TÜRKİYE KORPORATİST MODELİN NERESİNDE?
TÜRKİYE
KORPORATİST MODELİN NERESİNDE?
ÖNSÖZ
Çalışmamızın amacı,
Türkiye'de ki endüstri iliskileri sisteminde devlet-isçi-isveren üçlüsü
arasındaki iliskilerin yıllar boyunca geçirdigi evrimi korporatizm kuramı
açısından incelemek ve korporatist modelin Türkiye'deki çalısma iliskileri açısından geçerli olup olmadıgını
ortaya koymaktır. Eger korporatist model geçerli ise bu modelin hangi yıllar
içinde, ne ölçüde ve hangi biçimde geçerli oldugunu ortaya koymak, bu modelin
uygulanma kosullarını saptamaya çalısmak, Türkiye'de böyle bir modelin
uygulanma ve basarı sansı açısından öngörülerde bulunabilmek de çalısmamızın
ulasmaya çalıstıgı amaçlar arasındadır.
Bu amaç çerçevesinde önce
genel olarak korporatizm kuramına iliskin yaklasımlar ele alınmakta, ardından
ise gerek gelismis ülkelerdeki gerekse de bazı azgelismis ülkelerdeki
korporatizm uygulamaları hakkında bazı bilgiler verilmekte, bu uygulamalar
hakkında bazı sonuçlar, genellemeler yapılmaya çalısılmaktadır.
Çalısmamazın Türkiye ile
ilgili bölümünde ise, Türkiye Endüstri liskileri yukarıda tanımlanmaya
çalısalan korporatizm kuramı açısından anlamlı gördügümüz Tek Parti, 1947-1960,
1960-1980 ve 1980 ve sonrası seklinde bölümlenerek ele alınmaya çalısılmakta;
1978 tarihli Toplumsal Anlasma üzerinde özellikle durulmakta ve korporatizm
kuramı açısından Türkiye’deki çalısma iliskilerinin tarih içinde geçirdigi
evrim hakkında bazı sonuç ve yargılara varılmaya çalısılmaktadır.
Son olarak da korporatizm
uygulamalarının en önemli kurumsal aracı olan Ekonomik ve Sosyal Konsey’in
genel bir tanımı yapıldıktan sonra Türkiye’deki uygulama dünya uygulaması ile
bazı bakımlardan karsılastırma içinde ele alınmaktadır.
GİRİŞ
Korporatizm, endüstri
iliskileri açısından önemli ve bir o kadar da güncel bir konudur. Korparatif
politika ve uygulamalara yönelik tartısmalar, dünyada 1970'li yıllardan,
ülkemizde de 1980'li yıllardan beri gündemdedir. Degisik dönemlerde bu
tartısmalar yogunlugunu artırmakta, toplumun degisik kesimleri konu ile ilgili
görüs ve önerilerini ortaya koymaktadır. Bu tartısmalar sürerken bir yandan da
korporatist modelin en önemli kurum ve araçlarından biri olan Ekonomik Sosyal
Konsey olusturulmus bulunmaktadır. Bu konu belli bir dönemden beri daha yogun
olarak gündemde olmasına karsın akademik alanda konuyla ilgili yeterli çalısma
yapıldıgını söyleyebilmek oldukça zordur. Konunun gelismis ve azgelismis
ülkelerdeki uygulamaları da gözetilerek Türkiye açısından degerlendirilmesi,
genel olarak korparatif modelin özel olarak da Ekonomik Sosyal Konsey türü
uygulamaların Türkiye endüstri iliskileri açısından yerinin, öneminin ve basarı
sansının ne olduguna/olabilecegine iliskin bazı gözlem ve sonuçlara ulasılması
yararlı bir çaba olacaktır.
İsçi-isveren-devlet
iliskileri üzerine yapılan inceleme ve degerlendirmeler genel olarak üç ana
teorik-yöntemsel çerçevede ele alınmaktadır. Konunun genel olarak liberal,
marksist ve bunların arasında kalan korporatist modeller temeli üzerinde ele
alındıgı gözlenmektedir.
Liberal yaklasımlar bireyi
esas alır ve bu bireyler çıkarlarını çıkar grupları ve siyasi partiler
aracılıgıyla ifade ederler. Bu çıkarların merkezi siyasi kararlar haline
dönüsmesinin aracı ise bölgesel esas üzerine kurulmus olan parlamentodur. Bu
anlayısa göre çok sayıda ve birbirine esit güçte, birbirleriyle rekabet halinde
olan baskı grupları baskı uygulamak yoluyla kendi çıkarlarını savunurlar.
Devlet liberal anlayısta etkin bir rol oynamaz. Bir çesit "trafik
memuru" görevi yerine getirir. Sivil toplumdaki çıkarlar, bu çıkarların
ifadesi, çıkarlar arasında tercih vb. konularında devlet müdahalesi olumsuz,
"dogal dengeyi” bozan bir durum olarak görülür.
Marksist yaklasımda siyasal
sürecin öznesi bireyler degil, sınıflardır. Tarih, sınıf mücadelelerinden
ibarettir. Devlet ise, sınıf mücadelelerinde edilgin ve tarafsız olmak bir
yana, egemen sınıfın en yetkin örgütlenmesi durumundadır. Marksist yaklasımda
'araççı' olarak nitelenebilecek degerlendirmelere göre, devlet egemen sınıfın,
kapitalizm sözkonusu oldugunda burjuvazinin çıkarlarını savunan bir
mekanizmadan baska bir seydegildir. "İslevselci" denilebilecek bir
diger degerlendirme türüne göre, devlet nihayetinde egemen sınıfın bir aracı
olmakla beraber, kollektif bir kapitalist olarak tek tek kapitalistlerden
nispeten özerk bir yapıya sahiptir. Devlet tek tek kapitalistlerin çıkarlarını
birebir savunan basit bir araç olmaktan ziyade, gerektiginde tek tek
kapitalistlerin çıkarlarıyla da çatısarak, genel olarak kapitalist sistemin
çıkarlarını savunan daha etkin ve özerk bir yapılanmadır. Dolayısıyla devlet
tek tek kapitalistlerin degil genel olarak kapitalist sistemin; kapitalistlerin
kısa vadeli çıkarları yerine kapitalist sistemin uzun vadeli çıkarlarının ve
varlıgının bekçisi durumundadır.
İsçi-isveren-devlet
iliskilerini ele alan ve yakın dönemde bir hayli yaygınlık ve itibar kazanan
bir diger yaklasımda korporatizm, daha dogrusu neo-korporatizm teorisidir. Bir
toplum ve ekonomi modeli olarak korporatizm, toplumu birbirine karsılıklı
olarak bagımlı ve islevsel bakımdan birbirini tamamlayan parçalardan olusan
organik ve birbirine uyumlu bir bütün olarak degerlendirir.
Bu anlayısa göre, çesitli
sınıf, statü ve meslekler arasında çıkar çatısmaları olsa da, bu çıkar
çatısmaları devlet-isçi-isveren merkezli kalıcı kurumsallıklar yaratarak,
karsılıklı tavizlerle uzlastırılabilir. Çıkarları çatısan bu kesimler arasında
Ekonomik Sosyal Konseyler vb. türü diyalog, katılım mekanizmaları aracılıgıyla
bir takım ortak hedefler yaratılabilir.
Biz bu çalısmada endüstri
iliskilerini korporatist model açısından ele alacagız ve korporatizm kuramı
açısından Türkiye'deki endüstri iliskilerinin nerede konumlandıgını saptamaya
çalısacagız.
Çalışma kapsamında, Türkiye'deki endüstri iliskileri
korporatizm kuramı ve uygulamaları açısından, gelismis ve azgelismis ülkelerle
kıyaslama içinde ele alınacak, Türkiye'deki endüstri iliskilerinin korporatist
modelle ne derece uygunluk içinde oldugu saptanmaya ve bu modelin Türkiye'nin
geleceginde bir rol üstlenip üstlenemeyecegi üzerinde bazı öngörülerde
bulunulmaya çalısılacak, bir korporatist kurum olarak Ekonomik ve Sosyal Konsey
üzerinde durulacaktır.
BİRİNCİ
BÖLÜM
GENEL
OLARAK KORPORATiZM
Bir toplum ve ekonomi
modeli olarak korporatizm, toplumu birbirine karsılıklı olarak bagımlı ve
islevsel bakımdan birbirini tamamlayan parçalardan olusan organik ve kendi
içinde uyumlu bir bütün olarak görür(Belge:2006; Parla,1993:7). Tanımı geregi
anti-sosyalist ve anti -çogulcudur. Aynı zamanda bireyi degil kamusal alanı öne
çıkardıgı için antiliberaldir.
Liberalizmin aksine
korporatist anlayısa göre toplum bireylerin toplamı degildir, ondan daha fazla
birseydir. Dolayısıyla korporatist anlayıs bireysel çıkarlara, ondan daha üst
bir çıkar olarak görülen kamusal çıkar adına sınırlamalar getirir
(Parla,1993:8). Liberal anlayısta siyasal etkinligin temel birimi bireydir.
Bireyler çıkarlarını çıkar grupları ve siyasal partiler aracılıgıyla ifade
eder. Bu çıkarların merkezi siyasal kararlar haline gelmesi bölgesel esas
üzerine kurulu olan parlamento kurumu aracılıgıyla olur. Buna karsılık
korporatist anlayısta siyasal etkinlik ve örgütlenmenin temeli meslek
gruplarıdır. Çıkarların temsil ve ifadesi korporatist örgütlenmeler
aracılıgıyla gerçeklesir. Merkezi siyasal karar alma mekanizması ise
korporasyonlarla devleti biraraya getiren yapılardır. Bu yönetsel yapılar-- bölgeye
göre degil - mesleki temsil esasına göre örgütlenmis parlamento ya da piramit
biçiminde örgütlenmis korporatif konseylerden olusmaktadır (Parla, 1993:95).
Sınıfsal ayrım ve
çatısmaları öne çıkardıgı için sosyalizme, çıkarların farklılıgını vurguladıgı
için çogulculuga karsı olan korporatizm, tüm bu nedenlerle dogal olarak fasist
anlayısı çagrıstırmaktadır. Bilindigi gibi fasizm sınıflar arasındaki
çeliskileri yok sayan bir yaklasıma sahiptir ve fasist toplumsal örgütlenme
anlayısına göre, tüm toplumsal sınıf ve kesimler devletin önderliginde
kurulacak korporatif örgütlerle "milli uyum" içine sokulacaklardır.
Korporatist uygulamaların
ilk kez iki dünya savası arasında Avrupa'nın klasik fasist ülkelerinde görülmüs
olması, ayrıca bu çagrısımı kolaylastıran bir diger önemli etkendir.
Ne var ki korporatizm
konusunun yeniden güncellesmesinin en önemli nedeni, tarihsel pratigin fasizm
dısında, daha baska türden korporatist uygulamaların varlıgını ortaya koymus
olmasıdır. Bu korporatist uygulamaları 1920'lerin fasist korporatist
uygulamalarından ayırtedebilmek amacıyla akademik yazında genellikle
"neo", "çagdas", "liberal", "çogulcu",
"pazarlıkçı", vb.nitelemeleri kullanılmaktadır. 2. Dünya Savası
sonrasının tarihsel pratigi göstermektedir ki, korporatizmi fasizme indirgemek
kesinlikle yanlıstır. Eger böyle yapılırsa, 2.Dünya Savası'ndan sonra gündeme
gelen korporatist uygulamaları kavramak olanaksızlasacaktır. Bu uygulamalar
kesinlikle korporatisttirler ama aynı kesinlikle fasist de degillerdir.
1970'li yıllarda yeniden
yogunluk kazanan tartısmalarda, 2. Dünya Savasını izleyen dönemde sanayilesmis
Batı ülkelerinde "çogulcu piyasa modeli" dısında yeni türden bir
korporatist modelin olustugu iddiası yaygın biçimde dile getirilmeye baslandı
(Akkaya,1996:7). Bu modelde artık isçi ve isveren örgütleri arasında esit bir
rekabet söz konusu degildir. Zira edilgin devletin yerini etkin-müdahaleci bir
devlet anlayısı almıstır ve bu kosullar altında çok sayıda, esit güçte ve
birbirleriyle rekabet eden örgütlerin baskı uygulama yoluyla haklarını elde
etmeleri temel mantıgına dayanan çogulcu piyasa modelinin en temel varlık
kosulu ortadan kalkmıstır(Cizre,1987:69).
