ALMAN ANAYASA UZMANI: “SİSTEM İŞLEMEZ HALE GELDİ”
Alman anayasa uzmanı Prof. Dr. Silvia
von Steinsdorff Türkiye’deki anayasa değişiklikleri ile ilgili Deutsche Welle’nin
sorularını yanıtladı. Steinsdorff’a göre değişikliklerdeki çelişkiler sistemin
işlemesine engel olacak.
Türkiye ve Doğu
Avrupa ülkelerinin politik sistemleri ve anayasalarını inceleyen Prof. Dr.
Silvia von Steinsdorff, Türkiye’de öngörülen anayasa değişikliklerinin
karmaşaya yol açabileceği kanısında. Parlamenter bir sistem için düşünülmüş
anayasanın birkaç maddesi ile başkanlık sistemine dönüştürülemeyeceğini savunan
von Steinsdorff, OHAL döneminde anayasa değişikliği yapılmasının aslında ise
mevcut anayasanın ihlali olduğu değerlendirmesini yaptı. Berlin Humbolt
Üniversitesi’nden Prof. Dr. Dr. Silvia von Steinsdorff, Türkiye’deki anayasa
değişiklikleri ile ilgili olarak Deutsche Welle’nin sorularını yanıtladı.
Deutsche Welle: Türkiye’deki anayasa
değişikliği teklifini bir anayasa ve demokrasi uzmanı olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Parlamenter sistemden başkanlık istemine geçiş sizce bir adım ileri mi yoksa
geri mi gitmek anlamına geliyor?
Von Steinsdorff: Bu soruyu iki farklı düzlemde
yanıtlamak gerek. Birincisi özellikle de Cumhurbaşkanı, Başbakan Yıldırım ve
AKP’nin neden bu değişiklikleri getirmek istediklerine ilişkin olarak
yaptıkları "koalisyon hükümetlerinin önüne geçileceği ya da ekonomik
reformlar için iyi olacağı” şeklindeki açıklamaları ikna edici bulmuyorum. O
nedenle Türkiye’nin neden mutlaka bir başkanlık sistemine ihtiyacı olduğu,
hangi sorunları çözeceği ya da hangi faydaları sağlayacağı net değil. İkinci
düzlem ise şu: Zaten yeni bir anayasa Türkiye’de uzun süredir dile getirilen
bir talep. Tartışmalar 1990’ların sonunda başladı, 2011 ile 2013 yılları arasında
yeni bir anayasa çalışmaları yapıldı. Ancak şu an yapılmaya çalışılan
değişikliklerde, kesinlikle geri adım söz konusu. Şu an bütün devlet
organlarının toptan değişimini öngören yeni bir anayasa yapılmıyor, mevcut
parlamenter anayasa düzeninin üzerine başkanlık yönetim biçimi geçiriliyor. Bu
da kaçınılmaz bir biçimde çelişkileri, sürtüşmeleri ve yetersizlikleri
beraberinde getirir.
Deutsche Welle: 18 değişiklik
maddesinden hangisi ya da hangileri bu sorunlara yol açabilir?
Von Steinsdorff: İki büyük alan var. Ama her şeyden
önce şunu belirtmek isterim: Teklif metni kötü yapılmış. Hem dil hem de
formülasyon açısından. Bazen ne demek istendiği anlaşılmıyor. Umarım
milletvekilleri gerçekten tek tek ifadeler üzerinde de duruyordur. En büyük alan;
hiç kuşkusuz mevcut cumhurbaşkanının yetkilerinin genişletilmesi ya da ona
aktarılması öngörülen yeni yetkiler. Bunun yanı sıra başbakan ve
cumhurbaşkanından oluşan ikili yönetim biçiminin sadece cumhurbaşkanında
toplanması. Yani devletin ve hükümetin başının sadece cumhurbaşkanı olması. Bu
birincisi. İkincisi ise çok daha küçük, ama çok önemli bir alan ise TBMM’nin
yetkilerinin azaltılması, özellikle de yürütmeyi denetleme yetkisinin. Eğer
"Tamam, parlamento ve hükümet, yani yasama ve yürütme arasında daha güçlü
bir ayrılık içeren mantıklı bir başkanlık sistemine geçelim” diyorsanız, bu
kısıtlamaları yapmanız gerekmiyor. Gensoru ve araştırma komisyonu kurma gibi
parlamentonun hükümeti kontrol ve denetleme haklarını da kaldırmak zorunda
değilsiniz. İkinci alana bir de öngörülen değişikliklerle yargının
bağımsızlığının açık bir biçimde baltalanmaya devam edilmesini ekleyebiliriz.
