KENT VE SU

Su, insan var olmadan ve hatta dünyada canlı hayat başlamadan beri var. İnsanlık tarihi açısından baktığımızda ise Sümer yazıtlarında ve Orhun Kitabelerinde su ile ilgili başlıklara rastlanmakta. Fakat su konusunda toplumsal örgütlenmenin ilk somut örneklerini M.S. 60-68’lerde Roma’da görüyoruz. O dönemin su kemerleri (“Curator Aquarum”) yöneticisi Frontinus, tecrübelerini “De Aquis Urbis Romae” (Roma Kenti Suları Üzerinde) adı altında kaleme almış. Frontinus, su kanunları, kamu yararına arazi istimlaki, mülkiyet hakkı, intifa hakkı (yararlanma hakkı), geçiş hakkı, su kirlenmesi gibi konuları, daha henüz o dönemde ele almış ve tartışmış.

 1- Geleneksel Yaklaşımdan Çağdaş Yaklaşıma...
20. yüzyıl boyunca hakim olan ve "bul, çıkar, taşı, dağıt ve maliyetleri yansıt" mantığına dayanan hidroloji yaklaşımı, yarattığı çevre sorunları nedeniyle sorgulanmaya başlanmış ve önemini yitirmeye başlamıştır. Bu gelişmeler su yönetiminde çevrenin ve sosyal yapının dikkate alınmasını gündeme getirmiştir. 1970'lerden sonra egemen olmaya başlayan yaklaşım, ekonomik gelişme ile birlikte sosyal ve çevresel gelişmelerin de dikkate alındığı "sürdürülebilir" modeldir.

 2- Türkiye Kentlerinde Su Kirliliği En Önemli Sorun
 Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 2012 yılını esas alarak, 81 ilin su, hava, atık ve gürültü kirlilik karnelerini çıkardı. Bakanlığın 2 yılda bir yaptığı "Türkiye Çevre Sorunları ve Öncelikleri Değerlendirme Raporu"na göre, 32 ilde su kirliliği, 27 ilde hava kirliliği, 19 ilde atıklar, 2 ilde gürültü kirliliği ve bir ilde erozyon en önemli çevre sorunu... Rapora göre, önceki dönemlere göre hava kirliliği ve atıkların öncelikli sorun olduğu illerin sayısı azalırken, su kirliliğinin öncelikli sorun olduğu illerin sayısında ciddi bir artış var. Rapor, Ankara'daki su kirliliğine de dikkat çekmekle birlikte, hava kirliliği sorunu Ankara'nın en önemli sorunu olarak saptıyor.

 B- ANKARA VE SU

1- Tarihi
Ankara deniz veya akarsu kenarına kurulmamış nadir kentlerdendir. Ancak eski Ankaralı yöneticiler akıllarını ve bilimi kullanarak, bu dezavantaja karşın Ankara'nın su sorununu çözmeyi başarmışlardır. Bundan tam 1800 yıl önce Elmadağ'dan künklerle Ankara Roma Hamamına su taşımayı başarmışlar ve Bent deresine ismini veren bendin arka kısmında su depolayıp, burada biriktirilen suyu, Ankara kalesine çıkarma becerisi göstermişlerdir.

 2- Sudan kim sorumlu?
Türkiye’de yerleşim yerlerinin içme suyu ihtiyacını karşılama görevi belediyelere aittir. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün (DSİ) kentlere içme suyu getirme gibi bir yasal zorunluluğu yoktur. DSİ, ancak, ilgili belediyenin talebi doğrultusunda ve ortak bir protokol oluşturulması koşullarında yükümlülük üstlenir. Belediyeler pratikte su getirme konusunda üç farklı yöntem izleyebilirler: 1. Kendileri doğrudan yapar ya da ihale yoluyla yaptırırlar. 2. İller Bankası aracılığı ile içme suyu sorununu çözebilirler. 3.1968 yılında yürürlüğe giren 1053 sayılı yasa kapsamında, eğer nüfusları 100 bini aşıyorsa, İçişleri ve Maliye bakanlıkları da uygun görüş bildirmişse ve DSİ ile protokol yaparak, DSİ aracılığıyla bu hizmeti üretebilirler. Bu durumda Devlet Su İşleri aracılığıyla merkezi bütçeden yapılan yatırım harcamaları, tesislerin devralınmasını izleyen 30 yıl içinde, belediye tarafından ödenmek zorundadır.