Kamu politikaları bundan
böyle yapısal ve islevsel ayrıcalıklarla donatılmıs isçi ve isveren
örgütlerinin birbirleriyle ve devletle giristikleri, kurumsallasmıs ve
süreklilik kazanmıs bir isbirligi sonucunda olusturulmaya baslanmıstır. Bu
isbirligi iliskisi nedeniyle ayrıcalıklarla donatılan isçi ve isveren
sendikaları siyasal ve ekonomik bakımdan güçlenmisler ve fakat ideolojik
bakımdan daha da ılımlılasmıslardır. Ortaya çıkan bu yeni durumu açıklamada
piyasa modelinin yetersiz kaldıgını iddia eden F. Scmittertarafından, 1970'li
yılların ortalarında korporatizm yeniden tartısma platformuna getirilmistir.
Scmitter 2. Dünya Savasını izleyen günlerdeki korporatist uygulamaları, fasist
korporatist uygulamalardan ayırmak için, bu uygulamaları neo-korporatizm olarak
nitelendirmistir (Akkaya, 1998:34).
Korporatizmin iki biçimi
arasındaki fark, esas olarak birey, toplum ve devlet iliskilerine iliskin
farklı yaklasımlarından kaynaklanmaktadır. Korporatizmin her iki türü de
"bireyci liberalizmi" ve "sınıfçı marksizmi"
reddetmektedirler, bu noktada ortaktırlar. Ama fasizmde devlet herseydir,
korporasyonların görevi devleti toplum içinde temsil etmek ve devletin toplum
içindeki uzantıları olmaktır; oysa neo - korporatizmde mesleki örgütler, kısmen
de olsa özerkliklerini korurlar ve mesleki çıkarları bu özerklikleri oranında,
devlet katında devlete karsı temsil ederler (Parla,1993:92-93).
Ayrıca bu korporatist
uygulamalar, marksizmi ve liberalizmi bütünsel bir model olarak dıslamakla
beraber, bu akımların bazı deger ve ilkelerini içinde barındırırlar. Fasist
korporatizm tekçi ve totaliter özelliklere sahipken, neo-korporatizm daha
çogulcu ve ılımlı devletçidir.
Fasist korporatizmle
neo-korporatizm arasındaki ayrım noktalarını vurguladıktan sonra,
neo-korporatizmin de kendi içinde tek biçimli olmadıgı belirtilmelidir.
Kuskusuz her ülkedeki neo-korporatist uygulama, o ülkede ki sınıfsal güç
dengelerine; sosyo-ekonomik gelismislik düzeyine; sendikaların gücüne,
bölünmüslük düzeyine, temsil yetenegine, ideolojik karakterine; egemen güç
blokunun birlesme ya da parçalanma derecesine, uygulanan sermaye birikim
modelinin niteligine ve hangi etkinlikte uygulanabildigine vb.göre kendine has
bir dizi farklılık gösterir.
Fakat tüm bu farklılıklara
karsın neo-korporatist uygulamaları benzerlikleri esas alarak sosyal
korporatizm ve otoriter korporatizm olarak iki alt grupa ayırmak olanaklı
gözükmektedir (Akkaya,1996:49). Bu ayrımda temel alınan kriterler ise, devletle
mesleki örgütler arasındaki iliskinin özerklik derecesi, zor-baskı faktörüyle
ekonomik-sosyal ödün faktörü arasında hangisinin agırlıkta oldugu ve
sendikaların kamu politikalarının olusturulma/uygulanma süreçlerindeki
konumudur (Cizre, 1992a:37).
Korporatizm kavramı en
yaygın kullanım dönemi olan 1920'lerin ardından, Batı toplum bilimcileri
tarafından 1974 petrol krizinin hemen sonrasında yeniden kesfedildi. Shmitter
gibi arastırmacılar, 20. yüzyılın “korporatizm çagı” oldugunu iddia
etmektedirler (Cizre, 1992a:34).
Korporatist uygulamaların,
ekonomik-sosyal bunalım dönemlerinde, genellikle de sosyo ekonomik dönemeç
dönemlerinde gündeme getirilmekte oldugu gözlenmektedir. Nitekim asagı yukarı tüm
korporatist uygulamalara, istikrar ve yapısal uyum programları da eslik
etmektedir (Arslan, 1997:6).
Bu çerçevede korporatist
uygulamalar aracılıgıyla toplumsal birlik ve uyum vb. söylemleri devreye
sokularak bozulan toplumsal istikrar ve uyum yeniden tesis edilmeye çalısılır.
Ulusal ekonominin krizden kurtarılması ve ülkenin uluslararası rekabette daha
avantajlı bir konum elde etmesi, korporatist uygulamaların gündeme
getirilmesinin arkasındaki en önemli saikler arasındadır. Bu uygulama
aracılıgıyla çalısma iliskilerinin çatısmacı niteligi törpülenmeye, grev vb.
yöntemlere basvurulması önlenmeye çalısılır.
Aslında tüm bunlar
vasıtasıyla ulasılmak istenen amaç kar oranlarındaki artısı garantiye almaktır.
Korporatist uygulamaların en ayırıcı özelliklerinden birisi de, ücret
artıslarına kar oranlarındaki artısı garantilemek için bir tavan sınırı
konulmasıdır. Bir baska ifadeyle ücret artısı taleplerinin
baskılanmasıdır(Arslan,1997:9).
İsçi sınıfının/örgütlerinin
bu politikaya entegre edilme biçimi, o ülkenin ekonomik gücüne, sınıf
dengelerine, kültürel mirasına vb. baglı olarak degisir. Bu entegrasyon ya
ekonomik, siyasi ve kurumsal tesvikler verilerek ya da baskı ve zor
aracılıgıyla gerçeklestirilmektedir (Akkaya,1996:38).
Eger o ülkede tesvikler
yürürlüge konuluyorsa; bu tesviklerin üç önemli boyutunun oldugu görülmektedir.
Kar oranlarındaki artısın garantilenmesi, nispi gelir dagılımının sürekli
olarak isçilerin aleyhine olarak bozulması demektir. İsçi
sınıfının/örgütlerinin bu duruma rıza göstermesi, kendilerine, mutlak
gelirlerinde düzenli bir artıs ve istihdam kosullarında bir istikrar
önerilmesiyle olanaklı olabilmistir (Akkaya,1996:41-46).
Bunun yanısıra isçi
örgütlerine, ekonomik - sosyal konularda karar alan kurumlarda temsil edilme
hakkı tanınmıs ve isçi örgütleri özellikle de kendilerini dogrudan ilgilendiren
konularda karar süreçlerine katılabilmistir. Ayrıca, korporatist uygulamalara
en yatkın ve tercihen en güçlü isçi örgütlerine kayırıcı kurumsal tesvikler de
saglanmıstır. Kayırılan isçi örgütüne örgütsel ve mali alanlarda bir dizi yasal
ve fiili avantajlar sunulmakta, ayrıca bu örgüte bir dizi kurumda tekelci
temsil hakkı verilmektedir (Cizre,1987:34).
Böylece isçi ve isveren
örgütleri iktisadi ve sosyal kamu politikalarının olusturulma ve uygulanma
sürecinde, birbirleriyle ve devletle kurumsal bir iliski içine sokulmaktadır.
Ekonomik Sosyal Konseyler ise bu iliskinin baslıca kurumsal araçları
durumundadır.
Ekonomik Sosyal Konsey vb.
kurumlarda saptanan ya da onaylanan gelirler politikası ile korporatizmin genel
amaçlarına ulasılmaya çalısılmakta, zaman zaman da bu aynı amaçlar
dogrultusunda isçi, isveren ve devlet üçlüsü arasında "Toplumsal
Anlasma"lar imzalanmaktadır. Dolayısıyla gelirler politikası ve
"Toplumsal Anlasma"lar korporatist uygulamalarda basvurulan iki temel
araç olmaktadır(Arslan,1997:8).
iKİNCİ
BÖLÜM
KORPORATZiMiN
UYGULAMA ÖLÇEKLERİ
1980'li yılların ortasına
kadar korporatizm tartısmaları makro düzeyde yapılırken, 1980'li yılların
ortasından itibaren "mezzo korporatizm" veya "sektörel
korporatizm", "mikro korporatizm" gibi ayrımlardan da söz
edilmeye baslanmıstır (Makal,1996:723).
2.1.
Makro Korporatizm
Akkaya’ya göre, Schmitter
ve Lehmbruch'un ulusal düzeyde korporatizme iliskin tanımlama ve kavramlastırma
çalısmalarından yola çıkılarak makro korporatizm söyle tanımlanabilir: Makro
korporatizm, devlet tarafından tanınan, belirli denetimlere uyma karsılıgında
kendi alanlarının sınırları içinde tekelci temsil olanagı saglanan, az sayıda,
merkezilesmis, zorunlu üyelik temeline dayanan, rekabetçi olmayan, hiyerarsik
ve islevsel açıdan farklılasmıs büyük çıkar örgütlerinin yalnızca çıkarların
'ifadesinde' veya 'uzlastırılmasında' degil, aynı zamanda kamu
politikalarının olusturulmasında ve
uygulanmasında birbirleriyle ve devletle, ulusal düzeyde, isbirligi
yapmalarıdır (Akkaya,1996:63-64).
Bu tanıma göre devlet,
sadece çıkar örgütlerini tanımak, tescil etmek, tekelci temsil hakkı
bagıslamak, lider seçiminde ve çıkarların içerik ve ifade biçiminin
yapılandırmısım denetlemekle yetinmeyerek, pazarlıkçı bir tutum da almaktadır.
Bürokrasi ile büyük çıkar örgütleri içice geçtiginden çıkarların temsili
geleneksel anlamını yitirmekte, onun yerini hem devlet hem de çıkar
guruplarınca girisilen üst düzeyde bir isbirligi almaktadır(Cizre,1987:43).
Makro korporatizm açısından
durum degerlendirildiginde, unutulmaması gereken bütün bunların, sektörel
düzeylerde degil, ulusal düzeyde gerçeklestirilmesi gerektigidir.
2.2.
Mezzo Korporatizm
Korporatizm ile ilgili
arastırmaların, özellikle 1980'li yıllarda, makro düzeyden daha alt düzeylere
dogru kaymaya basladıgı görülmektedir.
Mezzo korporatizm, ulusal
merkezi (tepe) örgütler ile tekil firmalar veya kisiler arasındaki iliskidir
(Cizre,1987:47). Bu nedenle mezzo korporatizm, makro korporatizmden uygulama alanı
ve içerigi açısından daha sınırlı bir süreci içermektedir. Makro korporatizmde
müdahaleler çok kapsamlı, genel olurken, mezzo korporatizmde bu müdahale belli
sektörlerle sınırlandırılmıs bulunmaktadır. Makro düzenlemeler birçok örgütü
içerirken, mezzo düzenlemeler devlet tarafından imtiyazlı kılınmıs tek bir
örgütü içermektedir(Akkaya,1996:75-76).
Mezzo korporatizm her zaman
isçi örgütlerini içine almaz; sınıf temeli daha az belirgindir. Hatta bu
anlamda mezzo korporatizm isçi sınıfını bölebilmenin bir aracı olarak kabul
edilebilir. Mezzo korporatizmde tek bir sendika ve ticaret örgütü pazarlıklara
dahil edilebilecegi gibi, bu dahil etme sadece sermaye veya isverenle de
sınırlandırılmıs olabilir. Bu nedenle de mezzo korporatizm, makro
korporatizmdeki üçlü katılıma her zaman ihtiyaç duymayabilir.
Mezzo korporatizm
kavramıyla birlikte bazı ülkelerde korporatizmin varlıgını, gelisimini
arastırırken, artık sadece ulusal referanslara bakılmaması gerektigi
düsünülmektedir. Örnegin emegin iktisat politikalarının olusturulmasına dahil
edilmedigi, çıkar gurupları tarafından kullanılabilecek resmi yaptırımlar
olmadıgı gerekçesiyle ABD'nde korporatizmin olmadıgını ileri sürülürken, bu
yaklasımdan sonra ABD’de mezzo korporatizm oldugu kabul edilmektedir.
