BİZİM SABAHATTİN ALİ...
Geçtiğimiz Şubat ayının 25'inde edebiyatımızda toplumsal gerçekçiliğin ilk
temsilcilerinden biri olan Sabahattin Ali'nin
110. yaşını kutladık. Başta romanları "İçimizdeki Şeytan",
"Kuyucaklı Yusuf" ve " Kürk Mantolu Madonna" olmak üzere 41
yıllık yaşamına çok sayıda hikaye ve şiir sığdırmış olan S. Ali'nin, bizim için
önemli e gurur vesilesi olan özelliklerinden biri de Ankara ve Çankaya ile olan
bağıdır. Yazar edebi açıdan en verimli yıllarını Ankara'da geçirdiği gibi,
evliliği ve biricik kızı Filiz Ali'nin doğumu nedeniyle belki de en mutlu
yıllarıdır da Ankara dönemi. Ankara ayrıca yazarın en çok sevilen romanı
"Kürk Mantolu Madonna"nın Berlin (Almanya) ile birlikte geçtiği iki
mekandan biridir de.
Bir Sevgi Adamı ve
Edebiyatçısı...
Sabahattin Ali ile ilgili aklına gelen ilk sözcük nedir diye sorulacak
olsa, hiç tereddütsüz "sevgi" yanıtını veririm. Sanırım S.Ali'nin
eserleriyle tanışıklığı olanların çoğu da bu yanıta içten bir biçimde
katılırlar. Zira sevgi onun yapıtlarında bariz bir biçimde kendini öne çıkarır;
o gerçek bir sevgi insanıdır.
"Kürk Mantolu Madonna" romanının yıllar içinde unutulmak bir
yana giderek artan bir tanınırlığa ve ilgiye mazhar olmasının en temel nedeni
de, "sevgi" temasının bu romanda estetik ve derinlikli vücut buluşudur.
Hiç tereddütsüz söylenebilir ki, "Kürk Mantolu Madonna" Türkçede
yazılmış en iyi birkaç aşk romanından biridir. Belki de birincisidir.
S.Ali'nin sevgi adamlığı yalnızca karşı cinsle olan özel sevgi
ilişkisiyle, yani aşkla sınırlı değildir. İnsan insan, insan doğa, insan hayvan
ilişkilerinin tümünü kapsayan bir sevgi durumudur bu. Nitekim S.Ali'nin
kahramanları ya da başkahramanları hayvanlardan oluşan eserler kaleme almış
olması, romanlarının pek çoğunda doğanın insanların en son ve güvenle
sığınacağı, kendilerini sağaltabilecekleri en sadık dost olarak ortaya çıkışı
ancak bu türden bir sevgi ilişkisi bağlamında anlaşılabilirdir.
"Sevgi" kavramı S.Ali'nin edebi kişiliğinin şekillenmesinde
olduğu kadar elbette ve kaçınılmaz olarak siyasal kişiliğinin şekillenmesinde
de kilit bir role sahip olmuştur. Döneminin pek çok aydın ve siyasal kişisi
gibi S.Ali'de ilk önce vatanın düşman çizmesi altında inlemesinin kederi ve
özgür ve bağımsız bir vatan özleminin çekiciliği ile vatanseverlik bayrağının
altında yeralmıştır. Yabancı dil öğrenmek amacıyla Almanya'da bulunduğu yıllar,
bu vatanseverliğin içerikçe farklılaşmasına ve derinleşmesine yolaçmıştır. Bir
yandan Almanların kibirli ve yabancı düşmanı şoven milliyetçiliğine tanık
olmak, diğer yandan özellikle Rus edebiyatının dev isim ve eserlerini okuma
olanağını elde etmek S. Ali'de yabancı düşmanlığına kapalı ve insan sevgisine
dayalı halkçı bir yurtseverliğin şekillenmesine kaynaklık etmiştir.
