SYRİZA DENEYİMİ VE SİYASET DERSLERİ

Yunanistan'da bu ay içinde gerçekleştirilen genel seçimlerden Radikal Sol İttifak (SYRİZA)nın yüzde 36 oy oranıyla birinci parti olarak çıkması sermaye cephesinde de emek cephesinde de- sermaye cephesinde tedirginlik emek cephesinde ise umut daha başat olmak kaydıyla- umut ve tedirginlik arasında gidip gelen kaotik bur ruh halinin egemen olmasına yol açtı. Dünya ve Türkiye solu içerisinde, Syriza'yı uluslararası sermayenin bir projesi olarak değerlendirmekten, Syriza'nın iktidara gelmesiyle Yunanistan'da ertesi gün sosyalist projenin hayata geçmeye başlayacağına uzanan en geniş yelpazeye yayılan yorumlara rastlamak mümkün. Gerçekten ilginç, amorf bir süreçle karşı karşıyayız. Bu sürecin tek tartışılmayacak doğrusu ise, son otuz yıldır tüm dünyaya tek seçenek olarak dayatılan neo liberal birikim politikaları için artık denizin bitmeye başlaması ve emekten yana sol siyaset seçeneğinin uzun yenilgi döneminin umutsuz ataletinden sıyrılıp, yeniden siyaseten sahnesine dönmekte oluşudur. İşte böylesi bir süreçte, Syrizia ve benzer başka deneyimleri çok iyi anlamlandırmak ve doğru pozisyon ve politikalara sahip olmak sosyalist siyaset açısından son derece önem kazanıyor. I- Syriza radikal değil ama... Syriza, Avro-komünistler, sol sosyal demokratlar, Anarşistler, Troçkistler, Maocular, çevreciler, feministler gibi geniş bir sol koalisyona dayanan bir oluşum. Başlangıçta daha radikal bir pozisyona sahip olmasına karşın iktidar adayı olması belirgin hale geldikçe giderek daha da ılımlılaşmış, uluslararası ve yerli kapitalizm karşısında çok daha tavizkar bir söylem partiye egemen olmaya başlamıştır. Syriza seçim propagandalarında AB ve NATO’dan çıkacağına, ABD üslerini kapatacağına ilişkin hiç bir pozisyon belirtmemiş; mevcut devlet iktidarını değiştirmek gibi köklü-devrimci değişimleri ise gündemine almamıştır. Aleksis Çipras’ın önderliğindeki parti, 2012'de yapılan seçimlerde ikinciliğe yerleşerek yakın gelecekte iktidara aday olduğunu ortaya koymuştu. O zamandan bugüne parti lideri Çipras, Avrupa başkentlerinde dolaşarak kapitalist hükümetleri Syriza iktidarının AB ile çatışmaya girmeyeceği ve ona zarar vermeyeceği konusunda ikna turları düzenlemeye başlamıştı. Syriza’nın geçen yıl sonbaharda kabul ettiği “Selanik Programı” ekonomi politikasının açıklandığı en temel belge niteliğinde. Bu belgeden anlaşıldığına göre, Syriza Yunanistan’ın avro sisteminde kalmasını; dış borcun ödenmesi konusunun AB ile müzakere edilmesini ve ekonomiyi canlandırmak ve kemer sıkmayı sona erdirmek üzere bir kamu harcamaları programı başlatılmasını öncelikli hedefleri olarak öngörüyor. Bu veriler açıkça gösteriyor ki, Syriza kendine Radikal Sol Koalisyon adını verse de, aslında politikasında radikal bir şey yok. Peki tüm bunlara karşı Syriza'ya klasik sistem içi reformcu partilerden farklı bakmamızı ve bundan sonraki dönem için devrimci gelişmenin önünü açabileceğini beklememizi gerektiren bir durum var mı? Varsa bu değerlendirmenin kaynağı nedir? Syriza ve devrimci politikanın diyalektiği... Herşeyden önce kendini "radikal sol", ve dahası "komünist" olarak niteleyebilen Syriza'ın zaferi başlı başına , "komünizmin öldüğü ve artık asla siyaseten seçenek olamayacağı" iddialarının çöpe atılma zamanı gelmekte olduğunu gösterdiği için siyasal önemi son derece büyük bir olaydır. Ayrıca Syriza'ın