 3- Kızılırmak öncesi Ankara'nın mevcut su kaynak ve potansiyelleri...
Kızılırmak suyunun getirilmesinden önce Ankara'ya su sağlayan 7 baraj bulunmaktaydı. Bu barajlardan Çubuk-1 ve Bayındır Barajları kirlenme ve kapasite düşüklüğü nedeniyle kullanımdan çıkarılmıştı. Çalışmakta olan 5 barajın depolama kapasiteleri ise şu şekildeydi: Çamlıdıre 1 Milyar 220 milyon m3; Kurtboğazı 92 milyon m3; Eğrekkaya 85 milyon m3; Akyar 47 milyon m3; Çubuk II 25 milyon m3... Gerede- Işıklı Barajından gelecek suyu depolaması amacıyla Çamlıdere Barajının kapasitesi oldukça yüksek tutulmuştu. Fakat Işıklı Barajı devreye girmediğinden Çamlıdere Barajının kendi havzasında toplanan su 130-150 milyon m3 ile sınırlı kaldı. Eğer bu proje tamamlanmış olsaydı 1 milyar 470 milyon m3 olan barajların depolama kapasitesi aktif biçimde kullanılabilecek ve 420 m3 ortalama yıllık su ihtiyacı olan Ankara çok uzun yıllar sorunla karşılaşmayacaktı. Ama Çamlıdere'nin ancak 130-150 milyon m3lük bölümü kullanılabildiği için Ankara hep su açığı ile karşı karşıya kaldı. Kuraklık yıllarında ise bu sorun had safhaya çıktı. Böylesi bir döneminin ardından devreye sokulan 720 milyon m3'lük Kızılırmak seçeneği ise, tek başına Ankara'nın su ihtiyacını fazlasıyla karşılayabilecek bir kapasitedir.

 4- Gerede'den Kızılırmak'a: Bugünkü sorunların kaynakları...
1969 yılında Ankara Belediyesi ile DSİ arasında imzalanan protokol, ilgili bakanlıkların da onayları alındıktan sonra yürürlüğe girmişti. DSİ, hazırladığı Master Plan çerçevesinde Ankara’nın ihtiyacına paralel biçimde öngörülen tesisleri tamamlamış ve faaliyete açmıştı. Ankara Büyükşehir Belediyesi 2003 yılında, önce Ankara’ya içme suyu sağlayan barajların işletmesini üzerine aldı. Ardından da içme, kullanma ve endüstri suyu ihtiyacını karşılayacak projeleri kendisinin hayata geçireceğini belirterek DSİ ile yeni bir protokol yapmadı. Bu tarihten sonra DSİ’nin Ankara içme suyuna ilişkin sorumluluk ve yükümlülükleri de sona ermiş oldu. Daha önceki protokol çerçevesinde uygulanmaya başlanılan "Ankara İçme Suyu Master Planı" çerçevesinde DSİ, 2004 yılında da Gerede (Işıklı) sistemini devreye almak için tatbikat projelerini yaptırmıştı. Hatta Japonya devlet kredi kuruluşu olan JBIC (Japon Bank of International Cooperation) ile 12 Mart 2014 günü Hazine Müsteşarlığında yapılacak olan kredi anlaşması için davetiyeler bile hazırlanmıştı. Fakat, tam da bu arada, Büyükşehir Belediyesi'nce proje iptal edildi. Büyükşehir Belediyesi iptal gerekçesi olarak önceliğin metro yapımına verileceğini öne sürdü. Ne var ki Gerede Projesi iptal edildiği gibi metro projesinde de sonraki yıllarda herhangi bir adım atılmadı. 2007 yaz aylarında barajlarda su önemli miktarda azaldı. Ankara halkı büyük bir su yetersizliği sorunuyla yüz yüze kaldı. DSİ’nin yapmış olduğu planlama raporlarına göre 2007 yılında Işıklı Gerede sisteminin ve 2005’te Kavşakkaya barajının devreye girmiş olması gerekiyordu. Eğer bu projeler planlandığı biçimiyle hayata geçirilmiş olsaydı, Ankara o tarihte su sıkıntısı çekmemiş olacaktı.

