BUGÜN GÜNLERDEN O GÜNDÜR: "SOL YENİDEN"...
İçinde yaşadığımız dönem olağan bir
dönem değil... Hem dünya da hem Türkiye'de...
Bundan 20-30 yıl önce birileri neo
liberalizm/postmodernizm parantezi içinde tanımlanan bu yeni dönemi, insanlık
için tek ve değiştirilemez bir seçenek ("tarihin sonu") ilan etmişlerdi.
Başka birileri de kaos, belirsizlik ve parçalanma esasına dayalı bu yeni
dönemin sürdürülemez bir özelliğe sahip olduğunu söylemekteydiler.Haliyle
birincilerin gücü çok daha fazlaydı ve sesleri de çok daha gür çıkıyordu.
Aslında tarihin sonu denilen bir
kaos, toplumsal atomizasyon, öngörülemezlik, kuralsızlık ve güvencesizlik
dönemiydi.
Kaos, gerileme, dağılma belirtileri
ilk olarak bu sürece yenilmiş olarak giren sol'da karşılığını buldu.
Sosyalizmin aldığı ağır darbeye, sosyal devletin tasfiyesiyle sosyal
demokrasinin ideolojik ve siyasal bunalımı eşlik etti. Bu ayrı bir tartışma
konusu... Ama sol bugüne kadar bu krizden çıkamadı. Kaos, gerileme ve çürüme
sürecini bir yeniden yapılanma, yeniden harmanlanma fırsatına dönüştüremedi...
Soldan iltihak eden taze güçlerle kol
kola neoliberalizm/postmodernizm kayığına binenler ise yaşanan çürüme
sürecinden kendilerinin muaf olduğunu düşünmekteydiler. Bu kötü kaderin sebebi
devletçi, kamucu, sosyal devletçi anlayışlardı. Başta eski sol olmak üzere
geçmişi simgeleyen tüm eski kurum ve anlayışlar tarihin mezarını boylayacak
ve/fakat neo liberal/postmodern zihniyet düğün bayram yaşayıp gidecekti
onlara göre.
Ama olmadı. Zaman bu yeni dönemin sürdürülemez bir özelliğe
sahip olduğunu söyleyenleri haklı çıkardı.
Bugün gök kubbe altında öngörülebilirliği
önemli ölçüde ortadan kalkmış bir kaotik sistemin içinde yaşıyoruz. Siyasal ve
toplumsal süreçler iyi kötü belirlenmiş kurallar temelinde hareket eden siyasal
parti, kurumlar, uluslararası ve yerel örgütlenmeler eliyle ve öngörülebilir
bir temelde işlemiyor.
Sosyalizmin devrimci, sosyal
demokrasinin kontrollü tehdidi ortadan kalkınca, kapitalist sistemin
unsurlarını birbiriyle koordine kılan, disipline eden, kontrollü ve kurallı
kılan bağlar da büyük ölçüde çözüldü. Sosyalist tehdidin ortadan kalkması
onların içeride ve uluslararası platformda az çok birbirine tutkallı kalmaları
zorunluluğu da ortadan kaldırdı.
Birleşmiş Milletler, AB, NATO vb.
eski istikrarlı ve etkili hallerinde değiller. Sistemin ne hegamonik
hiyerarşisi, ne karşılıklı kutuplaşmaları/bloklaşmaları, hiç biri ama hiç biri,
istikrarlı, süreğen, öngörülebilir nitelikte değil. Bu yapılar ortadan
kalkmadılar, varlıklarını bir biçimde sürdürmekteler ama siyaseten köklü bir
anlam ve inisiyatif fakirleşmesi yaşadılar. Devlet/kamu, yargı vb. gibi
sistemin kolektif aklını, denge ve bütünlük balansını temsil eden kurumlar
fonksiyonlarından büyük ölçüde azade kılındılar. Üniversitelerden, medyadan
beklenen sistemsel ideolojik roller değişti. Hepsinden ticari ilişki ve
çıkarların basit ajanları olmaları istendi.
İşçi sınıfı ve emek süreci katı bir
kontrol altına alınır,esnek üretim ve istihdamla parçalanır,birlik olamaz ve
hak iddia edemez hale getirilirken, tüm toplumsal alanda olası birlik ve ortaklıkları engelleyecek
biçimde dizayn edilmeye çalışıldı. Daha öncelleri hem toplumu ayrıştırmak, hem
de vatandaşlık ve ulusal kimlik temelinde birleştirmek temel yönetsel yöntemdi.
Neo liberalizm/postmodernizm ikilisiyle
ayrıştırmak açık ara başat bir yönetme üslubu haline geldi.
