YENİDEN "BÜYÜK ANLATI" İHTİYACI YA DA TARİHİN SOL'A SAHNE DAVETİ...
Bugün dünya bir yanda işçi
ve emekçilerin diğer yanda sermayenin örgütlü ve eylemli olduğu, politik
gelişmelerin görünür açıklıkta bu temel üzerine seyrettiği bir dünya değil.
Sosyalizm ve kapitalizm kutup başları epey zamandır eski açıklıkta ve netlikte
siyaseti şekillendir(e)miyor.
Daha amorf, kaygan/akışkan, gerçeklerin yerine imajların/gölgelerin sahnede olduğu bir siyaset alanı ile yüzyüzeyiz.
Bu tablo kimilerine göre kapitalizmin siyaseten dikensiz gül bahçesine kavuşması demekti.Kategorik olarak yeni ve bambaşka bir döneme girilmişti. Başta sol, tüm siyasi aktörler bunu idrak edebildikleri ölçüde varolabilecekler, yoksa ruhlarına el fatiha okunacaktı vb.
Ne var ki işçi/emekçi hareketinin/örgütlenmesinin minimize olması, solun neredeyse maaile liberal bir mahalleye ikametgahını taşıması, kapitalizmin derdine derman olmadı. Kapitalizmin önündeki sınırların kalkmasının orta vadedeki sonucu kapitalizmin tahrip edici dinamiklerinin önündeki sınırların kalkması ve kendi içine daha dolaysız yönelmesi oldu. Kuralsız, pervasız bir hal aldı. Giderek sistemin dengeleyici ve bütünlük sağlayıcı siyasal, toplumsal, kültürel ve ideolojik mekanizmalarını aşındıran, sistemsel bir dağılmaya yol açan sonuçlar yaratmaya başladı.
Sol partilerin, sendikaların ağırlıkla liberalizme, kısmen de sosyal faşizme yönelmeleri ise, sol ve emekçi tabanı olumsuz etkiledi muhakkak ki. Ama umutsuz, nihilist bir paslanma/aşınma yaşasa da,.sol ve emekçi taban ne liberalizme, ne faşizme entegre edilemedi. Sürecin sol partilerle bu taban arasındaki stratejik anlamda daha önemli ve derinlikli sonucu, sol/emekçi taban ile sol partiler arasındaki ideolojik/örgütsel ilişkinin ve güven bağının zayıflamasıydı.
Bugün kapitalist dünyanın manzarası tam da budur.
Daha amorf, kaygan/akışkan, gerçeklerin yerine imajların/gölgelerin sahnede olduğu bir siyaset alanı ile yüzyüzeyiz.
Bu tablo kimilerine göre kapitalizmin siyaseten dikensiz gül bahçesine kavuşması demekti.Kategorik olarak yeni ve bambaşka bir döneme girilmişti. Başta sol, tüm siyasi aktörler bunu idrak edebildikleri ölçüde varolabilecekler, yoksa ruhlarına el fatiha okunacaktı vb.
Ne var ki işçi/emekçi hareketinin/örgütlenmesinin minimize olması, solun neredeyse maaile liberal bir mahalleye ikametgahını taşıması, kapitalizmin derdine derman olmadı. Kapitalizmin önündeki sınırların kalkmasının orta vadedeki sonucu kapitalizmin tahrip edici dinamiklerinin önündeki sınırların kalkması ve kendi içine daha dolaysız yönelmesi oldu. Kuralsız, pervasız bir hal aldı. Giderek sistemin dengeleyici ve bütünlük sağlayıcı siyasal, toplumsal, kültürel ve ideolojik mekanizmalarını aşındıran, sistemsel bir dağılmaya yol açan sonuçlar yaratmaya başladı.
Sol partilerin, sendikaların ağırlıkla liberalizme, kısmen de sosyal faşizme yönelmeleri ise, sol ve emekçi tabanı olumsuz etkiledi muhakkak ki. Ama umutsuz, nihilist bir paslanma/aşınma yaşasa da,.sol ve emekçi taban ne liberalizme, ne faşizme entegre edilemedi. Sürecin sol partilerle bu taban arasındaki stratejik anlamda daha önemli ve derinlikli sonucu, sol/emekçi taban ile sol partiler arasındaki ideolojik/örgütsel ilişkinin ve güven bağının zayıflamasıydı.
