"ULUSLARIN KADERLERİNİ TAYİN HAKKI" VE YENİ BİR YURTTAŞLIK TANIMI...

kendi kaderini tayin hakkı ile ilgili görsel sonucu

Tarih bize yalnızca ulus devletin değil, aynı zamanda ulusal sorunu ulusal kimliğe atıfla çözmeyi amaçlayan girişimlerin de başarısız olduğunu gösteriyor.

Ulusal sorun geçmişte burjuva gelişme dönemine ait bir sorun olarak görülüyordu temelde... Uluslaşma sürecini yaşamış ama kendi bağımsız devletine sahip olamayan ve/fakat bu yönde iradesi oluşmuş ulusların bu haktan yoksunluğu ile belirlenen bir sorun...

Bu tanıma uyan ulusal sorunlar bugün de vardır. Örneğin Kürt sorunu, örneğin Filistin sorunu...

Ama bugünün ulusal sorunu temel olarak artık bambaşka bir boyuta sahiptir. Her ne kadar kapitalizm sermaye mobilizasyonunda gösterdiği özgürlükçü tutumu emek ve nüfus mobilizasyonu alanında göstermese de, bu tarihi ve nesnel süreci önlemeye de gücü yetmiyor. Ekonomik gerekler, yoksulluk, savaş vb. etkenlerle çok güçlü bir nüfus hareketliliği var dünya da... "Göçmen sorunu" ismi ile anılan bu sorun, aslında tamı tamına eski türden vatandaşlık tanımının krizine ve yeni bir vatandaşlık tanımını ihtiyacına işaret eden bir sorundur.

Aslında her iki türden ulusal sorunun özünde de aynı temel neden vardır. Ulus devletin yurttaşlık tanımını -aynı yurtta yaşıyor olmanın ötesinde- ırksal ya da dinsel referanslara dayalı olarak tanımlamakta oluşu...

Tarih bize en baştan bu yana çoğunluk nüfus kitlesi için yapıştırıcı bir unsur olarak kullanılan etnik (ırki ya da kültürel) ve dinsel/mezhepsel referansların aynı zamanda bölücü , ayrıştırıcı ve çatışmacı sonuçları olduğunu gösteriyor.

Üstelik dünya küçüldükçe ve ülkeler arasında nüfussal ve kültürel geçirgenlik artıkça, bu referansların ayrıştırıcı etkilerinin giderek başat özelliğe dönüşmeye başladığını görüyoruz.

"Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı" meselesine de bu gelişmelerin ışığında yeniden bakmak durumundayız.

"Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı" çok sık sanıldığı gibi bir sosyalist ilke değildir, burjuva demokratik ilkedir. Bu anlamda ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı çerçevesinde ifade edilen ulusların tam hak eşitliği de, bütün ulusların devlet kurma hakkı başta olmak üzere ulusal kimliğini özgürce geliştirme hakkına sahip olmasını tanımlar...Bu sağlandığı ölçüde ulusal sorunun da çözülmüş olacağı varsayılır...

Oysa tarih bize bu pradigma içinde kalındığında ne birleşerek ne de ayrılma hakkını kullanarak ulusal meselelerin çözülemediğini, yalnızca biçim değiştirdiğini gösteriyor. Hiç bir coğrafya homojen bir etnik/dini kimlik taşımadığı için bu referanslar üzerine kurulan her yeni ulus devlet yeni milliyetçilikleri ve çatışmaları, yeni ulusal ve dini baskıları doğurmakta.

Bu çerçeve de yalnızca Türkiye, Irak, İran, Suriye, İspanya vb. örneklerini değil aralarında ciddi farklılıklar olmakla birlikte eski Sovyetler Birliği, Yugoslavya, Çekoslavakya vb. deneyimleri de düşündüğümüzde, bir etnikliğe ve/ya dinsel kimliğe dayalı olarak oluşturulan ayrı devlet, federasyon, özerklik vb. gibi çözümlerin de "çözüm" olamadığını görmekteyiz...

Hele de ulusal duvarların giderek her anlamda geçirgen hale geldiği bugünün dünyasında devasa boyutlara varan "göçmenlik olgusu" ile birleştiğinde, mevcut ulus devlet/vatandaşlık anlayışıyla dünya, mikro düzeyden ulus devlet düzeyine ve oradan evrensel düzeye milliyetçilik ve dincilik eksenli çatışmaların alanı haline geliyor.

Elbette birlikte yaşama istek ve iradelerini yitiren uluslar için ayrılma bir haktır. Ama bu hakkı kullanmak bu sorunun kısmen çözümü anlamına geliyor, esasta ise sorunun sadece biçim değiştirerek sürmesi anlamına geliyor.

Yeni bir siyasal birlik ve yeni bir yurttaşlık tanımı yapmadan ulusal sorunları çözmek olanaksızdır.

Aslında bu tanımın çok yeni de olmadığını, burjuva gelişmenin/devrimin ilk dönemindeki ortak yurdu paylaşmanın yeterli olduğu bir yurttaşlık tanımıyla benzerliğini de hatırlatmak gerek.  

Gelinen yerde hiç bir etnik ve dini/mezhepsel kimliğe atıfla oluşturulmayan bir yurttaşlık tanımı sorunun en gerçekçi ve en kuvvetli çözüm reçetesi gibi gözükmektedir.

Her ulusal/etnik kimlikten insanların bu kimliğin gereklerini özgürce yaşayabildikleri ama ne merkezi ne de yerel iktidar biçimlerinin etnik referanslara dayalı olarak oluşturulmadığı bir siyasal yapı...

Soruna buradan baktığımızda Türkiye şanslı bir coğrafyadır. Bu topraklardaki Kürt hareketi, örneğin Barzani'nin Kürtlük ve Sünni İslam referanslı bakış açısından çok farklı olarak, bu türden bir özgürlükçü, eşitlikçi ve birlikçi çözüme çok daha yakındır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-