SOSYALİSTLER VE KÜRT SİYASAL HAREKETİ İÇİN "ADALET YÜRÜYÜŞÜ" NEDEN ÖNEMLİ?
"Adalet
yürüyüşü", yürüyüşe karşı alınacak tavır meselesi, Kürt siyasal
çevrelerinde ve sosyalistler arasında da yoğun ve hararetli bir tartışma
konusu...
Gerek
Kürt siyasal hareketinin gerekse sosyalist çevrelerin yürüyüş karşısındaki
tavrı olumlu... Bu yürüyüşü olabilecek en ileri noktaya ve tutarlı bir çizgiye
çekmek için düşünsel ve pratik bir mesai içindeler.
Ama
olumsuz yaklaşanlar da var. Olumsuz yaklaşanların çoğu, yürüyüşün CHP
tarafından toplumsal muhalefetin "ulusalcılık" ekseninde manipüle
edilmesi amaçlı kullanılacağı kanaatinde... Bir kısmı da tam tersi gerekçeyle,
CHP'nin HDP ile ortak eyleme yeşil ışık yakması gerekçesiyle yürüyüşle arasına
mesafe koyuyor.
Olumsuz
yaklaşım sahipleri, Engin Altay'ın Gezi direnişi ile ilgili hadsiz sözleri,
Kılıçdaroğlu'nun yürüyüşe desteğini bozkurt işaretiyle gösteren bir grup
ülkücüye bozkurt işaretiyle karşılık vermesi gibi anlarda seslerini
yükseltseler de, yürüyüş kitlesel sempatisini arttırarak mesafe aldıkça genel
olarak eylemi suskunlukla seyretme pozisyonuna çekilmişlerdi.
Geçtiğimiz
gün yürüyüşte 1 kilometrelik dev bir Türk bayrağı açılınca olumsuz
yaklaşımların "Ey eylemi destekleyenler, nasıl bir oyuna alet olduğunuzu
gördünüz mü?" kabilinden bir söylemle yeniden ve daha gür biçimde
dillendirilmeye başlandığına tanık olduk. Hatta yürüyüş milliyetçiliğe teslim
oldu diyerek yürüyüşe yönelik desteklerini çeken tekil örneklere de rastladık.
Bu
"bayrak" konusunu ve "Adalet Yürüyüşü"nün Kürt siyasal
hareketiyle birleşme imkan ve gerekliliğini ayrı bir yazıya bırakıp, konuya
devam edelim:
Aynı
çevrelerden geçen hafta Duvar'da yayınlanan "Büyük bir dönüşümün
öngünündeyiz... Farkında mısınız" başlıklı yazıma yönelik -bir haftaya
yakın suskunluğun ardından- son iki gündür doğrudan ve dolaylı
tepkiler/eleştiriler de yoğun biçimde bana ulaştırılmaya başlandı. Güzel. Biz
de bu vesileyle yaklaşımımızın yeniden ve zenginleştirerek altını çizme olanağı
bulmuş oluyoruz.
Yöntem önemli...
Öncelikle "Adalet
Yürüyüşü" karşısında aldığımız pozisyonun arkasındaki temel fikrin/yöntemin
ne olduğunu açıklamakla başlayalım: Bir eylemi nedensel dinamikleri ve
potansiyel sonuçları üzerinden analiz etmek asli olandır. Eylemi kimin
başlattığı ve katılan kitlelerin ellerindeki bayraklar ve dillerindeki
sloganlar ise ikincildir.
Tartışma ve eleştiriler bu temel yöntemsel yaklaşım
üzerinden olmalıdır. Sanki ortada CHP'nin eylemi "makul sınırlar içine
hapsetmek" çabasına girebileceğini göremeyen/reddeden bir safdillik söz
konusuymuş iması üzerinden eleştiri yapmak doğru ve ahlaki değildir...
Tekrar etmek gerekirse bu eylemin "CHP'ye
rağmen" desteklenmesi gerekir. Zira bu eylem taşıdığı dinamikler
itibariyle "CHP'ye rağmen ve onu aşan" potansiyellere sahiptir.
CHP "Ben böyle bir atraksiyon yapayım, böylece oy
desteğimi artırır gelecek seçimlerde iktidar olurum" saikiyle
başlatmamıştır bu eylemi. Bu da vardır: ama yan/tali nedendir. CHP sırf bu
kaygıyla da bir hamle yapabilirdi. Ama asla seçilen hamle kendini aşma
olasılığı, dolayısıyla riski çok yüksek olan bu tür bir eylem olmazdı.
CHP bu tür bir eylemi ancak iki nedenle tercih
edebilirdi. Daha doğrusu göze almaya mecbur kalırdı.
Birincisi örgütlü ve kitlesel niteliğiyle kendinden ve
sistemden bağımsızlaşan, sistem ve kendisi için "yakın tehdit" kabul
edilecek nitelikte bir sol kitle hareketliliğin mevcudiyeti koşullarında... Bu
var mıdır? Hayır...
O zaman ikincisi, yani kendi siyasal, sistemsel ve
örgütsel varlığını ortadan kaldırmayı hedefleyen bir başka yakın tehdidin
varlığı durumunda... Yani CHP, hem kendini hem de verili sistemi korumak için
son çare olarak (mecburiyetten)böyle bir eylemi başlatabilirdi... Bu ise CHP'nin
"kendi misyonuna" rağmen böylesi bir eyleme yönelmek zorunda kaldığıı
anlamına gelir... Vaziyet bu mudur? Bence evet tam da budur...