Bu dönüşüm aynı zamanda devlet merkezli bir milliyetçilikten, devlete eleştirel ve mesafeli bakan bir yurtseverliğe doğru olmuştur. Bunda Rus edebiyatı ile ve bu edebiyat üzerinden Rus halkçılığı ile tanışmasının dolaysız bir rolü olduğunu görüyoruz. Öyle ki S. Ali'nin eserlerinde de devleti -öğretmenler hariç- temsil eden memurlar hem bir zorba hem de ahlaken düşkün rüşvetçi ve sahtekar tiplerdir. Tıpkı Rus edebiyatında sıklıkla karşılaşılan Çarlık bürokrasisinin temsilcileri gibi...
Bu dönüşüm aynı zamanda devlet merkezli bir milliyetçilikten, devlete eleştirel ve mesafeli bakan bir yurtseverliğe doğru olmuştur. Bunda Rus edebiyatı ile ve bu edebiyat üzerinden Rus halkçılığı ile tanışmasının dolaysız bir rolü olduğunu görüyoruz. Öyle ki S. Ali'nin eserlerinde de devleti -öğretmenler hariç- temsil eden memurlar hem bir zorba hem de ahlaken düşkün rüşvetçi ve sahtekar tiplerdir. Tıpkı Rus edebiyatında sıklıkla karşılaşılan Çarlık bürokrasisinin temsilcileri gibi...
Öğretmenler ise S.Ali'nin eserlerinde genellikle aydınlanmanın, halkçı
bir yurtseverliğin temsilcisi ve taşıyıcısı konumundadırlar.
S.Ali'nin
eserlerinde "siyasal" olan genellikle öne çıkmaz...
Var olduğu kadarıyla örtülü
ve arka plandadır bu siyasallık. Bunda yazarın kişisel tercihi kadar ve belki
de daha fazla rol oynayan unsur yazarın siyasal plandaki tutum ve tercihlerinin
zaman içinde netleşip öne çıkmasıdır.
Her ne kadar Nazım Hikmet
S.Ali'yi daha çok erken bir tarihte, yazarın ilk romanı olan "İçimizdeki
Şeytan" ile birlikte toplumcu gerçekçiliğin roman alanındaki en yetkin
temsilcisi ilan etmişse de, S.Ali'nin edebi ve politik kimliği aslında daha
esnek ve bulaşık bir niteliğe sahiptir.
S.Ali bu naif ve gevşek
konumuna karşın sağ cenahın ve devletin tahammülsüzlüğünden kurtulamamış çok
değişik kereler hapis yatmış, işsiz bırakılmıştır.Her baskı S.Ali'de aksi yönde
etki yapmış ve onu politik olarak sistemden daha da uzaklaştırmıştır. Aziz
Nesin'le Markopaşa'yı çıkardıkları dönem ise yazarın politik bakımdan daha net
bir pozisyona evrildiği yıllardır.
Ama S. Ali politik ve edebi
konum olarak bir N.Hikmet, bir A.Nesin
değildir.Politik tutumu sınıfsal değil, sevgi eksenlidir. Solculuğu
ağırlıkla orta sınıf hümanizminin sınırları içerisinde kalmıştır.
S.Ali''nin gerçektende en
politik eseri "İçimizdeki Şeytan" romanıdır.Bu roman yazarın kişisel
politik tarihiyle doğrudan bağlantılı bir "kopuş" ve
"hesaplaşma" romanıdır. S.Ali bu eseriyle bir anlamda eskiden belirli
ölçüde etkilerini taşımakta olduğu şoven milliyetçilikten koptuğunu dosta
düşmana ilan etmiştir. Bu nedenle başta Nihal Atsız olmak üzere eski
tanışlarından ağır hakaretler işitmesine neden olmuş, hatta bu romanın
yarattığı büyük etki Nihal Atsız"ı benzer bir isimle karşı bir roman
yazmaya itmiştir.
Bunun dışındaki öykü, roman
ve şiirlerinde politika hep bir arka plandır S.Ali'de... Bu politik arka planda
ise sınıfsal olmaktan çok halkçı bir hümanizma kendini hissettirir bize.
Eserlerinin biri hariç işçiler başat değildir.
