Milli mutabakat darbesi...

20 Ağustos 2016 Cumartesi

Ülkede bir darbe girişimi ve aynı zamanda da bir -hatta iki- darbe oldu. Darbe girişiminin arkasında ABD icazetli ve cesaretli Gülen Cemaati'nin bulunduğu iddiası var. Bu iddianın doğruluğu kuvvetle muhtemel. Aslına bakarsanız ilk "darbe" girişiminin cemaate yönelik yapıldığı bile söylenebilir. Bugün ortaya saçılan verilere inanacak olursak, cemaat yakın zamana kadar yalnızca AKP'nin de değil , devletin de sahibiymiş neredeyse... Ve meğerse Erdoğan'da cemaati "darbeleyip" AKP ve devleti ele geçirme derdindeymiş... Neyse bunu geçelim...

Diğer darbe ise AKP öncülüğünde ve "Milli Mutabakat Konseyi" eliyle gerçekleştirilmekte. Açık açık söylemek gerekir ki, ne zaman ve hangi ülkede "milli birlik ve beraberlik", "milli mutabakat" laflarının reytingi çok yükselmişse, bir süre sonra bunun altından faşizan emeller ve girişimler boy göstermiştir.

 "MİLLİ MUTABAKAT" VE "TOPLUMSAL UZLAŞMA..." 

 "Milli mutabakat" lafındaki mutabakat, yani "uzlaşma" kimseyi şaşırtmasın... Uzlaşma gönüllü olur... Katılmayan da katılmaz... Ama "Milli mutabakat" zorlayıcıdır... Adı üstünde "milli"... Dışında kalmak otomatik olarak "gayri milli", "hain" vb. ithamlarla yüz yüze kalmak demektir. Devlet terörünün ve organize paramiliter toplumsal linçlerin hedefi olmak demektir. Bir de liberal tonlu "toplumsal uzlaşma" var. Bu daha yumuşak. Daha bir "burjuva demokratça"... Zira "toplumsal uzlaşma" sınıfsal, etnik, dinsel vb. farklılıkları tanır ve herkesi kendi kimliğinin temsilcisi olarak pazarlık sürecine ve bunun sonucu olarak da bir uzlaşıya çağırır.

Oysa "milli mutabakat"ta, ya farklılıklar tümden yok sayılıp herkes "milli" kimlik içinde en baştan tekleştirilir ya da farklıkların askıya alınması ve "milli çıkarlar" etrafında herkesin aynı hizaya gelmesi istenir. Ortak olduğu iddia edilen çıkarları ve neyin "milli" olduğunu ise güçlü olanlar, hatta "şef", "führer", "duçe", "reis" lakaplı bir tek zat belirler.

 BİLDİĞİNİZ FAŞİZM YANİ... 

 "Milli mutabakat", "milli birlik ve beraberlik" söylemlerinin beslendiği temel anlayışın siyaset bilimi literatüründeki karşılığı "korporatizm"dir. Sözcük kooperatifçiliği çağrıştırsa da, neredeyse taban tabana zıt bir anlama sahiptir. Korporatizm, bir toplumu birbirine muhtaç organik bir yapı gibi değerlendirir. Tıpkı insan organizması gibi. Bu nedenle organizmacı olarak da nitelenir. Organizma içindeki çelişki ve çatışmalar düzeltilmesi/tedavi edilmesi gereken bir hastalık, dışarı atılması gereken bir irin gibi görülür. Toplumdaki çatışmacı, mücadeleci unsurlar "zararlı"dır, "hain"dir, "düşman"dır. Toplum beyin (devlet) ile uyumlu olması, oradan gelen direktife itaat etmesi gereken uzuvlar bütünüdür.

Bu korporatist zihniyete sınıfların henüz silik olduğu toplumlarda da yaygın biçimde rastlarız. Sınıfların ve sınıf mücadelesinin geliştiği toplumlarda ise, bu zihniyet faşist partilerin ortaklaştığı bir platformdur. Türkiye'de de MHP 1980'e kadar programında korparatizme açıkça yer vermiş; daha sonraki yıllarda ise bu ifadeyi programından çıkarmıştır.

Hangi dönemlerde gündeme gelir... 

Bu zihniyet "olağan koşullar"da faşist ve otoriter sağ partilere ait görünmekle birlikte, ekonomik ve siyasi kriz koşullarında "resmi devlet zihniyeti"ne dönüşür. Sıkıyönetim, OHAL benzeri koşullarda parlamentonun devre dışı kaldığı bir otoriter KHK rejimi tahsis edilir.Yürütme aşırı ölçüde, -çoğu zaman tek bir adam da toplanacak biçimde- merkezileşir. Sistem sürekli güncel iç ve dış tehdit söylemi ı ile kendini tahkim eder. Etnik, dini, siyasi iç düşman ve hain üretir. Bu hainlere yönelik açıldığı söylenen savaş, tüm muhalifleri derdest etmeye yönelik bir cadı avıdır aslında. Basın özgürlüğünün esamisi okunmaz. Jurnalcilik, kitlesel tutuklamalar vb. ile bir korku toplumu yaratılır. "Şef"e itaat vatanseverliğin ve makbul vatandaşlığın en önemli ve hatta tek kriteri haline gelir vb. vb. 

TÜRKİYE'DE...

Türkiye'de biz bu "milli mutabakat" lafını hep "OHAL", "Sıkıyönetim", "Darbe" gibi olağandışı dönemlerde ve hemen öncesinde sıklıkla duymaya başlarız. 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat hep "milli mutabakat" lafının zirve yaptığı dönemlere denk düşer. Bugün de benzer biçimde "milli mutabakat" argümanı siyaset alanında açık ara öndedir.

Doğal olarak kitlesel tutuklamalar, hukukun - basın özgürlüğünün yerlerde sürünmesi, cadı avları, toplu ve hukuksuz işten çıkarmalar vb. vb. yine "milli mutabakat" bayrağı altında gerçekleştirilmektedir. Darbeci cemaat ile birlikte Kürtler de milli mutabakatın dışında tutulmakta ve düşman ilan edilmekte, her muhalif ses "cemaatçi" ya da "bölücü" ilan edilme tehdidiyle susturulmaya çalışılmaktadır.

Fakat bu kez bizde ki "milli mutabakat" arayışı geçmiştekilerden farklı biçimde. topyekun bir ekonomik ve siyasal krizin ürünü değildir. Daha çok bir kişinin yarattığı kriz ve o kişinin siyasal ikbal sorunuyla bağlantılıdır.

BİR DE EŞİTLİK. ÖZGÜRLÜK VE BARIŞ MUTABAKATI VAR...

"Dönülmez Faşizmin Ufkundayız /Vakit Çok Geç" diyordu ironik dizelerinde Can Yücel... Elbette henüz vakit çok geç değil. Eğer muktedir(ler)in "milli mutabakatı" karşısına eşitlikçi ve özgürlükçü bir başka mutabakatla çıkabilirsek. "Ne darbe Ne diktatörlük!" şiarının hakkını verebilirsek. Muktedirlerin ötekileştirici-düşmanlaştırıcı tutumuna karşı emekçiyi, Kürdü- Türkü, Alevisi- Sünnisi, kadını-erkeği eşitlik ve özgürlük mutabakatında birleşebilirsek...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-