YA DEĞİŞİM YA YOKOLUŞ... CHP İÇİN ARTIK BAŞKA SEÇENEK YOK...
Neo
liberalizmin yarattığı sonuçların en önemlilerinden birisi siyasetin merkezini
işlevsizleştirmesi, merkezkaç eğilimleri güçlendirmesidir.
Türkiye'de
ise bu kriz çok daha belirgindir.
12
Eylül rejimi, seçim barajlarıyla, yüzde 30 oyla tek parti iktidarını mümkün
kılan hukuksal düzenlemeleriyle, iki partili bir meclisi ve tek partili bir
iktidarı hedefledi. Düşünülen ABD'deki gibi biri merkez sağ biri merkez sol
olan iki partiyi güçlendirerek daha "istikrarlı" bir siyaset alanı
inşa etmekti.
Tarihin
ironisi bir kez daha devreye girdi. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Varılan yer
hedeflenenin tam zıttı oldu.
ANAP
iktidarları bu merkez parçalanmasının ilk önemli işaret fişeğiydi. ANAP "dört
eğilimi birleştirme" iddiasıyla dağılma emareleri gösteren merkezi sağda
ve tek bünyede yeniden inşa etme girişimiydi. Kısa ve parıltılı döneminin
akıbeti siyaseten yok oluş oldu.
"DYP-SHP
koalisyonu" 12 Eylül'ün ardından klasik merkez siyaset aktörlerinin
yeniden devreye girmesi ve siyasetin normalleşme emaresi sayıldı.Gerçekleşen
ise klasik merkez siyasetin yıkımının tescillenmesi oldu.
Kimileri
ANAP, MHP ve AKP'nin "merkeze kaydığı "ve CHP ile birlikte yeni
merkezi oluşturduğu, kimileri de "merkezin sağa kaydığı", yani her
şeye karşın bir "merkez" bulunduğu tesellisiyle avuna dursun, gerçeklik
siyaseten eksensiz, kaotik ve öngörülemez bir sürece girildiğiydi.
Siyasi
merkezin varlığı, önce sermaye ve devletçe onaylanan ve sonra da toplumun
genelince iyi/kötü kabullenilen kurumsallaşmış ve süreğen bir durumun varlığı
demektir.
Süreç
siyaset alanında bir merkez olmadığı gibi sağa kayan siyasetin yeni bir siyasal
bütünlük ve stabilizasyon sağlayamadığını da yeterli açıklıkta gösterdi.
Bugünün
temel siyasal aktörlerine bakalım: AKP, MHP, HDP ve CHP... Üstüne bir siyasal
aktör olma fırsatına ramak kalan Uzan'ın Genç Partisini ekleyelim...
Bu
tablo bize önce siyaset alanında derin bir kriz ve parçalanmışlık olduğunu ve
ikinci olarak da sağ politik hegemonyaya karşın sistemin sağ politik kulvarında
da derin bir krizin varlığını göstermektedir.
Bu
tabloya bakan herkes krizi çözmek bir yana başlıca kriz kaynağı olan sağ
siyasetin karşısında solun güçlü bir seçenek olarak öne çıkacağı öngörüsünde
bulunur. Bu denklemin makul olan, beklenen çıktısı budur.
Ama öyle
olmadı...
Çünkü
sosyal demokrasi uzun yıllarca bu krizin asli nedeni olan neo liberalizmle,
sermaye ve devletle arasına sınır koy(a)madı. Nitekim son dönemde bu sınırı
koyma yönünde atılan "küçük" söylemsel adımlar bile -ABD, İngiltere örneğinde görüldüğü gibi- "büyük"
toplumsal karşılıklar yaratmaktadır.Bu evrensel ve temel nedendir.
Sonra
da Türkiye 'ye geri dönelim ve yerel nedenlere de işaret edelim.
1968
sonrası Kemalizm'i çağdaş sosyal demokrat ilkeler ışığında yeniden yorumlayarak
tarihinin en büyük politik sıçramasını gerçekleştiren CHP, sosyal demokrasinin evrensel
siyasi krizini ideoloji alanında statükocu bir Kemalizm yorumuyla, ekonomi/politika
alanında da neo liberalizme ricat ederek atlatmaya çalıştı.