İşçi konumu S.Ali için özel bir alan değildir. Hatta işçiler ancak işten
atılma ve iş kazası gibi hallerde birer ezilen statükosu kazanırlar ve
S.Ali'nin lehte ilgi alanına girerler. Bunun dışında, yani düzenli bir iş
sahibi olarak işçilerin, bırakalım özel ilerici bir dinamik sayılmasını, S.Ali
edebiyatında örtülü biçimde ezilenlerden bile sayılmadığı izlenimi edinileceğini
söylemek abartılı bir yorum değildir.
Çaresizlerin,
"kader mahkumları"nın, dışlanmışların, yok sayılanların sesi
Peki kimdir S.Ali'nin
eserlerindeki ana toplumsal unsurlar: Kadınlar,mahkumlar ve kısmen de köylüler.
Kadınlar içinde de genel
olarak toplumsal baskı ve feodal yargılar nedeniyle hayat kadınlığına, pavyon
yaşantısına "düşürülmüş" kadınlar çok daha öne çıkar. Erkek
karakterlerde de "mahpuslar" daha belirgindir. Bunda S.Ali'nin
mahpusluk deneyimleri de kuşkusuz etkilidir. Ama gerek kadınlarda hayat
kadınlarının, gerekse köylülük içinde ağa, töre ve yoksulluk zulmünün
mağdurlarının öne çıkarılmış olması ile birlikte düşünüldüğünde, mahpus
erkeklerin öne çıkarılmasının arkasında S.Ali'nin toplumsal yaşama bakışının
çok daha belirleyici bir etken olduğunu görürüz.
S.Ali'nin toplumculuğu
çaresizlerin, "kader mahkumları"nın, dışlanmışların, yok sayılanların
sesi olan bir toplumculuktur. Eserlerinde
işçilerin yanı sıra köylülerin de bir sınıfsal analize dayalı değil de, tekil
çaresizlik ve dışlanmışlık durumlarına göre tipleştirilmesi, S.Ali'nin genel
anlamda "toplumcu gerçekçi edebiyat
" içinde yer aldığını ama bu durumun kendi içinde ciddi kayıtlar
taşıdığını da göstermektedir.Öğretmenler dışında, genel olarak aydınlara ve memurlara da negatif bir
yaklaşımın hakim olduğu gerçeğini de eklersek, bütün bu unsurlarıyla S.Ali
edebiyatının orta sınıf hümanizması ile şekillenmiş bir çeşit halkçı edebiyat
olduğu değerlendirmesini yapabiliriz.
S.Ali'nin edebiyatı umutvar sayılamaz
Tam da bu nedenle, yani
eserlerini tarihsel ve sınıfsal bir bağlama oturtmaktaki yetersizlikleri
nedeniyle, S.Ali'nin edebiyatı umutvar sayılamaz. Umut yok değildir ama çok
derinlerde ve belirsizdir. S.Ali'nin kahramanları bir iki istisna hariç süreci değiştiremezler, hatta çok müdahil bile
olmazlar.Onlar büyük ölçüde direnişlerini "iyi olma hallerini" koruma
çabasıyla dışa vururlar. Sıklıkla yalnızlığa ve doğaya sığınırlar. Bu
"direngen kaçış" aslında S.Ali'nin kendi hayatındaki genel yaklaşımla
çok örtüşen bir tavırdır.
İşin umutlu kısmı ise
şuradadır: S.Ali için bütün insanlar temelde ve özsel olarak iyidir.İçinde
bulunulan koşullardır onları hataya, yanlışa iten. Eserlerinde ki hemen bütün
hayat kadını ya da suçlu/mahpus tiplerin, toplumda "saygın" mevkilere
sahip tiplere göre daha erdemli, paylaşımcı ve fedakar olması bu anlamda açık
bir mesajdır. Koşulları değiştirirsek insanlık iyi olan özsel kimliğine
dönecektir S.Ali'ye göre.
Zaten bu yaklaşımıdır
S.Ali'nin "toplumcu gerçekçi edebiyatçı" olarak değerlendirilmesini
olanaklı kılan. Eserlerindeki tüm tipler, toplumsal/tarihsel koşullardan
yalıtık birer kahraman olarak çıkmaz karşımıza. Zaman, ortam/mekan kişilerden
daha önde ve belirleyicidir S.Ali'nin eserlerinde.
