YÜRÜ YA MUHALEFET...BAŞKA KURTULUŞ YOKTUR...
Siyasette "öncü"
müdahalelerin belirleyici olduğu bir dönemdeyiz.
Öncü müdahale için dönemin siyasal
riskler ve olanaklar dizgesini gerçeğe en yakın biçimde önünüze serecek bir
dönem tahliline ihtiyacınız vardır.
Öncü müdahale, açık bir stratejik
hedef ve yetkin bir taktik esneklik demektir.
Toplumun önüne net, somut,
birleştirici ve harekete geçirici proje(ler) koyulmadan öncü müdahale
olanaksızdır.
Ayrıca bu hedefe yönelik
güzergahların belirlendiği yol haritasıyla, gerçekçi ama cesur ittifaklar
politikasına sahip olmak durumundasınız.
Ve hepsinden önemlisi tüm bunları
hayata geçirebilecek kararlı, cesur ve güvenilir bir önder güç olduğunuza geniş
halk kesimlerini ikna etmek durumundasınız.
AKP ve HDP'de bunlar var...
AKP pek çok
açıdan siyaseten gerileme, çözülme hatta çürüme aşamasındadır. Bu gerçeğe
karşın varlığını sürdürebilmesini iki faktöre borçludur.
Tali olandan
başlayalım: AKP rakipleri arasındaki farklılıklara oynamayı geçmişten beri çok
iyi becermektedir. Karşı cepheden bir bölüğü taktiksel olarak yanına çekmekte,
çekemediği ana gövdenin ise birleşik hareketini engellemektedir.Nitekim
AKP'yi ölümcül sondan iki kez MHP kurtarmıştır. Yine aynı yöntemle 15 Temmuz
karanlık darbesinden sonra Ergenekoncu/ulusalcı bir zevatı "karşı
cephe"yi deorganize ve hareketsiz tutmak doğrultusunda çalışan bir
etki ajanı haline dönüştürebilmiştir.
AKP amacına
ulaşmakta yardımcı olacağını düşündüğü tüm ittifaklara -elbette olası riskleri
en aza indirmeyi hedefleyerek- bütün riskleri göze alarak girmiştir. Liberaller
eliyle toplumsal meşruiyet ve demokrasi kamuflajı sağlamış; Türkiye'de hiç bir
ciddi dönüşümün Kürtler içinde güç kazanmadan yapılamayacağı öngörüsüyle, HDP
eliyle barış umudu yaymış ve bu ittifakın yarattığı olanaklardan yararlanarak
Kürtler içinde dayanak noktaları inşa etmiştir.
Asli olana
gelelim: AKP -aslında tümüyle Erdoğan şahsında- bir ideali ve projesi olan ve
bu proje doğrultusunda cesurca mücadele yürüten bir siyasal güç olduğuna
ilişkin güçlü bir algı yaratabilmiştir. Bu algı nedeniyle toplumun bir bölümünce
tek alternatif olarak görülmektedir. AKP'yi alternatif görmeyen toplumsal
kesimler ise sıklıkla, AKP'ye karşı bir iktidar alternatifinin üretilememesinden
rahatsızlığını dile getirmektedir.
HDP bu
yönleriyle AKP'den daha ileridedir. Ama siyasal gelişme/kitlesellik açısından
bazı ontolojik zorlukları vardır. Bu büyük dezavantajına rağmen HDP'nin en
etkili muhalefet olduğu yönünde yaygın bir kanaat olması tam da HDP'nin, ne
istediğini bilen, bu doğrultuda her türlü bedeli ödemeyi göze alan kararlı,
cesur, net, tutarlı bir siyasal güç izlenimini verebilmesindendir.
Bu tablo
Gezi direnişinden sonra "beyin ölümü" gerçekleşmiş olmasına ve o
tarihten bu yana haklı olarak büyük bir ölüm korkusuyla yaşamasına rağmen,
AKP'nin neden ayakta kalabildiği ve hatta bu "can çekişme hali"ni
bile bir "erdem" ve "güç" olarak pazarlayabildiği konusunda
da bizleri aydınlatmaktadır.
CHP'de bu
eksik...