Yine, öte yandan,
korporatist uygulamalara sahne olan, Fransa ile makro korporatist
uygulamalarının, zaman zaman, basarıyla uygulandıgı İngiltere'de de güçlü,
merkezilesmis çıkar örgütlerinin olmadıgına dikkat çekilerek, bu ülkelerde
korporatizme bu kez mezzo korporatizm çerçevesinde bakılmaya baslanmıstır.
Son yıllarda çalısmalarını
mezzo korporatizm üzerinde yogunlastıran arastırmacılara göre ABD, ngiltere ve
Fransa'da alt-ulusal korporatizme (subnational corporatizm), mezzo düzeyde,
rastlanılmaktadır. Bu sav, korporatizmin gerçeklesme derecesi, alanı, ulusal
özellikleri üzerinde yeniden düsünmeyi gerektirmektedir (Akkaya,1996:77).
2.3.
Mikro Korporatizm
Madem ki müdahale sektörel
düzeyde farklılastırılabiliyor, öyleyse tekil firmalar düzeyinde de
farklılastırılabilir düsüncesi mikro korporatist bir bakısın dogusuna kaynaklık
etmektedir. Burada müdahale alanı ve kurumların dahil edildigi yer tek ve
aynıdır: firma (Akkaya,1996:78).
Mezzo düzenlemelerin etkili
müdahalelerde bulunamadıgı durumlarda mikro korporatizm bir alternatif olarak
ortaya çıkmaktadır Mesleki örgütlerinin zayıf oldugu ya da zayıflatılmaya
çalısıldıgı yerlerde devlet firmalar ile dogrudan, direkt olarak ilgilenmeyi
tercih etmektedir.
Politika olusturmada ve
olusturulan politikanın uygulamasına katılımda çıkarların temsilinin de
bulunması, makro ve mikro korporatizmin ortak özelligi olarak belirtilmektedir
(Akkaya,1996:80).
Mikro korporatizmde
sözkonusu olanın bir uzlastırma degil, bir içte eriterek birlestirme (fusion)
oldugu iddia edilebilmektedir. Oysa korporatizmin olmazsa olmaz özelliklerinden
birisi uzlastırmadır.
Bu yaklasıma göre, isçi
örgütlerini mikro korporatizmde etkin olarak sürece entegre etmek yerine,
fabrika veya firma düzeyinde isçi örgütü marjinalize edilmektedir (Cizre,
1987:48).
ÜÇÜNCÜ
BÖLÜM
AKADEMK
LiTERATÜRDE KORPARATiZM TARTISMALARI
Korporatizmin
kavramlastırılmasına katkıda bulunan arastırmacılardan Gerthard Lehmbruch'a
göre korporatizm çıkarlann temsili ve uzlastırmasından daha fazlasını
içermektedir. O'na göre, "korporatizm, büyük çıkar örgütlerinin kamu
politikalarının olusturulmasında, uygulanmasında birbirleriyle ve devletle
isbirligi yapmalarıdır" (Akkaya,1996:8).
Aynı yazara göre, bu
isbirligi, uygulamada, her yerde aynı sekilde olmamakta farklı boyutlar ve
özellikler tasımaktadır, örnegin, korporatist uygulamanın çok güçlü oldugu sveç
ve Avusturya'da bu, toplumsal ortaklık (social partnership) seklinde olurken,
uygulamanın orta derecede güçlü oldugu Almanya, Hollanda ve Danimarka'da daha
çok iktisadi kriz dönemlerinde uygulanan birlikte eylem (concerted action)
seklinde gerçeklesmektedir. Uygulamanın zayıf oldugu ngiltere ve Fransa gibi
ülkelerde ise "embriyonik" korporatizm söz konusudur.
Lehmbruch’a göre,
kapitalizmin belirli bir asamasında, sınıflararası mutabakat saglayabilmek için
korporatizme ihtiyaç vardır. Korporatizme ihtiyaç duyulmasının nedeni, bu yolla
isçi ve isveren örgütlerinin birer çıkar gurubu olmaktan çıkarılması ve onlara
kamu statüsü kazandırılarak hükümet politikalarının olusturulmasına ve
uygulanmasına ortak edilmesidir. Böylece sınıflararası potansiyel çatısma
sorununun çözümlenmesi istenmektedir(Akkaya,1996:22).
Korporatizmi yeniden
tanımlayıp, kavramlastırma çabası 1974 yılında Philippe C. Schimetter
tarafından baslatılmıstır. Schmitter'e göre korporatizm,"devlet tarafından
tanınan veya tescil edilen (eger devlet tarafından yaratılmadıysa), lider
seçimi ile talep ve desteklerin ifadesinde belirli denetimlere uyma
karsılıgında kendi alanlarının sınırları içinde tekelci temsil hakkı
bagıslanan, sınırlı sayıda merkezilesmis, zorunlu üyelik temelinedayanan,
rekabetçi olmayan, hiyerarsik ve islevsel açıdan farklılasmıs kurucu birimlere
sahip bir çıkar temsili sistemedir (Cizre,1987:112).
Bu tanıma göre devlet,
çıkar örgütlerinin bazılarına yapısal ve fiili ayrıcalıklar tanıyarak, bunun
karsılıgında da bu örgütlerin islev alanını, temsil edecegi çıkarları, üyelerin
niteligini, örgütün yapısını, faaliyetlerini, liderligin nasıl ve kimlerden
olusacagını denetlemektedir. Schmitter, korporatizmin ortaya çıkıs nedenlerini
sınıfsal bir temele oturtmakta ve kapitalizmin belirli bir asamasına tekabül
ettigini öne sürmektedir. O'na göre korporatistlestirilme, kapitalizmin kendini
yeniden üretmesi, daha fazla sermaye birikimi saglama ihtiyacından dogmaktadır
(Akkaya,1996:18).
Schmitter’e göre,
çogulculuk çökmekte oldugu için korporatizm olusmaktadır. Demokrasinin daha
etkin ve istikrarlı bir sekilde isleyebilmesine korporatizmin önemli katkıları
oldugunu ve bu uygulamaların toplumda yönetebilirligi sagladıgını
belirtmektedir. Schmitter'in yaklasımında göze çarpan en belirgin özellik,
korporatizmin isçi ve isverenlerin merkezi örgütleri arasında, bu örgütlerle
devlet arasında, genellikle gelir politikaları ve iktisatpolitikaları
alanlarında meydana gelen kurumsallasmıs bir isbirliginin söz konusu olması ve
bu isbirligi sırasında örgütlerin yapılarında degisiklikler meydana
gelebilmesidir (Cizre,1987:110). Örgütler daha merkezi ve daha yetkili bir hale
gelmekte/getirilmektedir. Leo Panitch'e göre ise bu uygulama aracılıgıyla devlet,
isçi ve isveren örgütlerinin özerkliklerini sınırlayarak onları devlet
politikaları dogrultusunda harekete geçirir ve yönetsel bir kontrol aracı
olarak kullanır(Akkaya,1996:23). Panitch'e göre, isçi örgütlerinin kamu
politikalarının olusturulma sürecine dahil edilmeleri isçi sınıfının siyasi
sistem için bir tehditolusturmasının bir sonucu olup; amaç isçi örgütlerinin
var olan egemenligi sarsmayacak taleplerde bulunmasını saglamaktır. Panitch'e
göre, devlet tarafsız bir konumda olmadıgı için, korporatist nitelikli
toplumsal anlasmaların esit kosullarda yapıldıgı ileri sürülemez. Çünkü, devlet
sermayeden yanadır ve bu anlasmalarla yalnızca ücretlerin bastırılması
hedeflenmekte ve sonuçta zorlayıcı yasal önlemlere basvurmaktadır
(Akkaya,1996:24).
Bob Jessop ise korporatizmi
bir devlet biçimi olarak tanımlıyor. O'na göre korporatizm denen "melez
sistemde", çıkar örgütleri hem siyasi temsili gerçeklestirmekte hem de
devlet müdahalesinin bir aracı olmaktadır(Akkaya,1996:24).
Charles S. Maier ise,
korporatizmi kamu politikalarınınolusturulmasında ademi-merkeziyetçiligin
uygulaması olarak tanımlamaktadır. Bu durum, hükümetin artan ve
merkezilestirilen islevlerini, çıkar örgütlerini karar alma süreçlerine katarak
dagıtma ve yükünü hafifletme ihtiyacından kaynaklanmaktadır(Akkaya,1996:24-25).
Cizre ise, birçok
kavramlastırma çabasındaki kimi ortak unsur ve vurguları birlestirerek
korporatizmi söyle tanımlamaktadır: "isçi ve isveren örgütlerinin yalnızca
birinin, resmi ya da gayri resmi yollarla saglanan örgütsel özerklik kaybı
pahasına, yine yasal ya da gayri resmi yollardan kazandırılan bazı örgütsel
ayrıcalıklar sonucunda iktisadi ve toplumsal kamu politikalarının olusturulma
ve uygulama sürecinde, birbirleriyle ve devletle giristikleri kurumsallasmıs
isbirligi modelidir" (Cizre,1992a: 31).
DÖRDÜNCÜ
BÖLÜM
SOSYAL
KORPORATZM
Neo korporatizmin bu türünü
akademik yazında genellikle görüldügü gibi "çogulcu"ya da
"liberal" önekiyle degil de "sosyal" önekiyle nitelendirmek
bilinçli bir tercihin ürünüdür. Çalısmamızın ilerleyen bölümlerinde daha
ayrıntılı olarak gösterilmeye çalısılacagı gibi, sosyal korporatizmi olusturan
üç önemli faktörün varlıgından sözetmek olanaklıdır. Nicel açıdan güçlü,
bagımsız mücadele ve örgütlenme gelenegine sahip bir isçi sınıfı;
nispetengeliskin bir sosyo-ekonomik yapı ve Keynesyen ekonomi/politikaların
uygulanıyor olması. Bu faktörlerin hep birlikte varolusu sendikalann kamu
politikalarının olusturulma ve uygulanma sürecinde taraf olarak kabul edilmesi
sonucunu dogurmustur ki, sosyal korporatizmin en ayırıcı özelligi de budur.
Burada belirtilmesi gereken bir baska önemli konu da, sosyal korporatizmin
özellikle ve temel olarak bir makro korporatizm oldugudur. Zira bir makro
korporatist uygulama yoksa, sendikalann kamu politikalarının olusturulmasında
bir taraf olarak görüldügünü söylemek de olanaksızdır. Nitekim ABD ve
Japonya'da sendikalar ulusal düzeyde kamu politikalarının uygulanmasında bir
taraf olarak kabul edilmemektedir. ABD'de kısmen mezzo korporatizmden,
Japonya'da ise agırlıkla mikro korporatizm uygulamalarından sözedilebilir. Bu
ülkelerdeki uygulamalar, isçi örgütlerinin siyaset süreçleri dısında olması
gerektigi önkabülüne dayanmaktadırlar ve bu nedenle de bu çalısmanın ilgi alanı
dısındadırlar.
Sosyal korporatizmin ortaya
çıkabilmesi için ülke içi dengelerde isçi sınıfının/örgütlerinin özel bir
agırlıga sahip olması son derece belirleyici bir öneme sahiptir. Nitekim isçi
sınıfının bu özel agırlıgının dogal bir sonucu olarak sosyal korporatist
uygulamalarda -marksizm bütünsel olarak reddedilse bile-sosyalizmin ilke ve
degerlerinin liberalizme göre çok daha önemli bir yeri bulunmaktadır. Sosyal
korporatist uygulamalarda, liberalizm, genel olarak toplumsal uyumu bozdugu
için ve özel olarak da emegin vahsi biçimde sömürüsüne yol açtıgı için reddedilir.
Ayrıca sosyal korporatist uygulamalarda sınıflar ve sınıf mücadelesi bir
gerçeklik olarak degerlendirilmekte, fakat karsılıklı tavizlerle sınıfsal
çıkarların uzlastırılabilecegi savunulmaktadır.