Ne
var ki bu tuhaf eklektizmle CHP, mevcudu koruma çağrısı dışında topluma heyecan
ve umut yaratan hiç bir mesaj veremez hale geldi.
Neo
liberal teslimiyet nedeniyle emekçilerle, statükocu/devletçi bir Kemalizm
yorumu nedeniyle 60/70 döneminde bağ kurmaya başladığı taşrayla ve özellikle de
Kürtlerle arasında ciddi mesafeler oluştu.
Kentli
modern orta sınıfların ve Alevi halkın "ehven-i şer" kayıtlı desteği
ise partiyi umut kılmaya yetmedi, ancak ayakta kalmasını sağladı.
Netice
de CHP " ne yardan ne serden geçerim
" anlayışıyla çıktığı yolun sonunda "Ne İsa'ya yaranabildim ne Musa'ya " noktasına ulaştı.
Ayrıca
CHP'nin sağ ile "sağcılaşarak" rekabet etme saplantısı partiye yeni bir
alan açmak bir yana partinin siyasi krizini daha da derinleştirdi.
CHP
bu adımları atmadı. Yaşadığı ideolojik ve sınıfsal dönüşüm neo liberalizmle,
devlet ve sermaye ile arasına emek eksenli bir mesafe koymasını engelledi.
Halkçı bir yurtseverlik ve laiklik açılımlarıyla Kürtlere ve taşraya elini
uzatamadı.
Ama neo
liberalizm ürünü siyasi merkez kayması nedeniyle tek başına iktidara gelen
AKP'nin son yıllarda hem laik Cumhuriyeti hem de CHP'yi tasfiyeyi amaçlayan
restorasyoncu politikayı fütursuzca uygulamaya koymaya başlaması bu konformist
idare-i maslahatçı politikayı CHP açısından sürdürülemez hale getirdi. Artık
CHP içinde bulunduğu krizle "barışık" yaşama olanağını yitirdi. Zira hem
temel siyasal zemini hem de kurumsal varlığı açık ve yakın tehdit altına girdi.
CHP
bu tehdidi mevcut haliyle ve tek başına durduramayacağının elbette farkındadır.
Artık
dışsal faktörlere bel bağlama olanakları da daralmıştır. Bu koşullarda emekçilerle,
sosyalistlerle, Kürtlerle ve mümkün olduğunca taşrayla yeniden yakınlaşmak
eğilimi giderek güç kazanmaktadır. Siyasal krizin sağı da kapsaması, CHP'nin bu
hedefine ulaşmasını da kolaylaştırmaktadır .
Koşullar
bu kadar uygundur ama CHP'nin bu hedefine ulaşmasının önündeki en büyük engel
yine CHP'nin kendisidir. Son otuz yılda yaşadığı sınıfsal ve ideolojik dönüşümdür.
CHP'de
-giderek zayıflasa da- parti dışı odaklardan medet umma eğilimi hala mevcuttur
ve baskındır. Bu odaklar kah sermayedir, kah "demokratik dünya"dır,
kah sağ bir parti ya da adaydır. CHP'de bu iki eğilim arasında bir mücadele
yaşanmaktadır ve bu mücadele giderek de derinleşecektir.
CHP
bu nedenle bugün hem eskisi gibi devam edemeyeceğini bilen ama hem de içsel sınıfsal
ve ideolojik faktörlerin sınırlayıcılığı nedeniyle yeniyi üretmek güç ve
cesaretini de gösteremeyen bir parti görüntüsü vermektedir.
Hem
giderek güçlenen adım atma arzusuna; hem de bu adımları "aman ha!"
sınırlarına tutsak etme hassasiyetine sahiptir.
Bu birliktelik giderek daha çatışmalı bir hal almaktadır ve daha da alacaktır.
Bu birliktelik giderek daha çatışmalı bir hal almaktadır ve daha da alacaktır.
"Adalet
Yürüyüşü" ve "Adalet Kurultayı" bu durumu net biçimde
göstermektedir.
HDP
ve diğer sol ve sosyalist çevrelerin de "yürüyüş",
"kurultay" vb. alanlardaki politikalarını belirlerken, süreci bu
dinamikliği ve çok boyutluluğu içinde değerlendirmelerinin yararlı olacağı
görüşündeyim.
Haftaya
son cümleyi daha da ayrıntılandıracağım.
Yorumlar
Yorum Gönder