Özellikle de HSYK’nın yeniden yapılandırılması ile. Önemli olan hakim ve
savcıların görevlendirilmesinden sorumlu bu kurulun üye sayısının 22’den 13’e
düşürülmesi. Bu kurula atama yapılması şimdiye dek çok karmaşık bir süreçti.
Burada birçok politik aktör rol oynuyordu. Ama kurumların kendi temsilcilerini
kendilerinin belirlemesi anlamına gelen kooptasyon da vardı. Şimdi bu üyelerin
yarısını Cumhurbaşkanı’nın yarısını da TBMM’nin seçmesi öngörülüyor.
Deutsche Welle: Sayısı 13’e
düşürülmesi öngörülen HSYK’nın üyelerinin 6’sının Cumhurbaşkanı tarafından
atanması ve sayısı 15’e düşürülmesi öngörülen Anayasa Mahkemesi üyelerinin 12’sinin
Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesi yargıya bir müdahale mi?
Von Steinsdorff: Kesinlikle. Ancak yine şunu
belirtmekte fayda var. Ben HSYK’nın yapısında öngörülen değişikliklerden
bahsettim. Anayasa Mahkemesi üyelerinin belirlenmesi bir başka konu. Ancak
benim bu değişiklerde gördüğüm genel sorun şu: Çoğu teknik olan bu yetkilerin
büyük bir kısmını diğer başkanlık sistemlerinde de bulabilirsiz. Sorun bu
değil. Aksine sorun, bu değişikliklerin hiçbir biçimde uymadığı genel mantık
ile kombinasyonu. Yani Türk anayasasının birçok maddesinde parlamenter sistem
mantığı kalmaya devam ediyor. Örneğin hiçbir değişiklik öngörülmeyen 7’inci
maddede "Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir.
Bu yetki devredilemez” diyor. Ancak bu tarz bir parlamenter mantıkta, hükümetin
parlamento tarafından belirlenmesi akıllıca olur. Ancak siz bu sürece müdahale
edip "Tamam, biz aslında bu mantığı bırakıyoruz ama aynı zamanda da
hükümet bundan sonra parlamentoya karşı sorumlu olmayacak” diyorsunuz.
Parlamento artık hükümeti kontrol edemeyecek. O zaman siz sistemi bozuyorsunuz.
Bu yargının bağımsızlığı konusunda da aynen öyle. İşin özü, kimin anayasa
yargıçlarını belirlemesi değil. İşin özü, siz bütününde nasıl bir sisteme
sahipsiniz?
Deutsche Welle: Sizce bir başkanlık
sisteminin demokratik olması için gerekli denetleme mekanizmaları nelerdir?
Von Steinsdorff: ABD’den başlayalım: Burada doğrudan
demokratik yollarla seçilen iki kurum var. Bir tarafta parlamento yani ABD’de
Kongre, diğer tarafta da başkan. Her ikisi de büyük güce sahip. Biri birinden
bağımsız yetkilere sahipler ancak her ikisi de kısmen birbirini denetleme
yetkisine sahip. Gerçi Türkiye’de değişiklik öngörülen maddeler hala meclisin
çoğunluğunun oyu ile cumhurbaşkanına soruşturma açılması gibi olanaklar
sunuyor. Ancak burada belirleyici olan, Türkiye’de görünen bir zamanda TBMM’nin
ilk etapta bağımsız bir biçimde, Cumhurbaşkanı’nın nasıl yeniden denetlemesi
gerektiği yönündeki haklarını dikkate alması beklenmiyor. Bu, anayasal
düzenlemede çok büyük bir sorun değil. Asıl sorun, şimdiki güç dağılımında. Şu
an olduğu gibi, yaklaşık 50 kadar milletvekilinin yargılanması isteniyor, birçok
milletvekili tutuklanmışken ve yarın sıranın kendisine geleceğinden korkan
insanların yaşadığı bir ülke, artık demokratik değildir.
