SADDAM’IN SORGUCUSU: “GÜLEN, TÜRKİYE’YE DÖNMEK İÇİN FIRSAT KOLLUYOR”
Irak
Savaşı sonrası doğduğu kent olan Tikrit yakınlarında bulunan ve yargılanarak
idam edilen Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin’i sorgulayan eski CIA çalışanı
John Nixon, bu sorgulamayı “Debriefing the President” adıyla kitaplaştırdı.
Nixon, Saddam Hüseyin’in devrilmesini hata olarak görüyor, Fettullah Gülen’le
CIA arasında bağlantı olmadığını söylüyor, Gülen’i İran’ın dini lideri Humeyni’ye
benzeterek Gülen’in Türkiye’ye dönmek için fırsat kolladığını düşünüyor.
Mehmet
Sümer: Kitabınızda Saddam Hüseyin’e ulaşmanızı ve onu yakalamanızı sağlayan
bilgiyi, Saddam’la bağlantısı olduğunu düşündüğünüz tutukluların sorgularından
elde ettiğinizi söylüyorsunuz. Bu kişileri sorgularken hangi metodları kullandınız?
Son günlerde sorgulama yöntemleri konusu yeniden tartışmalı hale geldi.
Özelikle Başkan Donald Trump bu konuda açıklamalar yaptıktan sonra.
John
Nixon: Benim bugüne kadar yaptığım sorgularda kullandığım ve
en çok işe yarayan metod o kişiler hakkında onları etkileyecek kadar çok
bilgiye sahip olmaktır. Bu ayrıntılar ile sorular sormak, istediğiniz bilgileri
almanızı kolaylaştırır. Sorguladığınız kişinin sizinle işbirliği yapması,
bildiklerini paylaşması, sizin ona nasıl muamele ettiğinize göre değişir. Çoğu
zaman da insanları ikna etmenin yolu sizinle işbirliği yapmanın onun için en
iyi seçenek olduğunu göstermektir. Saddam Hüseyin’i sorgularken özel bir
sorgulama metodu kullanmadık. Ayrıca hiçbir zaman bu tarz tekniklerin
kullanılmasından yana olmadım. Bu metodların işe yaradığını da düşünmüyorum.
Bazen tehlikenin ortasında bu tarz yöntemler kullanılıyor ama ben bu şekilde
alınan bilgilerin güvenilirliğinden her zaman şüphe duymuşumdur.
Mehmet
Sümer: Bugüne kadar kaç kişi sorguladınız?
John
Nixon: Kesin bir rakam veremem ama onlarca kişi
sorgulamışımdır. Ben CIA’de analiz şefi olarak görev yapıyordum ve ayrıca
ulusal kaçakçılıkla mücadele birimiyle de çalıştım. O ekiple birlikte birçok
olayda sorgulamalara katıldım, çünkü onların işi bunu gerektiriyordu. Irak’ta
ise savaşın hemen başlarında Baas partisi üyelerini sorguya aldım. Irak’ta
yakalanmış olan çok sayıda El Kaide teröristinin sorgusunu yaptım. CIA’deki son
dönemimde de bölgeden bazı Şii direnişçileri sorguladım.
John
Nixon: Aslında Mehmet, Saddam’ın dublörleri olduğu konusunda
gerçekten bir hurafe var ortada. Bu gerçekten çok güçlü bi hurafe herkes bana
hala hep bunu sorup duruyor. Oysa Saddam Hüseyin’in hiç dublorü yoktu. Oraya o
kişinin Saddam Hüseyin olduğunu doğrulamam için gittiğimde önce bilinen
fiziksel özelliklerine baktım. Elinde ve bileğinde ait olduğu aşireti gösteren
bir dövme vardı. Ayrıca bacağında bir kurşunun neden olduğu bir yara izi vardı.
Alt dudağının biraz aşağı doğru sarkık olduğunu biliyordum. Çünkü Saddam
neredeyse bütün hayatı boyunca sigara içmiş biriydi. Evet bunların hepsini
kontrol ettim. Ama dürüst olmak gerekirse şunu söylemeliyim ki daha ilk
gördüğüm anda o olduğunu anlaşmıştım. O kadar emindim ki kafamda en ufak bir
soru işareti bile yoktu “Bu kesinlikle o” dedim.
Mehmet
Sümer: Dünyanın en çok aranan insanlarından biri o an, orada, karşısınızda ve
sizin tutsağınız durumundaydı. Ne hissettiniz? Onun ile ilgili ilk izleniminiz
ne olmuştu?
John
Nixon: Bir rahatlama hissettim çünkü onu bulmak için uzun
zamandır büyük bir çaba sarf ediyorduk. Ve artık bu arayışı daha fazla
sürdürmemize gerek kalmamıştı. Ama orada onun karşımıza geleceği kapının
açılmasını beklerken heyecanlanmıştım ve bunun nasıl bir duygu olacağını merak
ediyordum. Ama çok açık yüreklilikle söylüyorum onu gördüğüm anda düşündüğüm
şey “Aman tanrım bu gerçekten o” olmuştu. Ve daha sonra onunla iletişime
geçmeye hazırlamıştım kendimi. Biraz gergindim ama biran önce onunla konuşmaya
başlamak ve sorular sormak istiyordum.
Mehmet
Sümer: Saddam Hüseyin’i nasıl sorguladınız? Yalan makinesine bağladınız mı
mesela? Ya da her zaman kullandığınız metodlar işe yaradı mı? Saddam Hüseyin’i
sorgulamak ne kadar zamanınızı aldı? Kaç saat, gün, hafta ya da ay sürdü?
John
Nixon: Asla yalan makinesi kullanmadık. Tüm sorgulama
seanslarımız karşılıklı olarak oturup konuşarak geçti ve bize verdiği bilgileri
bu şekilde kayda aldık ve değerlendirmeye çalıştık. Bize doğru mu söylüyordu
yoksa yalan mı? Ama bu zor bir sorgulamaydı. Çünkü Saddam inanılmaz derecede
şüpheci biriydi ve sizin dikkatinizi çok kolay dağıtabiliyordu. Öyle tuhaftı ki
bu, bir konuda size doğruyu söylerken bile ‘Acaba gerçekten doğru mu söylüyor’
diye şüphe etmenizi sağlıyordu. Onunla ne kadar zaman geçirdiğimize gelince
kesinlikle sabit bir görüşme zamanı ya da görüşme süresi belirlemedik. Hiçbir
zaman sabah 10’da gelip öğlen 2’de bitirmiyorduk. Onun zaman konusunda
kesinlikle rahat olmasını, kendisini rahat hissetmesini istemiyorduk. Bunu
özellikle bir rutine bağlamıyorduk ki süre doldurmak amacıyla bizi geçiştirecek
cevaplar vermesin. Onun neyi nasıl söyleyeceği konusunda kontrolu ele almasını
istemiyorduk. Aralık ayının 20’sinden Ocak ayının 12’sine kadar olan sürede
Saddam’la hergün görüştüm. Genellikle sabah ve öğleden sonra iki görüşme
yapıyorduk. Eğer toplam saat olarak düşünecek olursak sanırım bütün sorgular 35
ila 40 saat kadar sürmüştür.
Mehmet
Sümer: Saddam’ın sorguladığınız en zorlu kişilerden biri olduğunu söyleyebilir
misiniz?
John
Nixon: Evet, kesinlikle. Çok ama çok zekiydi. Aslında çok uzun
yıllar boyunca kimse onu zorlayacak sorular sormamış, bununla karşı karşıya
kalmamış olmasına rağmen ortama uyum sağlama konusunda çok süratliydi. Sorulara
hep ilk olarak kendisi başka soruyla karşılık veriyordu ve o bizden bilgi
almaya çalışıyordu. Çoğu zaman insanlar, “Bir sorgulayıcı vardır sorguyu o
yönetir bir de sorgulanan vardır” diye düşünür. Ama çoğu zaman sorgulanan kişi
adeta kendi sorgulama biçimini yaratır. Bu, ikili arasında sürekli gidip-gelen
bir durumdur. Saddam da bizim neler bildiğimizi ve nasıl bildiğimizi anlamaya
çalışıyordu. Daha sonra da bizden aldığı bilgiyi verdiği cevapla bize dikte
etmeye çalışıyordu.
John
Nixon: 1990’ların sonlarına doğru bizim bilgi kaynaklarımız
ciddi anlamda kurumuştu. Irak’ta bir büyükelçiliğimiz olmaması, resmen orada
var olamamak, ülkede neler olduğunu öğrenememek adına bize büyük zarar
vermişti. Eğer orada resmi olarak bulunsak belki istediğimiz herşeyi
öğrenemeyebilirdik ama yine de Irak hükümetiyle diyalog halinde olabilseydik,
içeride gerçekten neler olup bittiğini çok daha iyi anlayabilirdik. Ama dediğim
gibi 2000’li yılların başında istihbarat kaynaklarımız iyice kurumuştu.
Açıkçası bölgeye ilişkin bilgileri son derece şüpheli kaynaklardan elde etmeye
çalışıyorduk. Bunun dışında diğer bazı istihbarat servislerinden ve
muhaliflerden bilgiler alıyorduk. Bunlar açıkçası çok güvenilir bilgiler
değildi. Elimizdeki bilgilere bakınca Saddam’la konuşurken geçen yıllar boyunca
onu ne kadar az anladığımızı fark ettim.
