Kayıtlar

Ağustos, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Toplumcu Belediyeciliğe Doğru 4

TOPLUMCU YEREL YÖNETİM ŞART… “İnce dal üzerinde yolculuk” ya da ekonomi gerçekten tıkırında mı? Bugün, ülkeler birbirine sıkı sıkıya bağımlı hale gelmiş… Dolayısıyla   herkesin komşuda yaşanan gelişmelere karşı duyarlı ve kırılgan olduğu bir dünyadayız. Dünya ciddi krizler içindeyken   “bizde göstergeler orası kadar kötü değil” deyip sevinmek, teselli üretmek vahim bir körleş(tir)me işaretidir. Krize karşı uluslararası alanda ve yerel planda alınması gereken önlemlerin kesiştiği iki nokta var: Üretim ve dayanışmayı geliştirmek. Bilmek gerekiyor ki, bir ya da birkaç ülkede krizin çok daha derin bir nitelik kazanması, bir domino etkisi yaratarak şaşırtıcı bir hızla diğer ülkelerin de sırtını yere getirebilecektir. Adını açıkça koymak gerekir. Bu kriz, üretimden ve istihdamdan yoksun bir büyüme anlayışının   krizidir. Artık bu anlayışın kendisi ciddi bir kriz faktörüne dönüşmüştür. Yani üretimi ve istihdamı geliştirmeyi hedeflemeyen, yalnızca parasal göstergelerin iyileştirilmesi i

Toplumcu Belediyeciliğe Doğru 3

  “ Siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz, bizse ortadan kaldırılmış yoksulluk ” V.Hugo SOSYAL POLİTİKA ÖNEMLİDİR… Yerel iktidara giden yolda son derece önemli görünen bir başka konu daha var . Bu konuyu CHP Ankara İl Örgütü’nün Kızılcahamam’da düzenlediği CHP Ankara örgütleri toplantısında CHP parti meclisi üyesi Seyhan Erdoğdu net biçimde tarif etmişti. Sol belediyeler,   aslında sosyal devletin altını oyma amacı taşımasına karşın , AKP’li belediyelerinin ironik biçimde sosyal belediyecilik adı altında uyguladıkları  “yardım politikalarına” karşı toplumcu yerel sosyal politika seçeneği ile çıkabilmelidirler. Bu konuya Seyhan Erdoğdu’nun dikkat çekmesi hiç de şaşırtıcı değil… Çünkü Seyhan Hoca 1960’lı yılların sonundan itibaren sosyal politika alanına sürekli dikkat çeken bir politik kimliğin taşıyıcısı… Dahası akademik alanda da bu konunun en önemli uzmanlarından biri… Bu kadar da değil... Seyhan Hoca uzun yıllar sendikalar içinde de sosyal politika konusunun

Toplumcu Belediyeliğe Doğru -2-

    Sol belediyelerin önündeki en önemli görevlerden biri de mevcut anti demokratik ve anti-halkçı yasal düzenlemelerin teşhirini yapmak ve toplumcu bir belediyecilik anlayışının yasal altyapısını oluşturacak düzenlemeler için toplumda bilinç, talep ve mücadele yükselmesini sağlamaktır. Kentsel dönüşümle ilgili düzenlemelerden ihale usul ve esaslarına ilişkin maddelerdeki “Demokles Kılıcı” hükümlere, büyükşehir ve ilçe belediyelerinin yetki ve görev tanımındaki anti demokratik hükümlerden halka ücretsiz ya da ucuz hizmet götürmeyi engelleyen hükümlere, oradan norm kadro uygulamasının emek ve halk karşıtı niteliğine kadar bir dizi alanda hem mevcut yasal düzenlemelerin anti demokratik ve halk karşıtı niteliğini teşhir etmek ve hem de toplumcu bir yerel yönetim anlayışının hukuki altyapısını oluşturacak alternatif yasa tasarıları hazırlamak çok önemli… Bu konuda sol belediyelerde adeta kabullenmişlik hissi yaratan genel bir suskunluk gözlemliyoruz. Son dönem toplumcu belediyecil

