KENT KÜLTÜRÜ NASIL OLUŞUR?

Kent tarihi ve kültürel dokusuyla yaşayan, canlı bir organizmadır. Kent coğrafi yapısı, insan yapısı, doğal yapısı ve güzellikleri ile bir bütündür. Kent mimarisi, parkları, yolları, alt ve üst yapısı ile bir kimliktir. Kent şairleri, ressamları, yazarları, bilim adamları, işçisi, memuru ,yaşlısı, genci, çocuğu, kadını, engelli yurttaşları ve tüm yaşayanları ile bir kenttir. Bu unsur ve değerlerin tutarlı ve organik toplamı kent kültürünü oluşturur. Kentlileşme kısaca bir kültür değişmesidir. Kentlileşmenin olması, bir dizi toplumsal, ekonomik öğenin bir araya gelmesinin ve toplumun bilinçlenmiş ve örgütlenmiş olmasının sonucudur. Yani bu iş öyle kendiliğinden durduk yere ortaya çıkmaz; bir nesnel-tarihsel ve bir de öznel-bilinçsel yanı vardır. Kentlileşme Süreci A) Sanayileşme Kentler sanayi ve istihdam merkezleri olarak doğmuştur. Kente gelen insanlar iş ve aş buldukça geleceklerine bu anlamda güvenle baktıklarında kentle bütünleşirler ve kente sahip çıkmaya, duyarlıca kenti korumaya başlarlar. Sanayileşmeyle paralel olarak 19 yüzyılda nüfusun yüzde 97,5’u kırlarda yaşarken 20 yüzyılda bu oran kentler lehine tersine dönmeye başlamıştır. 20, yüzyıl aynı zamanda bir kentleşme yüzyılı olmuştur. B)Demokratikleşme Kentler mutlakıyetçi yönetimlere karşı, demokrasi ve katılımcılık bayrağının yükseltildiği, bu mücadele kapsamında ilk parlamentoların, kent komünlerinin vb.de kurulduğu yerlerdir. Yani kentler tebaalıktan-kulluktan, birey ve yurttaş olmaya geçişin yaşandığı mekanlardır. İnsanlara kendi kaderlerine müdahale olanağı sunan mekanlar olduğu için kentler, despotizmin ve tek kişi yönetiminin ağır bastığı kırlara göre insanlarca daha fazla sahiplenilmiştir. C) Bilim, sanat ve özgür düşüncenin mekanları… Tüm bu gelişmelere bağlı olarak kentler bilimin, sanatın ve özgür düşüncenin de ana mekanları olmuş bütün bu unsurlar da bir kent kimliği, bilinci ve kültürünün oluşumunda belirleyici faktörler olmuşlardır. Türkiye ve Kentleşme Süreci A-Sanayi Tabanından Yoksun Türkiye’de kentleşme sanayileşmenin motor rol oynadığı bir süreç değildir. Sanayileşmeden ziyade kırların doyuramadığı insanların “bir umut” diyerek yığınlar halinde kente göç etmesiyle oluşmuştur kentlerimiz büyük ölçüde. Dolayısıyla kentte iş ve aş bulamayan, işsizliğin, yoksulluğun, alt yapıdan yoksunluğun muzdarip ettiği milyonlarca insan kentle bütünleşememiş, kente sahip çıkamamış, Emre Kongar’ın deyimiyle kendilerini kentin sahibi gibi değil kiracısı, yabancısı gibi görmüşlerdir. Dikkat edilirse kentlerimizdeki pek çok kimse kendini hala yerleştiği kentle değil göçüp geldiği yerle özdeşleştirmekte, kendisini kente ait hissetmemektedir. B- Demokratikleşme Mücadelesinin Ürünü Değil… Türkiye’deki kentler yine batıdaki gibi alttan gelişen bir demokrasi ve katılımcılık talebinin mekansal alanları olmaktan çok, merkezi idarenin kurduğu teknik yönetsel birimler gibi oluşmuştur. Kentli halkın bu nedenle Batı’daki gibi önemli bir demokrasi ve katılım deneyimi olamamıştır. Tebaalıktan-kulluktan, birey ve yurttaş olmaya geçiş Türkiye’de çok sancılı ve kente geldikten sonra on yıllara yayılan bir süreç olarak yaşanmıştır,yaşanmaktadır. Kısaca insanlar kente gelmişler ama çok uzun yıllar boyunca kentli olamamışlardır. Göç dalgaları büyüyerek arttıkça ülkede mekansal bakımdan kentte yaşama oranı hızla artarken aynı hızla kentlileşme yaşanmamıştır. Kente yaşamak ile kentli olmak arasında fark vardır. Türkiye'de ise bu fark çok daha belirgin bir nitelik taşımıştır, taşımaktadır. Sonuçta hakim olan da iç tutarlılığa sahip bir kültürel, sanatsal ve mimari yapıdan yoksun çok parçalı, tutarsız, kimliği zayıf bir kentleşme olmuştur. İşin Öznel-Politik Boyutları Da Var… Buraya kadar anlatılanlar daha çok tarihin nesnel gelişiminin yarattığı sorunların özetlenmesi oldu. Bu nesnel süreç çok önemli olmakla beraber işin bir de öznel-siyasi boyutu var. Bu boyutta elbette çok önemli. Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında kent kültürü yaratmak, bir kentlilik bilinci oluşturmak için son derece özel çabalar olduğunu biliyoruz. Özellikle mimari ve kültür- sanat etkinlikleri de bu kent kültürünün oluşturulmasında son derece önemli araçlar olarak kullanılmaya çalışılmıştı. Tabi bu dönemin rant eksenli kentleşmeden ziyade planlı bir kentleşme anlayışının egemen olduğu bir dönem olduğunu da unutmamak lazım. Bugün gıpta ile baktığımız mimari yapıların, müzelerin, kültür ve sanat merkezlerinin pek çoğunun o dönemlerde inşa edildiğini hatırlatmak isterim. Daha sonra bu yaklaşım tümüyle terk edilmiştir. Kent plansız biçimde rantın ve kentsel talanların peşinde sürüklenmeye başlamıştır. Kentte mimarı, sanatsal-kültürel dönüşüm çabasından vazgeçilmiş ve hatta kent kültürünü, bilimi, sanatı, mimariyi küçümseyen, alaya alan son derece kötü bir öznel-siyasal süreç yaşanmaya başlamıştır. İşte kentlerimizin bugünkü makus talihinin tohumları da o dönemlerden itibaren atılmaya başlanmıştır. Ankara ve Kent Kültürü 1- Cumhuriyet başları.. Başkent ilan edilişi ve izleyen yıllarda Ankara, özenle imar edilmeye çalışılan, çağdaş değerlerin yansıtıldığı değer ve kurumlarıyla her alanda ülkeye örnek, öncü olma misyonu biçilen bir kent oldu. Küçük bir orta Anadolu kentini bir başkent yapmak ve kent kültürünü geliştirmek için modern mimarlık örnekleri ve sanat temel yapı taşları olarak görüldü. Ankara; kendine Başkent kimliğini kazandıracak olan tiyatrolar, müzeler, anıtlar, heykeller vb. yapılar ile donatıldı. Kent her alanda planlı bir anlayışla geliştirilmeye çalışıldı. Kentin sanayi, istihdam ve kültürel altyapısı oluşturulmaya çalışıldı. 2- Bozulma Dönemi.. Sonradan ne oldu. Sorgusuz sualsiz desteklenen piyasa düzeninin ve kente rant odaklı bakışın sonucu olarak kent betonlaştırıldı ve otobanlaştırıldı. İçinde keyif alınarak kolay ve kaliteli biçimde yaşanabilecek bir mekan olmaktan giderek çıktı. Başka ülkelerdeki önemli kentlere baktığımızda geçmişe ait mimari örneklerin özenle korunup sahip çıkıldığını gözlemleriz. Oralarda Ortaçağ’dan kalma bir lokantaya rastlayıp orada yemek yemenin tadına, hazzına varmak hiç de sıra dışı bir durum değildir. Bu yerlerde hep “Old Town” diye anılan ve eski kültür ve mimarinin canlı tutulduğu bölgeler vardır. Bizde ise eski İstanbul, eski Ankara genellikle anılarımızda ve fotoğraflarda yaşayan bir nostaljiden ibarettir. Cumhuriyet döneminin önemli kimlik ve kültür mekanları olan eski Hipodrom, Atatürk Orman Çiftliği, Ulus ve Güvenpark gibi alanlar yıllarca ihmal edildi. Ulus gibi kentin tarihsel alanları köhneleşmeye terk edildi. Böylece Ankaralıların kent tarihine, değerlerine sahip çıkmaya dayalı bir kent bilinci ve kültürü oluşturma olanakları da tahrip edildi. Kentlilerin kişisel tarihlerinde çok önemli yeri olan bu tür “anı mekanları”, en son Kuğulupark örneğinde de yaşandığı gibi algılanamaz hale getirildi. Kamusal Alanlar... Başkentin tarihi, kültürel birikimi yansıtan, kendini özel, farklı kılan bir mimarisi olmadığı gibi, Ankara’mızın bir meydanı bile yok. Meydanlar kent kimliğinin önemli simgelerinden biridir. Meydanlar kent halkının dinlenme, gezme, alışveriş, eğlenme ve protesto alanlarıdır. Kentin sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal anlamda nabzının attığı yerlerdir. Özellikle yayaların kullanabildiği, rahat rahat dolaşabildiği, dinlenebildiği, eğlenebildiği mekanlardır. Pek çoğumuz önemli kentleri önemli meydanları ile bilir, tanır ve severiz. Başkent kent kimliğini oluşturacak sanatsal, kültürel aktivite alanlarından yoksun bırakıldı. Sokak ve cadde isimleri, kent amblemi vb. keyfi olarak değiştirildi vb. Son Söz... Ankara yüzyılların Anadolu medeniyetinin ve Cumhuriyet'in tarihi ve kültürel birikimini yansıtmasını beklemek son derece doğaldır. Bugünkü Ankara’ya baktığımızda, ne yazık ki, karşımızdaki tablo tüm bu kriterler açısından son derece olumsuzdur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-