BİZE YENİ BİR LAİKLİK DEVRİMİ LAZIM...
*Dinin
iktidar etmenin bir aracı haline getirilmesi ile din ve vicdan hürriyetine
ilişkin yasaklamalar açısından Türkiye’de laiklikle ilgili sorunlar bulunduğu
açıktır.
Sol düşünce
açısından laiklik önemli bir duyarlılık alanıdır. Din adına yüzyıllarca süren
toplumu baskıya alma ve sömürme pratikleri ortadayken, ezilenlerin haklarını
savunmayı temel düstur edinmiş sol siyasetin laiklik sorununa kayıtsız kalması
düşünülemez.
Hangi
Laiklik?
Ne var ki,
pek çok konuda olduğu gibi laiklik alanında da soruna nereden bakıldığına göre
farklı kavrayışlar mevcuttur.
Burjuva
aydınlanmacı görüşe göre, laiklik modernleşme sürecinin en net dışı vurumudur.
Bu görüşe göre, laiklik, tarihsel ve sınıfsal bir olgu olarak değil; siyasal ve
kültürel bir sorundur. Topluma yönelik siyasal- kültürel müdahalelerle modern
yaşamın yerleştirileceği düşünülür. Devrimcidir ama devrimciliği sınırlı ve
yüzeysel olduğu için otoriter ve dayatmacıdır. Bu laikliğin
aydınlanmacı-pozitivist kavranışıdır ve kaynağı Fransız devriminin“devrimci
burjuvazisidir”. Fransız laikliği, din dışı bir anlayıştan, eski dinsel
kurumları dışlayarak yeni ve modern bir din yaratmaya uzanan bir serüven
izlemiştir.
Laikliğin
bir de liberal-muhafazakar kavranışı vardır. Bu anlayış hiç bir zaman laikliği
dinin siyasal alandan çıkarılması olarak düşünmemiş, olanaklı olduğunca dinsel
kurumlarla çatışmaya girmeksizin ve/fakat kapitalizmin çıkarları doğrultusunda
içsel bir değişime uğratarak siyasal sistemin yedeği haline getirmeyi
hedeflemiştir. Şimdilerde pek çok yazarın “otoriter laikliğe” karşı
“örgürlükçü/demokratik laiklik” adını vererek savundukları anlayışta,
Anglo-Sakson geleneğinin bu “dinle soslanmış kapitalizm” modelidir.
Pozitivist
laiklik anlayışı dinin siyasetten ayrılması adına din ve vicdan özgürlüğünün
zedelenmesine yol açarken; liberal-muhafazakar laiklik din ve vicdan hürriyeti
adına laikliğin bir diğer olmazı olan din ve devlet arasındaki ayrılığı
zedeleyen uygulamaların savunucusu olmaktadır.
Aslında her iki model de, sonuç olarak
laikliği, ya dayatmacı bir yolla ya da mevcut dinsel kurumlarla uzlaşarak dinin
içten revizyona uğratılması yoluyla kapitalizme uygun yeni bir din yaratmaya
indirgemektedir. Ve her iki anlayışta ağırlıkları farklı olmak üzere ne din ile
devletin ayrışması, ne de din ve vicdan özgürlüğünün teminata alınması
anlamlarında laikliğin rafine bir örneği olamamışlardır. Vardıkları ortak nokta
yeni ve modern (kapitalizmle uyumlu) bir din yaratmak ve bu dini siyaset aracı
olarak kullanmak ve bu amaçla bağlantılı biçimde dinsel/mezhepsel inançlar
arasında ayrımcılık yapmak olmuştur. Yani burjuva aydınlınmacalığın laikliği kural
olarak eksik ve "iki yüzlü" bir laiklik olmaktan öteye geçememiştir.
Kemalizm ve
laiklik...
Kemalist
laiklik politikasının iki ayrı yüzünün bulunduğu söylenebilir. Kemalistlerin
niyetleri, geleneksel dinsel ilişkiler de dahil olmak üzere gelenekselliği,
tümüyle bertaraf edip yeni ve modern bir toplum ve devlete bağlı yeni ve modern
bir din anlayışı oluşturmaktı. Ama, mevcut güç ilişkileri nedeniyle geleneksel
dine karşı tutumları cepheden ve yok etmeye yönelik olamamış aynı zamanda
geleneksel din ile devlet arasında zımni bir uzlaşma alanı oluşturulmaya
çalışılmıştır. Geleneksel dinsel inanış önce pasifize edilmeye ve ardından da
içten içe reforme edilerek devlete bağlı milliyetçilik yanı güçlendirilmiş bir
din haline dönüştürülmeye çalışılmıştır.
Yani
Kemalizmin başat yönü pozitivist (Fransız türü) laiklik de olsa, bu onun tek
yönü değildir ve aynı zamanda uzlaşmacı “demokratik” (Anglo /Sakson türü)
laiklik” yönü de bulunmaktadır. Çok partili hayata geçilmesiyle birlikte
Kemalizmin bu eklektik, ikili politikasının ilk bölümünü CHP’li
Kemalistler; diğer bölümünü ise sağ- muhazafakar "Atatürkçüler"
üstlendi.
CHP
laikliğin neresinde
CHP’nin,
70’li yıllardaki çok kısa bir aralık dışında, genel olarak sol laiklik
anlayışının değil, aydınlanmacı-otoriter laiklik anlayışının temsilcisi
olduğunu görmekteyiz.