5- Kızılırmak Suyu ve Sorunlar
Su sıkıntısına yönelik artan tepkiler üzerine Büyükşehir Belediyesi, alelacele, Kızılırmak suyunu Ankara'ya getirmeye karar verdi. Oysa DSİ, gerek 1968 tarihli Master Planı'nda gerekse Hirfanlı ve Kesikköprü baraj gölleri ve havzalarında 2005 yılında yaptırdığı kirlilik araştırmasında Kızılırmak suyunun kirlilik nedeniyle uygun bir tercih olmadığını belirtmişti. Raporda, ancak başka bir çare kalmadığı koşullarda ve ancak ciddi bir arıtma işleminden sonra bu suyun değerlendirilebileceğine dikkat çekilmişti. Bu nedenle Kızılırmak suyunun gerekli temizleme ve arıtma çalışmalarına paralel olarak 2025'den sonra değerlendirilmesi gerektiğini raporlamıştı.
Ayrıca, 2008 yılında, Ankara İl Sağlık Müdürlüğü'nün konuyla ilgili iki ayrı yazısında da Kızılırmak suyundan dolayı Ankara musluk suyunun yetersiz olduğu ve yeni bir arıtma tesisinin kurulması gerektiği ifade edilmişti. Bu gerçeğe karşın Büyükşehir Belediyesi Kızılırmak suyu konusunda ısrarcı davrandı. Kızılırmak suyu ile ilgili şu sorular hala yanıtsız durumdadır.
 a-Kızılırmak suyunun kirlilik açısından riskli olduğuna ilişkin devletin ilgili kurumlarının, üniversitelerin vb. çok sayıda raporu orta yerde dururken ve daha risksiz seçenek de mevcutken, niçin Kızılırmak suyu tercih edilmiştir?
 b- Devlet kurumları tarafından Kızılırmak suyunun ancak başka seçenek yoksa ve çok iyi biçimde arıtılmasıyla koşuluyla kullanılabileceği, İvedik Arıtma tesislerinin ise bu suyu arıtma açısından yetersiz olduğu doğrultusundaki raporlarına karşın niçin Kızılırmak suyu getirilmek istenmiştir ? Bugünkü haliyle İvedik Tesisleri Kızılırmak suyunun arıtmasını yapabilecek bir donanıma sahip midir? Kaldı ki böyle bir donanım olsa bile, bu kadar yoğun bir arıtma işleminden geçmesi bir suyun kalitesini çok düşürecektir. İçim açısından çok düşük vasıflı olacağı açıkken, Kızılırmak suyunda ısrar etmek gerçekçi midir?
c- Gerede projesi yapım, taşıma ve arıtma maliyetleri açısından Kızılırmak suyuna göre araştırmalara göre üçte bir oranında daha az bir maliyete sahipken, neden çok daha pahalıya mal olacak Kızılırmak Projesi tercih edilmiştir?
 d- Gerede projesi gerçekleştirilmiş olsaydı su taşıma işi tünel sistemi ile gerçekleşecekti. Ama Kızılırmak suyunun taşınmasında boru ve pompalama sistemi kullanılmıştır. Yüksek eğime sahip bu bölgede pompalama nedeniyle çok ciddi bir elektrik harcaması olduğu iddia edilmektedir. Ayrıca boruların istenen vasıflardan uzak olduğu ve birbirlerine çok yakın döşenmesi nedeniyle su taşınması açısından ciddi bir güvenlik riski bulunduğu ifade edilmektedir. Bu iddialar ne kadar doğrudur?
 e- Genel olarak Türkiye'de özel olarak Ankara'da su kirliliği ölçümleri düzenli ve bilimsel yeterlilik kriterlerine uygun biçimde yapılmamaktadır. Akarsuyun bir ya da bir kaç noktasından ya da bir ya da birkaç musluktan numune alarak yapılan ölçümlerin su kirliliği hakkında kesin bir bilgi vermesi olanaklı değildir. Bu testin zaman olarak sık ve alan olarak yaygın biçimde yapılması gerekmektedir. Kızılırmak suyu hakkında bunca iddia ve şaibe ortadayken, bir kaç musluk ve noktadan yapılan testlerle niçin yetinilmekte ve neden kesin veri sunacak bu tür bir ölçümlemeler yapılmamaktadır?
f- Kaldı ki tek tek zararlı maddelerin sınır değerlerin altında çıkması, tek başına su temizliği hakkında bir güvence oluşturmamaktadır. Bir su kaynağının içerisinde çok sayıda zararlı madde bulunması, o suyun güvenilmez sayılması için yeterlidir. Ayrıca, bu maddelerin birbirleriyle etkileşimleri halinde ne tür sonuçlar yarattıkları da irdelenmelidir. Niçin bu yönde çalışmalar yaptırılmamakta; yaptırıldıysa kamuoyuyla paylaşılmamaktadır?
 g- Büyükşehir Belediyesi Kızılırmak suyunun içilebilir özellikte olduğundan eminse, neden bu suyu Çamlıdere suyuyla karıştırmak ihtiyacı hissetmekte, tek başına kullanmamaya özen göstermektedir. Diğer barajlarda yeterli su bulunması halinde niçin Kızılırmak suyunu tümden devreden çıkarmayı tercih etmektedir?
h- Kızılırmak suyu, diğer barajlar olmasa da, tek başına Ankara'nın tüm su gereksinimini karşılayabilecek bir potansiyele sahipken, eğer bu su temiz ve kullanılabilir bir kaynaksa, niçin Büyükşehir Belediyesi, daha önce tercih etmediği Gerede Suyu'nu yeniden Ankara'ya getirme konusunu gündemine almıştır?

