Osmanlı Osmanlıcaya Neden Karşıydı- Soner Yalçın

Goethe, “eyleme geçmiş cehaletten daha korkunç bir şey yoktur” demişti.
Erdoğan ve şürekası idealize ettikleri Osmanlı’yı her fırsatta övüyorlar. Övsünler. Biz de överiz; ve niye övünmeyelim; Osmanlı atamız. Ama: Överken bilmek de gerekir. Cehaletin panzehiri bilgi’dir. Erdoğanlar Osmanlı’yı bilmiyor. Hiçbir bilimsel temeli olmayan bir hayal içindeler. Baksanıza, Osmanlıca’yı liselerde zorunlu dil dersi olarak okul müfredatına sokacaklar. Öyle ya… Sanıyorlar ki, Türkiye bir günde Osmanlıca’yı bırakıp Latin Alfabesi’ne geçti! Bu cehalet, Osmanlı dönemindeki Osmanlıca tartışmalarını bilmiyor!.. II. Abdülhamit döneminde üç kez Maarif Nazırlığı’na (Eğitim Bakanlığı’na) getirilen ve yaklaşık 9 yıl bu görevi sürdüren Münif Paşa’yı (1830-1910) tanıdıklarını ise hiç sanmıyorum!.. Münif Paşa aynı zamanda; Osmanlı Devleti’nin ilk sivil bilim kurumu olan “Cemiyyet-i İlmiyye-i Osmaniyye”nin kurucusuydu. Arapça, Farsça, Almanca, İngilizce ve Fransızca biliyordu. Şam’da, Kahire’de ve Berlin’de öğrenim gördü. Osmanlı’nın “aydınlanma merkezi” Babıali Tercüme Odası’nda yetişti. Voltaire gibi “aydınlanma çağı” filozoflarını Osmanlıca’ya çevirdi. Yani… Dil konusunu teoride ve pratikte bilen bir Osmanlı münevveri ve devlet adamıydı. Osmanlıca’nın ıslahı konusunu ilk dile getirenlerden biri de Münif Paşa idi. İyi de… Osmanlıca neden artık sorun olarak görülüyordu? İşte meselenin bam teli de burasıydı… TARTIŞMA MATBAAYLA BAŞLADI Osmanlıca’nın sorun olarak görülmesi 18’inci yüzyıl başında oldu. Çünkü… Matbaa 1727’den itibaren günlük yaşama girdi. Fakat matbaa okur yazar sayısında artışa neden olamadı. Bunun sebebi; hem Osmanlıca’nın okumada ve yazmada doğurduğu güçlükler hem de, Türkçenin ses varlığına uygun olmayışıydı. Ardından… Geri kalmışlığına çare olarak mektepler açmaya başlayan Osmanlı, “dil sorunuyla” bir kez daha yüzleşti: 6-7 yıl bu dili öğrenmeye harcayan çocuklar bir mektubu bile okuyamıyordu! İşin garip yanı, öğretmenlerin durumu da aynıydı! Osmanlıca alfabe okumayı güçleştiriyordu. Arap harfleri, Türkçe kelimeleri ifadede yetersiz kalıyordu. Hareke (ünlü işaretleri) konulmayan kelime beş-on şekilde okunuyordu ve kuşkusuz bunların anlamları çok farklıydı! (Örneğin, kef, vav, re ile yazılan sözcük; kürk, kürek, gevrek, körük, görk, görün diye okunabiliyordu.) Mevcut harflerle özel isimleri yazıda belirtmek çok güçtü. Osmanlıca tamlamalara vs. hiç girmeyeyim… Ahmet Cevdet Paşa “Kavaid-i Osmaniyye” adlı eserinde, Türkçe’de bulunup da Arap harfleriyle gösterilemeyen sesleri belirtmek için bir yol bulunmasının elzem olduğunu yazdı. Konu, devletin ilim kurulu olan Encümen-i Daniş’in gündemine geldi ve bazı harfler üzerine işaretler konulmasına karar verildi ama bu da sorunu çözmedi. Bir parantez açmalıyım; Osmanlıca ayrıca matbaa basımını da zorlaştırıyordu. Latin harfleriyle 30-40 cins karakterle basım yapılırken; Osmanlıca normal bir yazı için en az beş yüz cins ve keza Osmanlıca yazı türü ta’lik için ise bunun üç katı harf karakterine ihtiyaç vardı! Yani, kitap basımı çok güçtü. Osmanlı Devleti, Osmanlıca sorununu çözmek istiyordu. Bu nedenle “yeni harflere geçmek” gerektiğini vurgulayan Münif Paşa’yı üç kez Maarif Nazırlığı’na getirdi. Her seferinde II. Abdülhamit cahillerden korkup onu görevden aldı. Çünkü… Münif Paşa camilerde verilen vaazlarda bile gavurluk getirmekle itham edildi! Oysa sorunun dinle hiç ilgisi yoktu; teknikti… 200 YILLIK SORUN Yeni harflere geçmeyi resmi olarak ilk kez 1863’te Sadrazam Fuat Paşa’nın huzurunda dile getiren Azerbaycanlı yazar Mirza Feth Ali Ahundzade oldu. (Saray’da kimileri Latin Alfabesi biliyordu. Örneğin, 18. yüzyılda Sultan 3. Selim döneminde ünlü Fransız sanatçı Melling Kalfa ile Hatice Sultan arasındaki mektuplaşmalar, Latin harfleriyle Türkçenin günümüze kadar gelmiş ilk örneğidir.) Evet… Osmanlı Devleti sorunu ve çözümünü biliyor ama korkuyordu: “İslam alfabesi nasıl terk edilebilir”di! Ancak… Dil sorunu tartışmaları Osmanlı’da bitmedi. Örneğin… Namık Kemal şöyle yazdı: “Bizim çocuklar beş-altı yaşında mahalli mektebine verilip, iki-üç senede bir hatim indirdikleri ve birkaç sene dahi tecvid ile hatimler tekrar okunduğu ve beş-altı yıllar sülüs ve nesih karaladıkları halde; ellerine bir gazete verilse okuyamazlar. İki satır bir tezkere kaleme almak nerede?” (Hürriyet, 5 Temmuz 1869) Gazeteler bile birbirine düştü; “Latin harflerine geçilsin” diyen Terakki ile Ceride-i Havadis arasındaki tartışma günlerce sürdü.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-