Tüm bu nedenlerle bu
korporatizm uygulamalarını "çogulcu" veya
"liberal",önekiyle degil "sosyal" önekiyle nitelendirmenin
daha uygun oldugunu düsünüyoruz.
4.1-Sosyal
Korporatizme Dogru
1945 öncesinde de bazı
benzer örnek ve girisimlere rastlansa da, sosyal korporatist uygulamaların
tarihini asıl olarak 2. Dünya Savası sonrası dönemle baslatmak gerekir. Zira
sosyal korporatist uygulamalar bu tarihten sonra hem yaygınlık kazanmıs, hem de
bir süreklilik kazanarak bugüne ulasılabilmistir.
Bilindigi gibi bu ülkelerde
çok güçlü bir isçi hareketliligi mevcuttu. Batı Avrupa ülkelerinin asagı yukarı
tümü 1. ve 2. Dünya Savasları sırasında isçi ayaklanmaları ile yıkılma
tehditleri yasamıslardı. l .Dünya Savası sırasında ciddi bir devrim tehditi
yasayan bu ülkeler, bu tehditten, sosyalist hareketin ikiye bölünmesi, sosyal
demokrat kanadın "siyasal devrim" hedefinden vazgeçmesi ve kendine
sistemi ıslah etme misyonu biçmesi sayesinde kurtulabilmislerdi. Ve bu sürecin
sonunda yine asagı yukarı tüm Batı Avrupa ülkelerinde isçi sınıfının reformist
partileri hükümetlerde yeralmıslardı.
Böylece kapitalist sistem
gelecegini kurtarmıs ama isçi sınıfına sistem içi de olsa, ciddi tavizler
vermek zorunda kalmıstı (Talas,1990:65). Ne var ki l. Dünya Savası sonrası
dönem bir istikrarsızlık dönemiydi ve bu istikrarsızlık
1929 krizinden sonra çok
daha derin bir nitelik kazandı. Bu nedenden dolayı, bu dönemde korporatist
uygulamalar kurumsallık kazanamadı. Buna karsın yüzyılın basındaki bu
gelismelerin korporatist olarak nitelenebilecek uluslararası bir kurumun (mega
korporatizm) ortaya çıkmasında belirleyici bir rol oynadıgı görülecektir. Bu
kurum ILO'dur. Aslında ILO'nun kurulması çalısma standartlarının uluslararası
düzeyde belirlenmesine hizmet etmesi amacıyla gelismis ülkelerin sermaye
çevreleritarafından da isteniyordu. En basta dünya pazarlarında "rekabet
esitligi" için bu gerekliydi. Ama daha çok bu kuruma devlet
temsilcilerinin katılması dogrultusunda bir egilim sözkonusuydu. sçi
örgütlerinin temsilcilerinin üçlü bir yapı içinde çalısma standartlarının
belirlenmesinde söz sahibi olması, karar mekanizmalarına katılması yönünde bir
düsünce mevcut degildi(Atesogulları, 1997:37).
Ancak tarihin o evresinde,
yukarıda sıralamaya çalıstıgımız etmenlerin bir araya gelmesi, ILO'nun üçlü bir
yapıda olusturulması üzerinde de etkili oldu. 20. yüzyılda giderek yaygınlık
kazanacak olan korporatist modeller, böylece ilk basta ILO sahsında ve
uluslararası planda hayat bulmus oluyordu. Süreç ilerledikçe benzer korporatist
uygulamalar ulusal düzeylerde de olusturulacak ve giderek yaygınlık kazanacaktı.
Fakat bu gelisim için bir
süre daha beklemek gerekecekti. Zira 1929 krizi ve ardından gelen 2.Dünya
Savası bu uygulamaların o süreçte gerçeklesmesini engellemisti. Fakat savasın
ortaya çıkardıgı sonuçlar, sosyal korporatist uygulamaların olusumunu daha da
hızlandırdı. 2. Dünya Savasından sonra kendini sosyalist olarak niteleyen
ülkelerin sayısı fazlalasmıs ve Batı Avrupa ülkeleri bir kez daha ciddi isçi
ayaklanmalarıyla yüzyüze kalmıslardı. Bu ayaklanmalar basarı kazanamamıslardı
ama, 2.Dünya Savası sonrasında sosyal demokrat ve komünist partiler siyasal
rejim üzerindeki etkilerini oldukça güçlendirmisler, pek çok ülkede tek basına
ya da koalisyon ortagı olarak hükümetlerde yeralmıslardı. Ne var ki savas
sonrasının son derece kötü iktisadi kosulları içinde, sosyal demokrat
hükümetlerin sosyal korporatizm girisimleri bir kez daha basarısız oldu ve bu
politikaların mimarı olan sosyal demokrat partiler güç kaybetmeye basladılar.
Ama çok geçmeden aranan kurtarıcı imdada yetismis ve keynesyen ekonomi
politikalar sosyal korporatist uygulamalar için son derece uygun bir iktisadi
ve sosyal temel saglamıstır.
Kriz içindeki ekonomiler
uygulamaya konulan keynesyen ekonomi politikalar sayesinde krizden kurtuldugu
gibi, hiç kimsenin beklemedigi oranda yüksek ve istikrarlı bir büyüme sürecine
de girmistir. Keynesyen ekonomi politikalar ücretlilerin alım gücünün
yükselmesine kaynaklık etmis, alım gücünün yükselmesi ise yatırımlar ve
ekonomik büyüme üzerinde olumlu bir etki yaratmıstır. Talebin gelistirilmesine
dayalı bu büyüme süreci, genel olarak sosyal devletin özel olarak da sosyal
korporatist uygulamaların maddi temelini olusturmustur (Üstün, 1997:18).
Buraya kadar sosyal
korporatist uygulamaların yasam alanı buldugu Batı Avrupa ve skandinav
ülkelerindeki sürecin genel bir özeti sunularak sosyal korporatizmin olusumuna
kaynaklık eden sosyal, siyasal ve ekonomik kosullar saptanmaya çalısılmıstır.
Sanıyoruz ki aynı tarihsel dönem içinde ABD ve Japonya'da neler yasandıgı da
kısaca özetlenirse, anlatılmak istenenler daha da netlesecektir. Zira ABD ve
Japonya'da da aynı dönem içinde benzer bir büyüme ve göreli refah dönemi
yasanmıs olmasına karsın bu ülkelerde Avrupa ve skandinav ülkelerinde görülen
türden sosyal korporatist uygulamalar gündeme gelmemistir.
ABD'de, Avrupa'dakinin
tersine sendikalasma oranı düsük, sendikal örgütlenmeler dagınık, isçi hareketi
ise kendi içinde oldukça bölünmüs durumdadır. Toplu is sözlesmeleri sanayi ve
iskolu temelinde yapılmaktan ziyade isyeri/isletme temelinde yapılmaktadır.
Amerikalı isçiler güçlü bir siyasi parti aracılıgıyla kendi çıkarlarını siyasi
arenada savunmaktan uzaktır ve sendikaların siyasi faaliyetleri birbirinden esaslı
hiçbir farkı bulunmayan siyasal partiler karsısında baskı grubu rolü oynamaktan
ibarettir. ABD isçileri “sınıf bilinci” açısından son derece zayıftır. Hakim
olan bilinç bir çesit "ücret ve meslek" bilincidir. Bu nedenden
dolayı Rosvelt, New Deal adını tasıyan politikaları 1930'lu yıllarda uygulamaya
sokmus olmasına ve bu politikalarıntasıdıgı Keynesçi nitelige karsın, ABD'de
hiç bir dönem Batı Avrupa türü sosyal korporatizm uygulaması olmadı.
Amerika'daki isçi örgütleri, ABD'nin iktidar çevrelerince hiç bir zaman kamu
politikalarına müdahalede bir taraf olarak kabul edilmedi
(Isıklı,1995:247-269).
Japonya'da 1920'lerde
sendikalasma girisimlerinin sert bir biçimde engellenmesinden sonra, l. Dünya
Savası kosullarında Milliyetçi Sanayi Dernekleri kuruldu ve sendikalar bu örgüt
içerisinde eritildi. Japon is yasamına "aile gibi sirket" anlayısı bu
tür uygulamalar aracılıgıyla yerlestirildi. Japon iktidar çevreleri uzun süre
bagımsız sendikal örgütlenmelere izin vermediler, bu yöndeki girisimleri engellediler
(Sen,1996:86-87). 1987 Kasım ayında devletin inisiyatifi altında ılımlı bir
sendikacılıgın temsilcisi olan RENGO Konfederasyonu olusturuldu. Bu ülkede kamu
isyerlerinde çalısan isçi ve memurların örgütlenme hakkı olmakla beraber, grev
hakları yoktur.
Toplu sözlesmeler ülke ya
da iskolu düzeyinde degil, isyeri düzeyinde yapılmaktadır. Japon sendikaları
kamu politikaları alanında bir sosyal taraf olarak kabul edilmemekte, isletme
ve isyeri düzeyinde isletme verimliligi, çalısma düzeni vb. konular üzerinde bir
etkinlik gösterebilmekte, ancak bu düzeyde bir taraf olarak kabul edilmektedir.
Dolayısıyla Japonya'da "mikro korporatizm" egemendir.
4.2-
Sosyal Korporatizmin Varlık Kosulları
Sosyal korporatizm
uygulamalarının anavatanı Batı Avrupa ve İskandinav ülkeleridir. Uygulama büyük
ölçüde de bu ülkelerle sınırlı kalmıs gözükmektedir. Bunun böyle olması
tesadüfi degildir, çok özel bir tarihsel - siyasal sürecin ve çok özel bir
iktisadi konjonktürün ürünüdür. Aktarmaya çalıstıgımız tarihi süreç, sosyal
korporatizmin ancak belli kosulların biraraya gelmesiyleolanaklı olabilecegini
ortaya koymaktadır. Bu kosullan sıralayacak olursak:
4.2.1-
Güçlü bir isçi hareketinin varlıgı
Bilindigi gibi bu ülkelerde
güçlü bir isçi hareketliligi mevcuttu. Bu hareket güçlü ve mücadeleci bir
sendikal gelenege sahip oldugu gibi aynı zamanda, henüz o tarihlerde bir
"sosyal devrim" programına sahip olan sosyal demokrat partilerin
çatısı altında yıgınsal olarak örgütlü bulunmaktaydı(Isıklı,1994:27). Yukarıda
vurguladıgımız gibi bu ülkelerin asagı yukarı tümü 1. ve 2. Dünya Savasları
sırasında isçi ayaklanmaları ile yıkılma tehditi yasamıslardı.
Anlatılanlar ortaya
koymaktadır ki, sosyal korporatizmin vücut bulabilmesi öncelikle güçlü bir isçi
hareketinin varlıgını gerekli kılmaktadır. Köklü bir mücadeleci gelenege, güçlü
bir sendikal örgütlenmeye sahip ve aynı zamanda bir siyasal parti çatısı
toplanmıs bulunan bir isçi sınıfı hareketinin varlıgı sosyal korporatızm
uygulamaları açısından olmazsa olmaz gözükmektedir.
Nitekim nispeten gelismis
bir ekonomiye sahip olan ve bir dönem keynesyen ekonomi politikalarının da
uygulandıgı ABD'de, sosyal korporatist uygulamaların gündeme gelmemesinin en
önemli nedeni, bu ülkede güçlü ve bagımsız örgütlenmelere sahip bir isçi sınıfı
hareketliliginin ortaya çıkmamıs bulunmasıdır.
4.2.2-
Keynesyen Ekonomi – Politikalar
Bilindigi gibi Keynesyen
politikaların özü, iç talebi gelistirerek yatımları artırmak; yatırımları
artırarak istihdamı genisletmek; istihdamı genisleterek de yeterli bir talebe
istikrar kazandırmak ve tüm bunlar aracılıgıyla da üretim fazlası bunalımlarını
dizginlemektir. Böylece sosyal korporatizm uygulamalarının sendikalar açısından
temel çerçevesini olusturan tam istihdam ve istikrarlı gelir artısı
beklentilerini tatmin etmenin olanakları da ortaya çıkmıstır.
