GÜÇLÜ TARIM OLMADAN SAĞLIKLI KENTLEŞME OLMAZ...
Bundan
çok yıllar önce tarım ülkesi olmak geri kalmışlık alameti gibi algılanıyordu...
Tarım'ın küçümseyici bir edayla seslendirildiği
o dönemler,anlamlı biçimde dünyanın en gelişmiş sanayi ülkelerinin
tarımın stratejik önemini kavrayarak, dünya tarım ve gıda sektörünü denetlemek
için harekete geçtiği yıllardı da...
"Yeşil
Devrim" bir ABD projesiydi. En özet ifadesiyle tarımda kimyasal girdi kullanımını yaygınlaştırmak suretiyle
üretimi artırmaya “Yeşil Devrim” adı veriliyordu! Böylece üretim artırılacak ve
dünyadaki gıda ve açlık sorunu çözülecekti. "Yeşil Devrim"e o kadar
büyük bir anlam atfediliyordu ki, bu projenin
öncüsü kabul edilen Norman Ernest Borlaug'a 1970’de Nobel Ödülü veriliyordu.
Aslında gerçekte yaşanan tarımın stratejik öneminin kavranması ve başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerin kontrol ettiği bir küresel sektör haline dönüştürülmesiydi. "Yeşil Devrim" tehlikeli bir tarımsal bağımlılığın nedeni olduğu gibi, artan kimyasal kullanımı nedeniyle kanser, alzheimer gibi hastalıkların yaygınlaşmasına da yol açtı. Bugünlerde de, benzer bir GDO Devrimi söylemiyle karşı karşıyayız...
Aslında gerçekte yaşanan tarımın stratejik öneminin kavranması ve başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerin kontrol ettiği bir küresel sektör haline dönüştürülmesiydi. "Yeşil Devrim" tehlikeli bir tarımsal bağımlılığın nedeni olduğu gibi, artan kimyasal kullanımı nedeniyle kanser, alzheimer gibi hastalıkların yaygınlaşmasına da yol açtı. Bugünlerde de, benzer bir GDO Devrimi söylemiyle karşı karşıyayız...
Tarımdan Vazgeçilmemeli...
Oysa
tarım ülkesi olmak değil; yalnızca tarımla yetinmek, bir geri kalmışlık göstergesidir. Nüfusu 16
milyon olan ve tarıma elverişli araziler açısından bize göre daha dezavantajlı
bulunan Hollanda, gelişmişliğini ve refahını bugün büyük ölçüde tarımsal üretim
kapasitesine borçludur. Bir sanayi devi olan Almanya aynı zamanda bir
hayvancılık ülkesi olma özelliğini özenle korumakta ve geliştirmektedir.
Tarımsal üretim ve ihracat açısından ABD
ve Hollanda'nın arkasından yine gelişmiş bir sanayi ülkesi olan Fransa
gelmektedir.
Türkiye
gibi zaten doğal anlamda bir tarımsal zenginliği olan ülkelerin ekonomik büyüme
çabalarının bedeli tarımdan vazgeçmek olmamalıydı. Tam da dünya da tarımın en
az enerji kadar stratejik bir öneme sahip olduğunun bilince çıktığı bir dönemde, ne gariptir ki Türkiye tarımdan
vazgeçmiş bir ülke haline dönüştü. Bir zamanların tarımda kendine yeterliliği
ile övünen , 3 bini endemik -yani sadece Türkiye'de bulunan- olmak üzere toplam 13 bin çeşit bitki hazinesine sahip olan Türkiye, yıllar içinde en temel tarımsal ürünlerde bile
dışa bağımlı hale geldi.
Gıda sektörü
ekonomik bağımsızlığın önemli bir güvencesidir. Ekonominin krizlere karşı
direncini artıran çok önemli bir etmendir. Aynı zamanda istikrarlı ve karlı bir
ihracat kalemi olarak son derece
stratejik bir sektördür. Ve dahası önemli
bir temiz enerji kaynağıdır. Biyo-enerji
adı verilen yeni ve çok önemli bir enerji
kaynağını içinde barındırmaktadır.
Tuhaf bir öngörüsüzlük...
Bütün
bunlardan ders çıkarıp tarımda gereken açılımları yapmak yerine Türkiye, her
geçen gün tarımsal alanda daha kötü bir noktaya savrulmaktadır.