MHP artık bir siyasal aktör olmaktan
çıkmıştır. Bunu başka bir yazıya bırakarak biz CHP ile devam edelim. Yukarıda
resmettiğimiz tablo aynı zamanda CHP de neyin eksik olduğunu da
göstermektedir... CHP gerek sosyal demokrasinin uluslararası genel krizinin
etkisi, gerekse de "irtica" ve " bölücülük" korkusu içine
sıkıştırılmış dogmatik bir Atatürkçü söylemi aşamaması nedeniyle
Türkiye'nin yeni dinamiklerine yanıt üretememiştir. Hep savunmada
kalmıştır.
Dünyanın, Türkiye'nin, AKP'nin, HDP
ve MHP'nin halihazırdaki hallerinin yarattığı risk ve olanaklar konusunda
tutarlı ve bütünsel bir dönem analizine dayalı bilimsel bir politika inşa edememiştir. Politika güncelliğin rüzgarlarına ve reklamcıların
sürekli değişen ambalajlama heveslerine göre belirlenir olmuştur. Oluşturulan politikaların tutarlılıktan yoksun
niteliği, parti kadroları, parti tabanı ve genel halk kitleleri arasında
süreğen bir eleştiri olagelmiştir.
Bu muğlaklık aynı zamanda partinin
ittifak politikalarını da yakından etkilemiştir. Örneğin HDP ile bir ittifakın
kaçınılmaz hale geldiği giderek daha açık görülmesine rağmen, Kürt sorununu
"bölücülük" parantezine sıkıştıran bakış açısını aşacak açılımlar
yapılamadığı için bu konuda gerekli adımlar cesurca atılamamıştır. Yine
"irtica" parantezine hapsedilen laiklik anlayışı nedeniyle, AKP
tabanından kazanabileceği -ve hiç de küçümsenemeyecek nicelikte- kesimlere
yönelik politik açılımlar yapılamamıştır..
Bir yanı Kürtlere öte yanı
MHP'lilere ve diğer yanı AKP tabanına seslenebilen -ama eklektik olmayan- halkçı
bir laiklik ve yurtseverlik yaklaşımı üretilememiştir
Üretemediği için de CHP, Kürt
sorununa ilişkin yaklaşımının HDP'den bile daha özgürlükçü ve barışçı;
yurtseverlik yaklaşımının MHP'nin dar milliyetçi yaklaşımına göre çok daha fazla
memleket yararına; laiklik yaklaşımının AKP'nin yaklaşımından çok daha
özgürlükçü, eşitlikçi ve birleştirici olduğu iddiasını ortaya koyamamamıştır.
Toplumun tek tek tüm kesimlerine kendi cephesinden farklı ve tutarlı söz(ler) söyleyememiştir.
Kendisini siyasal başarıya götürecek
olan ittifak politikalarından uzak kalması bir yana, AKP ile ittifakları
arasında yarılma yaratabilecek hamlelerde geliştirememiştir. Dahası AKP'yi, doğrudan
değil de, ittifak yaptığı güçler üzerinden (örneğin "liberaller",
örneğin Fettullahçılar, örneğin Kürtler) eleştirmeye dayalı bir politika
izleyerek, bu güçlere "adeta sizin için tek seçenek AKP'dir ve ona sıkıca
sarılın" mesajı verilmiştir.
Sözün kısası Son 30 yıldır hep
savunmada kalan, izlediği politikalarla halka bir ufuk ve umut vaat edemeyen,
ez cümle önder bir güç olmaktan uzak bir CHP ile karşı karşıyayız.
Bu sonucun doğmasındaki ana neden
bir bilinç eksikliği ve yeteneksizlik değildir. Pek çok sorunun farkına
varılmasına ve aslında bunların nasıl aşılacağına dair görüşlerde belirmesine karşın
gerek sınıfsal, gerek tabansal, gerek ideolojik plandaki prangaları kırmanın
yaratacağı siyasal riskler göze alınamamıştır. Son 30 yılda CHP bir kaç kez
değişim ve yükseliş fırsatı yakalamış, statükoyu kırmak konusundaki bu
cesaretsizlik nedeniyle fırsatlar heba edilmiştir.
CHP henüz yeni yeni (ve o da tam
olarak değil) içinde bulunulan dönemin gerçek siyasal niteliğine ilişkin net
bir kavrayışa ulaşma ve politikalarını da bu kavrayış temeli üzerine inşa etme çabasına
yöneldi.
Çünkü artık mecbur kaldı...