Keynesyen ekonomi -
politikalar iç pazara ve iç talebe agırlık veren yapısıyla ücretin yalnızca bir
maliyet unsuru olarak degil, aynı zamanda da bir talep unsuru olarak
görülmesine imkan saglamıs ve böylece devletin ve isveren kesimlerinin
sendikaların ücret artısı taleplerine daha esnek yaklasmalarını da
kosullamıstır (Koç,1979:68-72).
Bu mantık çerçevesinde
istikrarlı bir istihdam ve ücret artısı talepleri devletin ve isveren
kesimlerinin de hedefleriyle uyustugu için, bu zemin üzerinde bir
"toplumsal uzlasma"nın saglanması ve aynı zemin üzerinde sendikaların
kamu politikalarının olusturulma sürecine katılıyor olması, isverenleri ve
devleti fazlaca rahatsız etmiyordu. Demek oluyor ki, keynesyen ekonomi
politikalarla sosyal korporatizmin birbirini çelmemesi, tersine birbirini
beslemesi, bu uygulamanın varlıgını büyük ölçüde kolaylastırıyordu.
4.2.3-
Güçlü bir sosyo-ekonomik yapı
Keynesyen ekonomi -
politikalarının uygulanıyor olması önemli bir etken olmakla beraber bunun aynı
zamanda güçlü bir ekonomik yapı üzerinde gerçeklesiyor olması gerekir. Zira
aksi takdirde sistem isçi örgütlerinin bu korporatist uygulamaya gönüllü
rızasını saglayacak tatmin edici ekonomik tesvikleri hayata geçiremez ve bu da
sosyal korporatizm uygulamalarının çöküsüne yolaçar.
Emperyalist özelliklere de
sahip olan sözkonusu ülkeler kapitalist dünyanın en güçlü ekonomileri
durumundadır. Bu ülkeler 2. Dünya Savası sonrası dönemde yüksek oranlı ve
oldukça istikrarlı bir büyüme sürecine girmislerdir.
İç talebin gelistirilmesine
dayalı bu istikrarlı büyüme süreci genel olarak sosyal devletin
(Isıklı,1994:92) ve özel olarak da sosyal korporatist uygulamaların en önemli
maddi zeminlerinden biri olmustur.
Sosyal korporatizm
uygulamalarının belirleyici özellikleri arasında sendikaların ücret
bastırımlarına rıza göstermesi kosullarında, bu kesimlere istihdamda ve
gelirlerde düzenli bir artıs taahhüdünde bulunulması ve bunun
gerçeklestirilmesi vardır (Arslan,1997:6).
Nitekim sosyal
korporatizmin en önemli aracı olan "toplumsal anlasma"ların ve
gelirler politikasının özünü de bu karsılıklı taahhütler olusturmaktadır. Böyle
bir taahhütü gerçeklestirebilmenin de nispeten güçlü ve istikrarlı bir ekonomik
yapının varlıgını sart kıldıgı açıktır.
4.2.4-
Güçlü - Merkezi ve Tekelci Temsil Hakkına Sahip Sendikalar
Sosyal korporatizmin
varlıgını degilse bile basarısını etkileyen bir baska önemli faktörde güçlü,
merkezi tekelci temsil hakkına sahip sendikaların mevcut olmasıdır Bir ülkedeki
sendikal yapı ne kadar az parçalanmıssa, sendikalasma oranı ne denli yüksekse
ve bunlar ne denli tek sendika çatısı altında toplanmıssa, bu sendikalar kendi
alt örgütleri ile üyeleri üzerinde ne denli güçlü bir agırlıga ve denetime
sahiplerse, o ülkede korporatist uygulamaların basarı sansı daha fazla olmaktadır(Cizre;1992b:46).Ya
da tersi, bir ülkede sendikal örgütlenme anlamında merkezkaç kuvvetler ne kadar
çok ve kuvvetliyse "toplumsal uzlasma"nın zemini de o kadar dar ve
zayıf demektir. Bu kosullar altında sendikaların korporatif karar ve uygulamaları
isçi tabanına benimsetme taahhütlerini yerine getirme sansları da azalacak ve
dolayısıyla korporatist uygulamaların basarı olasılıgı da zayıflayacaktır.
Bu nedenledir ki,
korporatist uygulamaların gündeme getirildigi ülkelerde siyasi iktidarlar,
yasalarla ya da fiili uygulamalarla, korporatist politika açısından en uygun
olan sendikaları temsiliyet açısından ve mali bakımdan güçlendirmeye özel bir
önem vermektedirler (Akkaya,1996:59).
Sendikalardan birini
digerlerine göre kayırmak ve o sendikaya "tekelci temsil hakkı"
vererek güçlendirmeye çalısmak, korporatist uygulamaların en ayırıcı
özelliklerinden biridir.
4.3-
Bu Kriterler Açısından Bazı Sosyal Korporatizm Uygulamaları
Sosyal korporatizm
uygulamalarına yukarıdaki kriterler açısından bakıldıgında, niçin bazı
ülkelerde bu uygulamalar daha basarılı olurken, diger bazılarında bu
uygulamanın çok daha istikrarsız bir yapıya sahip olabildigi de
anlasılmaktadır.
Avusturya'da sendikal
hareketin merkezilesmesinin son derece güçlü oldugu görülmektedir. Avusturya'da
merkezi sendikal örgütlenme (ÖGB) alt örgütler ve üyeler üzerinde son derece
güçlü bir otoriteye sahiptir. Örnegin iskolu sendikaları liderlerinin tayininde
söz sahibi olma açısından ÖGB Avrupa'nın en güçlü sendikal yapılarından
biridir. ÖGB tüm grevleri kontrol etmektedir ve ücret sözlesmeleri ile ilgili
bir anlasmayı yasal imzalama otoritesine yalnızca ÖGB sahiptir.Bu özellikleri
nedeniyle Avusturya korporatizmin katıksız (pür) uygulandgı bir ülke olarak
nitelenmektedir(Akkaya, 1996: 97-106).
İsveç'te güçlü bir ekonomi,
güçlü merkezi sendikacılık, güçlü bir parti-sendika iliskisi Keynesyen
uygulamaların çok daha erken baslaması gibiolumlu faktörlerin birlesmesi,
sosyal korporatist uygulamaların da daha etkili ve basarılı olmasını
saglamıstır.
Sistemin kurumsal bakımdan
çok iyi olusturuldugu Danimarka'da ise, ekonomik yapının yeterince güçlü ve
istikrarlı olamaması sistemin isleyisi bakımından sorunlara kaynaklık etmis,
korporatist uygulama da istikrarsız bir karakter tasımıstır. Grevde kaybedilen
isgünü sayısı bakımından Danimarka, uygulamanın sözkonusu oldugu diger ülkelere
göre belirgin ölçüde daha yüksek bir orana sahip olmustur
(Akkaya,1996:106-114).
Korporatist uygulamaların
orta derecede güçlü oldugu ülkeler arasında yer alan Almanya'da ise, pek çok
faktör bu uygulama açısından uygun olmasına karsın; bu ülkenin keynesyen
ekonomik politikalara daha geç bir tarihte, ancak 1966'dan sonra yönelmis
olması, korporatist uygulamalarında saglam bir zemine oturmasını engellemistir.
Korporatizmin Avrupa'da
nispeten en basarısız oldugu iki ülke ise sırasıyla ngiltere ve Fransa'dır.
Sosyal korporatist uygulamaların temelini olusturan faktörler açısından bu iki
ülkeye bakıldıgında, sözkonusu iki ülkenin de oldukça eksikli ve sorunlu bir
yapıya sahip oldukları görülmektedir.
İngiltere'de TUC'un
merkezilesmesi zayıftır ve alt örgütlerini denetleyememektedir. Bu ülkede
geleneksel bir özellik olarak isyeri düzeyindeki sendika temsilcilerine (shop
steward) özerklik tanıyan bir yapılanma sözkonusudur. Bu özerklik nedeniyle
isyeri temsilcileri ile tabanın güç ve baskısı artmaktadır. Sendika merkezi,
taban üzerinde etkinlik kurmakta oldukça zorlanmaktadır (Isıklı,1995:154-158).
Ayrıca İngiltere'de
sendikalasma oranının düsüklügü de korporatist uygulamaların etkinligi
açısından önemli bir engeldir. Fakat İngiliz korporatizminin 'zayıf’ ve
'istikrarsız' olmasının en önemli nedeni ngiliz ekonomisinin yapısal
zayıflıgıdır. Yavas ekonomik büyüme hızı, rekabetçi özelligin zayıflıgı,
ödemeler dengesi zorlukları, süreç boyunca, İngiliz ekonomisinin süreklilik arz
eden yapısal zayıflıkları olmustur. Bu nedenledir ki İngiliz korporatizmi isçi
sınıfına pek az sey verebilirken, isçi sınıfından çok fazlasıyla 'fedakarlık'
istenmistir; bu durum ise uygulamayı istikrarsızlastırmaktadır(Akkaya,1996:124-138).
Korporatist kurumlasma
açısından ileri düzey, az çok istikrarlı bir ekonomi, keynesyen ekonomi
politikaların uygulanması vb. faktörler Fransa'da güçlü bir korporatist yapı
beklentisi yaratmaktadır. Ancak tüm bu olumlu faktörlere karsın sendikal yapının
hayli parçalanmıs olması, sendikalarla sosyal demokrat parti arasındaki bagın
zayıflıgı ve köklü bir anorko sendikalist gelenege sahip sendikaların ideolojik
nedenlerle korporatist uygulamalara soguk bakması, sendikalasma oranının
düsüklügü ve sendikaların alt örgütler ve taban üzerindeki merkezi otoritesinin
zayıflıgı gibi faktörler, tam tersine, Fransa'daki korporatist uygulamanın
zayıf ve istikrarsız bir yapıda olmasına yol açmıstır (Akkaya,1996:138-149).
4.4-Korporatizm
Uygulamalarına Yönelik Elestiriler
Özellikle
sosyal-korporatist uygulamaların basarıları baz alınarak, neokorporatizmin son
derece üstün bir uygulama oldugu görüsü yaygın olarak ileri sürülmeye
baslanmıstır. Bu görüsü savunanlar, neo-korporatizmin taraflara etkin bir
temsil hakkı sagladıgı için son derece demokratik bir öze sahip oldugunu ve bu
açıdan da ileri bir sistem niteligi tasıdıgını ileri sürmekte; bu uygulamanın,
aynı zamanda çalısma iliskileri alanında çatısma yaratan sorunların barısçıl
bir temelde çözümünün ve istikrarlı bir ekonomik büyümenin garanti altına
alınmasının da son derece etkili bir aracı oldugunu
belirtmektedirler(Akkaya,1996:12).
Sosyal korporatizmi baz
alınarak yapılan neo-korporatizmi övücü bu türden degerlendirmelerin yanı sıra,
genel olarak korporatist uygulamalara ve özel olarak da bu uygulamaların en
ileri biçimi olan sosyal korporatizme elestirel yaklasan baska bazı
degerlendirmeler de mevcuttur.
Akademik yazında Panitch,
Cronch Jessop vb. yazarlar bu uygulamaların en basarılı hallerinde dahi bazı
ciddi yapısal kusurları içinde barındırdıklarını iddia etmekte, bu nedenle de
korporatizmin istikrarsızlıga, dengesizlige ve geçicilige mahkum oldugunu
belirtmektedirler (Akkaya,1996:24-26).
Sosyal korporatizmin çok
özel tarihi, siyasal ve ekonomik kosulların bir araya gelmesiyle uygulama ve
basarı sansı elde edebilecegi gerçegi hatırlanacak olursa, bu kosullardan
birinde yasanacak köklü bir degisikligin bu uygulamayı da temellerinden
sarsabilecegi açıktır. Nitekim içinde bulundugumuz dönemde, bu sarsılısa tanık
olmaktayız. Öte yandan bu aynı nedenle sosyal korporatizmin sözkonusu sartlara
haiz olmayan ülkelerde uygulanma sansı da son derece zayıftır. Dolayısıyla bu
durum sosyal korporatizmin genellestirilmesindeki zorlukları ortaya koydugu
gibi, bu uygulamanın kalıcı ve istikrarlı olamayacagını ve bu açıdan da
alternatif bir model olma yetenegine sahip olmadıgını da göstermektedir. Ki bu
durum, sosyal korporatizme yönelik elestirilerin de baslıcalarından biridir.