Mehmet
Sümer: Savaşın ardından en sert direniş, Sadr grubundan geldi. Bu grubun lideri
Mukteda El Sadr, Irak savaşından yıllar önce babası Saddam tarafından
öldürülmüş biri. Ama siz Sadr grubunun Amerika tarafından bilinmediğini
söylüyorsunuz. Bunun Amerika’nın şehir savaşına hazırlıksız yakalanmasının
nedenlerinden biri olduğunu ve bu sebeple çok sayıda Amerikan askerinin
çatışmalarda hayatını kaybettiğini söyleyebilir misiniz?
Mehmet
Sümer: Bu kitabı yazmak için neden bugüne kadar beklediniz? “11 Eylül’den sonra
Saddam Hüseyin’i devirmek hataydı Amerika onu Irak’ın başında tutmalıydı” diye
ne zaman düşündünüz?
John
Nixon: 2012 yılına kadar CIA’de çalışmaya devam ettim ve orada
çalışırken kitap yazmam yasaktı. Bu benim iş anlaşmamda da olan bir koşuldu.
Ayrıldıktan sonra kitabı yazmaya başladım ama büyük yayıncıların hiçbiri kitap
fikrimle ilgilenmedi. “Irak konusu artık geride kaldı, kimse geriye dönük
şeyler duymak istemiyor” benzeri şeyler söylediler. Ama ben yine de birgün
yayınlayabilirim ümidiyle kitabımı yazmaya devam ettim. Ve IŞİD’in ortaya
çıkmasıyla birlikte ben de kitabıma ağırlık vermeye başladım. IŞİD’in yükselişe
geçmesiyle ben de hikayemin en önemli noktasını yakalamış oldum. Çünkü Saddam
Hüseyin’in en iyi yaptığı şey ülkesindeki Sünni radikallerle başa çıkabilmekti.
Onların kendi yönetimine karşı bir tehlike oluşturduğunun farkındaydı. Saddam
yaşıyor olsaydı ya da ölmüş olsa bile görevi birine devretmiş olsaydı direnişin
bu şekilde yükselmesi çok zordu.
Mehmet
Sümer: Saddam’a hiç Irak ve bölgenin geleceğiyle ilgili fikrini sordunuz mu?
Suriye rejimi hakkında bir beklentisi var mıydı ya da diğer Arab devletleriyle
ilgili?
John
Nixon: Bu konuda söyledikleri çok ilginç aslında. Kendisi
devrildikten sonra Irak’ın bir savaş alanı haline geleceğini söylemişti. Özellikle
radikal gruplar için bir savaş alanına döneceğini söylemişti. Bu noktada
kesinlikle haklı çıktı. Şii grupların oluşturacağı tehditten ve İran’ın Şii
yayılmacılığına desteğinden bahsetti. Özellikle Bahreyn’den bahsetti ve İran’ın
Şii yayılmacılığı noktasında Bahreyn’in kilit önemde olacağını söyledi.
Şiilerin Bahreyn’de güçlenerek Suudi Arabistan’a tehdit oluşturacağını söyledi.
Daha sonra da birkaç yıl içinde Bahreyn’de protestoların yükseldiğini ve Suudi
Arabistan’ın buna müdahale ettiğini gördük. Açıkçası birçok Arap ülkesiyle
ilgili olumlu fikirleri olduğunu söyleyemeyeceğim. Arap dünyasındaki bir
sonraki dönem iktidara gelecek liderlere de sıcak bakmıyordu. Bunların arasında
Ürdün Kralı Abdullah ve Suriye’de Beşar Esat da vardı. Bu kişilerin ailelerinin
yolunda devam edemeyeceğini düşünüyordu.
Mehmet
Sümer: Amerika’nın bugünkü Ortadoğu politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
John
Nixon: Bence Obama’nın başkanlık dönemi Ortadoğu için tam bir
felaket oldu. Bu süre zarfında hiçbirşey yapılmadığını gördük. Obama’nın
politikalarının Irak’ta IŞİD’in güçlenmesine neden olduğunu düşünüyorum.
Hatalarımızdan birşey öğrenme noktasına gelecek olursak ben hatalarımızdan ders
aldığımızı düşünmüyorum. Birşey öğrendiğimizin tek işareti eğer bir yerde bir
karışıklık varsa oraya asker göndermek konusunda istekli olmamak. Ama bence bu
Amerikan dış politikasının sorunlarından biri. Biz ya bir yere hiç karışmıyoruz
ya da 500 bin asker gönderiyoruz. Bunu sorgulamalıyız. Obama’nın uyguladığı
strateji de buydu. Obama bölgedeki karışıklığa bulaşmamayı tercih etti.