Bu nedenle kişi
tasvirlerinden ziyade ortam/koşul/mekan tasviri öne çıkar eserlerinde. Şiirleri
de dahil yalın/halkın anlayacağı ama derinlikli bir dil kullanır ve bu bilinçli
bir tercihtir.
Şiir
demişken...
S.Ali'nin şair kimliğinden söz etmeden geçmek
büyük bir eksiklik olur. Her ne kadar kendisi şiirlerini pek beğenmese ve
şiirlerinde "yenilikçi damar" gerçekten de biraz zayıf kalsa da, çok
iyi şiirlerdir şiirlerinin çoğu... Sokakta Kalan Adam şiiri hariç tüm şiirlerinin
hece ve aruz vezni ile yazılmış olmaları, şiirlerine yüksek bir müzikalite
kazandırmıştır. Şiirlerinde imge saplantısı yoktur; imgeleri sade ve gerektiği
ölçüdedir. Bu yüzden şiirleri çok sevilmiş, popülerlik kazanmış ve S.Ali
şiirleri en fazla bestelenen şairler arasına girmiştir. Bir kaç şiirinden bazı
dizelerle bitirelim yazımızı. Eminiz ki pek çok okur "Aaa bu şiiri
biliyorum. Sabahattin Ali'nin miymiş bu?" diyecektir.
"Göklerde kartal
gibiydim/ kanatlarımdan buruldum/ mor çiçekli dal gibiydim/Bahar vaktinde
kırıldım"
"Benim meskenim
dağlardır dağlar"
"Aldırma gönül
aldırma" ve daha niceleri..
Trajik
ölüm...
Sanatçı üzerindeki baskı ve tehditlere, ekonomik ablukaya ve yoksulluk
dayatmalarına dayanamayarak yurt dışına
çıkmaya karar verir. 41 yaşında nice umutlarla çıktığı yolda, kendisine şoför
olarak eşlik eden, daha sonra hakkında MİT üyesi olduğu iddiaları yaygın
biçimde dillendirilen kişi tarafından vahşice katledilir. Cesedi aylar sonra
tanınamaz bir halde bulunur.
Karanfil'den Geçerken...
Karanfil Sokak malum Ahmed Arif'in ölümsüz dizeleriyle daha bir sevdiğimiz
Ankara'nın/Çankaya'nın en güzide mekanlarından biridir.
Pek çoğumuz Karanfil Sokaktaki Ankara'nın ünlü kitapevlerinden Dost'a belki
de yüzlerce kez uğramış, pek çok kitap
almışızdır. Belki de S.Ali'nin kitaplarını da... Ama kaçımız biliyoruz ki bu kitapevinin
bulunduğu apartmanda S.Ali'nin yaşadığını, pek çok önemli eserini burada
ürettiğini ve o binada hala S.Ali'nin daktilo tuşlarına vuruş seslerinin
dolandığını...
Karanfil Sokağa ilk gittiğiniz de eskinin Adalar Apartmanı, şimdiki adı ise
Deniz Apartmanı olan o binaya bakın ve o binanın çatı katında yaşamış olan S.
Ali'yi düşünün lütfen... Karanfil Sokak sizin için bir başka anlam ve güzellik
kazanacaktır.
Merhabalar,
YanıtlaSilGözlem yeteneğine ve duygu yüklü kalemine hayran olduğum, edebiyatımızın önemli yazarlarından Sabahattin Ali’nin 1937 tarihli son öykü kitabı olan ‘’Ses’ten’’ yüreğime dokunan 9 muhteşem alıntıyı okumanız için sizinle de paylaşmak istedim: http://www.ebrubektasoglu.com/yazi/sabahattin-alinin-son-oyku-kitabi-sesten-yuregime-dokunan-9-alinti/
Beni en çok düşündüren, hayatımızda verdiğimiz kararların ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladığım alıntı şuydu:
‘’Biliyor musunuz. Bir dakika, hatta bir saniyede verilen veya verilmeyen bir karar, bir tereddüt anı, insanın hayatı üzerinde ne uçsuz bucaksız neticeler doğurabiliyor.’’
Güzel okumalar dilerim,
edebiyatla ve sağlıcakla kalın.