KÖRFEZ SAVAŞI VE TÜRK BURJUVAZİSİ (işçi ve Kürt Hareketi açısından)
“Türk burjuvazisi
doğrudan bir savaş hali bir yana, gergin bir savaş
atmosferi yaratabildiği ölçüde bile, ülke içi yaşamda normal durumlarda atamayacağı
adımları atabileceğinin hesabıyla hareket ediyor. Böyle bir durumda her türlü
hak arama olanağı ortadan kaldırılabilecek, grevler yasaklanabilecek,
sol basın susturulabilecek, zamlar peş peşe uygulanıp dolaylı ve
dolaysız vergiler arttırılabilecektir. Böyle bir durumda, sınırlara
takviye, savaş teyakkuzu, tatbikatlar vb. görünümlerle kamufle edilerek,
Kürt halkına karşı her türlü baskı ve sindirme uygulamalarına, sürgün
ve katliamlara girişebilecektir. Böyle bir durumda "müttefik"
ülkelerle iş ve güç birliği adı altında Amerikan emperyalizmine kölelik
zincirlerine yenileri eklenebilecektir”
Körfez krizinin
başladığı ilk günlerde yazılmış bulunan bu satırlar bugün bir gerçeklik haline
dönüşmüştür. Türk burjuvazisi, Körfez krizini, içeride yaşadığı sorunları ve bu
sorunların yarattığı sıkışmışlığı gidermek amacına yönelik bir fırsat olarak
değerlendirmiştir.
Nitekim, onun savaş
çığırtkanlığında bu kadar istekli davranıyor olmasının ardındaki önemli nedenlerden
biri de budur. Türkiye’nin içerisinde bulunduğu krizin geçici olmadığı, aksine
bir yapısallık ve süreklilik arz ettiği daha önceleri vurgulanmıştı. 1970’li
yılların sonundan beri, düzeni kurtarmak için uygulanmaya çalışılan ekonomik
politikanın başarılı olması, ancak toplumsal muhalefetin tamamıyla susturulmuş olmasıyla
mümkündü. 1980-84 arasında sermaye, toplumsal muhalefeti etkisiz kıldığı oranda
bir ölçüde rahat nefes alabilmişti. Fakat tam da 1984 * den sonra bir yandan
işçi sınıfının artan eylemselliği, öte yandan ise Kurt ulusal hareketinin bir sıçrama
gerçekleştirmesi, sermayenin planlarını bozuyor ve rüzgarı tersine çevirmeye
başlıyordu.
1990’lara
gelindiğinde gerek işçi hareketinin aldığı boyut gerekse de Kürt hareketindeki gelişmeler,
sermaye iktidarının düzenin idamesi için alması gereken zorunlu tedbirleri
almasının önünde bir engel olarak dikiliyor ve Türkiye’nin mevcut
“istikrarsızlık kuşağı” içersindeki “en zayıf halka” olduğu gerçeği gittikçe
daha net olarak gözükmeye başlıyor.
Türk
burjuvazisi, Körfez krizini sevinçle karşıladı ve onun yarattığı savaş
atmosferini körükleyerek, kendi iç sorunlarının çözümü olarak kullanmak için önemli
bir fırsat saydı. Kuşkusuz içte zor duruma düşen burjuvazinin klasik tavrıdır bu.
Öte yandan Türk burjuvazisi basit bir biçimde içteki sorunları halletmekten öte,
muhtemel bir savaşın haritada yaratacağı değişikliklerden de yararlanmayı
planlıyordu.
Türk
burjuvazisinin içerdeki sorunları halletmek hevesi ile emperyalist güçlerin
Ortadoğu üzerine planlarının dolaysız bir biçimde iç içe geçmiş bulunması, