GUARDIAN TUTUKLU GAZETECİLERİ KONUŞTURDU
Guardian,
cezaevinde olan Ahmet Şık, Ahmet Altan, Mehmet Altan ile cezaevinden çıkan Aslı
Erdoğan, Necmiye Alpay ve Erol Önderoğlu’nun hapishane tanıklıklarını
haberleştirdi. Haberde Ahmet Şık’ın “Makbul gazetecisi olmamaya direnip de
özgürlüğünüz alıkonulmuş, bir avuç gökyüzünüz dahi gasp edilmişken, kitaplara
ve mektuplara erişemezken ne hissedilirse onu hissediyorum” ifadesi yer aldı.
‘Hapislik zor!’ diyen Ahmet
Şık’ın Guardian’ın haberinde şu ifadeleri yer aldı: “Gazetecilik
faaliyetlerinin suç olarak gösterilip, ait olmadığımız bir geçmiş ve ne
olacağını bilmediğimiz bir gelecek arasında sıkışıp, bir boşlukta kalmışken
daha da zor. (...) Bir avuç gökyüzünün dahi tel örgülerle gasp edildiği bir
yerde olunca her şey daha da zor. Her şeyin katı ve eşitsiz olduğu bu yerde
kitaplar ve mektuplar ışıl ışıl bir özgürlük elbette. Ama onlar da yok. Çünkü
yasak! Televizyon ve gazete olması avutmuyor. Zira ekranlar ve sayfalardan
aktarılanlarla Türkiye’deki hakikat arasında çok uzun zamandır çok derin bir
uçurum var. (...) Makbul gazetecisi olmamaya direnip de özgürlüğünüz
alıkonulmuş, bir avuç gökyüzünüz dahi gasp edilmişken, kitaplara ve mektuplara
erişemezken ne hissedilirse onu hissediyorum”.
Diğer gazetecilerin haberde
yer alan anlatımları ise şöyle:
Ahmet Altan: “Hapishanede
yaşadıklarının bir gün kitap olarak yazılacak türden olduğunu anlatan Ahmet
Altan’ın da haberde şu ifadeleri yer aldı: "OHAL şartlarında burada
tutulduğumdan dolayı mektup (ya da yazılı herhangi bir iletişim aracı) almak
kesinlikle yasak. Haftada bir avukatımızla görüşüyoruz fakat iletişimimiz
tamamen sözlü geçiyor”.
Mehmet Altan: “Dışarıdaki
sevdiklerimizle tek başına olacak şekilde iletişim kuramıyoruz. Mektup
yazamıyoruz. İnsanlar bize mektup yollayamıyor. Bu yazdıklarım bile avukatlarım
tarafından yazılmak zorunda”.
Aslı Erdoğan: “Beş gün
boyunca tecrit hücresindeydim, sadece bir saat [hapishane] avlusuna çıkmama
izin verildi. Bir süre sonra delirebilirsiniz. Hapishaneye ilk geldiğimde 48
saati susuz geçirdim. Şoktaydım, ki bu biraz da uyuşturucu etkisi yarattı.
Yetkililer sizi insan değilmişsiniz gibi hissettirmeye çalışıyor. Önce
parmaklıkların arkasından, sonra sizinle konuşmaya geldiklerinde sadece
kapıdaki alçak bir bölmeyi açıyorlar. Ekmeği de bu şekilde veriyorlar. O kadar
açık bir hukuksuzluk vardı ki, çok öfkelendim. Bir gazete terör örgütü olamaz
ve ben burada 2013 yılından beri yazmadım. (...) Kendimi tecavüze uğramış gibi
hissediyordum. Artık yazarlara böyle şeyler yapıldığını biliyorum çünkü bunun
ne kadar can acıtıcı olduğunu biliyorlar”.
Necmiye Alpay: “1980’lerde
askeri darbe sonrası savcıların idam cezası talep ettiği dönemde de hapis
yatmıştım. Şimdi hakkımda müebbet hapis talebi var. PKK’nın kurucusu Abdullah
Öcalan’la aynı suçlama var hakkımızda. Bu sizi düşünceleriniz, işlemediğiniz
bir suç için cezalandırmanın bir yolu, bir çeşit işkence, sizi korkutmak için.
(...) Suçumuza dair tek ‘kanıt’, künyede basılı isimlerimizdi. Çok öfkeliydim
ama zaman zaman da gülüyordum çünkü bu bir çeşit maskaralıktı”.
Erol Önderoğlu: “Suçlandığım
gün savcıyla görüşmek üzere kendim adliyeye gittim. [Savcının] Mesajı şuydu: ‘Bunun
bir kampanyanın parçası olması umrumuzda değil. Eğer medya özgürlüğünü
savunuyorsanız sizi PKK propagandası yaymakla suçluyoruz.’ Hapiste fiziksel
olarak zarar görmesem de, cezaevini mesleğimin artık hükümet tarafından hoş
karşılanmadığı, tehdit olarak algılandığı hissiyle terk ettim: Gazeteciler ve
sivil toplum ortadan kaldırılmıştı. (...) En zoruysa eşim ve oğlum beni
ziyarete geldiğinde onlarla cam duvar arkasından konuşmaktı. Ayrıca kaslarımı
bu kadar hızlı kaybetmeme çok şaşırdım. Dışarıda oldukça aktif bir hayatım
var”.
Yorumlar
Yorum Gönder