Yapmamız gereken bölgeye yönelik diplomasiyi güçlendirmek olmalı ve bölgeyi
daha iyi anlamaya çalışmalıyız. Amerika’nın İran, Suriye ve Irak üzerine daha
çok düşmesi ve bu ülkelerin bölgenin bir parçası olduğu gerçeğini kabul etmesi
gerekiyor. İran ile tansiyonu biraz daha düşürebiliriz, şiddeti azaltabiliriz
ve daha gerçekçi politikalar uygulayabiliriz. Konu Ortadoğu olunca Amerika’nın
gerçekçi politikalar uyguladığını düşünmüyorum açıkçası.
Mehmet
Sümer: Fethullah Gülen hareketinin bir CIA operasyonu ya da oluşumu olduğu
şeklinde komplo teorileri var. CIA Türkiye’de bir darbe girişiminde bulunmuş
olabilir mi?
John
Nixon: Amerika NATO’da müttefiki olan Türkiye gibi bir ülkede
neden darbe yapmak istesin. Bunun sadece basit bir komplo teorisi olduğunu
söyleyebilirim. Kaldı ki Amerika Türkiye’de şiddet yoluyla bir rejim
değişikliği olmasını istemez ve bunun kendisi için de bir tehdit oluşturacağını
düşünür. Gülen konusuna gelince bu ülkede kimse onun varlığından bile haberdar
değil. Ama Türkiye’de rejime karşı bir tehdit olarak görüldüğünün farkındayım.
Bence onun durumu da Humeyni’yi andırıyor çünkü o da Humeyni gibi sanki geri
dönmek için zaman kolluyormuş gibi duruyor. Ama Amerikalılara, sokaktaki
insanlara “Gülen kimdir” diye sorarsanız bunu kimsenin yanıtlayabileceğini
sanmıyorum.
Mehmet
Sümer: Son aylarda Amerika Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’de yaşayan ya da
Türkiye’ye seyahat etmeyi düşünen Amerikan vatandaşlarına yönelik olası terör
saldırısı uyarıları yayınladığını görüyoruz. Türk vatandaşları da “Türk
istihbaratı bu tehditleri göremiyor, haber alamıyor mu” diye sorguluyor. İki
ülke arasında böyle durumlarda istihbarat paylaşımı olmuyor mu?
John
Nixon: Amerika’da 11 Eylül saldırılarından bu yana gördüğümüz
birşey var ki; Amerika terör karşıtı operasyon ve eğitimlere çok ciddi yatırım
yapıyor. Açıkçası bunun karşılığını da alıyor. Çünkü 11 Eylül’den sonra Amerika
içinde büyük bir terör saldırısı olmadı. Ama Amerika dışındaki ülkelerde
özellikle Avrupa’da hala bir kovalamaca oynandığını görüyoruz. Bu noktada çok
sayıda insanın özgürlüklerle güvenlik sistemi arasında gidip gelerek bir tehdit
oluşturduğuna tanık oluyoruz. Türkiye’de iç güvenliğin son derece iyi olduğunu
biliyorum. Her ne kadar kimse ile tanışmamış olsam da biliyorum ki Türkiye’de,
yaptığı işleri de etkileyici bulduğum, birinci sınıf bir istihbarat servisi
var. Ama Türkiye’nin bulunduğu bölge, jeopolitik konumu ve ülkeye giriş
çıkışlardaki durum her ne kadar Türk hükümeti çabalarını en üst düzeye çıkarmış
olsa da sorunlar yaşanmasına neden oluyor. Bu konuda sorunların en kısa zamanda
son bulmasını umuyorum.
Mehmet
Sümer: Siz bir CIA ajanı olarak eminim ki Türkiye ve bölgeye ilişkin son derece
önemli bilgilere ulaşabiliyordunuz. Peki, bölgedeki son duruma baktığınızda
Türkiye ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?
John
Nixon: Türkiye’nin bölgede lider konumda bir ülke olduğunu
düşünüyorum. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Atatürk’ten bu yana gelmiş en
iyi idareci bence. Karşı karşıya kaldığı sorunlarla ilgili güçlü bir liderlik
ortaya koyuyor. Ben bölgede özellikle Suriye’de devam eden krize Türkiye, İran
ve Suriye’nin bir çözüm bulabileceğine inanıyorum. Bu noktada Amerika’nın da
bir rol oynamasını arzu ederdim ama Rusya şu an önemli bir oyuncu konumunda.
Türkiye, bölgede her geçen gün güçlü bir konuma geliyor ve ben Rusya’nın
bölgeye ilişkin arzularına ve İran’ın yayılmacı politikasına karşı ancak
Türkiye’nin bir set çekebileceğini düşünüyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder