Dinin iki boyutu ve sosyalizmin din anlayışı

Dinin tek ve esas kaynağı toplumsal ezen-ezilen ilişkisi değildir... Dinin iki temel boyutu var: Birincisi, ölüm başta olmak üzere, insanoğlu açısından bilinemezlik ve çaresizlik kaynaklarıdır, yani dinsel terminoloji içinden konuşacak olursak gaybın varlığıdır, dinin en temel varlık nedeni...Doğa ve toplumsal olayların bilinememesi ve insanlığı çaresiz bırakması, insanları metafizik açıklamalarla teselli bulmaya itiyor. Dinin bu veçhesinin sınıfsallıkla bir ilgisi yok; buna doğal din diyebiliriz...İkincisi; egemen sınıfın ve devletin bir sömürü, tahakküm ve yönetim aracı olarak kullanılan din; buna da siyasal din diyebiliriz. Marksizm bize en temelde "nedenleri ortadan kaldırmadan sonuçları ortadan kaldıramazsınız" der... Dolayısıyla "siyasal din" sömürü ve tahakkümün ortadan kalkmasıyla. yani siyasal mücadele ile kaldırılır ortadan; "doğal din" ise, en temelde ölüm gerçeği olmak üzere insan oğlunun doğa olayları karşısındaki acz ve çaresizliklerini ortadan kaldırmakla... Bunlar var oldukça din de var olacaktır ama siyaset karşısında özgürleşerek biçim ve içerik bakımından dönüşüme uğrayacaktır... İnsanın bedensel, düşünsel ve ruhsal varlığı üzerindeki etkili bir sınıfsal tahakküm aracı olan "siyasal din"den, "doğal din"e doğru...İnsanlık ne zamanki ölümü yenecektir, işte o zaman bütün anlamlarıyla din ortadan kalkacaktır... "Siyasal din" ile "doğal din"in nedenleri farklı olduğu için hem ortadan kalkış süreçleri hem de yürütülecek mücadele biçimleri birbirinden farklılaşır. İlki ağırlıkla siyasal-felsefi ve ikincisi de ağırlıkla bilimsel-felsefi alanla ilgilidir. Bu yüzden sosyalizm aslında din ile ilişkisinde, ateizmi önceliğe koymaz ve ateizmi siyasallaştırmaz. Sosyalizm "en tam ve tutarlı laiklik" getireceğini söyler. Gerek Marks gerekse Lenin, din ile ilgili özel ve soyut bir mücadele alanı açmazlar. Din ile ilgili söyledikleri, neredeyse tümüyle dinin siyasal kullanımı ile ilgilidir. Sömürücü sınıfların elinde araçsallaştırılan din gerçeğini eleştirirken, ezilenlerin mücadelesinde baskın dini temaların varlığına hiç bir zaman belirleyici bir önem atfetmemişlerdir. Din ile ilgili sınırlı teolojik tartışmaları ise yine soyut bir din ve ateizm tartışmasından öte, verili ve sınıfsal teolojik algıyla ilgilidir. Lenin, bu alanda tutumunu belirlerken iki temel çizgi çekmiştir: Bir, "sosyalistlerin dine karşı tutumu asla soyut bir din karşıtlığı ve ateizm propagandası olamaz. Dinin sömürü için nasıl kullanıldığının teşhiridir esas olan" ve iki, "Sosyalistler din de reform işini üstlenemezler. Yeni ve güzel bir din yaratmayı yani Materyalizm ve Ampiryokritisizm'deki ifadeyle "Tanrı Yapıcılığı"nı kendilerine iş edinmezler. Hiç bir dini -siyaset ve propaganda da- diğerine tercih etmezler. Yine Lenin sosyalist toplumda tanrı tanımaz propagandaya önemli yer olduğunu söylerken, aynı zamanda komünist partiye üyelik açısından kişinin ateist ya da bir dine inanıyor olmasının değil, parti programını benimseyip benimsediğinin belirleyici olduğunu söyler. Marksizm açısından din sorununa yaklaşımın esasını bu çerçeve oluşturduğu için, Engels, Alman eşitlikçi köylü hareketinin lideri Thomas Münzer'in din adamı olmasını ve harekette dini temaların egemen olmasını ciddi bir sorun olarak görmemiş, tam aksine Münzer'i göklere çıkarmıştır. Şeh Bedrettin'in bir din adamı olması ve hareketini ideolojik olarak bir İslam yorumuna dayandırması yine sosyalistlerin Şeyh Bedrettin hareketini ilerici, devrimci ve sosyalizan olarak nitelemelerine ve sahip çıkmalarına engel olmamıştır. Ya da daha yakın tarihli örnekler verecek olursak, Katolikliğin içinden