Sanat Üzerine...

"Bilim aklın şiiri,şiir yüreklerin bilimidir." M.Gorki Bilim ve sanat her ikisi de ve aklın egemenliğinin ilan edildiği burjuva devrim dönemlerinin ürünüdür. Kuşkusuz bu dönemden önce de her ikisi embriyon halinde mevcuttu. Sanatın embriyon haline folklor; bilimin embriyon haline ilim diyebiliriz. Ama teolojinin/mistizmin egemenliğinin yerini aklın egemenliği almadan her ikisi de tutarlı, bütünsel ve sistematik bir hal alamadılar. Dolayısıyla sanat ve bilim folklorun ve ilimin bir üst evrede yöntem sahibi haline geldiği, bir derinlik ve zenginlik kazandığı, tutarlı bir sistematiğe kavuşturulduğu ve evrenselliğin başat hale geldiği sürecin ürünüdürlür. Kısacası bilim ve sanat aklın egemenliği temelinde eskinin (folklor ve ilim) aşılarak yeniden üretilmesi demektir. Bilim ve sanat, aynı amacın peşinde koşarlar aslında. Her ikisi de doğayı, toplumu ve insanı anlamaya, çözümlemeye çalışırlar.Aynı yol üzerinde -farklı yöntemlerle değilse de- farklı yol, üslup ve ölçütlerle yol alırken birbirilerinden yararlanır ve birbirini desteklerler. Büyük bilimsel eserlerde büyük sanatsal yaratıların izleriyle; büyük sanatsal yaratılarda da önemli bilimsel eserlerin izleriyle sık sık karşılaşırız. Bu aynı yol ve yöntemin en temel unsurları bilimin de sanatın da olaylar ve olgular arasındaki nedensellik ilişkileri temelinde iş görmesidir. Her ikisi de bunu soyutlama ve genellemeler aracılığıyla yapar. Bilim de kavramların yerini romanda tipleştirmeler alır. Her ikisinin de gerçeği (Bilim ve roman gerçekliği) amprik ve çıplak gerçek değildir. Ortalama, yoğunlaştırılmış ve soyut gerçekliktir. Bilim ve sanat, bir toplumun duygu ve düşünce dünyasını besler. İnsanı ve doğayı anlama isteği ve sevgisi aşılar. Hayata farklı pencerelerden bakabilme yeteneğini ve zenginliğini kazandırır. Sanat; yalnızca estetik bir zenginlik değil, bir dünyaya bakış yöntemidir de... Sanat da tıpkı bilim gibi; bize eleştirel düşünmeyi öğretir. İnsan zihnini dogmaların ve hurafelerin karanlığından kurtarır. Hayatın sonsuz zenginliğine açılan bir pencere görevi görür. Bilim ve sanatın yaydığı aydınlıkla düşüncelerini ve ruhlarını beslemeyi alışkanlık haline getiren bir toplum, sorunlarını çok daha etkili, barışçıl ve sevgiyi temel alan bir yöntemle çözme yeteneğini elde etmiş bir toplumdur. Sanatçı yalnızca sözcüklerin sunduğu iç olanakları zorlayarak, o sözcüklere büyük bir zenginlik katan, yeni sözcük ve anlatım biçimleri yaratan bir dil ustası değildir. Aynı zamanda sanatçı herkesin gördüğünden ötesini görebilen ve bu nedenle herkesin anlatış biçiminden çok daha ötelerde bir anlatı biçimi yaratabilendir. O dünyaya, çevreye, insana, bitkiye, hayvana büyük bir sorumluluk duygusuyla yaklaşabildiği için, bizi bu türden farklı evrenlere taşıyabilmektedir. Bu yüzdendir ki insana verili bir evrenden ve verili bir anlatıdan başka bir evren ve anlatı olamayacağını benimsetmeye çalışan dogmatik çevrelerin sürekli olarak hedefi olmuştur sanatçılar; bu çevreler hep sanatın ve aydının düşmanlığını yapmışlardır. Sanatçı aydınlık yapan ve yayandır; karanlıkla beslenen ve büyüyenlerin onlardan hoşlanmaması ve onları itibarsızlaştırmak, olmadı susturmak ve yok etmek için gayret göstermesi eşyanın tabiatı gereğidir. Karanlığı ortadan kaldırmadan, karanlıkla beslenenleri ikna ederek daha farklı ve olumlu bir sonuç alınacağını sanmak, büyük bir iyi niyet, daha açık söylemek gerekirse büyük bir naiflik olsa gerek… Sanat insanın kendisine bakmasıdır: Ama basit bir aynadaki gibi yalnızca yüzeysel hatlarını göstermez insana sanat. Onu derinlikleri ve sığlıklarıyla, erdemleri ve zaaflarıyla, paylaşımcılığı ve bencilce tutkularıyla yüz yüze getirir. İnsanın kendisiyle ve insanlık soyunun serüveniyle yüzleşmesidir sanat. Ama bu öyle bir yüzleşmedir ki, insana hep daha iyinin mümkün olabileceğini gösterir. İnsan kendini aramalıdır ve bulduğu kendini anlayabilmelidir; ancak böylece kendini aşabilir ve kendi aşkınlığını yaratabilir. Sanat bize kendi diliyle bunu söyler; ama çok daha önemlisi kendi varlığıyla bunu en güzel biçimde kanıtlar da. Karşı sınıftan, karşı ulustan, karşı cinsten insanlarla ilişkilerimizi ve doğayla kurduğumuz zorunlu ve sorunlu birlikteliği öyle akıp giden ve rutine binen “kendiliğinden” bir süreç olmaktan çıkarıp; anladığımız, müdahale de bulunduğumuz, olumlu anlamda amaçlı hale getirdiğimiz “kendisi için” bir süreç olmaya doğru iter sanat. Aslında bu yanıyla son derece bilimseldir de… Ya da başka bir söyleyişle bilim ve sanat ayrı yollardan aynı amaç için ilerler… Güçlü bir bilim ne kadar sanatsalsa; güçlü bir sanat da o kadar bilimseldir. Roman, çağdaş resim, tiyatro, sinema ise sanat ve bilim arasındaki, bu karşılıklı etkileyen ve bütünleyen ilişkiyi, en kuvvetli şekilde hissedebildiğimiz sanat dallarının başlarında yer alır… Sanatla kurduğumuz bağ bizi insansever, doğasever ve barışsever yapar; kısaca bizim biyolojik insanlıktan sosyal/olgun insan olmaya yönelik yolculuğumuzun en önemli yol gösterici fenerlerindendir sanat… Ne kadar çok sanata ihtiyacımız var değil mi? Bütün zorluk ve olanaksızlıklara aldırmadan, büyük bir ısrar ve inatla bizlere fener tutmaya, ışık saçmaya devam eden sanat emekçilerine “bin selam” diyorum… Sizler var oldukça bizler de umut var olmaya devam edeceğiz…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-