekte, sınırlanmaktadır. Sosyal korporatizmden farklı olarak, otoriter korporatizmde gönüllü katılım yerine zorlama, ekonomik sosyal tavizler yerine baskı ve zor öne çıkmaktadır(Makal, 1996:732).
Ne var ki bunlar genel özellikler olup toplumsal kosulların farklılıgına göre, bu kosulların katılıgı ya da esnekligi de degismekte ve hatta otoriter korporatizm bazı kosullarda sosyal korporatizmi çagrıstıran uygulamalarla da birlesebilmektedir.
Nitekim bu gerçeklikten dolayı otoriter korporatizmi kendi içinde içleyici ve dıslayıcı olarak iki alt grupa ayıranlar da vardır (Akkaya,1996: 49).
Gerçekten de otoriter korporatizmi kapitalizmin o toplum kosullarında arzettigi manzaradan ve bu manzaraya eslik eden toplumsal ve siyasal güç dagılımından, o ülkedeki geleneklerden bagımsız olarak ele almak olası degildir. Bu farklı kosulların otoriter korporatizmin uygulanmasında da farklılıklar yaratması son derece dogaldır.
Otoriter korporatist uygulamalar kural olarak dıslayıcı mahiyettedirler. Örnegin otoriter korporatist uygulamaların sözkonusu oldugu Ortadogu ve Asya ülkelerinin hemen tümünde korporatif örgütleri tümüyle bir sosyal kontrol aracı niteligi tasıdıgı görülmektedir. Bu rejimlerde korporatist uygulamaların çogulculugu zayıflatmak ve tek tip bir sendikal yapılanma yaratmak amacında oldugu ve oldukça baskıcı özellikler tasıdıgı görülmektedir. Dıslayıcı otoriter korporatist uygulamalar açısından Mısır ve Güney Kore iki iyi örnektir. Mısır'da isçi hareketinin korporatist yapılandırılısı sendika liderlerinin seçimine, örgütlenme biçimine, devlet tarafından müdahale edilmesi ile gerçeklestirilmistir. 1959 yılından 1964 yılına dek uzanan süreçte tek sendika ilkesi, rekabetçi olmayan, hiyerarsik örgütlenme yapısı ile yaptırım altına alınmıs, ulusal düzeyde tek konfederasyona temsil hakkı tanınmıstır.
Korporatizm uygulaması ile sendikal hareket kural olarak baskı altında tutulurken, tek taviz sendika bürokrasisinin örgütsel ve mali olanaklarının arttırılması olmustur (Akkaya, 1996:160-164).
Güney Kore'de komünistlerin ellerinde olan Kore Sendikaları Genel Konseyi kapatılmıs ve yerine ABD'nin destegi ve istihbarat örgütlerinin özel etkinligi altında 1946' Koreliler Sendikası Federasyonu kurulmustur. Bu federasyonların yöneticileri hükümetin onayı ile seçilmekteydi. 1963 yılında sendika çoklugu yasaklanmıs ve her isletmede tek bir sendikanın kurulması hükme baglanmıstır vb. (Akkaya, 1996.164170 ve Boratav,1984:33). Ancak bu baslık altında bizi daha fazla ilgilendiren içleyici otoriter korporatist uygulamalardır. Bu uygulamaların kalıcı ve evrensel bir model olarak degerlendirilip degerlendirilemeyecegi sorusuna bir yanıt bulabilmektir.
Bu amaçla bu uygulamaların hangi tarihsel, siyasal kosulların ürünü olarak ortaya çıktıgı irdelenmeye çalısılacaktır. Otoriter korporatizmin salt dıslayıcı özelik arzetmemesi, aynı zamanda içleyici, sisteme dahil edici özelliklere de sahip olabilmesi, acaba hangi etmenlerin bir araya gelmesiyle olanaklı olabilmektedir?
5.1- İçleyici Otoriter Korporatizmin Tarihsel - Siyasal Temeli

Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde yasanan sömürgecilik karsıtı hareketlerde isçi sınıfının/sendikaların önemli bir rolü olmustur. Bu ülkelerde isçi sınıfı nispeten zayıftı ama toplumun en dinamik kesimiydi. Yerli sermayenin gücü ise, bu ülkelerde dogrudan yabancı sermaye tahakkümü sözkonusu oldugu için, sömürgecilik karsıtı mücadeleye önderlik edebilecek boyutta degildi. Bu kosullarda aydınlar, isçi sınıfı ve yerli sermaye ittifakı içinde yürüyen ulusal kurtulus mücadelelerinde isçi sınıfı özel ve agırlıklı bir role sahip olmustur (Ataöv,1977:562).

Afrika'da isçi sınıfı ve özellikle de sanayi isçileri sayıca azdı. Fakat ulusal kurtulus hareketlerinin motoru durumunda olan kentlerde yogunlasmıs olmaları onların stratejik önemini artırıyordu. Kenya'da Tom Mboyo, Gine'de S'ekou - Tour'e (Topuz,1971:135) ve Nijer'de Djibu Bakary gibi sendika önderleri aynı zamanda milliyetçi hareketlerin de önderligini yapmıslardır(Oran,1997:102).

Latin Amerika'da da, sendikalar ulusalcı ve anti - emperyalist mücadelenin ön cephesinde yer almıslardır. Kimi durumlarda, Brezilya'da oldugu gibi, ulusalcı liderler yukarıdan sendikalar kurmuslardır. Kimi baska durumlarda, Arjantin'de oldugu gibi, sendikalar ulusalcı ittifaklarda egemen ortaklardan biri olarak yeralmıslardır (Munck,1995:184).

Bu tarihi gelisim, sömürgecilik sonrası toplumlardaki sendika - devlet iliskisi açısından da belirleyici olmus ve korporatizm bu ülkelerde yaygın bir uygulama alanı bulmustur. Bu iliskinin iki boyutlu oldugu söylenebilir. Bir taraftan milliyetçilik aracılıgıyla yaratılan mesruiyet örtüsü altında emegin devlet tarafından kontrol edilmesi ama diger taraftan da yeni milliyetçi rejimlerde isçi sınıfının iktidar üzerinde gözardı edilemez bir etkiye sahip olması: Bu iki boyutlu iliskiden hangisinin agırlık kazandıgı farklı ülkelerde sendikaların devletle bagımlılık iliskisinin düzeyi ve sendikaların gücü-niteligi vb. unsurlara baglı olarak farklılıklar göstermistir.

Korporatizrnin bu ülkelerde yaygın bir nitelik tasımasının arkasında aynı zamanda, ulusal kurtulus sorununun tasıdıgı yakıcı önem ve bu nedenle milliyetçi ideolojinin tüm sınıfları kesen, kapsayan bir agırlıga sahip olması ve kapitalizmin, dolayısıyla da modern sınıfların zayıf olması nedeniyle devletin sınıflardan nispeten daha özerk, bu nedenle de "paternalist" özellige sahip olması gibi gerçekler de vardır.

Nitekim böyle bir sürecin ardından Tunus'ta sendikalar bagımsızlık sonrası devletle ortaklık tipi iliskiler gelistirmistir. Bagımsızlıgın kazanılmasından sonra Hindistan hükümeti isçi katılımı projelerine dayalı bir endüstriyel demokrasi projesi uygulamaya sokmus ve yaygınlastırmaya çalısmıstır.

Togo'da ulusal kurtulus savası önderleri sendikalara yapıcı bir ortaklık önermisler ve ulusal savası destekleyen sendikalarla ulusal ekonomiyi insa ederken de birlikte davranmak istediklerini söylemislerdir.

Zimbabwe'nin kurtulusundan sonra, yeni hükümet isçi komiteleri sistemi olusturmus, komiteler ülke çapındaki sanayi komitelerinde isçilerin temsilini saglamak görevini üstlenmislerdi.

Tanzanya'da da isçi komitelerinin kurulması bagımsızlık sonrasındaki siyasi rejimin ana uygulamalarından biri olmustur. Tanzanya'da ayrıca devlet sirketleri ve kamu isletmelerinde kurulan ve sendikalar ile devlet bürokrasisinin üst temsilcilerinin agırlıkla yer aldıgı isçi komiteleri olusturulmustur.

Bolivya'da 1952'de isçi sınıfının belirleyici rol oynadıgı ulusal devrimden sonra control obrero (isçi denetimi) sistemi yasamsal öneme sahip madencilik sektöründe uygulanmaya baslanmıstır.