alt sınıfların özlem ve eşitlik arayışlarını dillendiren ciddi bir dinsel yorum sapması olarak çıkan Latin Amerika'daki Kurtuluş Teolojisi ile ilgili özel bir mücadele gündemi olmamıştır sosyalistlerin. İran'daki dinsel sosyalizm anlayışının temsilcisi olan Fedeyan hareketine, dar bir aydınlanmacı mantıkla, dinsel temaları merkeze alarak karşıya alıcı bir tutumla yaklaşılmamış tam aksine, hareketin sınıfsal özü ve programatik yapısı esas alınarak, olumlu anlamda yaklaşmışlardır vb. Fakat sosyalizmin reel tarihinde bu yoldan gerek pozitivizme -siyasal ateizme- gerekse pragmatizme -yani dini araçsallaştırmaya- yönelik sapmalar yaşanmıştır ve halen de yaşanmaktadır. Bu alanda da bir muhasebe ve hesaplaşma zorunlu gözükmektedir. Bu sapmanın iki temel kaynağı olduğu söylenebilir. Birincisi, sosyalist teoride ki dine yaklaşımın temel çizgisi yukarıda özetlediğimiz gibi olmasına ve kategorik olarak sosyalizm kendisiyle burjuva aydınlanmacılığı arasında bu alanda ayrım koymasına karşın, bu ayrımın teorik alanda tam ve kategorik olarak, sınır çizgileri çok özenle çizilerek yapıldığı söylenemez. Özellikle Lenin'de işin esasını oluşturmamakla birlikte toplumsal ve sınıfsal gelişmelerle paralel biçimde dinin etkisinin aynı hızla azalacağı ve eğitimde bilimsel eğitimle birlikte ateizm propagandasının özgürleşmesi ve yükseltilmesiyle birlikte bu sürecin çok daha çabuklaştırılabileceği beklentisi olduğuna dair çok sayıda değerlendirmeye rastlamakta olasıdır. Bu değerlendirmeler doğal din ve siyasal din ayrımının, onların farklı nedenleri ve sonuçları da içerdiği, doğal olarak ortadan kalkmalarının çok farklı gelişme ve süreçlere bağlı olduğu, mücadelenin de bu ikili boyutu birlikte ve fakat ayrımlaştırılarak verilmesi gereğinin kararmasına yol açabilmektedir. Siyasal iktidarın alınması, ateizmde özgürleşmesi ve eğitimin bilimselleştirilmesi ile hem siyasal dinin hem de doğal dinin eş zamanlı ve paralel biçimde etkisizleştirilebileceği yanılgısı ile vaaz edilenin aksine soyut ateizm propagandasına çok özel bir ağırlık verilmesi, aksine siyasal iktidarın alınmasıyla ilk elde yok edilecek olan siyasal dinin de güçlenmesine yol açmıştır. Gelişmiş ülkelerde siyasal din etkili iken, doğal din gerilemiş ve ateizm güçlenmiştir, bunun nedeni de aydınlanma mirası ile birlikte bu ülkelerde soyut bir ateizm propagandası yapmak değildir; bilim ve ekonomi ve demokrasi ve sosyal güvenlik alanındaki gelişmelerdir. Oysa SSCB vb. ülkelerde önceliğin eğitsel bir çabayla dinin geriletilmesi ve ateizmin güçlendirilmesine verilmesi doğal dini geriletmediği gibi, sosyalizm aleyhtarı mücadele de etkili bir silaha dönüşecek yeni bir siyasal dinin güçlenmesini de kolaylaştırıcı olmuştur. Sınıfsal, dinsel ve ulusal ayrım ve çıkarların pençesindeki din, söylemdeki yaygınlığına karşın, gerçekte hiç bir zaman özgür olamamıştır, olamaz da... Kendisi için bir teoloji, felsefe ve inanç sistemi olmak yerine kural olarak egemen, istisnai olarak da ezilenlerin çıkarları doğrultusunda (bu kesimler için) araçsallaştırıImıştır. "Tanrıya itaat ettiğimizi sandığımız sırada aslında insanlara itaat ediyoruz" diyeh Albert Caroco ya da "Gök yüzünden söz etmeleri yeryüzünü sömürmek içindir..." diyen Maximilien Robespierre tam da bu gerekliği anlatmaya çalışıyorlardı... Biraz garip gelecektir ama, temel olarak yüzyıllardır insanlığı kurtarmak yerine ezmenin ve afyonlamanın aracı olan din, güç ve rolü ne olur sorusundan bağımsız olarak, ancak insanlık yukarıdaki baskı ve ayrımların kıskacından kurtulup özgürleştiğinde, teolojik ve felsefi planda özgürleşme olanağına kavuşmuş olacaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-