BİR DEVRİM RESTORASYONCUSU*:ŞERİF MARDİN...
Şerif Mardin'in vefatının
ardından pek çok yazı yayınlandı. Akademik ve siyasi önemi düşünüldüğünde daha
da çoğunu hak etmektedir. Muhtemelen önümüzdeki gün, hafta ve aylar içinde
hakkında yazılmaya devam edilecektir. Etmelidir de... Zira Şerif Mardin
yazdıklarıyla dünü anlamamızda kısmen ama bugünü anlamamızda ise çok önemli bir
akademik/siyasal kişiliktir.
Şerif Mardin'in iyi bir akademisyen
ve çok iyi bir liberaldir.Liberal
Forum Dergisi yazarlığının yanı sıra Hürriyet Partisi'nin Genel Sekreterliğini yapmış ve 1994 yılında
kurulan Yeni Demokrasi Hareketi’nin kurucu üyeleri arasında yer almıştır.
Mardin'in akademik çalışmaları da
bu kimlikten azade ele alınamaz. Mardin'in
külliyatı liberal bir siyasal/toplumsal dönüşüm hedefinin programatik ideolojik altlığı gibidir.Bunu
görmeden Mardin hakkında yapılan soyut akademik analizler bize gerçekliğin
kendisini değil gölgesini sunarlar ancak.
Mardin'in çalışmalarını yürüttüğü
dönem Kemalizm'in hakim algılanış biçimiyle
kapitalist restorasyon sürecine ayak bağı olmaya başladığı bir dönemdir.
Mardin'in akademik çabası da Kemalizm'in
devletçi/laik /"devrimci" yorumunun devrini tümden kapatmak ve
sistemin liberal restorasyonunu/tahkimini sağlamak amacı ile paralellik taşımaktadır. Mardin'in akademik çalışmaları
ile sermaye sınıfının toplumsal dönüşüm amacı arasındaki "denk düşüş"
tesadüf değildir.
Mardin bu liberal transformasyon/restorasyon
amacı doğrultusunda tarihi yeniden
kurmuş/inşa etmiştir. Böyle yapması değil yapmaması şaşırtıcı olurdu zaten.
Hele de siyasal kimliği en az akademik kimliği kadar önemli bir kişilik söz
konusuysa... Mardin'in kendi çalışmalarında bir başka restorasyoncu düşünür
olan Weber'in "kültürcü" yaklaşımını yöntemsel rehber kabul etmesi de
bu eğiliminden bağımsız değildir. Ayrıca tam da bu noktada Weber'in dinin
kapitalist gelişmeyle tezat olması bir yana tersine bu gelişmenin önemli bir
itici gücü olabileceğine ilişkin yaklaşımlarını da hatırlatmakta fayda var.
Mardin'i siyaset öncelikli bu yaklaşımına rağmen önemli
kılan ilk unsur bu çabasının akademik değerden bigane olmaması, ortaya
çıkardığı metinlerin akademik kriterler çerçevesi içinde de önemli olmasıydı. Kuvvetli
bilgi birikimine ek olarak yazdıklarının bir yöntemsel temeli olması, tezlerini
somut olgulara dayandırması ve bunu olguları tahrif etmeden yapma konusunda
özen göstermesi, Mardin'i okunması yararlı ve gerekli "bir kaç sağcı akademisyenden biri " haline
getirmiştir.
Mardin'in kaydedilmesi gereken
önemli özelliklerinden birisi de diğer liberal yazarların (hatta Kemalistlerin
ve maalesef bazı sosyalistlerin) düştüğü "cakalı " kavramsal
kolaycılıktan uzak duruşu, olay ve olguları çok yönlü ve katmanlı biçimde
analiz etmeye çalışmasıdır. Mardin'in
külliyatında doğu despotizmi, patrimonyalizm, Bonapartizm vb. gibi kavramlar havada uçuşmaz ve her yere
yapıştırılmaya çalışılmaz. Son derece ölçülü ve özenlidir bu konuda.
O'nu etkili kılan bir diğer
faktörse önerilerinden çok,bu önerilerini Kemalizm'in zayıf karnına oturtarak temellendirmesiydi. Yani Kemalizm'in
devrimi taşraya taşımakta yetersiz kalışı, sınırlı götürme çabalarının ise
geride jandarma dipçiği ve kültürel dayatma algısı dışında pek bir etki
yaratmamış olmasıydı... Kemalizm'in bu alandaki başarısızlığı büyük kent/taşra
arasındaki kültürel yarılmayı da besleyen bir faktör olmuş; Türkiye siyasetinde
de kültürel öğelerin yaygın olarak kullanılan bir motif haline gelmesine
yolaçmıştır.**
Kemalist devrimin zayıf karnı
olan ve kendini ağırlıkla kültürel planda açığa vuran bu yarılma, Mardin'in
liberal/muhafazakar restorasyon zorunluluğu tezini temellendirdiği temel
gerekçedir..
