ŞERİF MARDİN’DEN “SOL”A KALAN DERS -2-
Geçen haftaki yazımızın ilk bölümünde Türkiye'de kır kent
çelişkisinin aldığı özel boyutun nedenlerini sorgulamaya başlamıştık.
Özetle Kurtuluş savaşına kırın/köylülüğün aktif bir kitlesel
katılımının olmamasının ve devrim sonrası dönemde de kırın/köylülüğün devrimin
getirilerinden pek düşük düzeyde yararlanırken devrimin zorluklarını önemli
ölçüde omuzlamak zorunda kalmasının genelde cumhuriyetle, özelde ise sol ile
arasında mesafe oluşmasına yol açtığını belirtmiştik.
Dahası solun kır kent çelişkisinin aldığı bu boyutu
değiştirmek, kır ile kent arasına yüzü emeğe, çağdaşlaşmaya ve ilerlemeye
dayalı bir siyasal köprü kurmak
konusunda başlangıçtan bugüne belirgin bir isteksizlik içinde olduğunu
görmekteyiz.
Bu isteksizliğin arkasında solun bu sorunu bir köylülük
sorunu olarak ele almaktan ziyade bir irtica ve bağımsızlık sorunu olarak ele
alması vardır.Yani nedenlerden ziyade sonuçlardan kalkılarak politika oluşturulmuştur.Zaman
zaman toprak reformundan, ağa- eşraf kesiminin köylü üzerindeki gerici tahakküm
ve nüfuzundan söz edilmesine karşın, solun siyasal önceliği kırdan gelen
irtica, bölünme ve emperyalizm tehdidine karşı güvenlikçi yaklaşıma destek
vermek biçiminde şekillenmiştir.
Yalnızca Kemalistlerin değil aynı zamanda o günün
sosyalistlerinin de köylülüğü devrime kazanmanın siyasal önemi üzerinde net,
kararlı ve tutarlı bir yaklaşım içinde olmadıklarını görüyoruz. Her iki kesimin
de yaklaşımı bu sorunun iktisadi ve toplumsal gelişmeye (artan sanayileşme ve
kentleşmeye) paralel biçimde zaman içinde çözüleceği yönündedir.
Kır sorunu temelde bir köylülük sorunu olmakla birlikte
Türkiye'de laiklik ve Kürt sorunu alanında da önemli uzantıları olan bir
sorundur. Bu sorunları ya yok saymak ya da irtica ve bölücülük parantezine almak
sol açısından kırın dışsallaşması sonucunu doğurmuştur.
1968-80 dönemi ters
rüzgarlar...
Dünya da 60'lı yıllarda yaygınlık kazanan köylü tabanlı
sosyalizan ulusal kurtuluş hareketlerinin Türkiye'deki sol yükselişi de
etkilemesinin bir ürünü olarak bu tarihlerde solun kıra halkçı bir perspektifle
yaklaşmaya başladığını görüyoruz. Solcu gençlerin tütün mitinglerinin, fındık
eylemlerinin organizasyonunda rol almaya
başladığı bu dönem, CHP'nin de eski devletçi/pozitivist yaklaşımdan daha
halkçı/sosyal demokrat bir çizgiye doğru bir evrim yaşadığı yıllardır.
"Modern" köylü kepiyle kitlelerin karşısına çıkan Ecevit'in
sloganlaşan en önemli vaatlerinden biri "Toprak İşleyenin, Su kullananındır"dır.
Aynı yıllarda sol içinde laiklik ve Kürt sorunu alanında da sorunu irtica ve
bölücülük parantezinden çıkaran, daha halkçı, özgürlükçü ve eşitlikçi bir zemine
oturtan yeni bir söylem görülmektedir.
Tüm bunların sonucu olarak 1968-80 aralığında sosyalist ve
sosyal demokrat kanatlarıyla sol, kırda Alevi nüfus içine sıkışmış olan etki
alanını Sünni nüfusa ve Kürt nüfusa doğru yaygınlaştırmaya başlamıştı.
Sol dalganın
çekilmesi ve iki yönlü savruluş...
