PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...
Girişte kuş sesleri, horoz sesleri ve küçük bir derenin huzur veren şırıltısı karşılar sizi. Papazınbağı'nda doğa sesinden başka hiç bir mekanik ses duyamazsınız. Yalnızca doğanın o eşsiz melodisi.
Asırlık çam, çınar, dut, Ankara armudu, Ankara ayvası, üvez, ceviz ve muşmula ağaçlarıyla süslenmiş 14 bin m2'lik küçük bir cennet adacığı burası... Üstelik de tam şehrin göbeğinde...
Tarihide ilginç...
Kimilerine göre Papazınbağı'nı Atatürk, Cumhuriyet'in ilk ikizleri olması nedeniyle Necati-Hayati Kuloğlu ikizlerine bağışlamıştır. Kimilerine göre de bağ alanını baba Ahmet Efendi, ülkeyi terk etmek üzere olan bir Ermeni ailesinden satın almıştır...
Ama Kuloğlu ailesi iki rivayetinde tam olarak doğru olmadığını söylüyor.Ermeni ailenin Ankara'yı terk etmesiyle bağın devlete geçtiğini ve baba Ahmet Efendi'nin bağı 1936 yılında devletten açık artırmayla aldığını belirtiyor. Besbelli bu süreçte acı olayların da hüznüyle de yoğrulmuş Papazınbağı...
Ahmet Efendi bağı yazlık olarak kullanıyor uzun süre. Fakat aile zaman içinde ekonomik olarak zayıflıyor. Papazınbağı'na yerleşmek ve burada yaşamak zorunlu oluyor.
Nasıl ticari işletme oldu...
Ahmet Efendi'nin eşi Şaziye Hanım bağ evinde çamaşır yıkamaktadır. Her çamaşır gününde bağ evinde, çamaşırlar kaynatıldığı açık ateşten indirilip tokaçlanmaya başlandığında, o açık ateşte gözleme yapılır ve çay demlenirmiş. Çamaşır gününün yorgunluğu çay ve gözleme ziyafetiyle atılmaya çalışılırmış.
İşte böylesi bir günde meraklı bir ODTÜ'lü öğrenci '(ki bilirsiniz genellikle hep meraklıdırlar) çamaşır yıkayan Şaziye Hanım'ı görür ve bağ evini görmek için izin ister. Şaziye Hanım öğrenciye izin verir ve ardından da yaptığı gözleme ve çayı ikram eder. Öğrenci ısrarla ücret ödemek ister. Şaziye Hanımda ısrarla reddeder. Sonunda öğrenci gelecek hafta sonu arkadaşlarıyla buraya gelmek istediğini söyler. Tek koşul ise Şaziye Hanım'ın bu kez ikramlar karşısında ücret almasıdır. Nitekim öyle de olur... Giderek artan yoksulluk içinde misafir grubunun bıraktığı para oldukça işe yarar niteliktedir. Böylece Şaziye Hanım bu işi sürekli yaparak aileye ekonomik destek sunmaya karar verir. Bağ evinin bugünkü işlevine kavuşmasının öyküsü de, işte böylesi ilginç bir öyküdür. Yıl 1963'tür.
Papazınbağı adı sonradan çıktı...
Bu bölgede geçmişte Hıristiyan nüfus yaşadığı ve alanın çok yakınında kilise olduğu için, Papazınbağı işletmeye açıldıktan ve çok rağbet görmeye başladıktan sonra, bazı rakipleri, "oraya gitmeyin orası papazınbağı" diye bir söylenti yaymaya başlarlar. Bu söylenti amacına ulaşmaz. Halk burayı çok sever ve vazgeçmez. Ama adı halk arasında Papazınbağı olarak bilinmeye ve bu adla sevilmeye başlanır.
Aile bağ evini satmamakta direnir...
Zamanla bağevi kentin rantı en yüksek alanında, adata yalıtılmış, dokunulmamış, gizli bir cennet bahçesi olarak kalır. Beton cehennemi içinde doğal bir cennet... İşte o zaman beton ve para ile doğa ve insan sevgisi, Papazınbağı'nda sert bir mücadeleye girer. Papazın bağına çok güçlü talipler çıkar. Aileye büyük paralar teklif edildiği gibi sıklıkla aba altından sopa da gösterilir. Ama aile direnir. Bu güzel cennet bahçesini betona teslim etmek istemez.
1994 yılında ise "Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu"na başvurarak Papazınbağı'nı 1. dereceden doğal sit alanı ilan edilmesini sağlarlar. Papazınbağı kurtulmuştur.
Ankara için çok teşekkürler Kuloğlu ailesi...
Sevgili dostum, Papazınbağı ile ilgili bu hikayeyi okuduktan sonra kendimi pek ayıpladım. Ankara'daki öğrencilik hayatım süresince Papazınbağı durağının bulunduğu caddedeki bir apartman dairesine ara ara gider gelirdim. Liseden bir arkadaşım orada otururdu. O ismin sadece bir durak isminden ibaret olduğunu düşünürdüm herhalde ki hiç araştırma gereği duymadım. Ankara'ya ilk ziyaretimde ilk işim orayı ziyaret etmek olacak. Teşekkürler.
YanıtlaSil