Sosyal korporatist
uygulamalarda, mutlak degerler açısından çalısanların gelirlerinde artıs
yasanması taahhüt edilmesine karsın, ücret artıs tavanları, kar oranlarında
yükselisi garanti altına alacak sekilde belirlenir. Bu nedenle de göreli gelir
dagılımı sistemli biçimde çalısanlar aleyhine bozulur. Sosyal korporatizmin
elestiriye en açık yanlarından biri de bu, yani kar oranlarındaki artısı
garanti altına almak için ücret artıslarının baskılanmasıdır (Arslan,1997:4).
Yukarıda da vurgulandıgı
gibi, sosyal korporatist uygulamaların temel özelliklerinden birisi de belli
bir sendikaya, özellikle de bu sendikanın yönetim aygıtına belli ayrıcalıklar
saglayarak onları bu saglanan ayrıcalıklar üzerinden 'isbirligi'ne daha kolay
ikna edebilmektir. Bu ayrıcalıklar sendikal örgütlerin yatay ve dikey olarak
bölünmesini derinlestirmektedir (Makal,1996:725).
Bu elestiriye göre,
sendikalarda dikey olarak bölünme derinlesmektedir, zira sendika yönetim aygıtı
bu ayrıcalıklardan çok daha belirgin bir biçimde faydalanmakta ve bu
ayrıcalıklar sayesinde sendika tabanından daha özerk, daha yabancılasmıs bir
pozisyon ortaya çıkmaktadır.
Böylece bir bütün olarak
sendikaların devlet karsısındaki bagımsızlıgı zedelenmekte, devlet sendikaların
amaç ve faaliyetleri, yöneticileri, üyeleri vb. üzerinde yönlendirici
olabilmektedir. Öte yandan sendika yöneticileri, saglanan ayrıcalıklarla
sendika tabanından uzaklastırılarak devlet aygıtına yakınlastırılmaktadır.
Böylece yöneticilerin alınan kararları, bu kararlar tabanın güncel çıkarları ve
tercihleriyle pek ilgili olmasa da, kendi tabanına benimsetme görevine daha
kolay kanalize edilebilmesi saglanmaktadır. Tüm bunlar ise sendikaların isçi
örgütü olma niteliginde önemli asınmalara yolaçmaktadır.
Bu alandaki bir baska
elestirinin sosyal korporatizmin sendikaların yatay bölünmesini derinlestirmesi
oldugunu belirtmistik. Sendikalardan birinin devlet tarafından kayırılması,
diger sendikal örgütlenmelerin dıslanmasının, isçilerin ve örgütlerinin kendi
içinde bölünmesine, dayanısmadan ziyade rekabetçi bir iliski içerisine
girmesine yolaçtıgı ifade edilmekte, bu uygulamanın tüm çalısanların ortak
çıkarlarını savunmakla yükümlü olan sendikal örgütlerini, bu amaç açısından
etkisizlestirecegi iddia edilmektedir.
Sosyal korporatizmin emek
örgütleri arasındaki bu ayrımcı uygulaması bir baska açıdan da, bizzat sosyal
korporatizmin çatısmacı iliskileri azaltma hedefi açısından da elestiri konusu
yapılmakta, bu uygulamanın sendikalar arasında rekabete, bunun ise çatısmacı
iliskileri hızlandırmaya hizmet ettigi belirtilmektedir (Arslan,1997:4).
Sosyal korporatist
uygulamalar, isçi örgütlenmelerini milli sınırlar içine hapsederek kendi devlet
ve isverenlerinin bir eklentisi haline getirdigi, isçi sınıfının uluslararası
dayanısma bilincini körelttigi gerekçesiyle de elestirilmektedir. Bu kosullarda
uluslararası isçi örgütlenmelerinin ortadan kalkmasa bile giderek sekli bir
nitelik kazanmaya basladıgı ifade edilmektedir.
Sermayenin
uluslararasılastıgı günümüz kosullarında, sosyal korporatist uygulamalarla isçi
örgütlerinin giderek ulusal kabuklar içine hapsedilmis olmasının isçi
hareketine ve örgütlenmesine zarar verdigi belirtilmektedir (Akkaya,1996:25).
4.5-
Sosyal Korporatizmin Krizi
2. dünya savası sonrasında
saglanan ekonomik büyüme, gelir artısı, yüksek istihdam, 'toplumsal uzlasma'
politikalarının ve onun kurumsal ifadesi olan sosyal korporatizmin maddi
temelini olusturmustur. Oysa 1970'li yılların ortalarında baslayan ekonomik
duraklama ile bu türden bir toplumsal uzlasmanın zemini ortadan kalkmaya
baslamıstır. Bu tarihlerde, iç pazarda doyum, dıs pazarda duraklama ve artan
rekabet gelismis kapitalist ülkeleri derin bir krizin içine sürüklemistir.
Artan üretime yeni pazarlar
bulmakta zorlanan ve bu nedenle de kar oranlarında bir düsüs ile karsı karsıya
kalan 'sosyal refah' ülkeleri, bu kosullarda kar oranlarındaki düsüsün önüne
geçmenin yolunu 'sosyal devlet'in tasfiyesinde, en azından geriletilmesinde
bulmuslardır.
Dün 'toplumsal uzlasma'nın
temeli olarak gösterilen ne varsa, tüm bunlar yeni dönemde ekonomik krizin
suçlusu olarak gösterilmis, sendikasızlastırma, sosyal güvenlik haklarının
tasfiyesi, issizlik sigortasının tasfiyesi, emeklilik haklarında sınırlama, is
güvencesine dönük düzenlemelerin ortadan kaldırılması vb. pesi sıra uygulamaya
sokulmustur(Üstün, 1997:16).
Bu gelismeler beraberinde
sosyal korporatizmin ömrünün tamamlanıp tamamlanmadıgı tartısmalarını da
beraberinde getirmistir. Somut veriler sosyal korporatizmin sona erdigini ileri
sürmek için henüz vaktin erken oldugunu göstermektedir. Gerek merkezilesmis
güçlü sendikacılıgın varlıgını koruması, gerekse sendikaların ücretlerin ve
kamu politikalarının olusturulma sürecine katılıyor olmaları bakımından
Avusturya ve Almanya'da degisen fazla bir seyin olmadıgı, diger ülkelerde ise
dalgalanmalı bir gelisimin sözkonusu oldugu görülmektedir (Akkaya, 1998).
Ne var ki, tüm bunlara
karsın sosyal korporatist uygulamalar, bugün -düne göre- çok ciddi sorunlarla
yüzyüzedir ve bu uygulamalarda belirgin bir kriz yasanmaktadır. İsveç'te
SDP'nin seçimi kaybetigi '76 yılından '82 yılına kadar sag partilerin iktidarında
'toplumsal uzlasma' giderek daha da sarsılmıs, '80'li yıllarda İsveç yıllardır
ilk kez genis çaplı grevlere sahne olmustur. İsveren örgütü SAF, 1938 Temel
Anlasmasının isçi kesimi aleyhine yeniden gözden geçirilmesini talep etmeye
baslamıstır. 82'de SDP'nin yeniden iktidara gelmesiyle sosyal korporatist
uygulamlar tekrar güçlendirilmeye çalısıldıysa da, bu uygulamanın
sürdürülebilir oldugu inancı artık çok zayıflamıstır(Akkaya, 1996:95-98).
Avusturya'da hükümetlerin
'80'den sonra denk bütçe ve istikrar temelli politikalara yönelmesi, uzlasmanın
üzerine insa edildigi temelleri de sarsmaya baslamıstır.
Almanya'da zaten saglam
temellere oturmayan uygulama, 1977 yılından itibaren DGB'nin toplantılara
katılmamasıyla sarsılmıs, 82'den sonra Kohl hükümetinin neo-liberal
politikalara yönelmesiyle daha da islevsizmistir. Bu tarihten sonra Almanya'da
çatısmacı iliskiler artmıs ve kayıp isgünü sayısında son yılların en yüksek
düzeyine ulasılmıstır.
İngiltere'de Teatcher
Hükümeti kamu sektöründe ücretleri sınırlamıs, tam istihdam ilkesini reddetmis,
özellestirme üzerine oturan politikasıyla 'sosyal korporatizm' uygulamasının
temelini asındırmıs ve çıkardıgı iki ayrı istihdam yasasıyla sendikaların
gücünü kırmayı hedeflemistir (Isıklı,1995:28-32). İngiltere'de de sürecin
sosyal korporatizmden uzaklasma istikametinde seyrettigi görülmektedir.
Bu sürecin ardından
Avrupa-skandinav sosyal korporatizmi bir krize girmistir. Bu kriz ikili bir
biçimde görülmektedir. Birincisi; korporatist uygulamalar nitelik degistirerek
zorlayıcı bir mahiyet kazanmaya baslamıs ve korporatist uygulamalar
"pastanın paylasılması ve bu paylasım temelinde pastanın daha da
büyütülmesi" islevi yerine, sermayenin anti-kriz politikalarının
sendikalara dayatılması islevini yerine getirir olmustur. kincisi; isçi
örgütleri giderek kamu politikalarını olusturma mekanizmalarının dısında
tutulmaya baslanmıstır.
Öyle görülmektedir ki,
ekonomik büyüme, tam istihdam, enflasyon, ücret istikrarı gibi sorunlarda
tıkanmalar basladıkça, çıkarların uzlastırılmasında da gönüllülügün temel
dayanakları ortadan kalkmaktadır.
BESİNCİ
BÖLÜM
OTORİTER
KORPORATZM
Otoriter korporatizmde
kural olarak sendikalar kitle inisiyatifiyle kendiliginden olusmamakta;
olusanlar bastırılmaktadır. Devlet kendinden bagımsız sendikaların varlıgına
tahammül etmemektedir. Sendikaların özerkligi son derece sınırlı olmakta,
sendikaların savunacakları çıkarların niteligi ve kapsamıagırlıkla devletçe
belirlenmekte, sınırlanmaktadır. Sosyal korporatizmden farklı olarak, otoriter
korporatizmde gönüllü katılım yerine zorlama, ekonomik sosyal tavizler yerine
baskı ve zor öne çıkmaktadır(Makal, 1996:732).
Ne var ki bunlar genel
özellikler olup toplumsal kosulların farklılıgına göre, bu kosulların katılıgı
ya da esnekligi de degismekte ve hatta otoriter korporatizm bazı kosullarda
sosyal korporatizmi çagrıstıran uygulamalarla da birlesebilmektedir.
Nitekim bu gerçeklikten
dolayı otoriter korporatizmi kendi içinde içleyici ve dıslayıcı olarak iki alt
grupa ayıranlar da vardır (Akkaya,1996: 49).
Gerçekten de otoriter
korporatizmi kapitalizmin o toplum kosullarında arzettigi manzaradan ve bu
manzaraya eslik eden toplumsal ve siyasal güç dagılımından, o ülkedeki
geleneklerden bagımsız olarak ele almak olası degildir. Bu farklı kosulların
otoriter korporatizmin uygulanmasında da farklılıklar yaratması son derece
dogaldır.
Otoriter korporatist
uygulamalar kural olarak dıslayıcı mahiyettedirler. Örnegin otoriter
korporatist uygulamaların sözkonusu oldugu Ortadogu ve Asya ülkelerinin hemen
tümünde korporatif örgütleri tümüyle bir sosyal kontrol aracı niteligi tasıdıgı
görülmektedir. Bu rejimlerde korporatist uygulamaların çogulculugu zayıflatmak
ve tek tip bir sendikal yapılanma yaratmak amacında oldugu ve oldukça baskıcı
özellikler tasıdıgı görülmektedir. Dıslayıcı otoriter korporatist uygulamalar
açısından Mısır ve Güney Kore iki iyi örnektir. Mısır'da isçi hareketinin
korporatist yapılandırılısı sendika liderlerinin seçimine, örgütlenme biçimine,
devlet tarafından müdahale edilmesi ile gerçeklestirilmistir. 1959 yılından
1964 yılına dek uzanan süreçte tek sendika ilkesi, rekabetçi olmayan,
hiyerarsik örgütlenme yapısı ile yaptırım altına alınmıs, ulusal düzeyde tek
konfederasyona temsil hakkı tanınmıstır.