zaferi, bizlere yaşanan bütün yıkımlara karşın sosyalizmin entelektüel kadrosal varlığını ciddi biçimde koruduğunu da göstermiştir. Bugünkü evrensel kriz koşullarında ve bu kadrosal varlığın asgari eşgüdüm ve örgütlülüğe sahip olması halinde, sosyalizmin yeniden kitlesel bir siyaset gücüne dönüşmesinin mümkün olabildiğini ortaya koymuştur. Bunlar Syriza'nın zaferinin ortaya koyduğu en genel anlamda ki, önemli veri ve mesajlardır. Fakat daha da önemlisi Syriza iktidarının, tüm sistem içi söylemlerine ve iktidar ve devrim merkezli bakıştan yoksunluğuna karşın, yakın gelecekte devrimci gelişme ve süreçleri tetikleme potansiyeli de çok güçlü... Bu birbiriyle çelişik görünen iki iddiayı nasıl yanyana getirebildiğimizin anlaşılabilmesi için bir ara açıklama yapmamız zorunlu görünüyor. Gerek Troçki'de gerekse Lenin'de geçiş talepleri-programı anlayışı vardır. Fakat her ikisinin bu konuya yaklaşımı birbirinden çok farklıdır. Troçki'de bu kavram daha stabildir. Kapitalizmden sosyalizme geçiş sürecini kapsayacak bir önlemler dizisi olarak geçiş taleplerinden çok geçiş programı adını hak eden bir yaklaşımdır. Troçki 1938 yılında kaleme aldığı bir metinle, kapitalist grupların mülksüzleştirilmesi, özel bankaların ve kredi düzeninin devletleştirilmesi, ticari sırların açıklanması ve sanayi üzerinde işçi denetimi, grev gözcüsü, savunma kolları, işçi milisi kurulması ve işçi ve köylülerin silahlandırılması gibi zamanında Lenin tarafından değişik vesilelerle dile getirilen geçiş taleplerini bir program sistematiği içine sokarak, politik bir taktik sorunu olmaktan çıkarmış ve stratejik-programatik bir kavramlaştırma haline getirmiştir. Oysa Lenin'de geçiş talepleri, daha çok konjonktür tarafından belirlenen bir talepler dizisidir. Lenin'e göre, geçiş talepleri görünürde son derece sistem içi olabilir ama onları devrimci anlamda geçiş talepleri yapan bu değil, sistem içi bu taleplerin o konjonktürde sistem tarafından karşılanamaz ve devrimci krizi daha da derinleştirir karaktere sahip olmasıdır. Öyle ki Lenin'in kavramlaştırması içinde geçiş talepleri "faizler indirilsin", " vergiler düşürülsün" vb. gibi son derece sistem içi ve sıradan önlemler olabilir, yeter ki bu talepler o an için sistemin yumuşak karnı durumunda olsunlar. Gelelim bu tartışmanın Syriza tartışmaları ile ilgili boyutuna... Syriza iktidara gelirken en temel vaat olarak sermaye kesiminin üzerindeki vergi yükünün artırılması, dış borçların ödenmemesi, istihdamın ve çalışanların sosyal güvencelerinin artırılması, kamu harcamalarının yükseltilmesi gibi mevcut kapitalist birikimin zayıf karnının oluşturan, kapitalist sistemin yerel ve evrensel düzeyde yaşamakta olduğu krizi daha da derinleştirici önlemleri dillendirmişti. Syriza hem bu talepler üzerinde yükselmiş ve hem de bu taleplere yönelik halk desteğini çok daha genişletmiştir. Syriza bu talepler doğrultusunda bugüne kadar attığı her adımda, dillendirdiği tüm ılımlı mesajlara karşın ciddi bir devrim/düzen kutuplaşmasını beslemiştir. Bundan sonra da bu taleplerle ilgili her ciddi girişimi toplumda atıl tüm devrimci potansiyelleri daha da dinamikleştirecektir. Syriza başarısız olursa ya da dön geri ederse? Syriza'nın olası sistem içi yönelişleri ve/ya vaatlerini yerine getirmekteki başarısızlıkları yakalanan siyasal imkanın en etkili biçimde kullanılmasına ket vurucu bir etki yaratacaktır. Fakat Syriza'yı