Cezayir'de, 1962 yazında, ulusal kurtulus yaklasmaktayken  sehirlerdeki ve tarımsal isletmelerdeki isçiler kaçan Fransız göçmenleri tarafından terk edilen üretim araçlarını devralmaya baslamıslar ve comits de qestion (özyönetim komiteleri) olusturarak üretimi yeniden baslatmıslar; istihdamı saglamıs ve ulusal kaynakları korumuslardır. Bagımsızlık Savasının ardından yönetimde bu uygulamaları 1964'de ki Charte d' Alger ile desteklemek zorunda kalmıs, UGTA (Union Generale des Travailleurs Algerien) bagımsızlık savası sonrası isçi sınıfının kitlesel örgütü olarak siyasi iktidar sürecinde etkili olmustur. İsçilerin bagımsızlık mücadelesinde kilit bir rol oynadıgı Singapur'da da benzer bir gelisme görülür. Fakat Singapur'da da tıpkı Togo'da oldugu gibi, bagımsızlıktan sonra sendikalardan beklenen yeni rejimin uysal bir destekçisi olmaktır (Munck,1995:219). Bagımsızlıktan sonra hükümetin temel amacı sendikaları yakın denetim altına almak, isçi protestosunu devletin denetledigi kurumlara kanalize etmek ve ücret çatısmalarını daha "kolay halledilebilir" hale getirecek bir çalısma yasaları çerçevesi olusturmak olmustur (Oran, 1997:269 vd.).

Otoriter korporatizmin olusumundaki bir baska önemli etkenin de egemen iktidar bloku içindeki iç çatısma ve hegemonya mücadelesi olduguna belirtmistik. Örnegin, 1930'ların güçlü toprak oligarsisini bir hasım olarak karsısına alan, içe dönük, dıs dünyadan kopuk bir sanayilesme stratejisi izleyen otoriter rejimler (Örn: Arjantin'de Birinci Peron ve Brezilya'da Vargas yönetimleri) isçi sınıfı örgütlerini olusturdukları genis tabanlı kent koalisyonunu içine almayı ve rejimle bütünlestirici iktisadi ve toplumsal tavizler vermeyi gerekli görmüslerdir. Böylece adeta sosyal korporatist renklerle bezenmis bir tür içleyici otoriter korporatizm örnegi yaratmıslardır(Cizre, 1992b:51).

Peru'lu generallerin 1968'de iktidara geldiklerinde sanayi komiteleri (comünidades indüstriales) olarak bilinen iddialı bir isçi katılımı tasarısını içeren reformcu bir programı yürürlüge koymalarını da bu kapsam içerisinde degerlendirmek olanaklıdır. Peru'da aynı iktidar, sanayi komitelerinin yanı sıra, isçi özyönetimine dayalı Kamu Mülkiyeti sletmeleri'ni kurmustur. Uygulanan model Yugoslavya'dan alınmıstı. 1979'da Kamu Mülkiyeti İsletmeleri'nde toplam 7000 isçi istihdam eden 52 isletme vardı. Ne var ki katılımı tesvikle sorumlu devlet kurumu SNAMOS (Ulusal Toplumsal Hareketliligi Denetleme Örgütü) gerçekte isçileri hareketlendirmekten çok, düzenle bütünlestirici bir araç olarak görülebilir (Munck,1995:245-247).

Benzer bir tablo 1971 askeri darbesinin ardından Bolivya'da yasanmıs, yeni rejim bir halk meclisi olusturmustur. Halk Meclisi isyeri meclislerinde dogrudan oyla seçilen delegelerden olusmaktaydı ve bu mecliste genis bir demokrasi hüküm sürmekteydi. Saglam bir toplumsal tabana sahip olmayan askeri hükümet, bu tür uygulamalarla isçi sendikalarından gördügü destegi artırmaya çalısmaktaydı (Munck, 1995:258).

Buraya kadar aktardıklarımız, Üçüncü Dünya'da ki otoriter korporatizm uygulamalarının arka planı hakkında bir fikir vermis olmalıdır. Sınıfların zayıflıgı tüm Üçüncü Dünya'da sınai çeliskiyi düzenlemekte devlete özel bir rol yüklemistir. Bu genel tablo içinde o ülkedeki sınıfsal güç dengelerine göre devlet bu rolünü ya emek hareketinin dogrudan ve sıkı kontrolüyle ya da bu kesimlere belli bir sorumluluk, inisiyatif ve hareket alanı tanıyarak gerçeklestirmistir.

Bizi bu yazı kapsamında daha çok ilgilendiren bu ikinci seçenek, yani korporatizmin Üçüncü Dünya'daki nispeten daha esnek, daha katılımcı uygulamalardır. Ekonomik olanakları sınırlı, isçi sınıfı nispeten zayıf olan bu ülkelerde, devlet - sendika iliskilerinde bu tür bir esnek biçimin nasıl, hangi kosullara baglı olarak ortaya çıkabildigi konusudur. Buraya kadar anlatılanlarla bu soruya yanıt bulmaya çalıstık. Ve özellikle üç önemli etkenin üzerinde yogunlastık:

a) İsçi sınıfının sömürgecilik karsıtı mücadelede oynadıgı özel ve bazen de belirleyici rol,

b) iktidar bloku içindeki hegemonya mücadelesi,

c) içe dönük kalkınma modeli içinde az çok istikrarlı büyüme kosulları.

Dolayısıyla bu kosullara baglı olarak ortaya çıkan bir uygulamanın saglam, kalıcı, istikrarlı bir temele dayandıgı söylenemez. Her ne kadar bu uygulamalar uzun yıllar varlıgını korumus olsa da, bu nispi sürekliligin korporatist uygulamaların kalıcı bir model olabilecegini gösterdigini iddia etmek olanaklı görünmemektedir. Bu uygulamalar bugüne kadar içinde pek çok çatısmayı barındırdıgı gibi, sürecin tersine döndügünü, Üçüncü Dünya'da bu türden korporatist modellerin ciddi sarsıntılar yasadıgını gösteren pek çok yeni olgu da ortaya çıkmaktadır. ILO raporlarına göre son dönemde özelikle Güney Asya'da, hala ve artan sayıda devlet - isçi - isveren kesimleri arasında üçlü anlasmalar imzalanıyor olmakla beraber, bunların temel özellikleri, isçi kesimince gönül rızası ile imzalanmaktan ziyade, çaresizlik, çıkıssızlık vb.nedenlerle imzalanmaları, bu anlamda tek taraflı ve dayatmacı oluslarıdır(Munck., 1995:223).


5.2- İçleyici Otoriter Korporatizm Artık Dıslıyor!

Sömürgecilik sonrası rejimlerde, sistemin krizi, sermaye iktidarının kendini güçlendirmesi, içe dönük sanayilesmeden uzaklasma vb. faktörlere baglı olarak sendika-devlet iliskisinde de daha esnek modelden daha katı ve baskıcı modele dogru degisim yasanmaktadır. Sendika yönetimlerinin bu durum karsısında sessiz kaldıgı kosullarda tabandaki isçiler sendika yönetimlerini de suçlayarak ve asarak bu gidisat karsısında tepki göstermektedirler.

Bunun belki de ilk önemli örnegi, erken bir tarihte, 1961'de Gana'da yasanan isçi eylemleriydi. 1961'de Sekondi - Takaradı'nin demiryolu ve liman isçilerinin öncülügünde sömürgecilik sonrası yönetime karsı ilk ciddi grev gerçeklestirildi. Zamanında Nukrumah'ın ulusalcı çizgisinin en önde gelen destekçileri arasında yeralan Sekondi- Takaradi isçileri, zaman içerisinde aldatıldıklarını, ihanete ugradıklarını düsünmeye basladılar. Olaylar sonucunda grevin önderleri tutuklandı. Sendika (TUC) üzerindeki denetim yogunlastırıldı ve nihayet tek parti yönetimi kuruldu (Munck,1995:224 ve Oran,1997:282-284).

Askeri darbeler Brezilya'yı 1964'de, Arjantin'i 1966'da ve tekrar 1976'da, Sili ve Uruguay'ı 1973'de sarstılar. Her durumda sehirli isçiler ve bunların sendikaları ve politik partileri, politik baskının ve ekonomik stabilizasyon programlarının asıl kurbanı oldular. Güney yarım küredeki bu dört ülkenin hepsinde de askeri diktatörlükler isçi örgütlerine karsı düzenli etkisizlestirme hareketi baslattılar. Vakaların hepsinde grevler yasaklandı ve sendikal faaliyetler ya askıya alındı ya da ciddi olarak kısıtlandı. Korporatizm ve uysal “sendika yönetimi” bu uygulamalar açısından önemli bir garanti olarak görülüyordu. Ancak 1978 sonrası grevler bunun dogru olmadıgını ortaya çıkardı (Munck,1995:286).