Korporatizm uygulaması ile
sendikal hareket kural olarak baskı altında tutulurken, tek taviz sendika
bürokrasisinin örgütsel ve mali olanaklarının arttırılması olmustur (Akkaya,
1996:160-164).
Güney Kore'de komünistlerin
ellerinde olan Kore Sendikaları Genel Konseyi kapatılmıs ve yerine ABD'nin
destegi ve istihbarat örgütlerinin özel etkinligi altında 1946' Koreliler
Sendikası Federasyonu kurulmustur. Bu federasyonların yöneticileri hükümetin
onayı ile seçilmekteydi. 1963 yılında sendika çoklugu yasaklanmıs ve her
isletmede tek bir sendikanın kurulması hükme baglanmıstır vb. (Akkaya,
1996.164170 ve Boratav,1984:33). Ancak bu baslık altında bizi daha fazla
ilgilendiren içleyici otoriter korporatist uygulamalardır. Bu uygulamaların
kalıcı ve evrensel bir model olarak degerlendirilip degerlendirilemeyecegi
sorusuna bir yanıt bulabilmektir.
Bu amaçla bu uygulamaların
hangi tarihsel, siyasal kosulların ürünü olarak ortaya çıktıgı irdelenmeye
çalısılacaktır. Otoriter korporatizmin salt dıslayıcı özelik arzetmemesi, aynı
zamanda içleyici, sisteme dahil edici özelliklere de sahip olabilmesi, acaba
hangi etmenlerin bir araya gelmesiyle olanaklı olabilmektedir?
Güçlü bir isçi hareketinin ve örgütlenmesinin oldugu, keynesyen ekonomi politikaların uygulandıgı güçlü ekonomik yapılara sahip Avrupa ülkelerinde sosyal korporatizm uygulamalarına rastlanırken; bazı azgelismis ülkelerde de isçi örgütlerinin ulusal kurtulus savaslarında etkin olmaları, iktidar bloku içindeki çatısmalar nedeniyle bazı iktidar güçlerinin isçi hareketiyle ittifak arayısına girmesi ve istikrarlı ekonomik büyüme gibi faktörlerin biraraya gelmesiyle daha esnek, demokratik devlet korporatizmi örneklerine rastlanmaktadır.
Korporatizm konusundaki bir baska ayrımda ölçekle ilgilidir. Ulusal düzeydeki korporatizme makro korporatizm, sektörel korporatizme mezzo korporatizm, isyeri-isletme düzeyindeki korporatizme mikro korporatizm, uluslararası ölçekte geçerli olan korporatizme de mega korporatizm denilmektedir.
Korporatist uygulamaların genel olarak ekonomik-sosyal bunalımve dönüsüm dönemlerinde gündeme getirildigi gözlemlenmektedir. Ulusal ekonominin krizden kurtarılması, uluslararası rekabette daha avantajlı hale getirilmesi korporatist uygulamaların gündeme getirilmesinin temel nedenleri arasında yer almaktadır.
Bu model aracılıgıyla ulasılmak istenen en önemli amaçlardan biri çalısma iliskilerinin çatısmacı özelliklerini azaltmaktır. sçi örgütlerinin bu politikaya entegre edilme biçimi o ülkenin ekonomik gücüne, sınıf dengelerine ve kültürel mirasına vb. baglı olarak degismektedir. Bu entegrasyon ya ekonomik, siyasi ve kurumsal tesvikler verilerek ya da baskı ve zor aracılıgıyla gerçeklestirilmektedir.
Ayrıca korporatist uygulamalara en yatkın isçi ve isveren örgütlerine kayırıcı bazı imtiyazlar verilerek bu örgütün tekelci temsil hakkı elde etmesi saglanmaya çalısmaktadır. Böylece isçi ve isveren örgütlenmeleri iktisadi ve sosyal politikaların olusturulma sürecinde devletle ve birbirleriyle özel bir iliski içine sokulmaktadır. Bu iliskinin kurumsal ifadesi ise genellikle Ekonomik ve Sosyal Konsey türü örgütlenmelerdir.
Gelirler Politikası ve "Toplumsal Anlasmalar" ise korporatist modelin en önemli iki aracı niteligindedir.
1923 ktisat Kongresi, 1927 Ali ktisat Meclisi gibi, sosyal korporatizmi andırır girimler sözkonusu olmakla beraber, tek parti dönemi genel olarak alt birimlerin merkezi otoriteye boyun egidigi, parti ve seçim sisteminin zayıf oldugu, tekçi ve sınıfsal ayrımların baskılandıgı bir dönemdir. Otoriter de olsa bir korpatizmin varlıgının sözkonusu olabilmesi için isçi örgütlerinin varlıgı gerektigi ve tek parti döneminde ise bu tür örgütlenmeler yasaklanmıs oldugu için, bu dönemde korporatist modelden ziyade paternealist modelin sözkonusu oldugu söylenebilir.
1947 yılında çıkarılan 5018 sayılı Sendikalar Yasası ile devlet güdümünde, mali bakımdan güçsüz, ideolojik çerçevesi devletçe belirlenmis, zayıf ve çok parçalı bir sendikacılık gündeme geldi. Bu tarihten sonra gündeme getirilen model sendikalann devletçe yaratılmıs oldugu, devletin yukardan sıkı kontrol kurdugu, korporatist tesvikler yerine baskı ve zor unsurunun daha basat bir karakter tasıdıgı otoriter korporatizmin pek çok özelligini tasımaktadır. Bu dönemde iktidarlar toplu is iliskileri alanında baskıcı ve yasakçı tutumlar alırken, bireysel is iliskileri alanında ileri düzenlemeler gerçeklestirdiler. Bu dönemde varolan uygulamaları paternealist özelliklerde tasıyan bir otoriter devlet korporatizmi olarak tanımlamak olanaklıdır.
1960-1980 dönemi Türkiye'de korporatist yapılanmanın hem daha belirgin bir mahiyet kazandıgı hem de bazı korporatist tesviklerle güçlendirilen bu korporatist uygulama aracılıgıyla, sendikal hareketin sistemle bütünlestirilmeye çalısıldıgı bir dönemdir. 1952'de kurulan ve 1960'a kadar baskılar altında etkinliklerini sürdüren Türk-s, 1960 sonrasında devletçe tekelci temsil hakkı tanınan, gücü, etkinligi ve merkezilesmesi artmıs hiyerarsik bir yapı kazanmıstır.
Gerek iktidar blokundaki iç çatısma gerekse ve özellikle ithal ikameci Keynesyen politikalara geçis, 1960 sonrasında otoriter sınırlamaların yanı sıra demokratik tesviklere de yer veren daha esnek bir otoriter korporatizm uygulamasının gündeme gelmesine yol açmıstır. 274 ve 275 sayılı yasalarla ve 1967 tarihli s Kanunu ile sendikal örgütlenme alanında demokratik nitelikli bazı ileri düzenlemeler getirilmistir. Saglanan tesvikler yalnız bu tür yasal düzenlemelerle, ya da yalnızca Türk-s'e tekelci temsil hakkı saglanmasıyla sınırlı kalmamıs, aynı zamanda 1963-70 arasında isçilerin reel ücretlerinde de artıslar gerçeklesmistir.
Kamu politikalarının olusturulmasına yönelik 'kurumsal isbirligi' açısından da soruna bakılacak oldugunda, bu dönemde Türk-s büyük ölçüde etkisiz ve yüzeysel kalsa da DPT Karma Komisyonlarında, SSK'da, Asgari Ücret Tespit Komisyonu'nda, Yüksek Hakem Kurulu'nda, Milli Prodüktivite Merkezi Yönetim Kurulu'nda vb. temsil edilmeye baslanmıstır.
1980 sonrasında ise, sendikal haklar,TS ve grev hakkı sınırlandırılmıs; check-off hakkının tek bir sendika ile sınırlandırılması, % 10 iskolu barajının getirilmesi vb. ile tek bir güçlü- merkezi sendika yaratılmak istenmis; yönetici ve kurucu olma sartları agırlastırılarak, sendikalara faaliyet alanında bir dizi yasak getirilerek devletin sendikalar üzerindeki kontrolü çogaltılmakistenmistir. Böylece devletin yönlendiriciligi ve denetimi altında, yasaklamaları tesviklerden agır basan daha katı ve baskıcı bir otoriter devlet korporatizminin kosulları yaratılmaya çalısılmıstır.
Ayrıca dünya kapitalizmi ile bütünlesme, rekabet, verimlilik artısı, piyasa mekanizmasına müdahale etmeme yaklasımlarının ön plana çıktıgı; devlet müdahalesinin, güçlü sendikacılıgın, sosyal harcamaların, Keynesçi tam istihdam yaklasımının krizin sorumlusu olarak görüldügü, neo liberal iktisadi politikaların revaçta oldugu bu yeni dönemde, eski türden korporatist uygulamalar da gözden düsmeye baslamıstır. Sendikaların azçok muhattap kabul edildigi bir dönemden sendikaların islevsizlestirilmeye çalısıldıgı, sendikasızlastırma politikalarının bütün yogunluguyla uygulandıgı yeni bir döneme girilmistir. Tüm bunlara, neo liberal politikaların öncelikle ve yogunlukla Türk-s'in örgütlü oldugu kamu sektöründe uygulanıyor olusu eklenince, Türkiye'deki korporatist uygulamaların temeli iyice sarsılmıs ve Türk-s 1987'den itibaren çatısmacı bir yönteme yönelmis, 1987 ve 1991 arasında Türkiye son derece yıgınsal ve etkili bir isçi hareketi dalgasıyla yüzyüze kalmıstır.
1991’den sonra ise, isçi haklarında bir ilerleme olmamasına, mevcut neo-liberal politikalardan köklü bir sapma yasanmamasına karsın, isçi hareketinde belirgin bir durgunluk yasanmaktadır. Sendikaların toplu is iliskileri ve bireysel is iliskileri alanında geçmis dönemlere göre çok daha az muhattap kabul edildikleri bu dönemde, isçi hareketinin durgun olmasının en önemli nedenleri olarak sol akımların dünya ve ülke çapında büyük bir gerileme yasamaları ve Türkiye’nin etnik temelli bir bölünme tehditi yasıyor olması belirtilebilir.
Neo-liberal politikaların hakim oldugu ve isçi hareketinin durgun oldugu bu dönemde varolan korporatist yapılar ise, bir diyalog ve uzlasma platformundan ziyade tek taraflı dayatma ve onaylatma platformları görüntüsü vermektedir.
1970’li ve 80’li yıllarda da özellikle isveren çevrelerince gündeme getirilen Ekonomik Sosyal Konsey uygulamasının, uzlasmanın sosyal temellerinin iyice sarsılmaya basladıgı 1990’lı yıllarda çok daha yogun olarak gündeme tasındıgı görülmektedir. Ekonomik Sosyal Konsey’in özellikle 1987- 1991 arasında yükselen isçi eylemliliginin ardından daha sıkça dillendirilmeye baslanması, Ekonomik Sosyal Konsey’den beklenen islevin uzlasmadan ziyade ya da en az o kadar, isçi örgütlerinin – hareketinin kontrol altnda tutulması amacını tasıdıgı izlenimini yaratmaktadır. Nitekim, nihayet 17 Mart 1995’te bir basbakanlık genelgesi ile faaliyetine baslayan Ekonomik Sosyal Konsey, isçi çevrelerince krulusundan itibaren anayasal ve yasal dayanaktan yoksun olarak genelgelerle kurulmus olmasınının yanı sıra, temsil yapısının adaletsiz olması, konsey gündeminin devletçe belirlenmesi ve neo-liberal politikaların isçi tarafına dayatıldıgı bir platform olması nedeniyle sürekli elestiri konusu olmustur. Ayrıca belirtmek gerekiyor ki, Konsey’in olusturulmasının ardındaki bir baska önemli neden de, devletin AB sürecindeki yükümlülüklerini yerine getirmek kaygısı olmustur. Gerek Ankara Anlasması’nın 27. maddesi gerekse 1993 Ocak’ında imzalanan 144 sayılı ILO sözlesmesi devlete bu türden bir üçlü yapı olusturma yükümlülügü getirmektedir.
