12 Eylül’ü (S)aklama Davası
12
Eylül’ü (S)aklama Davası!
Aslında başlıkta aklama davası
da diyebilirdim. Fakat bu aklama dolaylı yollarla, adeta bir ilizyon
gösterisiyle yapıldığı için “saklama” sözcüğünü kullanmayı daha uygun buldum.
12 Eylül’ü doğrudan aklamak o
kadar kolay değil zira, kirleri apaçık ortada. Bu gömleği artık bu kirli
biçimiyle giymenin bir gereği de, anlamı da yok. Bu yüzden bir kuru temizleme
işleminden geçiriliyor şimdi. Fakat sorun sadece 12 Eylül gömleğinin kirli bir
gömlek olması değil… Sorun 12 Eylül’ün topluma zorla bir “deli gömleği”
giydirmiş olması.
Bu deli gömleği giydirme
operasyonu, toplumun yaşam biçimlerinde, algılama biçimlerinde, o kadar
etkili oldu ki, şimdi bu toplumun sözüm ona aydınlanmış bazı kesimleri bile,
üzerlerinde duran deli gömleğine bakıp öfkeleneceklerine; bu deli gömleğinin
biraz da olsa kirlerinden arındırılacak olmasına, “deliler gibi”
seviniyorlar…
Bu ne yaman çelişki (mi)?
Türkiye’de
ordu hiçbir zaman iç ve dış güç odaklarından bağımsız, salt kendi kurumsal
çıkarlarını esas alan bir “darbe” gerçekleştirememiştir, gerçekleştiremez de…
Son dönemde yaşanan bir dizi olayın gözümüzün içine sokarcasına ortaya koyduğu
çok temel bir gerçektir bu.
Peki
kimdi bu 12 Eylül darbesinin arkasındaki iç ve dış odaklar? ABD, NATO, içeride
ise çıkarları küreselleşme ile örtüşen sermaye gurupları ve bu kesimlerin
ideolojik, siyasal ve ekonomik programının mimarı ve uygulayıcısı olan Turgut
Özal liderliğindeki sivil bürokratlar.
Peki
bugün 12 Eylül’ü yargıladıklarını iddia edenler kimlerdir? Bizzat 12 Eylül
darbesinin arkasında olan, bu darbenin programını oluşturan ve uygulayan aynı
iç ve dış çevreler.
Nasıl oluyor bu? ya da Neydi
12 Eylül?
12
Eylül’ü anti-demokratik yapan yalnızca asker eliyle gerçekleştirilmiş olması
değildir. 12 Eylül’ün getirdiği ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel programlar
demetinin kendisidir…12 Eylül’le ilgili en sıradan okumalar bile bize gösterir
ki, 12 Eylül çalışanların ekonomik ve sosyal haklarının tırpanlanmasıdır.
Üretimde kuralsızlaştırmayı egemen kılma ve kamunun ekonomik varlığını sermaye
lehine ortadan kaldırma planıdır. Çalışanların örgütsüzleştirilmesidir. Sosyal
devletin yurttaşlara sağlaması gereken güvencelerin ortadan kaldırılması ve bu
işin gönüllü kuruluşlara havalesidir. Halkın siyasal temsil hakkının, yüzde 10
barajı vb. gibi yöntemlerle, güçlü bir yürütme yaratma hedefiyle
sınırlandırılmasıdır. Güçlendirilmiş Cumhurbaşkanlığı, MGK; YÖK; YHK gibi
kurumlar ile sistem üzerinde güçlü bir vesayet rejimin oluşturulmasıdır.
Toplumun dinselleştirilmesi programıdır. Türkiye’nin Ortadoğu’da bir Truva atı
olarak kullanılmasının koşullarının yaratılmasıdır. Ve engelsiz bir
uluslararası sermaye (ÇUŞ) düzeni yaratma hedefidir. Eğer 12 Eylül tüm
bunların bir toplamıysa, AKP’nin bugüne kadar ki icraatları bu partinin 12
Eylül’ün ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel programının en rafine
uygulayıcılarından biri olduğunu ortaya koyar niteliktedir.
Bazı tarihsel dönemlerde
posaları atmak zorunlu olur!
12 Eylül davası ile yapılmak
istenen “(s)aklama operasyonu” tarihte ne ilk ne de çok yeni… Tarihte buna
benzer çok sayıda örnek bulmak olası… Özellikle köklü anti-demokratik, halk karşıtı
değişimlerin ancak terör ve şiddet ile hayata geçirilebildiği büyük acı
dönemlerinden sonra, eğer istenilen yön değişikliği topluma bir biçimde kabul
ettirilmiş ve toplumsal muhalefet güçleri şu ya da bu yolla etkisiz hale
getirilmiş ise, sistem bu tür yöntemlerle, yani bütün günahı sahne önündeki
tetikçilere yükleyerek, o acı dönemin yüklerinden kurtarılmaya çalışılır.
Sistemin kendi meşruiyetini yeniden ve en üst düzeyde tesis edebilmesi için,
son derece elverişli ve etkili bir yöntemdir bu.
Ama bu
dava ile güdülen amaç yalnızca bu yöntemle toplumsal meşruiyetini artırma
girişiminden ibaret değildir. Aynı zamanda -Ergenekon, Balyoz vb. davalarında
da ifadesini bulduğu gibi- küreselleşme sürecinin gereklerine uyum
sağlayamayan asker-sivil bürokrasinin tasfiyesinin de bir parçasıdır.
Kısacası
kavga 12 Eylül’ü mantıksal sonuçlarına k götürmek isteyenlerle, bugün artık
ayak bağı haline gelmiş 12 Eylülcülerin kavgasıdır. 12 Eylül’ü planlayan
ve uygulayanların 12 Eylül’ün tetikçilerini harcayarak, kendilerini (s)aklama kavgasıdır…
Ne
yapmalı ya da yapmamalı?
12
Eylülcüler arasındaki iç kavganın ürünü olarak bile olsa, darbenin iki önemli
generalinin yargılanması ve cezalar alması bizi yalnızca sevindirir. Bu ülkenin
solcuları da, elbette bu sürecin hızının artması ve kapsamının genişlemesi için
bu sürece siyasal ve hukuksal olarak müdahil olacaklardır. Ancak şunu da
özellikle vurgulamak gerekiyor. “Tetikçi suç ortaklarını” feda ediyor
diye, bugün 12 Eylül’ü en ari biçimde temsil eden güçleri “demokrat” ilan
edebilmek için, 12 Eylül’ün giydirdiği “deli gömleği”ne pek fazla alışmış
ve hatta kendi deli gömleğine aşık olmuş olmak gerekiyor... Zira 12 Eylül bütün
temel programı ve kurumlarıyla hala sürüyor. Bu dava ile 12 Eylül’le hesaplaşmak
istenmiyor; 12 Eylül’ün üzerine “demokrasi” örtüsü örtülmeye çalışılıyor.
Yorumlar
Yorum Gönder