1983'ün sonuna dogru, Nijerya askerleri bir kez daha devletin kontrolünü ele geçirdi ve sendikalara karsı planlanmıs bir eylem içine girdiler. Resmi isçi hareketi tek hedef degildi. Ulusal Ögrenci Birligi dagıtıldı. Gecekondu toplulukları buldozerlerle yıkıldı.

Filipinler'de sıkıyönetim Baskan Markos tarafından 1972'de ilan edildi. Sonuçta bu baskılara ve korporatist uygulamalara karsı bir tepki olarak Mayo Uno (K M U) sendikaları kuruldu ve radikal eylemlere yöneldi.

Cezayir'de 1965'den itibaren anti-demokratik egilimler baskın olmaya ve konseyler radikal potansiyellerini yitirmeye basladılar. Bir zamanlar mücadele organları olan komiteler, artık tabanın yeni devlet ve fabrika bürokrasisine karsı çıkmasını önlemenin araçları haline gelmisti. Charte d'Alger'de ilan edilen özyönetim kararı daha mürekkebi kurumadan gerçek olmaktan çıkarak islevsizlesmeye baslamıstı (Ataöv,1977:132-136 ve Munck,1995:269).

Singapur'da Ulusal Sendika Kongresi bugün "isçilerle sirketler arasındaki bagı ve isbirligini daha iyi gelistirecegi" gerekçesiyle bagımlı sendikaları desteklemektedir. 1982'de Sendikalar Yasası'nda yapılan degisiklikle, sendikalar "daha yüksek verimlilik ve iyi sınai iliskilere ulasmanın araçları olarak" yeniden tanımlanmıstır.

Brezilya, isçiler üzerinde korporatist denetim sistemine asli bir örnek olusturur. 1930'larda yürürlüge konulan is yasalarının ayrıntılı yapısı, sendikaları hükümetin birer temsilcisi haline getirmeyi öngörüyordu. sçi denetiminde uygulanan sistem, üyelerinden kopuk ve mali açıdan devlete bagımlı bir sendikal hareketin gelismesine yolaçmıstır. sçiler kilit sektörlerde 1978 sonrasında harekete geçtiginde, basta gelen taleplerininden biri de sendikal yapıların reformu olmustur. Bugünkü hükümet baskanı, o zamanın metal isçilerinin lideri Lula'nın sözleriyle, "Bu grevler mevcut grev yasasının oldugu kadar halihazırdaki sendikal yapının da çöküsünü baslatmıstır." (Munck, 1995:220).

Buraya kadar anlatılanlar, otoriter korporatizmin, isçi sınıfının/sendikaların ulusal kurtulus savaslarında oynadıkları önemli rol, egemen iktidar blogu içindeki çatlak, içe dönük kalkınma modeli vb. gibi faktörlere baglı olarak daha esnek uygulamalara dönüsebildigini, ama bu faktörlerdeki degisime paralel olarak da bu uygulamaların giderek daha fazla baskıcı-zora dayanan bir nitelik kazandıgını ve bu durumda da isçi sınıfının / sendikaların devletten bagımsızlasarak daha radikal bir özellik kazanmasına yol açtıgını ortaya koymaktadır.




ALTINCI BÖLÜM

TÜRKYE'DE KORPORATZM

6.1- Tek Parti Dönemi

Cumhuriyeti kuran kadrolar, Türkiye'deki yeni siyasal rejimin bütün topluma bütünlük ve esitlik içinde yaklasacagını belirtirken, korporatist bir anlayısı da dile getirmis oluyorlardı.

Mustafa Kemal Pasa Ocak-Mart 1923 döneminde degisik illerde yaptıgı ziyaretlerde sunları söylüyordu: "Bence bizim milletimiz yekdigerinden çok farklı menafati takip edecek ve bu itibarla yekdigeriyle mücadele halinde buluna gelen muhtelif sınıfa malik degildir. Mevcut sınıflar yekdigerinin lazım ve melzumu mahiyetindedir, binaenaleyh Halk Fırkası bilcümle sınıfın hukukunu ve (...) terakki ve saadetini temin (...) edebilir" (Akt.Akkaya,1996:174).

Çalısma iliskileri açısından, Türkiye, Cumhuriyet dönemine, İzmir ktisat Kongresi ile, korporatist uygulamaların önemli kurumlarından biri olan Ekonomik ve Sosyal Konsey’e benzer islev gören bir kongre ile girmistir(Ökçün; 1971: 324).

Bu kongre isçi ve isveren temsilcilerinin katıldıgı iki taraflı bir yapı özelligi tasımaktaydı. Hükümet temsilcilerine yer verilmeyen (Ökçün; 1971: 4)

Kongre, günümüzde pek çok örnegine rastlanan Ekonomik ve Sosyal Konseyler gibi, bir danısma niteligi tasımakta, alınan kararlar hükümeti baglayıcı olmamaktaydı.

İsçi Grubu, Kongre'de, sendika hakkının tanınması, Tatili Esgal Kanunu'nun isçilerin hakkını tanımak üzere gözden geçirilip düzenlenmesi, günlük çalısma süresinin sekiz saat ile sınırlı tutulması, kadınlara dogum izni verilmesi, hafta tatili hakkı ve yıllık ücretli izin hakkı verilmesi gibi oldukça ileri taleplerde bulunmustur (Ökçün; 1971:430-434). Ne var ki, her yıl yapılması düsünülen bu tür kongreler (Ökçün; 1971: 4) sürdürülememistir.(Akkaya,1996:197).

Cumhuriyeti kuran yönetici kadrolar Türkiye’deki yeni siyasal yapılaşmanın herhangi bir sınıfın çıkarlarını korumaya yönelik olmayacağını, bütün sınıflara uyumlu bir bütünlük içinde yarar sağlayacağını belirtirken korporatist bir yönelişin de işaratlerini veriyorlardı. .Bu dönemdeki uygulamalar Kemalizmin devletçilik ve halkçılık anlayışıyla yakından bağlantılıdır. Devletçilik, devlet eliyle ulusal burjuvazi yaratma ve bunun için toplumsal denge ve istikrarın sağlanması görevini devlete havale etme; halkçılık, sınıf olgusunun düşünsel ve pratik reddini ifade ediyordu.

Ortada henüz ciddi bir işçi sınıfı yokken yapılan yasakçı düzenlemeler,  Kemalizmin devletçilik ve halkçılık ilkelerinin taşıdığı içerik gözönünde tutulursa  çok da  şaşırtıcı gözükmemektedir.’... sınıfçılık şuurunun doğmasına ve yaşamasına imkan verici hata bulutlarını ortadan silip süpüreceği..’ düşüncesi ile 1936 tarihli İş Kanunu’nda grevler, 1938 tarihli Cemiyetler Kanunu ile sınıf esasına dayalı cemiyet kurulması yasaklanmıştır.

1923 İktisat Kongresi, 1927 Ali İktisat Meclisi gibi ‘sosyal korporatizmi’ andırır girişimlerin varlığına karşın, tek parti dönemi genel çizgi olarak alt birimlerin merkezi otoriteye boyun eğdiği, parti ve seçim sisteminin zayıf olduğu, tekelci, sınıfsal farklılıkların baskılandığı vb. özellikleri ile otoriter devlet korporatizmini çağrıştırmaktadır. Ne var ki otoriter korporatizmin sözkonusu olabilmesi için - devletçe yaratılıp yönlendiriliyor olsa da- işçi örgütlerinin varlığı gereklidir. Oysa 1947’e kadar  işçi örgütlerine  böyle bir alan açılmış değildir.  Devlet, otoriter korporatizmin özerklikleri olmayan sendikal örgütlenmelerine bile uzun süre soğuk bakmış, ancak 1947’den sonra bu tür bir sendikacılığın oluşumuna izin vermiştir. Tüm bu nedenlerle bu dönemde herhangi bir korporatist uygulamanın varlığından sözetmek olanaklı gözükmemektedir.

