ESKİ CIA ÜST DÜZEY YETKİLİSİ FULLER BBC’YE KONUŞTU: “TÜRKİYE’NİN, SÜNNİ MEZHEPSEL BİR DEVLET OLMAKTAN KAÇINMASI ELZEM”
ABD Merkezi
Haber Alma Teşkilatı (CIA) eski üst düzey yetkilisi ve Orta Doğu uzmanı Graham
E. Fuller, ‘Türkiye ve Arap Baharı: Orta Doğu’da liderlik’ isimli yeni kitabı
ile (Turkey and the Arab Spring: Leadership in the Middle East) Arap
coğrafyasındaki isyan dalgalarını ve Türkiye’nin bu süreçteki rolünü irdeledi.
Gülen
Cemaati’yle ilgili çalışmalarıyla da bilinen ve İslami Hareketler konusunda
uzmanlaşan Fuller, RAND Düşünce Kuruluşu’na danışmanlık yapıyor. Amerikalı
uzman, Soğuk Savaş döneminde ABD dış politikasının parçası olarak komünizm
tehdidine karşı kökten dinci, ılımlı İslamcı hareketleri desteklemeyi
(mücahitleri) öne süren Yeşil Kuşak Projesi’nin de mimarları arasında yer
alıyor.
BBC
Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Graham Fuller, AKP iktidarında Türkiye’nin
doğuya yönelik izlediği dış politika için,“Türkiye’de Cumhuriyet’in
kuruluşundan bu yana yaşanan en önemli gelişmeydi. Diğer bir deyişle Türkiye,
ilk defa kendisiyle ve dünyadaki rolüyle ilgili küresel bir bakış geliştirdi”
dedi.
Fuller,
konuşmasına şöyle devam etti:
“Türkiye’nin
bölgeye, Orta Doğu’ya İslam dünyasına, Asya’ya hatta Müslüman olmayan bölgelere
sunacağı çok şey var. ABD’nin Müslüman coğrafyadaki politikalarını eleştiren
biri olarak Türkiye’nin bu olumsuz ve başarısız olan politikalarına direnişini
destekledim. Ama Türkiye ve diğer ülkeler, Esad’ın iktidarda kalabilme
yeteneğini göremeyerek hata yaptılar. Erdoğan, Davutoğlu ve Abdullah Gül’ün
Türk dış politikasına getirdikleri değişikliklerin kalıcı değişiklikler
olduğunu düşünüyorum. Türkiye artık hiçbir zaman yalnızca ABD’nin sadık
müttefiki ya da NATO üyesi olarak tanımlandığı eski politikasına dönmeyecek.
Artık küresel bir politikası var. Türkiye’nin Sünni mezhepsel bir devlet
olmaktan kaçınması kesinlikle elzemdir. Türkiye mezhepçiliğin üstünde olmalıdır
ve Sünnilerle, Şiilerle, Alevilerle, diğerleriyle ortak çalışmalıdır. Türk
kültürü, toplumu ve tarihi bunu temsil ediyor. Bunun gelecek yıllarda
Türkiye’nin en büyük gücü olacağını düşünüyorum."
Fuller’in İngiliz yayın kuruluşu
BBC’ye verdiği yanıtlar şöyle:
BBC: Türkiye’nin Suriyeli muhaliflere
verdiği desteğin Irak Şam İslam Devleti tıklayın IŞİD’in bölgede yükselişinde
bir rol oynadığını düşünüyor musunuz?
G.Fuller: Irak ve Suriye’nin sınırlarından çok
sayıda cihatçının girip çıkmasıyla siyasi şiddet arasında açıkça bir bağ var.
Bu, ABD’nin Irak işgaline karşı ayaklanmaların başladığı 10 yıl öncesine kadar
gidiyor. O dönem Suriye’den gelip Irak’taki muhalefete katılanlar vardı. Eğer
Suriye’deki bazı cihatçı gruplara destek verildiyse, bunu Irak’ta yaşananlardan
ayrı tutmak zor olur.
BBC: ABD’nin dış politikası olarak,
komünizm tehdidine karşı ılımlı İslam’ın öne sürülmesi projesinin de
mimarlarındansınız. Geriye dönüp baktığınızda, bu projeyi bir başarı olarak
görüyor musunuz?
G.Fuller: Soğuk Savaş döneminden bahsediyoruz.
