BİZE NASIL BİR MUHALEFET LAZIM?
BİZE NASIL BİR MUHALEFET LAZIM?
Türkiye'de siyaset geçtiğimiz son 20 yıldır ne
yazık ki statükocuların ve küreselleşmecilerin belirlediği ikili bir sıkıştırma
içinde giderek anlamsızlaşmakta, işlevsizleşmekte ve buna bağlı olarak ülkede
toplumsal doku çürümekte ve dağılmaktadır.
Bugünkü siyasal kutuplaşmanın ve taraflaşmanın
içerisinden bu gidişe dur diyebilecek bir çözüm üretebilmenin olanaksızlığını
da geçen 20-30 yıllık pratik bize fazlasıyla göstermiş olmalıdır.
Kürt sorununu, Kürt varlığını inkar ederek ve
bir oluruna getirip onları Türkleştirerek ya da İslami bir şemsiye altında
tutkallayarak çözmeye dayalı politika iflas etmiştir.
Alevilerin kimliksel taleplerini kabul etmemeye
ve onları bir oluruna getirip Sünnileştirmeye dayalı politikalarda ısrar da
bugüne kadar çözüm değil çözümsüzlük üretmiştir.
Laiklikle din ve vicdan özgürlüğünü karşı
karşıya koyan, biri adına diğerini yokluğa mahkum eden politikaların, ne
laikliğe ne dinsel inançlara bir fayda getirmediği de apaçık ortadadır.
Geniş
toplumsal kesimlerin farklı kimliksel taleplerini birleştiren sol bir
program...
Bu ikili sıkıştırma arasında, siyaset
birilerinin çıkar ve statükolarını yerine getiren teknikerlik hizmetine
dönüşmüş, dolayısıyla toplumun gerçek sorunlarından kopmuştur.
İnsanlar kısa süreli umutlanmalar dışında hangi
iktidar gelirse gelsin yaşam koşullarının daha kötüye gittiğini görüyorlar. AKP
iktidarı da son 5 yıldır umut yaratma kabiliyetini yitirmiş, "daha kötüye
gitme korkusu" iktidarını sürdürmesinin temel nedeni haline gelmiştir.
Epeydir toplumun bir bölümü ekonomik ve sosyal
haklarımı kaybediyorum ama hiç olmazsa dinselleşme furyasıyla yaşam
biçimlerimiz tehdit edilmesin kaygısıyla statükocu kesimin; diğer bölümü de
ekonomik ve sosyal haklarımı kaybediyorum ama hiç olmazsa kimliksel taleplerim
karşılansın umuduyla küreselleşmeci neo-teokrasinin peşinde sıralanmak zorunda
kalıyor…
Yani toplum nezdinde en temel ve acil talep,
kimliksel hakları, yaşam tarzı güvencelerini refah ve özgürlük artışıyla
birleştirerek çözüme kavuşturacak bir siyasal programdır. Böylesi bir program
ve söylem üretilemediği için, yani etkin, kurucu ve yol açıcı bir muhalefet
olmaması nedeniyle, AKP barutunu tükettiği halde ehven-i şer bir iktidar adayı
olarak varlığını ve iktidarını sürdürebilmektedir.
Bu kimliksel talepleri temel ve ortaklaştırıcı
beklenti ve talepler ekseninde çözmek iddialı bir siyaset seçeneği bulunmaması
nedeniyle, halk ikincil ya da yapay ayrımlar temelinde kutuplaşmakta, kimliksel
talepler zenginleştirici değil "bölücü" etkiler doğurmaktadır.
Bu siyaset girdabı içinde hem halkın tüm
kesimlerinin ekonomik ve sosyal hak kayıpları istikrarlı bir tarzda sürmekte
hem de kimliksel/inançsal talepleri, laiklik kaygıları karşılanamamaktadır.
Aksine dindarı da, seküleri de, Kürdü ve Türkü
de, ayrımsız biçimde ve toptan koyu bir
karanlığın içine doğru sürüklenmektedir.
Oysa bütün bu sorun ve talepleri tek bir eksende
toplamak, ekonomik ve sosyal hakları geliştirirken kimliksel ve yaşam tarzına
ilişkin sorunları da - eşitlik,
özgürlük, kardeşlik temelinde- çözüme kavuşturabilmek olasıdır.
Bu ülkede siyaset, eşitlikçilikle ile özgürlükçülüğü,
laiklik ile din ve vicdan hürriyetini, kardeşlik ile etnik ve mezhepsel
kimliklere dayalı özgürlükleri birbirine karşıt değil, tüm halk kesimlerinin
ekonomik, sosyal ve kültürel haklarını sağlamak ekseninde bütünleştiren bir muhalefeti göreve
çağırmaktadır.
Gezi eylemlerinden bu yana bu seçenek tabandan ve güçlü biçimde
kendini inşa etmektedir.
Bu siyaset aynı zamanda laiklik ve cumhuriyeti önemseyen ve öne
çıkaran bir siyasettir. Ama besbelli ki, geçmişin dar, kısırlaştırıcı ve tüm
toplumu kör bir girdabın içine sürükleyen siyasi kutuplaşmanın dışına çıkarak
ve yeni, eşitlikçi, halkçı bir cumhuriyet ve laiklik tasavvurunu inşa ederek...
Bu siyaset bugüne kadar egemen olduğu gibi toplumun milliyetçi ve dindar
kesimlerini kazanmak için bir dindarlık
ve milliyetçilik yarışına girmeden
ve/fakat tüm bu kesimlerin kaygı ve duyarlılıklarına halkçı bir program ve
söylemle yanıt üreten bir siyasettir. Eklektik değil organiktir... Yapay değil
sahicidir...
Bu siyasetin temel taşları Gezi'de, 7 Haziran seçimlerinde,
Referandum sürecinde zaten kendini açığa vurmaktadır.
Bu siyaset bugün Yüksel Caddesi'nde haksızlığa, hukuksuzluğa, açlıkla terbiye
edilmeye, ahlaksız ve vicdansız bir yönetime
karşı bedenlerini ölüme yatıran onurlu, apaydınlık iki kamu emekçisinin,
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça'nın eyleminde kendini dışa vuruyor. Bu iki genç
milyonlarca üyeye ve büyük olanaklara
sahip muhalefet partilerinden çok daha etkili, sarsıcı ve yol açıcı bir
siyasetin aktörleri olabiliyorsa; durup bir düşünmek gerekmez mi?
Gelecek yazımızda, bizzat kitle eylemleri aracılığıyla dışa vurulan bu siyasal temel
taşların nasıl programlaştırılabileceğini ele alacağız.
Herkes artık şunu bilmeli ve siyasal planlarını, hazırlıklarını
buna göre yapmalıdır.
Gelecek Gezi direnişinde,
Metal işçileri direnişinde ve "Hayır Komiteleri"ndedir.
Yorumlar
Yorum Gönder