toplumdaki potansiyelleri devrimcileştiren daha sol ve örgütlü bir alternatifinin ön kesicisi -ve hatta uluslararası sermayenin projesi- gibi değerlendirerek süreç hakkında negatif bir tutum ve yargı oluşturmak; tarih ve siyaset dışı bir yaklaşımdır. Syriza kelimenin gerçek anlamında komünist bir parti olmadığı gibi, talepleri ve yönü ne kadar daha kuvvetli olarak bu istikameti gösterse de, henüz kelimenin gerçek anlamında sosyal demokrat bir parti de değildir. Bulaşık ve sosyal demokrasiye yüzü daha dönük olsa da, her iki yöne de ucu açık bir oluşumdur. Dünyada sosyalist seçeneğin örgütlü ve güçlü olmadığı düşünülürse, Syriza'nın önümüzdeki iktidar günlerinde evrensel kapitalist sistemin baskıları karşısında oldukça dezavantajlı ve tavize açık bir konuma sahip olacağı söylenebilir. Nitekim dış borç, AB vb konularındaki salınımlar bunun ilk önemli işaretleridir. Ama bu salınımlar nedeniyle bu partiyi kurumsal ve kuramsal açıdan klasik sosyal demokrat parti gibi değerlendirmek ve sanki dünyada sosyalizmin yükseliş koşulları varmışçasına -Yunanistan Komünist Partisi gibi- Syriza'yı karşıya alıcı bir tutum almak yanlış olacaktır. Syrizia, Lula'nın Brezilya İşçi Partisi (PT) ile aynı makus yazgıyı yaşayabilir. Yani neo liberalizmin emek mahallesine uyarlanmış bir biçiminin pazarlayıcısına dönüşebilir. Bu ciddi bir olasılıktır. Ama gerek neo liberalizmin (kapitalizmin) krizinin boyutu ve gerekse ortaya çıkardığı taleplerin boyutu açısından ne dünya 2003 dünyası ne de bugünkü Yunanistan 2003 Brezilyasıdır. Syriza'daki olası sistemiçileşme çok daha sancılı, gürültülü ve içinden ciddi ileri sıçrama dinamikleri üreten bir süreç olacaktır. Syriza devrimci potansiyelin önünü kesen değil onunla birlikte gelişen ve hatta önemli ölçüde bu potansiyeli açığa çıkarıp geliştiren bir etki yaratmıştır şu ana kadar Yunanistan'da... Syriza bir yerde tıkanıp başarısız olsa, ya da döngeri etse de yeni bir sol yükseliş açısından önemli bir kanal açmış olacaktır. Önemli olan Syriza'yı ileriye doğru zorlamak, tıkandığı ve gerilediği noktada da, işçi sınıfına ve tüm emekçi kitlelere yeni bir devrimci kanal olabilecek bir hazırlık içinde olmaktır. Ne yazık ki, kendisini "Bolşevik" ve Syriza'yı da "Kerenski Hükümeti" yerine koyan tarih ve siyaset dışı yaklaşımıyla Yunanistan Komünist Partisi, bu perspektif ve yetenekten şu an için uzak görünmektedir Syriza'nın başarısızlıklarının ya da yön değiştirmesinin Syriza'yı geriletmesi mümkündür. Ama bu durumda otomatikman devrimci seçeneğinde zayıflayacağını ve/ya faşizmin güçleneceğini düşünmek için hiç bir neden yoktur. Yunanistan gibi sol geleneğin ve anti faşist bilincin oldukça güçlü olduğu bir coğrafya da, "faşizm gelir" ya da sanki şu an dünyada ve kıtada çok güçlüymüş gibi, "sol dalga kırılabilir" korkusuyla politik tercih belirlemek abartılı bir ürkeklik işaretidir. Tüm bu nedenlerle "gevşek" Syriza'nın, yeni ve "sıkı bir devrimci dalganın ve partinin tetikleyici olma olasılığı azımsanmayacak ölçüdedir. Syriza'nın vaatlerinden attığı her ciddi geri adımda ise, bugün artık geniş bir emekçi kitlesine mal olmuş olan bu talepler, son üç yılda 15 genel grev yaşamış sol kültür ve örgütlenme geleneği yüksek bu coğrafyada, büyük olasılıkla sahipsiz kalmayacak; hızla el değiştirecektir. Syriza değerlendirmeleri ve iki yöntemsel yanlış... Syriza'ya yönelik sol çevrelerdeki pek çok