DİN, İSLAMLIK VE BARBARLIK... NASIL BAKMALI?

"Hayır, tüm dinler aynı oranda şiddete başvurmuyor. Bazıları hiç başvurmadı, bazıları ise şiddete başvurmayı asırlar önce bıraktı. Bariz olarak, bir tanesi hala bırakmış değil." diyor Richard Dawkins... Bu söz doğru mu? Evet doğru? Ama bu gerçekliği nasıl anlamak ve yorumlamak gerekmektedir... Paris'te İslam adına düzenlenen ve 12 karikatürcü-gazetecinin alçakla katledilmesiyle sonuçlanan Charlie Hebdo baskını ardından bu konu yeniden tartışılmaya başlanıldı. "İyi Din" ve "Kötü Din" Olur mu? Acaba şöyle mi yorumlayacağız? Bazı dinler özsel olarak daha gerici ve/fakat diğer bazı dinler ise özsel olarak daha insani ve ilericidir... Bir Marksist olarak bu yoruma katılmak olanaklı değildir. Bu yaklaşım bazı dinleri eleştirmek adına diğer bazı din(leri) güzellemek anlamına gelir. "Doğal dinler" olarak nitelenebilecek, yani devletle ve sınıfsal çıkarlarla hemhal olmamış, salt doğanın bilinemezliklerine ve yarattığı çaresizliklere karşı bir teselli niteliği taşıyan dinlerde -bazı törensel kurbanlar dışında- kapsamlı ve çok yönlü bir şiddetle, barbarlıkla karşılaşmayız. Ama dinin devlet ve (egemen) sınıfsal çıkarlarla hemhal olduğu günümüz tek tanrılı dinlerinde, artık dinler temel olarak teolojik bir vaka olmaktan çıkmış, "siyasal dinler" haline dönüşmüştür. Dolayısıyla bugün din ve şiddet ilişkisini konuşurken, temel olarak bir dinin ontolojik ve teolojik niteliklerini değil siyasal niteleğini konuşmaktayız. Murat Utkucu'nun ifadesiyle dinleri değil "cari din"leri, "mevcut din algılarını ve pratiklerini " tartışmaktayız biz. Peki dinler arasında bu açıdan bir farklılık yok mu? Öyleyse Dawkins'in "tüm dinler aynı oranda şiddete başvurmuyor. Bazıları hiç başvurmadı, bazıları ise şiddete başvurmayı asırlar önce bıraktı. Bariz olarak, bir tanesi hala bırakmış değil" sözünü, yani "cari dinler" arasındaki bu farklılığı nasıl anlayacağız? Cari İslam'ın güncel tarihi, diğer bir dizi dine göre daha fazla şiddet ve barbarlıkla yüklü değil mi? Evet kesinlikle böyle... Yani bu davranışları İslam'ın (ya da İslam'daki belli mezheplerin Vahabilik, Sunilik,) teolojik niteliğiyle açıklamak ne kadar yöntemsel olarak yanlış ise; bu barbarlığın cari İslam'a ait çok temel bir özellik olduğunu es geçmek, "gerçek İslam böyle değil" lafzıyla, bu barbarlığı önemsizleştirmek çok büyük bir körlük olacaktır. Nereden kaynaklanmaktadır o zaman bu fark? Nasıl olmuştur da -örneğin Hıristiyanlık örneğinde- bu dinin mensupları mezhep savaşları gibi nedenlerle bir zamanlar oluk oluk kan akıtırken; egemen yoruma karşıt söz söyleyenleri vahşice susturmak, aforoz etmek sıradan bir uygulama halindeyken, bugün bu gaddarlık minimize edilmiştir? Ve neden bu gaddarlık ve canilikler, İslam dünyasında hala yaygın ve güncel durumdadır? Bu barbarlıklardan "İslam'ı yanlış yorumlayan" Müslümanları (!) sorumlu tutabilirsiniz. Ama bu yaklaşımla "niye İslam'ı bu şekilde (yanlış) yorumlayanlar bu kadar çok?" sorusuna yanıt vermiş olmazsınız. Tam aksine, niyetlerden bağımsız olarak, bu barbarlığa verilen bir desteğe dönüşür bu tür yorumlar. Bu farklılık nereden kaynaklanıyor ya da barbarlığın kökleri? 1- Hala "doğal din" niteliğini iyi kötü koruyan ve bunu, ağırlıkla ezilenlerin dini olma özeliği ile bütünleyen Alevilik gibi din anlayışları, devlet ve egemen sınıf pratiği ile hemhal olmadıkları için bu tür barbarlıklardan uzak olabilmektedir. Bu konunun istisnai yanı ve örneğidir. 