O zamanlar din ve ılımlı sosyalizm, kalıplaşmış komünist ideolojiyi
zayıflatabilecek iki ideolojik güç olarak algılanıyordu. Hala doğru olduğunu
düşünüyorum. Hem Hristiyanlık’ın, hem de İslam’ın, özellikle Doğu Avrupa’da,
Sovyetler Birliği’nin komünist yönetimine karşı oluşan iç muhalefete verilen
desteğe etkisi oldu. Ama geçmişe baktığımızda, Reagan’ın [Eski ABD Başkanı
Ronald Reagan] Afganistan’daki mücahitlere verdiği desteğin olumlu olduğu kadar
açıkça olumsuz tarafları da olduğunu görüyoruz. Sovyetler Birliği’ni
Afganistan’dan çıkardı, ama diğer yandan da bugün, daha azılı cihatçı gruplar
arasındaki zafer duygunu ve güçlendikleri hissini kuvvetlendirdi.
BBC: Bu konuda Türkiye ve Pakistan
arasında benzerlikler kuruluyor ve Türkiye’nin tıklayın ‘Pakistanlaştığı’
argümanı öne sürülüyor. Siz benzerlikler görüyor musunuz?
G. Fuller: Benzerlikten çok farklılıklar var.
Benzerlikler bence çok yüzeysel. Pakistan’da, en az 30-40 yıl öncesine dayanan,
Afganistan’daki Paştun etnik gruplarına destek veren bir politika görüyoruz.
Pakistan hükümeti Paştun milliyetçi ve dini unsurları, Afganistan’a baskı
uygulamak için araç olarak kullandı. Afganistan ve Pakistan sınırlarında, her
iki tarafta da Paştunlar var. Türkiye’yle bu konuda hiçbir benzerlik
görmüyorum. Türkiye en azından şimdilik sınır ötesi toplulukları kullanmıyor.
Türkiye, dünyadaki birçok ülke gibi Arap Baharı’nın, demokrasinin, otoriter
rejimleri ileriye götüren bir dalga olduğuna inanıyordu. Ayaklanmalar ve
muhalefet Suriye’de büyümeye başlayınca Ankara, Washington ve birçok ülke
Suriye rejiminin devrileceğini düşündü. Hesapları tutmadı. Esad, dayanıklılık
gösterdi ve kendisini sevmeyenlerin ama alternatifleri yerine onu tercih
edenlerin bile desteğini aldı. Bunun Türkiye tarafından çok ‘geçici’ (Türkçe
söylüyor) bir taktik olduğunu düşünüyorum. Çok büyük bir hata, belki başka
ülkeler de bu hatayı yaptı. Ama bana göre Türkiye’nin bu stratejiyi tersine
çevirmesi önemli. İşe yaramıyor ve Türkiye’nin İran’la, Irak’la, başka ülkelerle
ilişkisine zarar veriyor.
BBC: Bölgede etkin olan Kürtler de
var. Kürtlerin kazançlı çıkacağını düşünüyor musunuz?
G. Fuller: Kitabımda da bahsettiğim gibi, tüm
bu Arap Baharı sürecinin kazananı Kürtlerdir. Irak’ta IŞİD ve diğer cihatçı
gruplar, Irak’taki Kürtlerin bilfiil özerkliklerini güçlendirdi. Ama artık
Türkiye’nin ülke içindeki ve dışındaki Kürtlere yönelik politikalarını
değiştirmiş olması ve Kürt özerkliğinin yükselişini, Türkiye’ye yönelik ölümcül
bir tehdit gibi görmüyor olması iyi bir gelişme. Son 10-15 yılda Türkiye bu
hareketi çok daha bilgili ve özenli bir şekilde irdeliyor. Bugün de Irak’taki
Kürt özerkliği, ekonomik olarak, siyasi olarak Türkiye’yi güçlendiriyor. Iraklı
Kürtler, Suriye hatta İran’daki Kürtlerin sorunlarının çözümünde iyi bir
müttefik olabilir. Bu konuda iyimserim.
BBC: Kürtler Türkiye’deki
cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de kilit önem arz eden bir oy oranına sahip.
Barış süreci de göz önünde bulundurulduğunda size göre Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan cumhurbaşkanı olur mu?
G. Fuller: Bu soruya ben yanıt veremem. Hiç
kimse tam olarak ne olacağını bilmiyor. Erdoğan, son dönemde yaptığı hatalara
rağmen kesinlikle Türkiye’nin en güçlü siyaset adamı. Ama evet, Kürtlerin bu
seçimlerde büyük bir etkisi olacak. Bunu da iyi olduğunu, demokrasinin bu
şekilde işleyeceğini düşünüyorum. Toplumda tüm seslerin seçim sonuçlarında bir
sözü olmalı. AKP politikalarının, Kürt sorunun çözümüne yönelik işleyeceğini
umuyorum. Bu partinin, Başbakan’ın ve her şeyden önemlisi Türkiye’nin çıkarına.