Toplumcu Belediyeciliğe Doğru 1

Toplumcu Belediyeciliğe Doğru 1   S evgi ve sevgisizlik… Sevgi öyle kendiliğinden oluşan bir şey değil… Öncelikli sevgi bireyci değildir paylaşımcıdır. Bu paylaşım iki kişiyle sınırlanmışsa Marks’ın ifadesiyle” genişletilmiş bir bencillik” olur yalnızca. Gerçek sevgi çok daha çoğul ve kucaklayıcıdır. Bu işin bir yanı … Fakat sevgi sık sık duyduğumuz   “Bütün insanları, bütün canlıları, doğayı severim” sözünde ifadesini bulan genel ve yüzeysel bir duygu da değildir. Biz burada genel, yüzeysel bir duygu olarak değil kalıcı, köklü, sahici bir duygu olarak sevgiden söz ediyoruz …   İnsanlar arası ilişkide bu sevgi ortak değerlerin, ortak amaçların ve ortak paylaşımların bir ürünüdür… Bu sevgiyle insanlar “ben” olmaktan vazgeçmeden “biz” olmaya evrilmişlerdir artık… Sevgiyle birbirine bağlanan insanların yaşam felsefesi “gemisini kurtaran kaptan” değildir… “Ya hep beraber ya hiç birimiz”dir artık onların yaşam felsefesi… Sevgi doğası gereği “toplumcu” bir duygudur. Son dönemde ba
Kim bu “sivilleşme” savunucuları? Ya da Türk sağı ve “sivilleşmecilik” -Mahmut Üstün 12 Ağustos 2011 Ayrı bir dizi yazının konusu olmayı hak eden kapsam ve önemde bir konudur. Biz şimdilik şu kadarını söylemekle yetinelim: Türkiye’nin burjuva devrim ve modernleşme sürecinde askerlerin özel bir rolü olmuştur. Askerler Türkiye’nin sınıfsal temeli çok zayıf burjuva devrimin baş aktörleri oldukları gibi, daha sonraki süreçte de “burjuvaziye rağmen” burjuva iktidarın en önemli bileşenlerinden biri olmaya devam etmiştir. Burjuva sınıfın zamanla ortaya çıkmasına ve güçlenmesine ve Türkiye’nin uluslararası kapitalizmle giderek artan bağlarına bakınca, ordunun bu özel konumunun yıllar önce sonlanması, ordunun güvenlikle ilgili olağan görevlerini yerine getirmek üzere kışlasına dönmesi beklenirdi. Fakat gelişmeler böyle olmadı. Ordu zamanla devlet katındaki tek belirleyici güç olma konumunu yitirdi ama devlet aygıtının önemli bileşenlerinden biri olmayı sürdüregeldi.

Yeni ama hangi cumhuriyete doğru?

Yeni ama hangi cumhuriyete doğru? -Mahmut Üstün 31 Temmuz 2011 Son on yıldır yaşananlar askerin gücünün abartıldığını ortaya koyar niteliktedir. Bu nedenden dolayıdır ki, askerin bu kolay dize gelişi, orduyu siyasal süreçler üzerinde belirleyici güç kabul eden ulusalcıları ve liberalleri farklı doğrultuda ama aynı şiddette sarsmış ve şaşırtmıştır Son “YAŞ Krizi”nin ardından Genelkurmay Başkanının ve Jandarma Genel Komutanı dışındaki diğer kuvvet komutanlarının emekliliklerini istemeleriyle; öyle gözüküyor ki, çok önemli bir sürecin son halkası da tamamlanmış oldu. Sistemin transformasyonu ve askerin gücü Türkiye’nin tarihsel gelişimi içinde bürokrasinin ve özellikle de askeri bürokrasinin özel bir rolü olduğunu biliyoruz. Ordunun Türkiye’deki -1940′lı yılların ortalarına kadar belirleyici, daha sonraki yıllarda da görece özerk konumuyla- devlet aygıtının etkin unsurlarından biri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ne var ki, ordunun bu konumu önce burjuvazinin güçlenmesiyle ardın
ŞİDDETİN AHLAKI OLUR MU?                               'Poverty is the worst form of violence! (Yoksulluk şiddet in en acımasız şeklidir)' M. Gandhi   Şiddet hiç kuşku yok ki insanlık tarihi açısından en büyük kötülüklerden biri... Belki de şiddeti ikiye ayırmak gerekir; kendine yaşam alanı açmak için insanın doğa ile mücadelesinden kaynaklı insan- doğa ve bu çerçevede de insan-insan ilişkilerinde uygulanan şiddet. Şiddetin bu içeriği ve düzeyi artık ürüne el koyma aracı olan devletin ve onun örgütlü/meşru şiddetinin araçları olan ordu ve polis kurumlaşmasının henüz var olmadığı bir doğal/toplumsal durumda geçerli bir tablodur.  Bu şiddet doğa-insan ve insan-insan ilişkilerinde belirli zararlar yaratmakla beraber, tüm doğal çevre ve toplumsal yaşamı ciddi biçimde tehdit eden bir noktaya ulaşmaz, böyle bir noktaya ulaşmadan çözümlenir. İkinci şiddet türü ise siyasal-toplumsal şiddettir. Bu şiddetin ayırıcı özelliği ekonomik ve siyasi iktida

Kamil Bir Sol için...

Kamil Bir Sol için... Nerden geldiyse aklıma cehalet, yarı cehalet ve kamil olmak arasındaki farklardan ve bunun sol ve sağ kavramlarıyla bağlantısından söz etmek geldi... Cehaletin motivasyonu imandır. Cahil insan "iman ettiklerine karşı" sarsılmaz bir itaatkarlığa sahipken; karşıt gördüğü kişi ve düşünceler karşısında ise keskin bir düşmanlığa ve kör bir cesarete sahiptir. Bu yüzden cahil mazlum olabilir ama özgürlükçü ve demokrat olamaz. Kamil insan ise, doğrularını hep sorgulayan bir insandır. Bilginin doruğuna yaklaştıkça mükemmel ve yanılmaz diye bir şey olmadığını kavrar. Hele tek bir bireyin tek başına en iyiyi temsil edemeyeceğini bilir. Bu yüzden kolektiviteye, ekip çalışmasına ve ortak akıla önem verir. Ağzından "ben" sözcüğünü kolay kolay duyamazsınız. 'Biz'cidir o. Bir tek kişinin her şeyi bilen olamayacağını bildiği gibi, herkesin bir diğerine göre daha iyi bildiği daha yetenekli olduğu bir konu olduğunu da bilir. Kimseyi cahil ve yeteneksiz