değerlendirme, sanki bugün dünya üzerinde oturmuş ve yükselişini yaşayan bir sosyalist hareket gerçekliği varmış gibi, böylesi dönemlere özgü taktik, strateji ve örgüt biçimlerini eksen alarak yapılmaktadır. Bu yöntemle ne Syriza gerçekliğini doğru anlamak ne de yaşanacak olası savrulmalar karşısında bir seçenek oluşturabilmek olası değildir. Bugün sosyalist hareket uzun yıllar süren gerileme ve durgunluk döneminden yeni bir yükselişe geçme sancısını yaşamaktadır. Değerlendirmeler yapılırken temel ekseni bu gerçek oluşturmak durumundadır. Syriza değerlendirmelerinde ki bir temel yöntemsel sorun da, bu partinin başarısından kalkılarak, Syriza pratiğini hemen evrensel yeni bir model ilan etmeye yönelik belirgin hevestir. Syriza vb. deneyimlerden geleceğin inşasında kuşkusuz ki sosyalistlerin öğreneceği çok şey olacaktır. Ama bu deneyimleri evrensel bir modele dönüştürüp kendi yerelliğinde taklit çabasına yönelmek ciddi bir hata olacaktır. Birincisi, her yerellik kendi ülkesindeki yükselişte işlevsel olacak yöntem ve araçlarını esas olarak kendi yerel mücadele dinamikleri temelinde geliştirmelidir. Bu anlamda örneğin Gezi Direnişi ve Kürt hareketinin deneyimleri Türkiye'deki hareket açısından Syriza'dan daha çok öğrenilmesi gereken dersler barındırmaktadır. İkincisi ve çok daha önemlisi salt seçim başarısı, bir örgütlenme ve eylem modelini sosyalist politika açısından kendi başına bir model haline getiremez. Üçüncüsü Syriza deneyiminin halihazırda keni içinde çözmesi gereken bir çelişkiyi içinde barındırmaktadır. Syriza, yakın zamana kadar kimlik politikasını sınıf politikasına ikame eden postmarksist bir görüntü sunarken, tam da sınıfsal dinamikler üzerinde yükseliş yaşadığı için, son dönemdeki politikası (iş, istihdam, sosyal güvenlik, vergi politikası, özelleştirme karşıtlığı ve kamusal harcemalar v.)sınıf siyaseti merkezli olmak durumunda kalmıştır vb. Sonuç olarak Syriza deneyiminin, kendi sonuçlarına henüz varmamış ve deneyimleri olumlu ve olumsuz anlamda rafineleşmemiştir. Dolayısıyla bu deneyime ilişkin abartılı olumlu ve olumsuz değerlendirme ve modellemeler için vakit çok erkendir. Syriza ve yeni yükseliş sürecinin özellikleri Syriza'nın zaferi, uzun bir yenilgi ve dağınıklık döneminin ardından sosyalist yeniden yükseliş sürecinin, klasik araç ve yöntemlerin dışında daha amorf biçim ve yöntemlerle gelişeceği öngörüsünü doğrulamıştır. Gezi direnişi, Latin Amerika'da yaşanan küçük burjuva milliyetçiliğiyle bulaşık sosyalizan iktidarlar, bazı farklı sendikal ve parti deneyimleri vb. gibi. Bu amorftuk bir dizi zaafı içinde taşıdığı gibi, bir dizi devrimci potansiyeli ve üstünlüğü de taşıyacaktır. Bu gerçek nedeniyle, aceleci bir yaklaşımla bu deneyimleri idealize etmek de, mahkum etmek de yanlış olacaktır. Syriza tartışmaları vesilesiyle hatırlamakta ve hatırlatmakta büyük önem taşıyan bir başka yöntemsel mevzu daha var. Tarih bizi henüz sınıf mücadelesi, işçi sınıfının devrimci/öncü rolü, parti, sendika, devrim vb. gibi sosyalist politikanın özünü oluşturan çok temel doğruları değiştirmemizi gerekli kılacak yeni ve istikrarlı verilerle tanıştırmış değildir. Dolayısıyla sınıf belirlenimli ve devrimci örgüt modeli eksenli politika pratiğimizi değiştirmemiz için ortada bir neden yok. Ama bu temel gerçek ancak, yeni yükseliş sürecinde kitle hareketinin her türlü yeni biçimlerine ve sürprizlerine