Bugün sol da, ikisi de sol olmayan iki ayrı uca savruluş
sözkonusu... İlki geçmişin pozitivist ve kırı değişmez bir gericilik deposu
olarak gören, sorunu irtica ve bölücülük parantezi içine yeniden alan
yaklaşımdır... İkincisi de kırla barışmayı önemseyen ama bunu kırın ekonomik,
siyasal ve kültürel dönüşümünü hedefleyen sol bir stratejiden yoksun biçimde, verili
duruma teslim olarak yani sağcılaşarak yapmaya çalışan yaklaşımdır.
Oysa kırla ilişkilerin sol değerler temelinde nasıl
geliştirilebileceği sorusunun yanıtı bizatihi Türkiye solunun kendi tarihi
içinde bulunmaktadır.
Sonuç olarak...
Şerif Mardin'in merkez çevre yaklaşımı tarihsellikten ve
sınıfsallıktan uzak niteliğiyle sorunu aydınlatmak ve çözmekten ziyade,
statükoyu meşrulaştıran ve kabule davet eden bir nitelik taşımaktadır. Çevreyi
yekpare ve merkezi de yekpare bir bütün olarak gören bu yaklaşımın örneğin
çevrenin tarihsel olarak en istikrarlı ve kitlesel temsilcilerinden olan Alevi
nüfusun siyasal davranışlarını ya da "çevre"nin bir başka bileşeni
olan Kürtler içindeki güçlü modernleşmeci muhalefeti açıklaması mümkün
değildir. Mardin'in kültür temelli açıklaması, hem kültürün insan evladının
eylemleriyle oluşan ve değişen tarihsel yanını atlaması, hem de çevre kültürünü
geleneksel Sünni İslam'a indirgemesi nedeniyle sorunludur.
Ama Mardin'in analizi Cumhuriyet tarihi boyunca, kendini -farklı ve birbirleriyle de çatışan- kültürel temalarla dışa vuran derin bir kır-kent çelişkisinin varlığını hatırlattığı ölçüde önemlidir. Mardin'in merkez çevre analizinin önemli bir etki ve alıcı kitlesi yaratması da bu hatırlatmayı yapmasıyla ilgilidir.
Ayrıca tarihi süreç bize Mardin'in iddiasının aksine
Cumhuriyetle taşra arasındaki sorunlu ilişkinin devrimin farklı bir kültür
dünyası ile ve totaliter bir üslupla kıra kendini dayatmasından kaynaklanan bir
sorun olmadığını, tam aksine sorunun devrimin kırları bütünsel biçimde
kuşat(a)mamış olmasından kaynaklandığını göstermektedir. Cumhuriyet taşraya
dışsal kalmıştır ama bu taşraya ulaşan cumhuriyetin kültürel bakımdan taşra
tarafından benimsenmemiş olmasından çok cumhuriyetin kendini taşraya taşımak
bakımından yüzeysel ve kısmi bir çaba göstermesinden dolayı olmuştur. Cumhuriyet
taşrayı kendi değerleriyle kuşatma altına almak yerine geleneksel değerlerin
temsilcileriyle işbirliği yolunu seçmiştir.
Ama Mardin'in analizi Cumhuriyet tarihi boyunca, kendini -farklı ve birbirleriyle de çatışan- kültürel temalarla dışa vuran derin bir kır-kent çelişkisinin varlığını hatırlattığı ölçüde önemlidir. Mardin'in merkez çevre analizinin önemli bir etki ve alıcı kitlesi yaratması da bu hatırlatmayı yapmasıyla ilgilidir.
Hele de normal koşullarda bu hatırlatmayı yapması
kendisinden beklenen solun bu alandaki tarihsel ataleti ve isteksizliği
koşullarında, Mardin'in merkez çevre tezinin böyle bir etki yaratması son
derece anlaşılırdır.
Sol'a Mardin'den kalan tek ders, solun bu alandaki ataletini
hatırlatmış olmasıyla ilgilidir. Sol bu dersi alarak, bu ataleti analiz etmek
ve aşmak zorundadır.
Yorumlar
Yorum Gönder