BBC: Başbakan Erdoğan’ın ‘hatalarına
rağmen’ iyi bir siyaset adamı olduğunu söylediniz. Fethullah Gülen Cemaati ve
AKP arasında doğan kavgayı da bu hatalardan biri olarak görüyor musunuz?
G. Fuller: Erdoğan’ın ve AKP’nin sorunlarından
birinin iktidarda çok uzun süre kalmaları olduğunu düşünüyorum. Hangi
demokratik ülkede olursa olsun bu kadar uzun süre iktidarda kalan herhangi bir
parti ve lider enerjisini kaybetmeye başlar, iktidarda kaldığı uzun süre
boyunca da yolsuzluk yavaş yavaş parti içine süzülmeye başlar. Erdoğan’ın
eleştirilere çok sert ve saldırgan tepki vermiş olması, ne Türkiye’deki siyasi
duruma da, ne de Erdoğan’ın ülke için ve ülke dışı konumuna yardımcı oluyor.
Türkiye’de Erdoğan ve AKP’nin 10 yıldan uzun süren olağanüstü başarısını takdir
eden çok sayıda kişi var. Ama son dönemdeki siyasi gelişmelerin Erdoğan’ın
mirasına zarar vereceğinden ve yarattıklarını yok edeceğinden endişe ediyorlar.
Bu anlamda Erdoğan’ı sevenler de şimdi, Türkiye siyasetinde olumlu yerine
olumsuz bir güç olabileceğinden büyük kaygı duyuyorlar.
BBC: Erdoğan’ın ve partisinin 10
yıldan uzun süren başarısından bahsettiniz. Gülen Cemaati’nin ve aralarındaki
ittifak bu başarıda etkili oldu mu?
G. Fuller: Son 10 yılda değişen şeylerden biri,
İslami değerlerin siyasi düzene girmesiydi. Bunun kabul edilebilir görülmesi,
tartışmaya açık olması… Türkiye’de siyaset yelpazesi tamamen demokratikleşti.
İdeolojik olarak birçok açıdan daha özgür ve daha açık. Hizmet Hareketi ve AKP
arasındaki işbirliğinin buna kayda değer bir katkı sağladığını ve Türk
siyasetindeki askeri denetimi, müdahaleyi kaldırabilmesini sağladığını
düşünüyorum. Bu Türkiye’nin gelişiminde büyük bir dönüm noktasıdır. Türk dış
politikası açısından da, yalnızca Avrupa’da değil, Müslüman coğrafyasında,
Asya’da da daha faal oldu. Gülen okulları ve çoğu Hizmet Hareketi’yle
bağlantılı olan ama Hizmet’le ilgisi olmayanların da bulunduğu Türk
firmalarının Türkiye’nin dış politikasında da önemli iki çıkış noktası olduğunu
düşünüyorum.
BBC: Sosyal hizmetlerden bahsettiniz,
ama Gülen Hareketi’nin ‘siyasi stratejilerde söz sahibi olmak gibi hırsları
olduğu’ eleştirileri de geliyor. Bunu da emniyete, yargıya ‘sızarak’ yaptığı
ifade ediliyor. Gerçi siz de kitabınızda ‘sızdılar’ lafından hoşlanmadığınızı
söylüyorsunuz. Ama haklı olabilirler mi?
G. Fuller: Hizmet Hareketi’ne yapılabilecek en
önemli eleştiri, ‘hareketin yeterince şeffaf olmaması’ olabilir. On yıllar
boyunca zulüm gördüler ve yıkıcı, tehlikeli bir hareket olarak görüldüler.
Bunların hareketi doğru anlatan ifadeler olmadığını düşünüyorum. Ama Hizmet’in
psikolojisi değişiyor. Uzun bir süre Kemalist devlet altında sürekli saldırı
altında oldukları psikolojisindeydiler. Orduya giremediler, Türk bürokrasisinde
önemli pozisyonlara getirilmediler, gerici olarak görülüyorlardı. Bu görüntü
artık değişiyor. AKP ve Hizmet arasında olduğu söylenen ‘çatışmanın’ derin ve
ciddi olduğunu da düşünmüyorum. Artık kişilikleriyle ilgili şahsi bir mesele.
Genel olarak ortak görüşlere sahip olduklarına inanıyorum. Uzun vadede bu çok
abartılı bir ‘çatışma’ ve Erdoğan’ın kişiliği ve hükümet içindeki konumuna dair
duyduğu tedirginlik ve güvensizlikle bağlantılı. ‘Sızma’ kelimesine gelince,
evet bence olumsuz bir kelime. Ama ABD’de de Demokratlar ya da Cumhuriyetçiler
iktidara geldiklerinde bürokrasiye kendi adamlarını yerleştirmeye çalışır. Biz
sızdılar demeyiz. Ama eğer Hizmet, hükümet kuruluşlarını kendi çıkarları için
kullanıyorsa o zaman endişe duyulacak bir mesele olabilir.