hazırlıklı olmanın farkında olduğumuz ölçüde bizim için yol gösterici olabilir. Son 30-40 yıllık süreç temel yön ve araçlarımızı değiştirmemizi gerektirecek yeni kalıcı ve devrimci verileri bize sunmadı ama eski devrimci araç ve yöntemleri de geniş kitleler nezdinde itibarsızlaştırdı. Bu araç ve yöntemlerde bir deformasyon, şekilsizleşme-eksensizleşme yaşanmasına yol açtı. Bu nedenden dolayı, yeni yükseliş döneminde, ilk başlarda klasik araç, yol ve yöntemlerin yol açıcı olmakta yetersiz olduğu ve/ fakat bizi şaşırtan yeni-farklı eylemsel ve örgütsel formlarında sıkça karşımıza çıktığı bir süreç yaşamaktayız, yaşayacağız. Bu yeni formların pek çoğu kalıcı yeni bir form ve model olmaktan ziyade, büyük ihtimalle sosyalist politikanın klasik örgütsel ve eylemsel formlarına yeniden dönüşün halkalarını oluşturacaktır. Bir kısmı da sosyalist mücadeleyi zenginleştirecek yeni ve kalıcı özeliklere dönüşecektir. Dolayısıyla yeni yükseliş döneminde belirleyici öneme sahip olabilecek bu yeni formları ve yöntemleri ne bildiğimiz klasik doğrulara uymadığı gerekçesiyle küçümsemek/reddetmek, ne de alelacele bir yenilikçilik hevesiyle kalıcı ve evrensel yeni modeller olarak sunmamak gerek... Hiç zamana bırakmaksızın bu biçimleri ileri sıçramanın kaldıracı olarak nasıl işlevlendirebileceğimiz üzerine kafa yormaya başlamamız ve/fakat "büyük teorik sonuç ve genellemelerde bulunmak için", bu araç ve formların pratikte yeterli ölçüde sınanmasını sabırla beklememiz icap eder. Harekete Öğretmek için Hareketten Öğrenmek Gezi eylemleri sırasında canlı biçimde tanık olduğumuz çok önemli bir siyaset sorunu ile Syriza deneyimi vesilesiyle bir kez daha karşılaşmaktayız. Hayattan her dakika öğrenmeyi bilmeyen, kendini somut, canlı, yaşayan ilişkilerle besleyip geliştirmeyen bir "teori", ne kadar ilkesel doğruları temsil ederse etsin, hayata, eyleme, kitlelere kendi ilkelerini öğretemez. Mevcut sosyalist örgüt ve çevreler çok önemli bir tarihsel ve siyasal birikimin temsilcisidirler. Kapitalizm yardakçısı liberallerin ve hükümet yanaşması yeni islamo-kapitalistlerin -güç sahibi olmaktan kaynaklı- kibirli "analizleri" her kritik olayda yanlışlanırken, son dönemde dünyada ve Türkiye'de yaşanan bütün önemli siyasal dönemeçlerle ilgili en sağlam tahlilleri yine sosyalistler yapmıştır. Son yıllar içinde olayları sınıf merkezli tahlil etmenin,sosyalistlere politika alanında tartışılmaz bir yöntemsel üstünlük sağladığını defalarca gördük. Bu büyük bir avantajdır. Yeni bir yükseliş döneminde kadim sosyalist geleneğin ve bu geleneğin "eski ama eskimeyen" kadrolarının çok önemli öncülükler üstleneceği ve harekete çok şeyler öğreteceği kesin... Ama önemli bir şartla... Bu öğretici rolü layıkıyla üstlenebilmeleri için Türkiye sosyalist hareketi, kendi klasik doğrularını harekete dayatmadan önce, eylemden, eylem içindeki kitlelerden ve eylemin ortaya çıkardığı yol, yöntem ve örgütlenme deneyimlerinden öğrenmek zorunda olduğunun bilince çıkarmalıdır. Önümüzdeki dönemde, hareketten ve kitlelerden öğrenmeyi beceremeyen bir sosyalist siyasetin, kendi temel ve ilkesel doğruları ile hareketi buluşturma olanağı bulması ve yeni bir sol yükselişe öncülük yapabilmesi de olanaksız olacaktır. Syriza deneyimin (aslında Gezi Eylemlerinin de)ortaya çıkardığı önemli siyaset derslerinden biri de bu alandadır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-