Eğer vaziyet bu ise, eylemin CHP'yi aşma potansiyeli
yüksek demektir. Tam da bu nedenle CHP bu eylemi kontrolden çıkarmamak,
kendisini aşmasını engellemek için bazı frenleyici ve geriye çekici hamlelere
de yönelecek demektir. İkincisi ile birincisi arasında bir bütünlük değil de
çelişki görmek, ikinciyi büyütece alıp da ilkinin görünürlüğünü perdelemek, bir
siyasal ön yargı körleşmesidir. Birinci faktör varsa ikincisi de var olacaktır.
Olmayacağını, olmaması gerektiğini düşünmektir asıl CHP gerçeğine karşı naif
bir umutvarlık.. Zaten tam da bu ikisinin birlikte varlığı eyleme aktif ve
etkin katılımı gerektirir.
Ama aynı zamanda CHP liderliği ve kurumsal yapısı
varlığını korumak ve sürdürmek için bu eylemi başarıyla sonuçlandırmak
zorundadır. Bu durumsa gerek katılım alanında gerekse statükoya ait siyasal
kırmızı çizgileri konusunda CHP'yi kendi sınırlarını aşmaya zorlamaktadır.
Çelişki CHP'ye; bu çelişkiden kaynaklı siyasal olanaklar ise hepimize aittir.
CHP'yi milyonları sokağa çıkarmaya mecbur eden, HDP ve sosyalist çevrelerin
eyleme katılımı konusunda esnekleştiren, "yeşil ışık" yakmaya
zorlayan da tam da bu "çatal ağzı" siyasal durumdur.
Bu
eyleme katılmamak için iki önemli gerekçe olmalıdır:
Bir, "bu eylem gericidir" denilebilmelidir
ve/ya iki, "bu eylem olan ya da olacağı besbelli olan çok daha ileri
örgütlenmeye ve niteliğe sahip bir eyleme karşı CHP tarafından bu hareketi
yeniden sisteme entegre amacıyla bir ön alma atraksiyonudur"
denilebilmelidir.
Bu
eylemin "ön açma" potansiyelinin değil , "ön tıkama" niteliğinin daha başat olduğu iddia edilip
kanıtlamadan, salt CHP'nin dünkü ve bugünkü aşikar "yamukluklarını"
gerekçe yaparak bu eyleme karşı pozisyonda olmak, ancak günah işlememek için
hiç evinden çıkmayan bir Müslümanın tavrı kadar "asil" ve ancak o
kadar mantıklı ve "devrimci"dir.
Sonuç yerine bir hatırlatma...
Duvar'da yayınlanan "Dodan Dodan'dan ötedir"
başlıklı yazı da şu saptama yer almaktaydı: "...Büyük
toplumsal değişimler ilkelere çok bağlı, büyük laflar söyleyen ve büyük işler
yapan “bilinçli öncülere” ihtiyaç duyar ama salt ve temelde bu öncülerce
gerçekleştirilmez. Bilakis ekmek kuyruğundaki bir tartışma, bir ağacın
kesilmesi, bir kadının şiddete uğraması vb. gibi nispeten basit görünen
olayların dinamitleyiciliğiyle ortaya çıkan kitle politizasyonu sayesinde
gerçekleşir. Ama o hareketlerin gerçek sebepleri görünen sebeplerinden çok daha
büyük ve derinliklidir. Tıpkı Gezi gibi, tıpkı Özgecan Aslan’ın katli
olayındaki büyük kitlesel tepki gibi…
Çünkü kitle politizasyonunun bireysel politizasyondan,
örgütsüz yığınların eyleminin örgütlü hareketlerden, moral güç eksikliği duyan
bir muhalefet potansiyelinin moral gücü elde tutan bir hareketten farklı
dinamikleri vardır.
Birinciler baskının en az ve o an için meşruiyetin en
yüksek olacağı alanlardan kendini dışa vururlar. Bizde de bugünkü muhalefetin
durumu tam da böyledir. “Dodan hadisesi” toplumda ciddi bir muhalefet birikimi
olduğunu, birleşik ve güçlü biçimde ortaya çıkmak için fırsat kolladığını bize
bir kez daha göstermiştir.
Bu yüzden moral kazanmaya, güç olduğunu hissetmeye ve
ortaya çıkmak için naif ama meşruiyeti yüksek bir gerekçeye ihtiyacı olan
toplumsal muhalefet koşullarında, siz siz olun, Dodan’ları asla
küçümsemeyin…"
Bu yazıda Dodan geçen her yere "Adalet yürüyüşü"
yazıp okuyabiliriz... Aynı şeydir.
Ne yazık ki değil kitle hareketi diyalektiğinin bugünkü
özgül koşullarını anlamayı, olağan dönemlerdeki kitle hareketi diyalektiğini
bile anlamak konusunda bile hala ciddi sorunlar(ımız) mevcut...
Ama bir hakkı da teslim edelim: Yürüyüşün Edirne'ye uzanması meselesini de, "bayrak" meselesini de" ikincil", yürüyüşün yarını belirleyecek nitelikte birleşik bir mücadeleye evrilme imkan ve potansiyelini "asıl" gören S.Demirtaş gibi ufuk sahibi politikacılar da var bu topraklarda.
Umutturlar.
Dayanışma duygularımız Edirne'de yanı başındadır ...
Ama bir hakkı da teslim edelim: Yürüyüşün Edirne'ye uzanması meselesini de, "bayrak" meselesini de" ikincil", yürüyüşün yarını belirleyecek nitelikte birleşik bir mücadeleye evrilme imkan ve potansiyelini "asıl" gören S.Demirtaş gibi ufuk sahibi politikacılar da var bu topraklarda.
Umutturlar.
Dayanışma duygularımız Edirne'de yanı başındadır ...
Yorumlar
Yorum Gönder