Laikliği
sosyal demokrat hak ve özgürlükler demetinin bir parçası olarak değil de, daha
çok biçimsel-kültürel öğeler üzerinden değerlendiren bu anlayış geçmiş
dönemlerde laiklik açısından belli kazanımlara kaynaklık etmiştir. Ama
özellikle de 12 Eylül askeri darbesi, yeşil kuşak/ılımlı İslam, küreselleşme,
sosyal devletin tahribi, sosyalizmin ve solun zayıflaması vb. gibi içsel ve
dışsal bir dizi nedenle zaman içerisinde işlevsiz kalmış ve hatta ters sonuçlar
yaratmaya başlamıştır.
Kılıçdaroğlu
döneminde CHP laiklik alanında yeni arayışlara girmiştir. Fakat bu dönemde de CHP laiklik alanındaki müdahalesini
laikliği ekonomik, sosyal ve siyasal hak ve özgürlükler demetinin bir parçası
olarak ele alan bir perspektifle değil de, yalnızca din ve vicdan
özgürlüğüne sıkışmış bir alandan yapmaya çalışmıştır. Bu nedenle de, bu yeni süreç
ağırlıklı olarak toplumcu/halkçı laikliğin değil, aydınlanmacı otoriter laiklik
anlayıştan liberal anglo sakson laiklik anlayışına kayışın ifadesi olmuştur.
"Özgürlükçü/demokratik laiklik"
Son yıllar
içinde geçmiş laiklik anlayışının sorgulandığını ve yaygın adlandırmayla
"özgürlükçü/ demokratik laiklik" adıyla "farklı" bir
anlayışın seçenek olarak dillendirildiğini görmekteyiz. Fakat bu
"fark" gerçekten de tırnak içindeki bir farktır. Zira bu
adlandırmayla dillendirilen seçenek "Aydınlanmacı/pozitivist laiklik"
anlayışı yerine bildiğimiz "anglo/sakson laiklik" anlayışının model
olarak önerisinden öte bir anlama sahip değildir. Liberalizmin artan etkisinin
laiklik alanındaki dışa vurumudur. Önerilen seçenek "din ve vicdan
hürriyeti" adına, devletin dinler karşısındaki bağımsızlığı ilkesinin
açıkça berhava edilmesidir.
“Toplumcu ve
özgürlükçü Laiklik”
Ama bu liberal öneri ne kadar geçersiz ve özü itibariyle laiklik ilkesini
bir başka temel açıdan zedelemeye,yok etmeye yönelik olsa da, bu bizlerin yeni
bir laiklik anlayışına ve hatta devrimine ihtiyaç duyduğumuz gerçeğini ortadan
kaldırmaz. Bu kadar itibar görmesi bizzat bu alandaki yenilenme ihtiyacını
dillendiriyor olmasındandır zaten.
Laikliğin
iki önemli olmazsa olmazı vardır: Birincisi, dini devlet alanından
çıkaracaksın; ikincisi, din ve vicdan hürriyetini garanti altına alacaksın. Ne
Pozitivist laiklik ne de Anlo-Sakson laikliği, laikliğin bu temel tanımlarına
uyan bir uygulama pratiği ortaya koyamamışlardır. Türkiye de yaşanan laiklik de
ağırlıkları farklı olmak üzere bu alanların her ikisinde de kusurlar taşıyan
bir laikliktir.
Fakat çok iyi tanımlanmamış ve hatta bilince çıkarılmamış olsa da bu iki
laiklik anlayışının dışında toplumun ezilen kesimlerinin temsilcisi olma
iddiasını taşıyan sol anlayışların ürünü olarak şekillenen ve belirli tarihsel
dönemlerde kısmen pratiğe geçme olanağı da bulabilen bir başka laiklik
anlayışının da vardır.
Bu laiklik
anlayışı kapitalizme teslim olmayan en azından kapitalizmin sınırlarını
zorlayan bir sol/emekçi hareketinin ürünüdür.
“Toplumcu ve
özgürlükçü laiklik” olarak niteleyebileceğimiz bu anlayış, toplumun
ekonomik ve sosyal hak ve güvencelerle donatılmasının sağlaması temeli üzerinde
din ve devlet alanının birbirinden azami düzeyde ayrılmasını ve vatandaşların
kişisel inançlarını hayata getirmelerinin önündeki tüm engellerin ortadan
kaldırmasını amaçlayan bütüncül bir model olarak tanımlanabilir.
Süreç insanların günlük yaşamlarının denetlenemez bir piyasa ve ulaşılamaz
bir iktidar ekseni üzerinde şekillendiğinde, emekçiler bu her iki alana az çok
yönlendiricilik anlamında müdahil olamadığında, iki denetlenemez gücün baskısı
altında çaresizleşen yığınların dinsel istismarı da, siyasi iktidarların
toplumu dinsel/mezhepsel ayrımcılık temelinde kamplaştırmaları da engellenememektedir.
Çaresiz ve siyasi iktidara ya da başka
güçlere el açmak durumunda kalmayan bir toplum ve bilimsel bir eğitim
projesiyle bir bütünlük taşıyan toplumcu/halkçı laiklik anlayışında hem her
türlü dinsel/mezhepsel inanç sahipleri ve tabi ki inançsızla da kendilerini
özgür hissedecekler hem de devlet ve din birbirinden ayrılmış, devlet tüm
inançlar karşısında eşit mesafede konumlanmış olacaktır.
Bu konunun ayrıntılarını başka bir
yazıya bırakmak kaydıyla son söz olarak şunu söyleyebiliriz ki, bize laikliğin
iki belirleyici unsurunu hakkıyla temsil edecek, yani devletin dinler
karşısında tarafsızlığını ve din ve vicdan hürriyetini garanti altına alacak
yeni bir laiklik anlayışı ve devrimi gerekmektedir. Ve bu da ancak kapitalizmin sınırlarını zorlayan
sosyal/toplumcu bütüncül bir proje ile başarılabilir bir hedeftir.
Yorumlar
Yorum Gönder