Bugün kapitalist dünyanın manzarası tam da budur.
Kapitalizmin
bu genel sorunlarının yanı sıra çok ağır tarihsel sorunlarla da boğuşan,
dünyanın en çok barut ve kan kokan bölgesinde bulunan Türkiye'de ise bu aynı
manzara çok daha belirgin çizgilere sahiptir.
Zira
kapitalist dünyanın gelişmiş ülkeleri hala nispeten güçlü ekonomi, siyasi
kültür ve geleneklere sahipler. Benzer bir aşınma ve dağılmayı yaşasalar da,
merkez kaç eğilimleri kontrol ve konsolide kabiliyetleri zaafa uğrasa da, eski
denge kurumları merkezi rollerini yerine getiremez bir acziyette değil. Güç
yitirdiler ama yıkılmadılar.
Türkiye'de
ise merkez partiler dağıldı. Ordu paralize oldu. Yargının
denetleyici/dengeleyici kimliğinden eser yok. Basın, üniversite vb. tüm
kurumların içi boşaltılıp "majestesinin kurumları" haline
getiriliyor. Bir kurumlar kompleksi olan devlet, o kadar sadeleşiyor ki (liberallerin
gözü aydın) neredeyse bir şahıstan ibaret
çadır devleti haline geliyor.
Kapitalizme/neo
liberalizme büyük bir "iman" ile bağlı olmasına karşın sistemin devlet
ve siyaset terbiyesinden geçmemiş, diplomasi ve bürokrasi kültürüne yabancı AKP,
Türkiye'yi zücaciye dükkanındaki fil gibi yönetiyor.
Toplumsal
ve siyasal kurumları yıkıyor, dağıtıyor, parçalara ayırıyor. Ama Sünnilik
dışında yıktıklarının yerine önerdiği/önerebileceği hiç bir toplumsal tutkal
yok.
Kürt-Türk,
Alevi-Sünni, laik-dindar, merkez-taşra vs. tüm fay hatlarındaki yarılmalar her
geçen gün telafi edilemez bir boyuta doğru ilerliyor. Zaten uzun süredir Kürt
sorunu merkezli iç çatışma yaşayan ülke, diğer faylardaki kırılmalarında
eklenmesiyle son yıllarda giderek belirginleşen çok boyutlu bir iç savaş
atmosferi içinde...
Bu
durumun sürdürülemez niteliği, gecikmeli biçimde de olsa sistem içi çözüm ve
yeniden yapılanma arayışlarını da acilleştiriyor. Hem de o denli acilleştiriyor
ki, -dünyanın en munis partilerinden olan- ülkenin ana muhalefet partisi CHP ve
-dünyanın en munis siyasetçilerinden olan- Genel Başkanı Kılıçdaroğlu bu gidişatı
durdurabilmek için "sokaksa sokak, bedelse bedel" demek zorunda
kalıyor.
Türkiye
bir çözülüş ve yeniden kuruluş momentinde...
Sol
ise bu aynı momenti kendi içinde çok daha önce yaşamıştı. Yeniden kuruluşu
sağlayamasa da çözülüşün sarsıcı, tasfiyeci etkilerini büyük ölçüde atlattı. Şu
an yeniden çıkış için uygun momente kulak kesmiş durumda. İşte bugünkü moment
sola bizde ve her yerde "haydi yeniden sahneye" çağrısıdır. Duymak ve
gereğini yerine getirmek şartıyla tabi...
Neo
liberalizmin toplumsal ve siyasal dokuyu çözücü,parçalayıcı etkisine ve bu
temel etkenin beslediği gettolaştırıcı ve lümpenleştirici çürümeye karşı yeni
bir bütünleştirici hikaye, yeni bir "büyük anlatı" gerekiyor.
Bütünlük
ve kimlik, özgürlük ve eşitlik, dindarlık ve laiklik, yurtseverlik ve evrenselcilik
vb. ikiliklerini çatışmalı bir ikileme dönüştüren postmodernizme karşı, bu
ikilikleri yek diğerini yok saymadan/düşmanlaşmadan kardeşleştirecek,
kaynaştıracak bir adalet, barış, eşitlik ve özgürlük "manifestosu"na
ihtiyaç var.
Bu
görevi içsel olanakları itibariyle başarmaya namzet tek akımdır sol...
Ayrıntılandırarak
devam edeceğiz.
Yorumlar
Yorum Gönder