Deutsche Welle: Anayasa
değişikliklerinin OHAL döneminde yapılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Von Steinsdorff: Aslında bu mevcut anayasanın açık
bir ihlalidir. Birçok Avrupa ülkesinin anayasasında olağanüstü halde
yapılamayacağı açıkça belirtilir. Tabii burada yine şöyle bir sorun ortaya
çıkıyor: Şu an anayasanın yenilenmesi söz konusu değil. O nedenle daha sonra neler
olacağına bakacağız. Yani değişikliklerin bir referandum ile de onaylanıp
onaylanmayacağına.
Deutsche Welle: Türkiye’deki anayasa
değişikliklerini Alman ya da diğer Avrupa ülkelerinin anayasası ile
karşılaştırırsanız, sizce bu değişiklikler Avrupa hukukuna uygun mu?
Von Steinsdorff: Burada en büyük sorun tek tek
düzenlemelerin ne olduğu değil. Bütünü değerlendirmek gerekiyor. Bu
değişikliklerin şu an Erdoğan’a nasıl bir iktidar gücü getireceği, önümüzdeki
2-3 yıl içerisinde nasıl iktidar avantajları sağlayacağı, çok kısa vade için
düşünülmüş. Benim tezime göre, şu an iktidarda olanlar bile bu değişikliklerle
kendilerine iyilik yapmıyor. Şu an için belki "evet” ama uzun vadede
‘hayır’.
Deutsche Welle: Neden?
Von Steinsdorff: Çünkü tamamen sistemsiz ve işlemiyor.
Tam bir karmaşa. Çok kötü hazırlanmış. Şu an için avantaj sağlasa bile uzun
vadede anayasaya yerleştirilmekte olan çelişkiler, sistemin bir bütün olarak
işlemesine engel olacak. Size bir örnek vereyim: Rusya’nın
demokratikleşememesinin en büyük sebeplerinden biri budur. Bunun aynısını
Ruslar da yaptı. 1990 ile 1993 yılları arasında Rusya’da anayasa 300’den de
fazla kez değiştirildi. Bu değişiklikler arasında parlamenter sistemin içine
başkanlık sistemi yerleştirmek de vardı. Bu değişiklikler, işin sonunda
anayasanın bütününün ve "yeni” sistemin işe yaramamasına yol açtı. Ve
sistem bu şekilde gözden düştü ve çalışamaz hale geldi.
Deutsche Welle: Bu değişikliklerle
Türkiye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
Von Steinsdorff: Öngörüde bulunmak her zaman zordur.
Ama bizim şu an Türkiye’de gördüğümüz- aslından uzun zamandır gördüğümüz
demeliyim- ülkenin aşırı bir biçimde kutuplaşmış olduğu. Bu, Erdoğan’ın neden
bir -bunu tırnak içerisinde söylüyorum- "diktatör” olma yolunda kendini
geliştirmesinin en büyük sebeplerinden biri. Çünkü demokratik yollarla
iktidarını uzun vadede garantiye alamayacağını gördü. Bunu en geç 2015 yazında
yapılan seçimlerde gördü. AKP’nin başarılı olmasının ve uzun süre iktidarda
kalabilmesinin en büyük ve önemli sebepleri, inanılmaz bir ekonomik başarı ve
bunun halka dağılımı ile Kürt sorunun gerçekten çözülebileceği ihtimaliydi.
Ancak şu an bu gelişmelerin tam tersi yöne ilerlediğini görüyoruz. Bunu 1980’li
yıllarda da gördük, 1990’lı yıllarda da gördük. Bu gelişmeler, uzun vadede hiçbir
tarafın kazanmasını sağlamayacak. Aksine terör devam edecek, kan akmaya devam
edecek. Sonunda herkes bitap düşecek.
Yorumlar
Yorum Gönder