Mardin, eserleri çoğunlukla bu
ana eksene oturduğu için Türkiye modernleşmesinin özgüllüğü ve sorunları
üzerine kafa yoran, bu sorunların kaynaklarını teşhis ederek tedavisinin
yollarını bulmaya çalışan bir düşün adamı olarak takdim edilir. Bu takdim
biçimi çalışmalarındaki temel motivasyonun Türkiye'nin liberalizme uygun bir
transformasyon yaşaması fikri olduğunu örtük kılar. Bu örtü bir masumiyet
halesi yaratır. Bu masumiyet halesi de Mardin'in etkisini daha da güçlü kılar.
"Merkez çevre "
kavramının çıkış noktası da burasıdır. Cumhuriyet dönemi için analitik bir anlama
ve değere sahip olan bu kavramı Mardin Osmanlı tarihine de taşımıştır. Ama
Mardin'in Osmanlı tarihi analizinde bu kavramın çok sakil durduğu, Cumhuriyet
dönemi analizindeki "heyecan
verici" etkiyi yaratmadığı aşikardır.
Zaten Mardin'in temel derdi ve
iddiası da bu kavramın bütün Osmanlı/Cumhuriyet devrinin anlaşılma kapısını
açan bir "maymuncuk" olduğunu göstermek değildir***. Osmanlı
analiziyle asıl yapmak istediği merkez çevre" çatışmasının Osmanlı'da din/kültür kurum ve politikaları aracılığıyla önlenebildiğini
gösterebilmektir. Özetle tarikatlar, Osmanlı'da "devlet cemaat
çatışması" olarak ortaya çıkan merkez çevre çelişkisinin çatışmaya
dönüşmesini engelleyen temel denge kurumlarıdır. Sorunun kaynağı Cumhuriyetin bu
denge kurumlarını kaldırması, eğitimle bu sorunu çözmek istemesidir.
Kemalizm'in öğretmenler eliyle ve kültür
nakli yoluyla bütünleşme stratejisi tutmamış, merkez kültürünün temsilcisi
öğretmenler çevre kültürünün temsilcisi imamlara yenilmişlerdir.
Mardin'in Said-i Nursi alanındaki
çalışması ile din ve ideoloji alanındaki yazıları başta olmak üzere hemen tüm
diğer çalışmaları bu temel tezinin ayrıntılandırılması/desteklenmesi amaçlıdır.
Mardin'in çalışmalarının 60'lı ve
70'li yıllarda değil de neo liberalizmin sermayenin önündeki tüm engelleri
kaldırmayı amaçlayan kültürcü, dinle barışık ve parçacı bir restorasyonu
pratikleştirdiği 80'li yıllarda ve özellikle de AKP iktidarıyla çok daha yaygın
bir etkiye sahip olması da bu restorasyoncu niteliği sebebiyledir.
Mardin'in Kemalistlerce neo
Osmanlıcılıkla, dincilikle, Saidi Nursi hayranı olmakla suçlanması mesnetsiz
olduğu gibi aynı nedenlerle İslamcılarca alkışlanması da ironiktir. Zira
Mardin'in ne Cumhuriyetle ve sekülerlikle esaslı bir sorunu vardır ne de Said-i
Nursi'yi ya da tarikatları seçenek
olarak görmektedir.
O burjuva iktidar ve kapitalist
ilişkiler için tehdit olan ne varsa hepsinin tasfiye edildiği bir Cumhuriyet
istemekte ve tarikatların da kapitalizm ortak paydasında bu anti sol/anti
jakoben restorasyon sürecine destekçi olma olanaklarına işaret etmektedir.
Mardin'i yerli yerine oturtmak
için atlanmaması gereken bir başka önemli veri de "soğuk savaş"
döneminin şekillendirdiği bir liberal oluşudur.
Dolayısıyla "sınıf mücadelesi", "devrim",
"aydınlanma" gibi kavramlar onun açısından "kırmızı
kuvvetler"dir. Mardin'in Türkiye
ilgili tahlillerinde bırakın "işçi sınıfı", "sınıf mücadelesi"
kavramlarını kullanmayı "burjuvazi"yi bile açık adıyla anmaktan özel
biçimde uzak durduğu görülür. Bu metinlerin 60'lı ve 70'li yıllara, yani sınıf
mücadelesi dinamiklerinin görünürlüğünün arttığı yıllara ait olduğu düşünülünce
bu tutum çok daha özel bir anlam kazanmaktadır.
Mardin'den bize kalan...
Mardin'in analizleri merkez çevre
yaklaşımı gibi tali bir çelişkiyi başat/belirleyici bir analiz öğesine
dönüştürmesi sebebiyle Türkiye gerçekliğini açıklamaktan uzaktı. Ama soruna
sistemin restorasyonu hedefi açısından bakıldığında ortada bir başarı olduğu da
kesindir.
"AKP'nin ilericiliği", "çevrenin
merkeze taşınarak dönüşümü", "özgürlükçü
liberal laiklik", "taşra burjuvazisinin demokratikleştirici etkisi"
vb. vb. söylemlerinin bugünkü tablonun oluşmasında, bu söylemlerin yaygınlı
kazanmasında da Mardin'in etkisi tartışma götürmez ağırlıktadır.
Dinsel tarikatlarla barışmak. bu
yapıları kapitalist gelişmenin emrine vermek hedefi büyük ölçüde
gerçekleşmiştir. Ama bunun maliyeti sistemin Cumhuriyetçi laik ayarlarında
ciddi bozulmalar, yani Türkiye'nin sistemik bir krize yuvarlanması olmuştur.
Evet ortada bir başarı öyküsü
vardır. Ama ne pahasına ? Bu başarı Frankeştayn başarısıdır. Malum Frenkeştayn
canavar yaratma hedefini başarmış ama yarattığı canavar kendisini de afiyetle
yemişti.
Bu Mardin'in istediği bir sonuç
muydu? Hayır o elbette bu kadarını istemiyordu. Hatta bu restorasyonun AKP gibi
bir parti eliyle gerçekleşiyor olması da hayal ettiği yöntem değildi. Son dönemde "mahalle baskısı",
"Halk İslamı" üzerinde yaptığı açıklamalar sürecin taşıdığı risklerle
arasına mesafe koyma çabalarıydı.
Ama bu Mardin'in ve
"Mardin'den daha Mardinci" ardıllarının bugünkü sonuçtaki sorumluluklarını bırakın
kaldırmayı hafifletmez de.
Mardin iyi bir kafa ve üretken
bir akademisyendi. Ama çok temel bir kusuru vardı: pür liberal olmak...
Avrupa'da uzun ve yoğun sınıf mücadelelerin ve devrimci hamlelerin yarattığı
bir olanağı, yani din ve tarikatları kapitalist sistemin müritleri haline
getiren bir restorasyonu, Türkiye'de sınıf mücadelesi olmadan aynen uyarlamak
istiyordu. Sınıf savaşlarının yerine küresel kapitalist sistemin gücünü ikame
ediyordu muhtemelen. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı.
* Restorasyon kavramını devrim sonrası
iktidara gelen burjuvazinin bir müddet sonra eski rejimin sınıfsal ve ideolojik
bakiyeleriyle barışarak devrime ait hafızayı kadükleştirme girişimi anlamında
kullanıyorum.
** Kemalizm burjuva ve halk tabanı sınırlı bir
devrimdir. Köylülüğün devrime etkin
biçimde katıldığı ve devrim sonrasında da ciddi ekonomik sosyal haklar
kazandığı burjuva devrimlerde kır/kent çelişkisi ortadan kalkmasa da hiç bir
zaman kır ile kent arasında devrimi riske eden bir siyasal/kültürel yarılma
olmadı. Marksistler Kemalist devrimin köylü kitlelerini devrime sevk etmek
konusunda isteksiz olduğuna, yerel milis güçleri olarak ortaya çıkan köylü
hareketlerini dağıttığına, devrim sonrasında da toprak reformu gibi hamlelerden
uzak durduğuna işaret ederek, tüm
bunları devrim ile kır arasında bağ kurulmamasının, kırın gericiliğin etki
alanı haline gelmesinin nedenleri
sayarlar. Mardin, bildiği kesin olan bu açıklama biçimine çalışmalarında hiç
yer vermemiş, eleştirel anlamda dahi bir atıfda bulunmamış olması da
manidardır.
***Bu kavram Mardin'in Osmanlı/ Türkiye
tarihine ilişkin analizinde önemlidir. Ama yazdıklarından kalkarak bu kavramı
Osmanlı-Türkiye tarihinin bütünsel analizinin anahtarı olarak gördüğünü iddia
edebilmek mümkün değildir. Zaten kitaplarından birine de koyduğu bir
röportajında kendisinin bu kavrama böylesi bir anlam/misyon yüklemediğini, "merkez-
çevre" kavramına tüm Osmanlı-Türkiye tarihini aydınlatan sihirli bir
analitik anahtar misyonu biçilmesinin kendisine rağmen oluşan abartılı bir
yaklaşım olduğunu söyler.
Yorumlar
Yorum Gönder