8 Kasım 2006 da yürürlüğe giren ve
köylünün kendi ürettiği tohumu ya da fideyi yalnızca takas edebileceğini ama
satamayacağını öngören 5553 sayılı Tohumculuk Yasası, Türk tarımını tohum
alanında da dışa bağımlılaştırmaktadır.
Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarımsal
arazilerin inşaata açılmaması doğrultusunda televizyonlarda sürekli kamu spotu
döndürürken, TÜİK'in geçtiğimiz ay
içerisinde açıkladığı rakamlar gerçekliğin bu kamu spotunun tam aksi yönünde
olduğunu ortaya serdi. TÜİK rakamlarına göre,
Türkiye son 10 yılda, 2 milyon 573 bin
futbol sahasına denk gelen 27 milyon 825 bin 64 dekar tarım arazisini inşaata
kurban vermiş durumda.
Yine Kasım ayı içerisinde Resmi Gazete'de
yayınlanan yeni ÇED (Çevre Etkisi Değerlendirme) Yönetmeliği adeta yeni bir doğa ve tarım
arazisi katliamı için hazırlanmış izin ve yetki belgesi gibi.
Dünyanın bir kaç önemli zeytin
üreticisinden biri olan Türkiye'de, son dönemde yaşanmakta olan zeytin ağacı
katliamları ise tümden iç karartıcıdır.
Ezcümle
ülkemizde toplam işlenen tarım alanı son 16 yıllık süreç içerisinde % 12,4
oranında düşüş göstererek 23,6 milyon hektara kadar gerilemiştir.
Gıda Güvenliği ve Yerel Yönetimler...
Gıda güvenliği konusu son derece stratejik bir konudur. Bu
alanda önlemlerini almayan bir ülkenin reel anlamda bir ekonomik kalkınma yaşaması da,
sağlıklı bir kentleşmeye sahip olabilmesi de
oldukça güçtür.
Tarım
sorunu yerel yönetimleri de çok yakından
ilgilendiriyor. 3-4 Haziran 1996’da İstanbul’da gerçekleştirilen Habibat II
toplantısının ana temalarından birisi, kentsel tarımsal alanların betonlaşmaya
kurban edilmesinin çökertici sonuçlara yol açtığı idi. Bu toplantıda kentsel tarım alanlarının, en az diğer kentsel mekanlar
kadar önemli olduğu kuvvetle vurgulanıyordu.
Gerçektende yeterli, kolay
ve ucuz ulaşılabilir tarım üretimi olmadan kentlerin doymasını garanti altına
almak mümkün değil. Ayrıca kentsel tarımın çöküşü, kırsal
bölgelerde geçinemez hale gelen insanların kitleler halinde kentlere göçünü
doğurmaktadır. Yeni istihdam alanları oluşmadan gerçekleşen bu yeni göç
dalgası, kentsel sorunların her alanda ve katlanarak büyümesine neden
olmaktadır. Yeşil kıyımının ve artan betonlaşmanın yarattığı sorunlar da
cabası...
Başkentin Tarımsal Tablosu İç Açıcı Değil...
Ankara
Kalkınma Ajansı'nın yaptığı bir araştırmaya göre Ankara ilinde yaşayan kırsal
nüfus oranı son 10 yıllık dönemde yaklaşık % 263 oranında bir düşüş göstererek
2011 yılında 128.777 kişi olmuştur. Bunun
kent kırsalından kent merkezine çok büyük bir göç yaşanması ve kent kırsalının
insansızlaşması anlamına geldiği açıktır. Kırsal alanlarda yaşayan nüfusun hızlı
düşüşünün sonucu olarak işlenen tarımsal alanlar azalmış. Nitekim son 16 yıl
içerisinde toplam işlenen tarım alanı % 11’lik bir düşüş görülmekte. Tarım
sektörünün dış ticaret payı ise 2002 yılında % 3,95 iken bu oran 2011 yılında
%1,83’e düşmüş. Tarımın ithalattaki payı ise aynı yıllar arasında % 2,25’ten %
5,29’a çıkmış...
Bu
rakamlar başkentin tarımsal üretim konusunda hiç iç açıcı bir durumda olmadığını
gösteriyor. Bu tabloya göre hele de kriz koşulların da, Ankara ciddi bir gıda
krizi riski ile yüz yüzedir. Tabi ki kentsel tarımın geliştirilmesi alanında
gerekli önlem ve çalışmalar bir an önce hayata geçirilmez ise...
Hatırlatalım
istedik...
Yorumlar
Yorum Gönder