İSLAMCI BASINDAN YANDAŞ BASINA: BİR KİŞİLİKSİZLEŞME VE DEVŞİRMELİK HİKAYESİ...
İslamcı camiada ‘duayen’ ve ‘ağır top’ kabul edilen köşe
yazarlarının önemli bir kısmı siyasi iktidara eleştirel yaklaşıyor ve
arasına mesafe koymaya çalışıyor. Bir kısmı zaten daha önceleri yozlaşma
ve zalimleşme sürecine tahammül edemeyerek köşelerini terk
etmişlerdi. Terk etmeyip eleştirel tavrını sürdürenlerin ise, en son Lütfi
Oflaz örneğinde olduğu gibi, yazılarına ve köşelerine el konuldu. Bugün
hala varlığını sürdüre(bile)nlerin çok büyük bölümünün de, iktidarın üslubundan
ve tartışmalarından uzak durmaya gayret ettiğini görüyoruz.
İslamcı kesimin ‘eski tüfekleri’ yalnızca iktidardan değil,
aynı zamanda iktidarın ’yeni nesil’ ve ‘devşirme’ kalemlerinin had ve ölçü
bilmezliğinden de rahatsız. Bu rahatsızlığı bugüne kadar çok çeşitli isimler,
çok çeşitli vesilelerle dile getirdiler. Bu kesim, ‘devşirme’
muamelesi görmeyi de, ‘devşirme’ olanların el üstünde tutulmasını da,
iktidarın basit ve araçsal ‘vakanüvis’i’ olmayı da kabullenemiyor.
Çünkü bir kökleri, arkalarında bir tarihleri ve birikimleri
var: Kendi kişiliklerini bugünkü nevzuhur ve devşirme zevat gibi bir muktedirin
gölgesine sığınmaya değil, iyi kötü bir tarihsel sürece ve bir dava adamı
olmaya borçlular. Bu onlara bir özgürlük, bir özerklik alanı, bir özgül ağırlık
sağlıyor. Bundan vazgeçmeleri, kendi varlıklarını önemsizleştirmek, kendi
tarihlerini anlamsızlaştırmak demektir... Ve bu durumu kabul etmeyenler hiç de
az değil bu jenerasyon içinde...
Eh ne de olsa ‘Yeni Türkiye’ dedikleri ‘Eski Osmanlı’...
Osmanlı padişahları da bir iddiaya/köke sahip oldukları ve bu nedenle kendisine
rakip olabilecekleri için çevresinde önce kendi kökünden sonra da kendi
kanından kimseyi barındırmadılar. İşi köksüz, kimliksiz, padişahın inayeti ve
himayesi dışında bir ‘hiç’ olan devşirmeler eliyle yürüttüler.
Bu koşullarda kökleri ve iddiaları bulunan dolayısıyla lider
ve iktidar karşısında eleştirel davranma marjına sahip olan eski jenerasyonun
tasfiye edilmesinde ve bir tür ‘yeni nesil devşirme’liğin vitrinin önüne
çıkarılmış olmasında şaşılacak bir durum da yoktur.
Ama AKP cenahı içinde bile hiç bir saygınlığı ve otoritesi
olmayan bu sonradan olma matbuat erbabı için bu görev haliyle pek ağır. Bunlar
Osmanlı’da olduğu gibi daha çocukluktan itibaren bir devlet geleneği ekseninde
sıkı eğitimden geçen devşirmelerden farklılar. ‘Yeni Türkiye’nin ilk jenerasyon
devşirmeleri olmaları nedeniyle gerekli eğitim ve hazırlıktan yoksunlar. Yeni
ve yaratıcı argüman üretme kapasitesine sahip değiller. Düşünsel ve davranışsal
incelikten bigâneler. Böyle olunca da her gün bir avuç edepsizliği, hadsizliği
ve balçığı ‘yazı’ diye köşelerine bırakıyorlar.
Tek amaçları efendilerinin gözüne girebilmek… Zira
yükselmeleri bir yana, bulundukları pozisyonu korumaları bile efendilerinin
icazetine ve efendilerinin siyasal varlığını korumasına bağlı. Arkalarında
düşünsel üretimlerle ve mücadeleyle geçen bir birikim olmadığı için, diğer bir
ifadeyle varlıklarını bir iktidar keyfiyetine borçlu olmaları nedeniyle hiçbir
özerklik alanları ve özgül ağırlıkları yok. Bugünkü konumlarını yüksek bir
itaat ve düşük bir ahlak seviyesine sahip olmalarına borçlular.
Bulundukları psikolojinin karşılığı tam olarak ‘devşirme
psikolojisi’dir.
İktidara ‘mutlak biat’ı kabul etmeyen eski jenerasyon şu ya
da bu ölçüde İslami gelenekle bağlantılıyken, bu ‘yeni nesil’ kalem
zabitlerinin çoğu dini imanı para ve iktidar olan ‘bakara/makara’cı bir
jenerasyon; ancak para ve iktidar ağacının gölgesinde boy veren ve yaşayabilen
bir tür. Başka tüm alanlarla ilişkileri kesilmiştir. Maazallah para ve
iktidarın gölgesinden atıldıklarında bir ‘hiç’tirler ve kendileri de bu
gerçeği bilmektedirler. İşte bu nedenle kraldan çok kralcıdırlar. İşte bu
nedenle altında yeşerdikleri iktidarın gölgesi dışında hiçbir yaşam ve varlık
alanı kalmasın istemektedirler.
Onlar genellikle "bilmezler" ama "kuvvetlice
sezerler". Akıllarıyla olmasa bile, geliştirdikleri ‘devşirme
sezgileriyle’ velinimetlerinin yüz ifadesinden işler yolunda mı değil mi hemen
anlarlar.
Bu sıra onlar da gidişatın pek iyi olmadığını seziyorlar.
Sezdikleri içindir ki daha da saldırganlaşıyorlar, en bayağı türden iftiraları
köşelerine taşıyorlar. Efendilerine ifrat sınırını aşan methiyelerle ve
efendilerinin muarızı olarak gördüklerine edep ve hayâ yoksunu sövgülerle
dolduruyorlar köşelerini...
Tüm muhalefet -eğer ki katledilemiyorsa- ezilsin,
hapsedilsin, bir biçimde enterne edilsin, etkisizleştirilsin istiyorlar. Bu
amaç doğrultusunda köşelerinde herkesi terörist, vatan haini ilan ediyorlar.
Belki de bu iddialarına inanıyorlardır da... Çünkü ‘devşirmelik’ bir tür
paranoid şizofrenik hal demektir.
Çünkü onlar için gerçekten de ‘Reis’ tek seçenektir.
Bir velinimettir ve hatta varlık koşuludur. ‘Reis’ bir anlamda onların
vatanıdır da... Böyle olduğu için, bu ‘aziz velinimet’ aleyhine her türlü fikir
ve eylemi de samimiyetle ‘terörizm’ ve ‘vatan hainliği’ gibi algılıyor olmaları
kuvvetle muhtemeldir.
Türkiye'de ‘reis’ten başka hiçbir şey, hiçbir seçenek,
hiçbir kuvvet kalmasın istiyorlar. Bu onlar için gerçekten sahici, gerçekten
yaşamsal bir durum ve duygu.
Zira biliyorlar ki ondan önce yoktular ve ondan sonra da
olmayacaklar.
Tek vasıfları köksüzlüğün verdiği kör itaattır...
En önemli meziyetleri, para ve iktidar gölgesindeki mevcudiyetlerini
korumak için alçalmakta hiç bir sınır tanımamalarıdır.
Yorumlar
Yorum Gönder