Ne örgütlü sistem dışı güçlerin
mücadelesi, ne sosyalizm tehdidi, ne sosyal devletin "katlanılmaz hale
gelen maliyetlerinin yükü" sözkonusu değildi. Sermayenin en rafine
programı olan neo liberal kapitalizm, önündeki tüm engeller kalktıkça, en
rahat, en sorunsuz, en fütursuz biçimde uygulanma olanağına kavuştu. Bu
pervasız rahatlıklla öncelikle emekçiler ve ezilenler, peşi sırada tüm toplumsal hayat üzerinde dağıtıcı,
kuralsızlaştırıcı,yıkıcı etkiler yaratmaya başladı. Tabi en sonunda -ve ironik
biçimde- bizzat kapitalizm içinde...
Bu uygulamalar emeğin kesimsel
kazanımlarını asgariye indirdi. Sermayenin kesimsel kazanımlarını azamiye
çıkardı. Ama örgütlü toplumun dağıtılması, toplumsala atıf yapan bütünsel
projelerin "tu kaka" ilan edilmesi, bunlar yerine bireyci, cemaatçi,
parçalı çıkarların yüceltilmesi,, zamanla tüm toplumsal dokunun çözülmesi
ve giderek de kapitalizmin büyük bir
sistemsel krizin içine yuvalanması sonucunu doğurdu. Kolektif aklı, denge ve
bütünlük balansını temsil eden kurumların aşındırılmış olması, tekil ve
lokal çıkarların merkez kaç etkilerine alan açtı. Uygulanan politikalarla topluluk bilincinden uzaklaştırılan
ve/fakat anomik bir yapı içine sürüklenen kitleler azgın bir bireycilik,
etnik ve dinsel cemaatçilik anlayışının esiri haline getirildiler. Bu anomik
ortamın içinden faşist, dinsel, mikro mezhepçi ve etnikçi gericilikler diz boyu
fışkırdı. Bugün yüz yüze olduğumuz tablo tüm sistemi tanımlayan bir kaos,
kuralsızlaşma, parçalanma ve giderek de bir çürüme tablosudur.
Bugün artık yalnızca sol değil,
bizzat sistemin kendisi de bir kriz, dağılma ve çürüme sürecinin içindedir. Ve
yalnızca sol için değil tüm toplum açısından bir yeniden yapılanma ve
harmanlanma ihtiyacı sözkonusudur.
Bu tablo solu kendi gücünden ve
çabasından bağımsız olarak yeniden ve önemli ölçekte gündeme dahil
etmektedir.
Kriz ve arayış tüm toplumsal katmanları
sardığı ve evrensel bir nitelik kazandığı için sol, uzun bir tarihsel aralıktan
sonra hem faşist ve gerici tehditlerin frenlenmesi hem de geleceğin inşası
konularında ciddi bir siyasal odak olarak tarih sahnesine yeniden çıkmak
ve dahası öncü bir rol kapmak olanaklarına kavuşmaktadır.
Faşist otoriter sağcı eğilimin
güçlenmesi yeni değil... Temeli istikrarsızlık, öngörülemezlik ve güvencesizlik
olan neo liberalizme hep eşlik etmiş olan bir süreç bu. Kriz artıkça elbette bu
eğilimler daha da kuvvetlenmekteler. Ama yeni olan Podemos, Syriza, İngiliz
İşçi Partisi ve ABD'deki Demokrat Parti içinde sol söylem ve arayışların
yeniden itibar ve güç kazanmasıdır.
Türkiye'de Gezi'den bu yana özü sol
olan bir seçeneğin az çok istikrarlı bir gelişmeyle siyaseti şekillendirmeye
başlaması da bu açıdan çok önemli bir işarettir. Sosyalistler zaten bu sürece
dahil olmak konusunda istekli ve hazırdırlar. Önemli olan bu dalganın CHP ve
HDP'yi, hatta kendilerini sağda tanımlayan bazı güçleri de kendi yörüngesinde toplayabilecek
bir güce sahip olmasıdır.
Bütün bunlar solun krizini aşması ve
yeniden öncü bir rol üstlenmesi açısından önemli bir tarihi imkana işaret
etmektedir. Sol tek başına ve temelde entelektüel alanın içine sıkışmış
çabalarla değil, ancak kendi politik iddialarının güncel ve yaşamsal toplumsal taleplerle
çakışması halinde krizden yenilenerek çıkabilirdi. Bugün günlerden o gündür.
Tabi ki bu dönem iyi okunursa...
İçinde bulunulan sürecin analizine dayalı derin bir stratejik kavrayış ve
taktik esneklik geliştirilebilirse... Ne ezberlerin tekrarına dayalı bir
savunmacılığa, ne de geçmişten kategorik bir kopuşa dayalı bir
"yenilik" tuzağına düşmeden. Eskiyi kapsayarak aşmayı ve ilkesel
olanı bugünün içinde yeniden üretmeyi esas alan bir yöntemsel tutumla...
Bu konu üzerinde yazmaya devam
edeceğiz...
Yorumlar
Yorum Gönder