BBC: Fethullah Gülen ve Cemaat’i CIA
ile bağlantılı olmakla suçlayanlar var. Gülen’in CIA ile bağlantısı var mı?
G. Fuller: Hiçbir zaman Gülen ve CIA arasında
bir bağlantı olduğuna dair herhangi bir işaret almadım. Bu suçlamaların Gülen
karşıtları tarafından itibarsızlaştırmak için yapıldığından kuşkulanıyorum.
BBC: Fethullah Gülen’in Mavi Marmara
krizindeki tutumu Türkiye’deki İslamcılar arasında eleştirildi. Bu eleştirilen
nedeni Gülen’in İsrail ile bağı olduğu algısından kaynaklanıyor olabilir mi?
G. Fuller: Gülen’in ABD veya İsrail’e karşı
eleştirel bir tutum takınmaktan kaçındığı doğrudur. Bu suçlamaların
nedenlerinden biri bu olabilir. Ben şahsen, Gülen’in ABD ve İsrail
politikalarını eleştirmekten kaçınmasının hata olduğunu düşünüyorum. Ama
destekçileri, Gülen’in tüm dinlere karşı hoşgörülü olduğuna dikkat çekiyor. Gülen,
çoğu İslamcının ABD, Batı veya İsrail karşıtı rutin eğiliminden hoşlanmıyor.
Bunun yalnızca İslam’ın, güçlü Batı’daki imajına zarar verdiği hissinde.
Hareketine karşı kullanılabilecek tüm aşırıcılık izleniminden kaçınıyor.
BBC: Fethullah Gülen’e ABD’de oturma
izni verilmesi için tavsiye mektubu yazanlar arasında imzanız var. Neden
Fethullah Gülen’e referans oldunuz?
G. Fuller: Bu, Washington’da neo-Con’ların
(Muhafazakârların) ve çok sayıda İslamofobiklerin olduğu bir dönemde oldu.
Özellikle 11 Eylül olaylarından sonra ABD’de yaşayan yabancı Müslümanlara karşı
tepki doğmuştu. Bağımsız görüşlere sahip Müslümanlara potansiyel terörist
muamelesi yapılıyordu ve ABD’nin ulusal güvenliğine tehdit olarak
görülüyorlardı. Filistinliler dâhil hemen hemen tüm yabancı Müslümanlara benzer
bir muamelede bulunuyorlardı. Washington’da, aralarında Türkiye
Büyükelçiliği’nin desteklediklerinin de bulunduğu, o kelimeyi kullanacak
olursam ‘büyükelçiliğe sızan’ ve ABD’ye ulusal tehdit oluşturduğunu
düşündükleri Fethullah Gülen’in sınır dışı edilmesini isteyen Kemalistler
vardı. Diğer Neo-Con’lar ve İslamofobikler Gülen’i göndermeye çalışıyorlardı.
Ben de buna karşı çıktım. FBI’a mektup yazıp ‘Bakın bunlar ben tüm dünyadaki
İslami hareketler üzerinde çalışan bir akademisyenim, Gülen veya Hizmet
Hareketi’nin ABD’nin ulusal güvenliğine tehdit oluşturduğunu düşünmüyorum. Ve
dünyada çağdaş İslami düşüncenin en ılımlı en olumlu temsilcisi olduğunu
düşünüyorum’ dedim. Tamamen desteklediğim veya amaçlarının hepsiyle aynı
fikirde olduğum anlamına gelmiyor. Ama geniş bir yelpazeden baktığımda, bu
hareketi İslami hareketler içinde çok olumlu bir güç olarak görüyorum.
Dolayısıyla evet, bu mektubu yazdım. FBI’ın ne gibi bilgilere sahip olduğunu
bilmiyordum ama benim anlayışıma göre kaygıların temelsiz olduğunu gördüm.
Yazmam gerekirse yine yazardım. O dönem ABD’ye sığınan başka Müslümanlar için
de yazdım.
BBC: Başka kime verdiniz, isim
verebilir misiniz?
G. Fuller: Hayır vermek istemiyorum. Bunlar
gizli bilgiler. Ama İslamofobiden büyük kaygı duyuyorum, o dönem Amerika’da çok
güçlüydü. Artık zayıflıyor. FBI ve ülke içi güvenlik güçleri artık daha
tecrübeli. Fethullah Gülen’in herhangi bir ülkenin güvenliğine tehdit
oluşturduğunu düşünmek çok saçmaydı.
Yorumlar
Yorum Gönder