 7- Temiz ve Ucuz Su Bir Haktır...
Gerek su gerekse hava temizliği kalitesi ile ilgili verilen sınır değerler sıfır risk olduğunu göstermez. Toplumun önemli bir kitlesi için bu değerler ciddi sağlık ve yaşam riskleri de içermektedir. Zira bu sınır değerler, örneğin 70 kg ağırlığında sağlıklı bir yetişkin (genellikle de erkek) üzerinden hesaplanmaktadır. Bu durumda, aynı değerler çocuk, hasta, yaşlı, hamile kadın vb. için ciddi sağlık riskleri oluşturabilecektir. Dünya Sağlık Örgütünün bu konudaki kriteri, musluktan akan suyun “içilebilir kalitede” olmasıdır. Bundan on yıllar önce temiz ve kullanılabilir su temini açısından temel slogan (dilution is the solution) yani "seyreltin ve kirlilik sorununu çözün" idi. Ama günümüzdeki slogan artık (no pollution) yani "hiç kirlilik olmasın"dır. Bu yaklaşım doğrultusunda limitler gittikçe "sıfır değere" doğru düşürülmektedir. İçilen suyun kaliteli olması, temel bir insan hakkı kabul edilmektedir.

 8-Ankara: Sağlıksız ve Pahalı Su...
 Ankara'da vatandaşların musluktan temiz ve kaliteli su içemediği açık bir gerçekliktir. Musluktan akan su yalnızca kullanım (bulaşık, çamaşır, banyo, ev temizliği vb.) amaçlı tüketilmekte ama içme suyu olarak kullanılmamaktadır. Buna karşın, su fiyatları açısından Ankara en pahalı kentlerden biri, belki de birincisidir. Bugün Ankara’da bir ailenin aylık su faturası 60-80 TL. civarındadır. Musluktan akan suyu Ankaralılar içemediği için, bu rakama bir de aylık ortalama 50-70 TL. damacana suyu gideri eklenmektedir. Ankara’da normal bir ailenin aylık su harcaması 110 ile 150 TL arasında değişmektedir. Bu tablo Ankaralıların ciddi bir su sorunu yaşadıklarını göstermektedir. 9- Su Kamusal Bir Mülktür... Roma hukukundan bu yana egemen olan yaklaşım suyun“res nillius” yani sahipsiz/halka ait bir mülk olduğu anlayışıdır. Bugün dünya nüfusunun yüzde 95.6’sı kamu eliyle su hizmetlerinden yararlanıyor. Ama son 30-40 yıldır revaçta olan neo liberal politikalarla suyun özelleştirilmesi de gündeme gelmeye başladı. Dünyada özelleştirilen su miktarı yaklaşık olarak yüzde 5 civarındadır. Ama bu miktardan bile elde edilen kâr, 2 trilyon dolar gibi devasa bir rakama ulaşmaktadır. Bu kazanç düzeyinin, petrol sanayindekinin yüzde 40’ına denk düşerken, ilaç sektöründeki kar düzeyini ise daha şimdiden geçmiş olduğunu vurgulayalım. Su özelleştirmelerinin büyük tekeller için hayli iştah açıcı olduğu açık. Ne var ki işin yoksullar cephesine yansıması ise tam tersi yönde oluyor. Dünyadaki örnekler, özelleştirmeyle su fiyatlarının iki-üç katına çıktığını ve yoksulların suya ulaşamaz hale geldiğini gösteriyor.