2- "Doğal" olmaktan çıkıp devlet ve egemen sınıflarla hemhal bir nitelik kazanan, yani "siyasal din" haline gelen tek tanrılı dinler açısından sorun, burjuva aydınlanmasını ve emekçi halk mücadelesinin olumlu etkisini yaşayıp yaşamadıklarıyla ilgilidir. Toplumsal aydınlanma ve özgürlükçü bir alt sınıf pratiği, bazı dinlerin algısında bu tür gaddarlıkların miniminize olmasında belirleyici bir katkıda bulundu. Reform/ Rönesans/Aydınlanma ve alt sınıfların özgürlük ve demokrasi mücadeleleri ile Hıristiyan dünyadaki şiddet ve barbarlık dozajında belirgin bir azalma yaşandı. Oysa İslam hala kendi Ortaçağını yaşayan ve feodal/taşra algısının egemenliğinde olan bir din durumundadır. Batı toplumu aydınlanma ile "akıl ve bilim"e öncelik tanıdığı halde, İslam toplumları giderek içine kapandı. "Akıl ve bilim" dışlandı; farklı görüşlere tahammülsüzlük temel karaktere dönüştü. Buna Ortadoğu başta olmak üzere pek çok İslam coğrafyasında halen devam eden kanlı siyasal tarih de eklenince, bu barbarlık ve vahşet, cari İslam'ın önemli özelliklerinden biri durumuna geldi. Bu görülmez ve İslam kendi aydınlanmasını yaşayamazsa, barbarlıkla anılmaya da devam edecektir. Ama ne yazık ki, başta Türkiye olmak üzere İslam coğrafyasında, aydınlanma anlayışından giderek daha fazla uzaklaşılmaktadır. 3- Dünya, son 30 yıldır neo-liberalizm ve post-modernizm ikizinin eşliğinde bütünsel, evrensel ve pozitif dönüşüm perspektifinden uzaklaştırıldı. Değersizliğe, belirsizliğe ve çıkışsızlığa mahkum edildi. Üstelik tüm bunlar etnik ve dinsel-mezhepsel kimlikleri kışkırtarak yapılmaya çalışıldı. Bu süreçte başlı başına bu tür barbarlıkları teşvik eden önemli bir nedene dönüştü. İnsanlığın son 30 yılı apaçık gösterdi ki , temelde kimliklere dayalı bir algı dünyası, ötekileştirmeyi ve düşmanlığı azaltmamakta, bilakis daha da derinleştirmektedir. İslam dünyası zaten çağcıl/laik toplumsal hareket deneyiminden yoksun, adeta "kimlik kilidi" içine hapsedilmiş bir coğrafyaydı. Evrensel ve modern kültürel şekillenme açısından bariz bir fukaralık yaşayan bir coğrafya, üstelik sürekli baskı, katliam vb. ile yüz yüze bırakılmışsa, bu coğrafyadaki genel sosyal ve siyasal kültürün barbarlıkla sakatlanması kaçınılmaz olmaktadır. İslam coğrafyası ne yazık ki genelde böyledir. Türkiye'nin, İslam coğrafyasının geneline göre nispeten daha ileri olmasının arkasında ise, çarpık ve eksik de olsa, din ve mezhep algısını nispeten çağdaşlaştıran ve insanileştiren bir modernleşmenin-aydınlanmanın yaşanmış olması gerçeği vardır. Bu kısmi aydınlanma ikliminin içinde, çağcıl-modern bir siyasal muhalefet anlayışının şekillenmiş olması da önemli diğer faktördür. 4- Ama aydınlanma/barbarlık ikilemi açısından belirli farkları olsa da, tüm dinlerin, devlet ve egemen sistem ile hemhallik durumunu sürdürdüğünü ve bu anlamda İslam dışındaki diğer dinlerin de hala şiddet ve barbarlığın önemli bir bileşeni olmayı sürdürdüğü unutulmamalıdır. İşin galiba en ilginç ve ironik yanı da şudur ki; dinlerin egemen sınıfların ve devletin oyuncağı olmaktan kurtarılması, bu anlamda (siyasal din olarak) ilga edilmesi ve/fakat doğal bir inanç sistemi olarak özgürlüğüne kavuşmaları da ancak sosyalizmle olanaklı olabilecektir

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-