Sürece toplam olarak bakıldıgında Türkiye’de gelismis Avrupa ülkelerinde görüldügü türden sosyal korporatizmi ve bazı Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde görüldügü gibi içleyici otoriter devlet korporatizmini andırır tek dönem 1960-80 arası dönemdir.
Türkiye’de güçlü ve bagımsız sendikalara sahip bir isçi hareketinin varolmaması, sosyal demokrat ve sosyalist hareketlerin varolması ve iç pazara yönelik güçlü bir sosyo ekonomik yapının sözkonusu olmaması, genel olarak varolan korporatist yapıların baskıcı ve dayatmacı olmasına kaynaklık etmistir.
Ayrıca bazı Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde görüldügü gibi isçi sınıfı Türkiye’deki ulusal kurtulus savasınına etkin olarak katılamamıs, milliyetçi koalisyonun önemli bir unsuru olarak , kurtulus ve kurulus sürecinde agırlıgını hissettirememistir. Bunun en önemli nedeni ise, Osmanlı dönemi isçilerinin agırlıklı olarak gayri müslimlerden olusması ve Ulusal Kurtulus Savası’nın merkezinin İstanbul, İzmir gibi isçi agırlıklı kentlerden ziyade Anadolu bölgesi olmasıdır.
1960-1980 dönemihde daha esnek bir korporatist modelin olusmasının arkasında ise iktidar bloku içindeki çeliski ve çatısmaların; keynesyen ekonomi politikaların ve istikrarlı bir ekonomik büyüme sürecinin oldugu söylenebilir.
İktidar blogu içindeki agırlıgını kaybetme riskine karsı siyasi iktidara karsı bir darbe düzenleyen ordunun, darbeye sosyal taban saglamak amacıyla, keynesyen ekonomi politikaların tabanını da olusturacak olan isçi,memur, aydın, sanayici agırlıklı bir kentsel ittifak olusturma yoluna gitmesi 60 sonrası isçi-isveren ve devlet iliskisini de önemli ölçüde etkilemistir.
İkinci önemli faktör de, 1950’lerin sonunda baslayan ithal ikameci uygulamaların darbeden sonra çok daha sistemli ve kapsamlı hale gelmis olması; bir baska ifadeyle keynesyen politikalara net bir sekilde geçilmesidir.
Üçüncü faktör de, bu tarihten sonra Türkiye’de yıllık ortaması yüzde 9 düzeyinde seyreden önemli bir büyüme sürecine girilmesidir. Bu kosulların bir araya gelmesinin ürünü olarak Türkiye’de 1960-80 döneminde otoriter korporatizmin nispeten esnek, bazı bakımlardan sosyal korporatizmi çagrıstıran bir biçimi uygulama alanı bulabilmistir.
Ne var ki bu aynı dönem Türkiye gibi ülkelerde, sosyal korporatizmin bazı özelliklerini de içinde barındıran bu tür esnek bir modelin kalıcı ve istikrarlı olamayacagını da ortaya çıkarmıstır. Türkiye'deki modelin en temel özelliklerinden biri istikrarsızlıgı ve güvenilmezligi olmustur. Bunun en temel nedeni de iktisadi yapının zayıflıgıdır. Ayrıca sendika/ sosyal demokrat parti iliskisindeki zayıflık, sendikal yapının parçalanmıslıgı, Türk-s'in kendi alt örgütleri ve tabanı üzerindeki otorite ve denetim zayıflıgı bu istikrarsızlıgı besleyen ek faktörler olmustur. Bu istikrarsız yapının bir baska isareti de sosyal korporatizmin en tipik özelligi olan 'toplumsal anlasma' uygulamasının Türkiye'de yalnızca bir kere, 1978 yılında gündeme gelmesi ve bununda basarısızlıkla sonuçlanmasıdır.
KAYNAKÇA
AKKAYA,Yüksel.;Neo–Korporatizm ve Türkiye’de Sendikacılık. Yayınlanmamıs Doktora Tezi, 1996,
ARSLAN Hakan. (1997), Bir ESKTartısması Taslagı, Yayınlanmamıs çalısma, 1996
ATAÖV Türkkaya; Afrika Ulusal Kurtulus Savası Mücadeleleri, A.Ü. Yayınları, Ankara,1977
ATESOGULLARI Kamil.; Uluslararası Çalısma Örgütü ve Türkiye, Petrol - İs Yay. İstanbul, 1997
BELGE Murat.; “KOrporatizm”, Radikal Gazetesi, 29-30 Eylül 2006
BORATAV, Korkut. ; 'Güney Kore Modeli', Yapıt, 6/1984.
BORATAV, Korkut. ; 'İktisat Tarihi 1908-1980', İstanbul, Cem Yayınevi, 1989.
BORATAV, Korkut.; 'Ülkeler Arası Ücret Karsılastırmaları ve Türkiye', Yeni Marksizm ve Gelecek, 3/1994.
BORATAV, Korkut. - TÜRKCAN, E.; Türkiye'de Sanayilesmenin Yeni Boyutları ve Kit'ler, İstanbul, 1993.
BURÇAK, R.Selim. ; Türkiye'de Demokrasiye Geçis (1945-1950), Olgaç Matbaası, 1979.
CİZRE, Ümit. ; Yeni Korporatizm, Batı Avrupa ve Türkiye Deneyimleri, Yayınlanmamıs Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, 1987.
CİZRE, Ümit; 'Korporatizm ve Türk Sendikacılıgı L', BİRİKİM, 417, 1992a.
CİZRE, Ümit; 'Korporatizm ve Türk Sendikacılıgı II', BİRİKİM, 418,1992b.
DEREL, Toker ; 'Ekonomik ve Sosyal Konsey'in Kurumsal Yapısı ve İslevleri', Sosyal Siyaset Konferansları, Kırkıncı kitap, Ü Yay.,İstanbul,1995
DEREL Toker; "Sosyal Diyalog", İs Hukukunun Güncel Sorunları ,TÜHİS Yay.İ stanbul,1997
EKİN, Nusret ; Milli Seviyede İsçi-İsveren İsbirligi, Türk-İs Yay., Ankara,1973.
GÜLMEZ, Mesut; Türkiye'de Çalısma İliskileri (1936 ÖNCESİ),Ankara,TODAlE Yayını, 1991.
GÜZEL, M.Seyhmus ; Türkiye'de İsçi Örgütlenmesi (1940-1950), 2.CİLT, ( Doçentlik Tezi), Ankara Üniversitesi, 1982.
GÜZEL, M.Seymus. ; “1980 Sonrasında İsçi Haklarında
Gerilemeler”,11.TEZ, 5/1987.
GÜZEL, M.Seymus ; Türkiye'de İsçi Hareketi (Yazılar-Belgeler),Sosyalist Yayınlar,İstanbul, 1993
ISIKLI, Alpaslan; Türkiye'de Sendikacılık Hareketleri içinde Demokrasi Kavramının Gelisimi, Kültür Bakanlıgı Yay., Ankara, 1994.
ISIKLI, Alpaslan; Sendikacılık ve Siyaset 1. Cilt, Öteki Yay.
Ankara,1995.KARA, Nadir; 'Çok Partili Sisteme Geçis', YAPIT, 8/1984-1985.
KEYDER, Çaglar; Türkiye'de Devlet ve Sınıflar, iletisim Yayınlan, İstanbul,1989.
KOÇ, Yıldırım ; Türkiye'de Sınıf Mücadelesinin Gelisimi-1 (1923-1973), Birlik Yay., Ankara, 1979.
KOÇ, Yıldırım ; '1936-1960 Döneminde sçi Hakları', Türkiye'de İsçi Hakları (Osmanlı Döneminden 1986'ya), Türkiye Yol is Sendikası Yay., Yayın no. 986/8, Ankara, 1986.
KOÇ, Yıldırım ; Günümüzde sçi Sınıfı ve Sendikalar, Metis Yay.,İstanbul,1989.
KOÇ Yılrdırım ; "Ekonomik Sosyal Konsey", Mülkiyeliler Dergisi, sayı215, Ankara,1999.
KÖKER Leven.; Modernlesme, Kemalizm ve Demokrasi, İletisim Yay.,Ankara, 1993
KUTAL Gülten ; “ Hükümetin Grev Erteleme Kararları Yogunlasırken”,İktisat ve Maliye, 27(5), 1980a
KUTAL Gülten ; “Sendikal Faaliyetler Durdurulduktan Sonra Ortaya Çıkan Sorunlar”, ktisat ve Maliye, 27 (9) 1980b.
KUTAL, Gülten. ;”Türkiye’de Endüstri liskilerini Düzenleyen İki YeniYasa” İktisat ve Maliye, 30(4), 1983a
KUTAL Gülten ; “Yeni Sendikalar Yasasında Sendikalara Tanınan ve Yasaklanan Faaliyetler” İktisat ve Maliye, 30 (10) 1983b
MAKAL Ahmet; "Korporatizm", Türkiye Sendikacılık Ansiklobedisi, İstanbul,1996
MUMCUOGLU, Maksut.; Sendikacılık-Siyasal ktidar liskileri, Ankara, Doruk Yayınlan, 1979.
MUNCK Ronaldo ;Uluslararası Emek Arastırmaları, Öteki Yay., Ankara,1995
ÖKÇÜN , Gündüz.; Türkiye ktisat Kongresi 1923- İzmir, Ankara, 1971.
ORAN, Baskın.; Azgelismis Ülke Milliyetçiligi, Bilgi Yay. Ankara,1997
ÖZKAPLAN, Nuray. ; Sendikalar ve Ekonomik Etkileri (Türkiye Üzerine Bir Deneme), Kavram Yay., İstanbul, 1994.
ÜSTÜN Mahmut; “Niçin ESK Degil ? ", Enerji Yapı Yol Sen Dergisi,1997/5
PARLA, Taha; Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye'de Korporatizm, İletisim Yayınları, İstanbul, 1993.
PETROL-İS ; PetroL-İs Yıllıgı 1993-94, İstanbul,1995
SENCER, Oya; Türkiye'de sçi Sınıfı, Dogusu ve Yapısı, Habora Kitabevi, stanbul, 1969.
SÜLKER, Kemal ; Yüz Soruda Türkiye'de sçi Hareketleri, Gerçek Yayınevi, stanbul, 1973.
SÜLKER, Kemal ; Türkiye'de Sendikacılık Tarihi 1, Bilim Kitabevi, İstanbul,1987.
SÜZAL, Nermin. ; Türkiye'de Dayanıklı Tüketim Malları Sektörü Gelisimi ve Yapısı, (Yayınlanmamıs doktora tezi), Gazi Üniversitesi, Ankara, 1989.
SEN Sabahattin, Alt sverenlik ve Endüstriyel liskilere Etkisi, Liman-İ s Yayınları.Ankara,1996.
SENSES, Fikret ; 1980 Sonrası Ekonomi Politikaları Isıgında Türkiye'de Sanayilesme, V Yay., Ankara, 1989.
TALAS, Cahit; Toplumsal Anlasma, Ankara, 1982.
TALAS, Cahit. ; Toplumsal Politika, Ankara, mge Kitabevi, 1990.
TEZEL, Y.Sezai. ; Cumhuriyet Döneminin ktisadi Tarihi (1923-1950), Yurt Yayınlan, Ankara, 1982.
TİSK ; Dünyada Sosyal Diyalog Uygulamaları ve Türk Çalısma Hayatı (Teksir), İstanbul, 1994.
TİSK ; İsveren Dergisi, Mart 1996.
TOPUZ, Hıfzı; Kara Afrika, Milliyet Yay., İstanbul, 1971
TUNCAY, Mete; Türkiye Cumhuriyetinde Tek - Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), Yurt Yayınları, Ankara, 1981.
TURGUT,Selim; Demokrat Parti Döneminde Türkiye Ekonomisi, Ankara,1991.
Türk-İs Dergisi, Eylül (138)71980.
TÜSİAD ; Sanayilesmede Yönetim ve Toplumsal Uzlasma, İstanbul,1992
Bayıldım ya, harika bir yazın
YanıtlaSil