Çünkü Cumhuriyet, tarihinin en
önemli yol ayrımı ile yüz yüzedir.Ve artık CHP'de dahil tüm Cumhuriyet güçleri
apaçık bir yaşamsal tehditle yüzyüzedir.
CHP'nin tasfiyesi, laik Cumhuriyetin
ilgası yarının değil bugünün çok somut bir vakasıdır artık.
AKP bu hedefini eskisi gibi
perdelemiyor, bangır bangır deklare ediyor. Ayrıca bu siyasal iktidar giderek
güç kaybettiğini biliyor ve iktidarı kaybettiği anın aynı zamanda kendisi için
siyaseten çok kötü bir final anı olacağının da farkında...
Bu yüzden durması mümkün değildir.
Bu yüzden uzlaşması mümkün değildir. Bu yüzden toplumu sürekli geriyor;
kutuplaştırıyor ve kendini bir iç savaş durumuna göre formatlıyor.
Toplumun yarısından fazlası ise bu
gidişata dur diyebilecek bir öncü ihtiyacı duyuyor. Hem de acilen...
Tutarlı, kararlı, cesur siyaset
izleyen böylesi bir öncü gücün peşinde sıralanmaya hazırlar.
Hem gözlemlerimiz, hem de yapılan
anketler CHP'nin, HDP'nin ve sosyalistlerin neredeyse tamamının, MHP'nin
yarısından fazlasının, AKP'nin yüzde 10-15'lik diliminin Haziran seçimlerinde,
cumhurbaşkanlığı sistemi referandumunda ve Adalet Yürüyüşü'nde az çok kararlı bir blok oluşturduğunu ve bir
önderlik aradığını gösteriyor. "Cumhuriyet, laiklik, adalet, eşitlik ve
kardeşlik" ortak zemininde daha tanımlı ve formel biçimde birleştiğinde,
ilk anda yaşanabilecek bazı hoşnutsuz homurdanmalar bir yana, bu blğun toplumsal
desteğinin çok daha genişleyeceğini görebiliyoruz. Akademinin, sanat
dünyasının, demokratik meslek ve kitle örgütlenmelerinin hatırı sayılır çoğunluğu
da bu sürece çok önemli destekler sunmaya hazır görünüyor.
CHP ise hem tasfiye tehdidinin hem
de tabanda biriken büyük bir toplumsal muhalefet basıncının ikili etkisi
altında... Değişmesinin kaçınılmaz olduğunu görüyor... Ama öte yandan da
alışkanlıkları, sistemle bağları, bu sürecinin kendisi için riskler taşıması
ayak sürümesine yol açıyor.
Adalet Yürüyüşü toplumda yarattığı
umut halesi ile bize bu imkanları gösterdi.
Adalet Yürüyüşü'nün arkası gelecek
mi?
CHP klasik CHP gibi mi davranacak;
yoksa kendini aşıp 9 Temmuz Hareketinin bir unsuru gibi mi davranacak...
Birincisi olursa CHP yeniden "Yenikapı Ruhu" tuzağının bir parçası,
ikincisi olursa Gezi Ruhu'nun parçası olacaktır...
Eğer bu blok konusunda somut adımlar
atılırsa ve siyaset Adalet Yürüyüşü'nde olduğu gibi halk eksenli bir siyaset
haline gelirse, Türkiye yalnızca cumhuriyetin tasfiyesi planını engellemiş
olmayacak, cumhuriyetin halkçılaştırılmasının temel harcını da atmış olacaktır,
CHP yürürse değişir; daha prestijli ve daha halkçı yepyeni bir
siyaset öznesi haline gelir, Cumhuriyet mücadelesi büyük güç kazanır.
Ama her halükarda yürünür ve mutlaka
yürünecektir...
Çünkü Türkiye "Ya onurluca
direniş ya hep birlikte yok oluş" çatal ağzındadır.
Korkunun ve susmanın ecele faydası
yok... Hepimizin birer Nuriye ve Semih olması belki olanaksızdır. Ama en az
-haklı olarak ve çok kez eleştirdiğimiz- Ahmet Altan kadar ve mümkünse
Ahmet Şık kadar cesur olmak durumundayız.
Yoksa FETÖ'cülük vb. gibi absürt ve
onur kırıcı iftiralarla yüzyüze kalacak, ya hapsi ya mezarı boylayacağız
Yorumlar
Yorum Gönder