"HEPİMİZ BİRER ENGELLİYİZ"

"HEPİMİZ BİRER ENGELLİYİZ" Bu başlık son dönemde sık sık kullanılan bir slogan da olduğu gibi haksızlığa uğrayanla aynı duyguyu paylaştığımızı da anlatmaya çalışıyor elbette. Fakat "Hepimiz Birer Engelliyiz" cümlesinin duygudaşlık çağrışımının ötesine giden, doğrudan gerçekliğe temas eden bir yanı da var. Engellilik tanımı sonuçta insanın hareket kabiliyeti alanında kısmen ya da tamamen bir zorlukla karşı karşıya olma durumunu anlatıyor. Bu tanım üzerinden baktığımızda ve özellikle de kent yaşamı söz konusu olduğunda, bir çocuk, bir yaşlı, hamile bir kadın, bir solunum yetmezliği ya da bir tansiyon hastası da hareket kabiliyeti açısından ciddi kısıtlarla karşı karşıyadır. Engelliler İdaresi Başkanlığı'nca yapılan Türkiye Engelliler Araştırması’na göre Türkiye'de nüfusun 12,29’u engelli. Ki bu, başlı başına çok önemli bir nüfus büyüklüğü demek… Ama aslında engelsiz bir kente gerçek anlamda ihtiyaç duyanlar yalnızca yüzde 12,9'luk bu vatandaş kitlesi değil. Çocuk, yaşlı, hamile kadın ve çeşitli hastalıklarla yüz yüze kalan çok daha geniş bir vatandaş kitlesi açısından da kentin engelsiz olması elzem bir öneme sahip. GERÇEKLE BAĞDAŞMAYAN KRİTER... Bilmiyorum kaç kişinin dikkatini çekmiştir... Örneğin hava, su vb. kirlilik oranının riskli ya da risksiz olduğu saptaması hangi kritere göre yapılıyor? Bu tür pek çok konuda ölçüt olarak "yetişkin ve sağlıklı bir erkek" alınıyor. Risk yok denildiğinde bir çocuk, yaşlı, hasta, hamile kadın vb. değil aslında bu saptamanın muhatabı. Yani aslında çoğumuz "en kuvvetli ve en sağlıklı" kategorisinde olmamamıza karşın, "en sağlıklı" ve "en kuvvetli" nüfus üzerinden alınan önlemlere göre yaşıyoruz. Kentlerimizin de "genç ve sağlıklı" bir insan kriteri üzerinden kurgulandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Kentlerimiz de engelli vatandaşlarımız kadar, kadın, çocuk, hasta, yaşlı ve hamile vatandaşlarımızı dışlayan biçimde inşa ediliyor. Ve ne yazık ki bundan dolayı kent nüfusunun çok önemli bir bölümü, her gün "engelli bir kent"le mücadele vermek zorunda kalıyor. Dolayısıyla bir kentte ne yapılacaksa o toplumun en güçlü ve sağlıklı kesimlerini değil, en zayıf, güçsüz ve dezavantajlı kesimlerini ölçüt alarak, bu kesimlerin kenti rahat biçimde kullanabilmesi düşünülerek yapılmak durumundadır. ENGELLİĞE DAİR İKİ HÂKİM YAKLAŞIM... Hafızalarda çok tazedir. Henüz bir kaç ay önce, üstelik de bir engelli derneğinin yönetiminde bulunan biri tarafından akıl almaz bir açıklama yapılmıştı. Bu zat engelli olmayı "Allah'ın verdiği bir ceza" olarak nitelemişti. Aslında bu yaklaşım tüm Ortaçağ boyunca çok geçerliydi. Engelliler bu nedenle toplum yaşamından dışlanırdı. Bizim ülkemizde ise hala bu Ortaçağ zihniyeti varlığını sürdürmekte. Engelliliğe ilişkin bu yaklaşım ne yazık ki hala küçümsenemez ağırlığa sahip. Bu yaklaşım sorunu temelde engelli vatandaşta görür. Engellik kişisel, sıradışı bir sorundur bu zihniyete göre. Bu nedenle de engellilere dönük hizmeti zorunlu bir görev ve sorumluluk olarak algılamaz. Engelliye hizmet vermeyi adeta bir himmet sayar. Buna çağdışı gerici yaklaşım diyebiliriz. Bu konudaki çağdaş toplumcu yaklaşım ise engeli vatandaşta değil, egemen zihniyette görür. Engelli vatandaşların kent hayatı başta olmak üzere toplumsal yaşama katılma alanında yaşadığı zorlukların o vatandaşın eksikliği ile ilgili değil, toplumu yönetenlerin eksikliği ile ilgili olduğunu düşünür. Toplumsal yaşama istisnasız tüm vatandaşların özgür ve rahat biçimde katılabilmesi için üretilmesi gereken hizmetlerin bir himmet değil kamusal bir sorumluluk ve görev olduğu bilinciyle hareket eder. Engellilik sorununa yönelik çağdaş halkçı bir yerel yönetim ile çağdışı gerici anlayışın en temel farklılığı, işte bu perspektif farklılığından kaynaklanır. ZEVAHİRİ KURTARMAK DEĞİL... Temmuz 2005'te hazırlanan Engelliler Kanunu'nun süresi geçtiğimiz günlerde doldu. Kamuya açık alanlar, toplu taşıma araçları, kaldırımlar ve binaların engelliler için erişilebilir hale getirilmesini içeren yasa, aradan 10 yıl geçmesine rağmen ne yazık ki halen gereği biçimde uygulanmıyor. Sorunu gerçekten özümsemiş çağdaş halkçı belediyeler kaldırımların, ulaşım araçlarının, kamusal hizmet binalarının engellerini kaldırmak için kapsamlı ve işlevsel önlemler alırken; bazı belediyeler de, yasanın öngördüğü sürenin dolmasına az kala kaldırımlara görme engelliler için plastikten takip yolu yapıştırarak güya yasal sorumluluklarını savmış, zevahiri kurtarmış oluyorlar. Ama işin trajikomik tarafı şu ki, “görev icabı” yapılan bu baştan savma yapıştırma plastik iz yolları, bir süre sonra kavlayıp kalktıkları için engelli vatandaşlara yardımcı olmak bir yana, ne yazık ki tüm vatandaşların ayağının takılıp bir yerlerini kırmalarına, sakatlanmalarına yol açabilecek bir risk taşıyor...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-