6.2-  1947- 1960 dönemi

1938 tarihli Cemiyetler Kanunu’nun getirdiği sendikal örgütlenme yasağı, 1946 yılında Cemiyetler Kanunu’nda yapılan değişikliğe kadar devam etti. Bu tarihten sonra sendika yasağı kaldırıldı ve 1947 yılında çıkarılan 5018 sayılı Sendikalar Yasası ile işçi örgütleri devlet kontrolüne alınmaya çalışıldı. Türkiye Sosyalist Partisi (TSP) ve Türkiye Köylü Emekçi Sosyalist Partisi (TKSP) ve bu partilere yakın sendikal örgütlenmeler kapatıldı. Grev ve toplu sözleşme hakkı üzerindeki yasak sürdürüldü. Yeni yasa ile devletin güdümünde mali bakımdan güdük, ideolojik çerçevesi çizilmiş,  güçsüz ve çok parçalı bir sendikacılık yaratılmaya çalışıldı. Gündeme getirilen model sendikaların devletçe yaratılmış olduğu, devletin yukardan şekillendirip kontrol ve denetim kurduğu, korporatist teşvikler yerine baskı-yasak unsurunun ağır bastığı otoriter korporatizmin  pek çok özelliğini taşımaktadır. Devlet eliyle uygulanan bu korporatist yapılandırmanın temel nedeni işçi hareketinin çok güçlü olması değil, gelişme potansiyeline sahip olmasıdır. Devlet sendikaları sistemle bütünleştirip rejime destek sağlamaktan ziyade, devletçe yukarıdan oluşturulan, yönlendirilen ve baskı altında tutulan sendikalar aracılığıyla  işçi hareketini daha başlangıçta denetim altında tutarak, gelecekteki muhtemel muhalefeti engellemek amacında gözükmektedir.

 6.3- 1960- 1980 dönemi

1960-1980 dönemi Türkiye’de korporatist yapılanmanın hem daha belirgin bir mahiyet kazandığı hem de  bazı korporatist teşviklerle güçlendirilen bu korporatist uygulama aracılığıyla, sendikal hareketin sistemle bütünleştirilmeye çalışıldığı bir dönemdir. 1952’de kurulan ve 1960’a kadar baskılar altında  etkinliklerini sürdüren Türk-İş, 1960 sonrasında devletçe tekelci temsil hakkı tanınan, gücü, etkinliği ve merkezileşmesi artmış hiyerarşik bir yapı kazanmıştır(Sakallıoğlu,1992).

Gerek iktidar blokundaki iç çatışma gerekse  ve özellikle ithal ikameci Keynesyen politikalara geçiş, 1960 sonrasında otoriter sınırlamaların yanısıra demokratik teşviklere de yer veren daha esnek bir otoriter korporatizm uygulamasının gündeme gelmesine yolaçmıştır.  274 ve 275 sayılı yasalarla ve 1967 tarihli İş Kanunu ile sendikal örgütlenme alanında demokratik nitelikli bazı ileri düzenlemeler getirilmiştir. Sağlanan teşvikler yalnız bu tür yasal düzenlemelerle, ya da yalnızca Türk-İş’e tekelci temsil hakkı sağlanmasıyla sınırlı kalmamış, aynı zamanda 1963-70 arasında işçilerin reel ücretlerinde de artışlar gerçekleşmiştir.

Kamu politikalarının oluşturulmasına yönelik ‘kurumsal işbirliği’ açısından da soruna bakılacak olduğunda, bu dönemde Türk-İş büyük ölçüde etkisiz ve yüzeysel kalsa da DPT Karma Komisyonlarında, SSK’da, Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nda, Yüksek Hakem Kurulu’nda, Milli Prodüktivite Merkezi Yönetim Kurulu’nda vb. temsil edilmeye başlanmıştır.

Ne var ki bu aynı dönem Türkiye gibi ülkelerde, sosyal korporatizmin bazı özellikleriyle bulaşık bu tür esnek bir modelin kalıcı ve istikrarlı olamayacağını da ortaya çıkarmıştır. Türkiye’deki modelin en temel özelliklerinden biri istikrarsızlığı ve güvenilmezliği olmuştur. Bunun en temel nedeni de iktisadi yapının zayıflığıdır. Ayrıca sendika sosyal demokrat parti ilişkisindeki zayıflık, sendikal yapının parçalanmışlığı, Türk-İş’in kendi alt örgütleri ve tabanı üzerindeki otorite ve denetim zayıflığı bu istikrarsızlığı besleyen ek faktörler olmuştur. Bu istikrarsız yapının bir başka işareti de  sosyal korporatizmin en tipik özelliği olan ‘toplumsal anlaşma’ uygulamasının Türkiye’de yalnızca bir kere, 1978 yılında gündeme gelmesi ve bununda başarızlıkla sonuçlanmasıdır.

 Bu toplumsal anlaşma  ile  1976’ daki reel ücret düzeyini aşacak bir ücret artışı talebinde bulunmaması karşılığında Türk-İş’e  istihdam düzeyini öncelikle sabit tutma ve sonra artırma, ayrıca da yönetime katılma alanında bazı vaatlerde bulunulmuştur. Fakat toplumsal anlaşma büyük ölçüde bir girişim olarak kalmış, Ecevit hükümetinin kısa süre sonra yıkılması ve yerine Demirel hükümetinin gelmesiyle anlaşma tümüyle rafa kaldırılmıştır (Dereli, 1997).

1980 sonrası süreci belirleyen birbirine bağlı iki önemli etken sözkonu

6.4- 1978 Toplumsal Anlasması

Ekonomide bunalımın yasandıgı 1978 yılı basında CHP tarafından yeni hükümet kurulmus ve yeni hükümet, 1978 yazında, hükümet ile isçi sendikaları arasında korporatist isbirligini kurumsallastıran bir ‘toplumsal anlasma'ya basvurmustur.

20 Temmuz 1978 tarihinde " Hükümet adına Basbakan Bülent Ecevit ile Türkiye isçi Sendikaları Konfederasyonu adına Genel Baskan Halil Tunç arasında yapılan görüsmeler ve ortak çalısmalar sonunda, demokrasiyi ve ekonomiyi güçlendirmek, kalkınmayı saglıklı ve dengeli olarak hızlandırmak, refahı toplumun tüm kesimlerine yaymak ve hakça bir düzeni gerçeklestirecek yönde gelismesini güvence altına almak amacı ile bir Toplumsal Anlasma'ya varılmıstır" diye baslayan bir belge olusturulmustur(Talas; 1982: 1). Böylece, Türkiye'de ilk kez hükümet ile en büyük isçi konfederasyonu arasında toplumsal ve ekonomik kosulları kapsayan bir diyalog olusmustur.

Ancak, bu "Anlasma" kapsam bakımından oldukça sınırlandırılmıs bulunmaktadır. Kamu kesiminde çalısan isçileri ve onların temsilcisi olan Türk-s' ile kamu kesiminin isvereni olan hükümeti kapsamaktadır. Bu haliyle, Batı ülkelerinde örneklerine rastlanan, isçi-isveren-hükümet'ten olusan üçlü bir yapı degil, hükümet ve isçi örgütünden olusan ikili bir yapı özelligi tasımaktadır. sveren sendikası olan TiSK'i bu yapıya dahil etmedigi gibi, bir hayli güçlenmis olan ikinci isçi üst örgütü olan DSK'i de dısarda bırakmıstır. Anlasma'ya göre "ülkenin içinde bulundugu ekonomik durumgözönünde tutularak, ... toplam ücret zamları, isçinin satın alma gücünü geriye götürmemek üzere, 1976 toplam isçi gelir düzeyi ile toplu sözlesme yürürlük süresindeki fiyat artısları ve kurulustaki istihdam artısı da dikkate alınarak bulunacak gelir düzeyinde tutulacaktır. Toplu pazarlıklarda ücretler, sosyal yardımlar vb. konular bu kurala göre saptanacaktır" (Talas; 1982: 48).

Ücretlerin bu esasa göre tespitinin karsılıgı bir tesvik olarak, Türk-İs'e is güvencesi sorununun yasal düzenlemelerle çözümlenmesi sunulmustur. Bu çözüm, "İs yasasının 13, 17 ve 24 üncü maddeleri toplum gereklerine uygun biçimde ve çalısanların haklan dogrultusunda yeniden düzenlenecektir" seklinde formüllestirilmistir (Talas; 1982: 49). Bu yaklasım, ücret bastırımı karsılıgında istihdam güvencesi saglayan tipik bir korporatist politika ve uygulamayı içermektedir.

Batı ülkelerinde uygulanan ve birer korporatist politika ve uygulama aracı olan ‘Toplumsal Anlasma’ hükümet ile isçi kurulusundan olusan, ama isçi kuruluslarının da tamamını kapsamayan, isveren kurulusunu dıslayan, ikili yapısı; kamu kesimi ile sınırlı tutulması; baglayıcı olmaktan çok gönüllülüge dayanması nedeniyle sınırlı bir korporatist uygulama olmustur.

Toplumsal Anlasma beklenen sonuçları verememis ve sonuçta Türk-İs yetkililerince bir kenara itilmistir (Kutal; 1980a:427). Süreklilik kazandırılmayan, tam anlamıyla uygulanamayan, Toplumsal Anlasma'nın ömrü, 1979 yılı sonlarında hükümet degisiklige ile geçerliligini yitirerek, sona ermistir.

sudur. Bunlardan birincisi derinleşen iktisadi krize bağlı olarak 1970’li yılların sonunda iç pazara dönük Keynesyen politikaların terkedilip  ihracata dönük parasalcı politikaların gündeme gelmesidir. İkincisi ise 12 Eylül askeri darbesidir.

Askeri darbenin ardından sendikal haklar,TİS ve grev hakkı sınırlandırılmış; check-off hakkının tek bir sendika ile sınırlandırılması, % 10 işkolu barajının getirilmesi vb. ile tek bir güçlü- merkezi sendika yaratılmak istenmiş; yönetici ve kurucu olma şartları ağırlaştırılarak, sendikalara faaliyet alanında bir dizi yasak getirilerek devletin sendikalar üzerindeki kontrolü çoğaltılmak istenmiştir. Böylece devletin yönlendiriciliği ve denetimi altında, yasaklamaları teşviklerden ağır basan daha katı ve baskıcı bir otoriter devlet korporatizminin koşulları yaratılmaya çalışılmıştır.

Ayrıca dünya kapitalizmi ile bütünleşme, rekabet, verimlilik artışı, piyasa mekanizmasına müdahale etmeme  yaklaşımlarının ön plana çıktığı; devlet müdahalesinin, güçlü sendikacılığın, sosyal harcamaların, Keynesçi tam istihdam yaklaşımının krizin sorumlusu olarak görüldüğü , neo liberal iktisadi politikaların revaçta olduğu bu yeni dönemde, eski türden korporatist uygulamalar da gözden düşmeye başlamıştır. Sendikaların az çok muhattap kabul edildiği bir dönemden sendikaların işlevsizleştirilmeye çalışıldığı, sendikasızlaştırma politikalarının bütün yoğunluğuyla uygulandığı yeni bir döneme girilmiştir. Tüm bunlara , neo liberal politikaların öncelikle ve yoğunlukla Türk-İş’in örgütlü olduğu kamu sektöründe uygulanıyor oluşu eklenince, Türkiye’deki korporatist uygulamaların temeli iyice sarsıldı ve Türk-İş 1987’den itibaren çatışmacı bir yönteme yöneldi. 1987 ve 1991 arasında Türkiye son derece yığınsal ve etkili bir işçi hareketi dalgasıyla yüzyüze kaldı.

YEDİNCİ BÖLÜM

EKONOMİK- SOSYAL KONSEY

Ekonomik Sosyal Konsey en nötr tanımıyla çeşitli toplum kesimlerinin ekonomik, sosyal ve siyasal sorunları görüştüğü  bir danışma organıdır. Ekonomik Sosyal Konseylerin karar alma yetkileri yoktur. Pek çok ülkede görülen uygulama,  bu konseylerin çeşitli uzmanlık alt  kolları yaratmaları , bu alt kolların kendi konularında raporlar hazırlaması ve raporların kamuoyuna  ve ilgili yürütme  organlarına sunulması biçimindedir. Ayrıca bu konseylerin alternatif yasa tasarıları hazırladıkları da görülmektedir ve yine bu konsey içerisinde bir araya gelen işçi ve işveren tarafları kendi aralarında çalışma ilişkilerine yönelik toplumsal anlaşmalar imzalayabilmektedir. Bu konseyler kimi ülkelerde üçlü yapıda, kimi ülkelerde ise daha geniş katılımlı olabilmektedir. Ekonomik Sosyal Konseylerin temel amaç ve fonksiyonları konusuna sosyal korporatizm başlığı altında dolaylı olarak da  olsa değindiğimiz için  burada yeni bir tekrardan kaçınmak istiyoruz. Türkiye’de bu türden yapılanmalar hiçbir zaman anlamlı  bir yaşam alanı bulamadı. Fakat  kimileri geçici, kimileri de daha kalıcı ama işlevsiz olmalarına karşın Türkiye’nin tarihinde de bu türden bazı uygulamalara rastlamak olası.

Konsey türü uygulamaların prototipleri Osmanlı Devleti’nin son ve Cumhuriyet’in ilk yıllarına uzanmaktadır. İkinci Meşrutiyet zamanında kurulan 24 üyeli Ali İktisat Meclisi bu açıdan ilk örnek olarak değerlendirilebilir. 1923 tarihli İzmir İktisat Kongresi ve 1927 tarihli Ali İktisat Meclisi’de bu kapsam içerisinde değerlendirilebilir. Ayrıca 1946’da yürürlüğe giren Çalışma Bakanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun işçi ,işveren ve hükümet temsilcilerinden oluşan bir Çalışma Meclisi’nin kurulmasını öngörüyordu. Bu kanuna dayanarak kurulan Çalışma Meclisi 1947 ile 1984 tarihleri arasında yedi kez toplandı. YHK, Asgari Ücret Tespit Komisyonu vb. buna eklemek mümkün.

Ne var ki İzmir İktisat Kongresi ve Ali İktisat Meclisi kısmen dışta bırakılırsa bunların hiçbiri kapsam ve etkinlik bakımından Ekonomik Sosyal Konsey türü örgütlenmelerle mukayese edilemezler.

1970’li yıllardan beri sermaye çevreleri  bu türden bir Konsey oluşturulmasını değişik dönemlerde gündeme getirmektedirler.1980’de bu sorun yine aynı çevrelerin talebiyle Danışma Meclisi’nde de görüşülmüş, hatta Anayasa Taslağı’nda da yer almış, fakat sonradan Türk-İş’in ‘toplu sözleşme düzenini etkisizleştireceği’ gerekçesiyle itiraz etmesinin etkisiyle de Taslak’tan çıkarılmıştır(Koç, 1999).

Ekonomik Sosyal Konsey’le ilgili işveren talepleri 1990’lı yıllarda yeniden canlılık kazanmıştır. Bunun arkasındaki en temel faktörse 1987-91 işçi eylemleri dalgasıdır. İşçi eylemlerinden rahatsız olan sermaye çevreleri, Ekonomik Sosyal Konseyi işçi hareketini denetim atında tutabilmenin bir aracı olabileceği düşüncesiyle  gündeme getirmektedirler. Sermaye kesiminin bu amacını Konsey’den beklentilerinin ne olduğuna bakarak da saptamak mümkündür.  Ekonomik istikrarı sağlamak,   toplu sözleşme tavanlarını belirlemek, ücret artışlarına sınır getirmek,sendikaların gücünü kontrol altına almak vb. işveren kesiminin Konsey’den beklentileridir. TİSK İşveren Dergisi’nin Mart 96 sayısında yeralan ‘Çalışma Hayatına İlişkin Görüş ve Öneriler’ başlıklı yazıya göre sermaye kesiminin çalışma hayatına ilişkin acilen yapılması gerektiğini düşündüğü uygulamalar ise özetle şöyledir ‘ Kıdem ve ihbar tazminatları yüksektir; hafta tatili ve genel tatillerde çalışılmadan ücret alınması doğru değildir; fazla çalışma zamları yüksektir; haftalık çalışma süresi kısadır; ücretler yüksektir; çalışma mevzuatı katıdır, işgüvencesi fazladır; yıllık ücretli izin süreleri uzundur; özelleştirme biran önce yapılmalıdır; sosyal güvenlik reformu biran önce yapılmalıdır’ Sermaye kesiminin Konsey’in oluşturulmasına yönelik ısrarlarının arkasında öyle gözükmektedir ki işçi örgütlerini kontrol altında tutarak bu uygulamalara bir hız kazandırmak amacı bulunmaktadır. Mevcut siyasi partilerin hemen tümünün de işçi örgütlerinden ziyade işveren örgütlerinin görüşlerine yakın durması, işveren örgütlerinin bu tür bir üçlü yapı talebinde bulunmasını motive etmektedir.

Konsey’in oluşturulması tartışmalarını güncelleştiren bir başka faktörde AB sürecinin getirdiği yükümlülüklerdir. Ayrıca Türkiye’nin Ocak 1993’de imzaladığı 144 sayılı İLO sözleşmesi de bu türden üçlü yapılı bir kurumsallaşmayı şart koşmaktadır. Nitekim bu sözleşmenin imzalanmasının ardından Ekonomik ve Sosyal Danışma Konseyi Kanun Taslağı hazırlandı.

Ekonomik Sosyal Konsey Mart 1995 tarihinde bir başbakanlık genelgesiyle oluşturuldu. O tarihten bu yana her gelen hükümet yeni bir genelge ile Konsey’in yapısını değiştirdi. Konsey’in yasal ve anayasal dayanağa kavuşturulmaması ve Başbakanlık genelgeleriyle oluşturulması ile bileşiminde devletin hep özel bir ağırlığa sahip olması başlangıcından bu yana sürekli eleştirilen en temel noktalardır.   Ayrıca Konsey’in çalışmalarının ve gündeminin hükümet tarafından belirlenmesi tepki çeken bir başka konu oldu. Konseyin gündemi ise ağırlıkla neo liberal politikaların öngördüğü yapısal dönüşüm programı ekseninde belirlendi. Bu yapısı ve işleyişiyle konsey,  bir uzlaşma kurulu değil neo liberal politikaları dayatma ve onaylatma kurulu olarak işgörmekle eleştirildi.

Sendikaların Konsey’e yaklaşımı ise ürkek, tutarsız ve isteksiz bir onaylama şeklinde oldu. Türk-İş 1980’lerde karşı çıktığı bu uygulamaya toplu sözleşme sisteminin yerine ikame edilmemesi, bağlayıcı bir nitelik taşımaması kaydıyla evet dedi, Hak-İş DYP-CHP Hükümeti sırasında ilkesel gerekçelerle sert bir karşı tavır gösterdi ve uygulamayı ‘işçi sendikalarını yoketme operasyonu’ olarak değerlendirdi, fakat Refahyol hükümeti döneminde Konsey’de yeraldı. DİSK ise sürekli ikircikli bir tavır içinde gözükerek ne Konsey’i olumladı ne de Konsey’de yer almaktan imtina etti. Emek örgütleri içerisinde bir tek KESK ‘ Konsey’in neoliberel politikaların dayatılacağı bir kurum olacağını’ belirterek böyle bir yapıda yer almayacağını kesin bir dille belirtmiştir.

SONUÇ

Her ne kadar korporatist uygulamalar ilk kez iki dünya savası arasında fasist rejimler döneminde ortaya çıkmıs olsalar da, konunun yeniden güncellesmis olmasının nedeni, tarihin ikinci dünya savası sonrası dönemde demokratik rejimlerde de korporatist modelin yasam alanı bulabilecegini göstermis olmasıdır.

Scmitter gibi yazarlar 2. Dünya Savası sonrası ortaya çıkan korporatist modeli fasist korporatizmden ayırmak için neo-korporatizm terimini kullanmaya baslamıstır. Fasist korporatizm tekçi ve totoliter özelliklere sahipken, neo-korporatizm daha çogulcu ve ılımlı devletçidir. Neo- korporatist modeli kendi içinde sosyal korporatizm ve otoriter korporatizm biçiminde ikiye ayırmak mümkündür. Bu ayrımda temel alınan kriterler ise devletle mesleki örgütler arasındaki iliskinin özerklik derecesi, zor-baskı faktörüyle ekonomiksosyal ödün faktörü arasında hangisinin agırlıkta oldugu ve sendikaların kamu politikalarının olusturulma sürecindeki etkinlik derecesidir.

Sosyal korporatizm ve otoriter korporatizm ayrımı genel olarak açıklayıcı bir deger tasımakla beraber, bu modellerin kendi içlerinde de her ülkedeki sınıfsal güç dengelerine, o ülkenin sosyo-ekonomik gelismislik derecesine, sendikalasma düzeyine ve niteligine göre önemli farklılıklar gösterdigi gözlemlenmektedirNitekim otoriter korporatizmde nispeten daha baskıcı ya da daha katılımcı olması açısından içleyici ve dıslayıcı otoriter korporatizm olarak ikiye ayrılmaktadır.
Güçlü bir isçi hareketinin ve örgütlenmesinin oldugu, keynesyen ekonomi politikaların uygulandıgı güçlü ekonomik yapılara sahip Avrupa ülkelerinde sosyal korporatizm uygulamalarına rastlanırken; bazı azgelismis ülkelerde de isçi örgütlerinin ulusal kurtulus savaslarında etkin olmaları, iktidar bloku içindeki çatısmalar nedeniyle bazı iktidar güçlerinin isçi hareketiyle ittifak arayısına girmesi ve istikrarlı ekonomik büyüme gibi faktörlerin biraraya gelmesiyle daha esnek, demokratik devlet korporatizmi örneklerine rastlanmaktadır.
Korporatizm konusundaki bir baska ayrımda ölçekle ilgilidir. Ulusal düzeydeki korporatizme makro korporatizm, sektörel korporatizme mezzo korporatizm, isyeri-isletme düzeyindeki korporatizme mikro korporatizm, uluslararası ölçekte geçerli olan korporatizme de mega korporatizm denilmektedir.
Korporatist uygulamaların genel olarak ekonomik-sosyal bunalımve dönüsüm dönemlerinde gündeme getirildigi gözlemlenmektedir. Ulusal ekonominin krizden kurtarılması, uluslararası rekabette daha avantajlı hale getirilmesi korporatist uygulamaların gündeme getirilmesinin temel nedenleri arasında yer almaktadır.
Bu model aracılıgıyla ulasılmak istenen en önemli amaçlardan biri çalısma iliskilerinin çatısmacı özelliklerini azaltmaktır. sçi örgütlerinin bu politikaya entegre edilme biçimi o ülkenin ekonomik gücüne, sınıf dengelerine ve kültürel mirasına vb. baglı olarak degismektedir. Bu entegrasyon ya ekonomik, siyasi ve kurumsal tesvikler verilerek ya da baskı ve zor aracılıgıyla gerçeklestirilmektedir.
Ayrıca korporatist uygulamalara en yatkın isçi ve isveren örgütlerine kayırıcı bazı imtiyazlar verilerek bu örgütün tekelci temsil hakkı elde etmesi saglanmaya çalısmaktadır. Böylece isçi ve isveren örgütlenmeleri iktisadi ve sosyal politikaların olusturulma sürecinde devletle ve birbirleriyle özel bir iliski içine sokulmaktadır. Bu iliskinin kurumsal ifadesi ise genellikle Ekonomik ve Sosyal Konsey türü örgütlenmelerdir.
Gelirler Politikası ve "Toplumsal Anlasmalar" ise korporatist modelin en önemli iki aracı niteligindedir.
1923 ktisat Kongresi, 1927 Ali ktisat Meclisi gibi, sosyal korporatizmi andırır girimler sözkonusu olmakla beraber, tek parti dönemi genel olarak alt birimlerin merkezi otoriteye boyun egidigi, parti ve seçim sisteminin zayıf oldugu, tekçi ve sınıfsal ayrımların baskılandıgı bir dönemdir. Otoriter de olsa bir korpatizmin varlıgının sözkonusu olabilmesi için isçi örgütlerinin varlıgı gerektigi ve tek parti döneminde ise bu tür örgütlenmeler yasaklanmıs oldugu için, bu dönemde korporatist modelden ziyade paternealist modelin sözkonusu oldugu söylenebilir.
1947 yılında çıkarılan 5018 sayılı Sendikalar Yasası ile devlet  güdümünde, mali bakımdan güçsüz, ideolojik çerçevesi devletçe belirlenmis, zayıf ve çok parçalı bir sendikacılık gündeme geldi. Bu tarihten sonra gündeme getirilen model sendikalann devletçe yaratılmıs oldugu, devletin yukardan sıkı kontrol kurdugu, korporatist tesvikler yerine baskı ve zor unsurunun daha basat bir karakter tasıdıgı otoriter korporatizmin pek çok özelligini tasımaktadır. Bu dönemde iktidarlar toplu is iliskileri alanında baskıcı ve yasakçı tutumlar alırken, bireysel is iliskileri alanında ileri düzenlemeler gerçeklestirdiler. Bu dönemde varolan uygulamaları paternealist özelliklerde tasıyan bir otoriter devlet korporatizmi olarak tanımlamak olanaklıdır.
1960-1980 dönemi Türkiye'de korporatist yapılanmanın hem daha belirgin bir mahiyet kazandıgı hem de bazı korporatist tesviklerle güçlendirilen bu korporatist uygulama aracılıgıyla, sendikal hareketin sistemle bütünlestirilmeye çalısıldıgı bir dönemdir. 1952'de kurulan ve 1960'a kadar baskılar altında etkinliklerini sürdüren Türk-s, 1960 sonrasında devletçe tekelci temsil hakkı tanınan, gücü, etkinligi ve merkezilesmesi artmıs hiyerarsik bir yapı kazanmıstır.
Gerek iktidar blokundaki iç çatısma gerekse ve özellikle ithal ikameci Keynesyen politikalara geçis, 1960 sonrasında otoriter sınırlamaların yanı sıra demokratik tesviklere de yer veren daha esnek bir otoriter korporatizm uygulamasının gündeme gelmesine yol açmıstır. 274 ve 275 sayılı yasalarla ve 1967 tarihli s Kanunu ile sendikal örgütlenme alanında demokratik nitelikli bazı ileri düzenlemeler getirilmistir. Saglanan tesvikler yalnız bu tür yasal düzenlemelerle, ya da yalnızca Türk-s'e tekelci temsil hakkı saglanmasıyla sınırlı kalmamıs, aynı zamanda 1963-70 arasında isçilerin reel ücretlerinde de artıslar gerçeklesmistir.
Kamu politikalarının olusturulmasına yönelik 'kurumsal isbirligi' açısından da soruna bakılacak oldugunda, bu dönemde Türk-s büyük ölçüde etkisiz ve yüzeysel kalsa da DPT Karma Komisyonlarında, SSK'da, Asgari Ücret Tespit Komisyonu'nda, Yüksek Hakem Kurulu'nda, Milli Prodüktivite Merkezi Yönetim Kurulu'nda vb. temsil edilmeye baslanmıstır.
1980 sonrasında ise, sendikal haklar,TS ve grev hakkı sınırlandırılmıs; check-off hakkının tek bir sendika ile sınırlandırılması, % 10 iskolu barajının getirilmesi vb. ile tek bir güçlü- merkezi sendika yaratılmak istenmis; yönetici ve kurucu olma sartları agırlastırılarak, sendikalara faaliyet alanında bir dizi yasak getirilerek devletin sendikalar üzerindeki kontrolü çogaltılmakistenmistir. Böylece devletin yönlendiriciligi ve denetimi altında, yasaklamaları tesviklerden agır basan daha katı ve baskıcı bir otoriter devlet korporatizminin kosulları yaratılmaya çalısılmıstır.
Ayrıca dünya kapitalizmi ile bütünlesme, rekabet, verimlilik artısı, piyasa mekanizmasına müdahale etmeme yaklasımlarının ön plana çıktıgı; devlet müdahalesinin, güçlü sendikacılıgın, sosyal harcamaların, Keynesçi tam istihdam yaklasımının krizin sorumlusu olarak görüldügü, neo liberal iktisadi politikaların revaçta oldugu bu yeni dönemde, eski türden korporatist uygulamalar da gözden düsmeye baslamıstır. Sendikaların azçok muhattap kabul edildigi bir dönemden sendikaların islevsizlestirilmeye çalısıldıgı, sendikasızlastırma politikalarının bütün yogunluguyla uygulandıgı yeni bir döneme girilmistir. Tüm bunlara, neo liberal politikaların öncelikle ve yogunlukla Türk-s'in örgütlü oldugu kamu sektöründe uygulanıyor olusu eklenince, Türkiye'deki korporatist uygulamaların temeli iyice sarsılmıs ve Türk-s 1987'den itibaren çatısmacı bir yönteme yönelmis, 1987 ve 1991 arasında Türkiye son derece yıgınsal ve etkili bir isçi hareketi dalgasıyla yüzyüze kalmıstır.
1991’den sonra ise, isçi haklarında bir ilerleme olmamasına, mevcut neo-liberal politikalardan köklü bir sapma yasanmamasına karsın, isçi hareketinde belirgin bir durgunluk yasanmaktadır. Sendikaların toplu is iliskileri ve bireysel is iliskileri alanında geçmis dönemlere göre çok daha az muhattap kabul edildikleri bu dönemde, isçi hareketinin durgun olmasının en önemli nedenleri olarak sol akımların dünya ve ülke çapında büyük bir gerileme yasamaları ve Türkiye’nin etnik temelli bir bölünme tehditi yasıyor olması belirtilebilir.
Neo-liberal politikaların hakim oldugu ve isçi hareketinin durgun oldugu bu dönemde varolan korporatist yapılar ise, bir diyalog ve uzlasma platformundan ziyade tek taraflı dayatma ve onaylatma platformları görüntüsü vermektedir.
1970’li ve 80’li yıllarda da özellikle isveren çevrelerince gündeme getirilen Ekonomik Sosyal Konsey uygulamasının, uzlasmanın sosyal temellerinin iyice sarsılmaya basladıgı 1990’lı yıllarda çok daha yogun olarak gündeme tasındıgı görülmektedir. Ekonomik Sosyal Konsey’in özellikle 1987- 1991 arasında yükselen isçi eylemliliginin ardından daha sıkça dillendirilmeye baslanması, Ekonomik Sosyal Konsey’den beklenen islevin uzlasmadan ziyade ya da en az o kadar, isçi örgütlerinin – hareketinin kontrol altnda tutulması amacını tasıdıgı izlenimini yaratmaktadır. Nitekim, nihayet 17 Mart 1995’te bir basbakanlık genelgesi ile faaliyetine baslayan Ekonomik Sosyal Konsey, isçi çevrelerince krulusundan itibaren anayasal ve yasal dayanaktan yoksun olarak genelgelerle kurulmus olmasınının yanı sıra, temsil yapısının adaletsiz olması, konsey gündeminin devletçe belirlenmesi ve neo-liberal politikaların isçi tarafına dayatıldıgı bir platform olması nedeniyle sürekli elestiri konusu olmustur. Ayrıca belirtmek gerekiyor ki, Konsey’in olusturulmasının ardındaki bir baska önemli neden de, devletin AB sürecindeki yükümlülüklerini yerine getirmek kaygısı olmustur. Gerek Ankara Anlasması’nın 27. maddesi gerekse 1993 Ocak’ında imzalanan 144 sayılı ILO sözlesmesi devlete bu türden bir üçlü yapı olusturma yükümlülügü getirmektedir.
Sürece toplam olarak bakıldıgında Türkiye’de gelismis Avrupa ülkelerinde görüldügü türden sosyal korporatizmi ve bazı Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde görüldügü gibi içleyici otoriter devlet korporatizmini andırır tek dönem 1960-80 arası dönemdir.
Türkiye’de güçlü ve bagımsız sendikalara sahip bir isçi hareketinin varolmaması, sosyal demokrat ve sosyalist hareketlerin varolması ve iç pazara yönelik güçlü bir sosyo ekonomik yapının sözkonusu olmaması, genel olarak varolan korporatist yapıların baskıcı ve dayatmacı olmasına kaynaklık etmistir.
Ayrıca bazı Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde görüldügü gibi isçi sınıfı Türkiye’deki ulusal kurtulus savasınına etkin olarak katılamamıs, milliyetçi koalisyonun önemli bir unsuru olarak , kurtulus ve kurulus sürecinde agırlıgını hissettirememistir. Bunun en önemli nedeni ise, Osmanlı dönemi isçilerinin agırlıklı olarak gayri müslimlerden olusması ve Ulusal Kurtulus Savası’nın merkezinin İstanbul, İzmir gibi isçi agırlıklı kentlerden ziyade Anadolu bölgesi olmasıdır.
1960-1980 dönemihde daha esnek bir korporatist modelin olusmasının arkasında ise iktidar bloku içindeki çeliski ve çatısmaların; keynesyen ekonomi politikaların ve istikrarlı bir ekonomik büyüme sürecinin oldugu söylenebilir.
İktidar blogu içindeki agırlıgını kaybetme riskine karsı siyasi iktidara karsı bir darbe düzenleyen ordunun, darbeye sosyal taban saglamak amacıyla, keynesyen ekonomi politikaların tabanını da olusturacak olan isçi,memur, aydın, sanayici agırlıklı bir kentsel ittifak olusturma yoluna gitmesi 60 sonrası isçi-isveren ve devlet iliskisini de önemli ölçüde etkilemistir.
İkinci önemli faktör de, 1950’lerin sonunda baslayan ithal ikameci uygulamaların darbeden sonra çok daha sistemli ve kapsamlı hale gelmis olması; bir baska ifadeyle keynesyen politikalara net bir sekilde geçilmesidir.
Üçüncü faktör de, bu tarihten sonra Türkiye’de yıllık ortaması yüzde 9 düzeyinde seyreden önemli bir büyüme sürecine girilmesidir. Bu kosulların bir araya gelmesinin ürünü olarak Türkiye’de 1960-80 döneminde otoriter korporatizmin nispeten esnek, bazı bakımlardan sosyal korporatizmi çagrıstıran bir biçimi uygulama alanı bulabilmistir.
Ne var ki bu aynı dönem Türkiye gibi ülkelerde, sosyal korporatizmin bazı özelliklerini de içinde barındıran bu tür esnek bir modelin kalıcı ve istikrarlı olamayacagını da ortaya çıkarmıstır. Türkiye'deki modelin en temel özelliklerinden biri istikrarsızlıgı ve güvenilmezligi olmustur. Bunun en temel nedeni de iktisadi yapının zayıflıgıdır. Ayrıca sendika/ sosyal demokrat parti iliskisindeki zayıflık, sendikal yapının parçalanmıslıgı, Türk-s'in kendi alt örgütleri ve tabanı üzerindeki otorite ve denetim zayıflıgı bu istikrarsızlıgı besleyen ek faktörler olmustur. Bu istikrarsız yapının bir baska isareti de sosyal korporatizmin en tipik özelligi olan 'toplumsal anlasma' uygulamasının Türkiye'de yalnızca bir kere, 1978 yılında gündeme gelmesi ve bununda basarısızlıkla sonuçlanmasıdır.

KAYNAKÇA
AKKAYA,Yüksel.;Neo–Korporatizm ve Türkiye’de Sendikacılık. Yayınlanmamıs Doktora Tezi, 1996,
ARSLAN Hakan. (1997), Bir ESKTartısması Taslagı, Yayınlanmamıs çalısma, 1996
ATAÖV Türkkaya; Afrika Ulusal Kurtulus Savası Mücadeleleri, A.Ü. Yayınları, Ankara,1977
ATESOGULLARI Kamil.; Uluslararası Çalısma Örgütü ve Türkiye,  Petrol - İs Yay. İstanbul, 1997
BELGE Murat.; “KOrporatizm”, Radikal Gazetesi, 29-30 Eylül 2006
BORATAV, Korkut. ; 'Güney Kore Modeli', Yapıt, 6/1984.
BORATAV, Korkut. ; 'İktisat Tarihi 1908-1980', İstanbul, Cem Yayınevi, 1989.
BORATAV, Korkut.; 'Ülkeler Arası Ücret Karsılastırmaları ve Türkiye', Yeni Marksizm ve Gelecek, 3/1994.
BORATAV, Korkut. - TÜRKCAN, E.; Türkiye'de Sanayilesmenin Yeni Boyutları ve Kit'ler, İstanbul, 1993.
BURÇAK, R.Selim. ; Türkiye'de Demokrasiye Geçis (1945-1950), Olgaç Matbaası, 1979.
CİZRE, Ümit. ; Yeni Korporatizm, Batı Avrupa ve Türkiye Deneyimleri, Yayınlanmamıs Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, 1987.
CİZRE, Ümit; 'Korporatizm ve Türk Sendikacılıgı L', BİRİKİM, 417, 1992a.
CİZRE, Ümit; 'Korporatizm ve Türk Sendikacılıgı II', BİRİKİM, 418,1992b.
DEREL, Toker ; 'Ekonomik ve Sosyal Konsey'in Kurumsal Yapısı ve İslevleri', Sosyal Siyaset Konferansları, Kırkıncı kitap, Ü Yay.,İstanbul,1995
DEREL Toker; "Sosyal Diyalog", İs Hukukunun Güncel Sorunları ,TÜHİS Yay.İ stanbul,1997
EKİN, Nusret ; Milli Seviyede İsçi-İsveren İsbirligi, Türk-İs Yay., Ankara,1973.
GÜLMEZ, Mesut; Türkiye'de Çalısma İliskileri (1936 ÖNCESİ),Ankara,TODAlE Yayını, 1991.
GÜZEL, M.Seyhmus ; Türkiye'de İsçi Örgütlenmesi (1940-1950), 2.CİLT, ( Doçentlik Tezi), Ankara Üniversitesi, 1982.
GÜZEL, M.Seymus. ; “1980 Sonrasında İsçi Haklarında
Gerilemeler”,11.TEZ, 5/1987.
GÜZEL, M.Seymus ; Türkiye'de İsçi Hareketi (Yazılar-Belgeler),Sosyalist Yayınlar,İstanbul, 1993
ISIKLI, Alpaslan; Türkiye'de Sendikacılık Hareketleri içinde Demokrasi Kavramının Gelisimi, Kültür Bakanlıgı Yay., Ankara, 1994.
ISIKLI, Alpaslan; Sendikacılık ve Siyaset 1. Cilt, Öteki Yay.
Ankara,1995.KARA, Nadir; 'Çok Partili Sisteme Geçis', YAPIT, 8/1984-1985.
KEYDER, Çaglar; Türkiye'de Devlet ve Sınıflar, iletisim Yayınlan, İstanbul,1989.
KOÇ, Yıldırım ; Türkiye'de Sınıf Mücadelesinin Gelisimi-1 (1923-1973), Birlik Yay., Ankara, 1979.
KOÇ, Yıldırım ; '1936-1960 Döneminde sçi Hakları', Türkiye'de İsçi Hakları (Osmanlı Döneminden 1986'ya), Türkiye Yol is Sendikası Yay., Yayın no. 986/8, Ankara, 1986.
KOÇ, Yıldırım ; Günümüzde sçi Sınıfı ve Sendikalar, Metis Yay.,İstanbul,1989.
KOÇ Yılrdırım ; "Ekonomik Sosyal Konsey", Mülkiyeliler Dergisi, sayı215, Ankara,1999.
KÖKER Leven.; Modernlesme, Kemalizm ve Demokrasi, İletisim Yay.,Ankara, 1993
KUTAL Gülten ; “ Hükümetin Grev Erteleme Kararları Yogunlasırken”,İktisat ve Maliye, 27(5), 1980a
KUTAL Gülten ; “Sendikal Faaliyetler Durdurulduktan Sonra Ortaya Çıkan Sorunlar”, ktisat ve Maliye, 27 (9) 1980b.
KUTAL, Gülten. ;”Türkiye’de Endüstri liskilerini Düzenleyen İki YeniYasa” İktisat ve Maliye, 30(4), 1983a
KUTAL Gülten ; “Yeni Sendikalar Yasasında Sendikalara Tanınan ve Yasaklanan Faaliyetler” İktisat ve Maliye, 30 (10) 1983b
MAKAL Ahmet; "Korporatizm", Türkiye Sendikacılık Ansiklobedisi, İstanbul,1996
MUMCUOGLU, Maksut.; Sendikacılık-Siyasal ktidar liskileri, Ankara, Doruk Yayınlan, 1979.
MUNCK Ronaldo ;Uluslararası Emek Arastırmaları, Öteki Yay., Ankara,1995
ÖKÇÜN , Gündüz.; Türkiye ktisat Kongresi 1923- İzmir, Ankara, 1971.
ORAN, Baskın.; Azgelismis Ülke Milliyetçiligi, Bilgi Yay. Ankara,1997
ÖZKAPLAN, Nuray. ; Sendikalar ve Ekonomik Etkileri (Türkiye Üzerine Bir Deneme), Kavram Yay., İstanbul, 1994.
ÜSTÜN Mahmut; “Niçin ESK Degil ? ", Enerji Yapı Yol Sen Dergisi,1997/5
PARLA, Taha; Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye'de Korporatizm, İletisim Yayınları, İstanbul, 1993.
PETROL-İS ; PetroL-İs Yıllıgı 1993-94, İstanbul,1995
SENCER, Oya; Türkiye'de sçi Sınıfı, Dogusu ve Yapısı, Habora Kitabevi, stanbul, 1969.
SÜLKER, Kemal ; Yüz Soruda Türkiye'de sçi Hareketleri, Gerçek Yayınevi, stanbul, 1973.
SÜLKER, Kemal ; Türkiye'de Sendikacılık Tarihi 1, Bilim Kitabevi, İstanbul,1987.
SÜZAL, Nermin. ; Türkiye'de Dayanıklı Tüketim Malları Sektörü Gelisimi ve Yapısı, (Yayınlanmamıs doktora tezi), Gazi Üniversitesi, Ankara, 1989.
SEN Sabahattin, Alt sverenlik ve Endüstriyel liskilere Etkisi, Liman-İ s Yayınları.Ankara,1996.
SENSES, Fikret ; 1980 Sonrası Ekonomi Politikaları Isıgında Türkiye'de Sanayilesme, V Yay., Ankara, 1989.
TALAS, Cahit; Toplumsal Anlasma, Ankara, 1982.
TALAS, Cahit. ; Toplumsal Politika, Ankara, mge Kitabevi, 1990.
TEZEL, Y.Sezai. ; Cumhuriyet Döneminin ktisadi Tarihi (1923-1950), Yurt Yayınlan, Ankara, 1982.
TİSK ; Dünyada Sosyal Diyalog Uygulamaları ve Türk Çalısma Hayatı (Teksir), İstanbul, 1994.
TİSK ; İsveren Dergisi, Mart 1996.
TOPUZ, Hıfzı; Kara Afrika, Milliyet Yay., İstanbul, 1971
TUNCAY, Mete; Türkiye Cumhuriyetinde Tek - Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), Yurt Yayınları, Ankara, 1981.
TURGUT,Selim; Demokrat Parti Döneminde Türkiye Ekonomisi, Ankara,1991.
Türk-İs Dergisi, Eylül (138)71980.
TÜSİAD ; Sanayilesmede Yönetim ve Toplumsal Uzlasma, İstanbul,1992










Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-