 C- SONUÇ YERİNE YAPILMASI GEREKENLER
a- Su belediyelerden alınıp merkezileştirilmeli..
 Belediye yönetimleri pahalı ve uzun süreli altyapı yatırımlarının oy getirisi açısından rasyonel hizmetler olmadığını düşündükleri için, kaynaklarını bu alanlar yerine daha az maliyetle, daha kısa sürede tamamlanabilecek ve oy getirisi yüksek olabilecek alanlarda kullanma eğilimindedirler. Ankara örneği de bunu doğrular niteliktedir. Bu hizmetin verilebilmesi, gerektiğinde uzak su havzalarına yönelmeyi zorunlu kılmakta fakat bu bölgeler belediyelerin sorumluluk alanı dışında olduğu için ciddi sıkıntı ve gecikmeler olabilmektedir. Su kaynaklarının temiz tutulması, kirli olanların en sağlıklı biçimde arıtılması, su alanlarının sürekli denetim ve kontrol altında bulundurulması gibi işlerin de belediyelerce yerine getirilebilmesi oldukça zordur. Bu nedenlerle kentlerin su temini hizmetlerinin belediyeler düzeyinde değil; merkezi uzmanlık kuruluşları düzeyinde verilmesi daha isabetli olabilecektir.
 b- Sürdürülebilirlik ve tasarruf...
Su kaynakları kıt olduğu için tasarruf politikalarıyla israfın önlenmesi de çok önemlidir. Sürdürülebilir bir su politikası, yalnızca arzı esas alan değil, talebi de yönlendirilen bir su yönetimi olmak durumundadır.
 c-"Kompact Kent",
"Yağ Lekesi Kent" Su politikası açısından bütünsel-kompact kent, dağınık ve yaygın kent yapısına göre avantajlıdır. Ankara'da son yıllarda ne yazık ki, yağ lekesi biçiminde parçalı bir kentleşmeye doğru bir değişim yaşamaktadır. Bu durum ise, hem su kullanımını çoğaltmakta, hem de su altyapı maliyetlerini yükseltmektedir....
 d- "Multi-disipliner" yönetim süreci
 Su havzalarının korunması limnoloji, biyoloji, kimya, bakteriyoloji, toksikoloji, halk ve çevre sağlığı vb. bilimlerle ilgilidir. Su yönetiminde bu bilim dal¬larından yararlanılması bir zorunluluktur.
 e- Denetim...
Mevcut su kaynaklarının temizlik açısından sürekli ve güvenilir biçimde denetlenmesi, temiz su kaynaklarının korunması, kirli suların tespiti ve arıtma işlemlerinin gerçekleştirilmesi büyük önem taşımaktadır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-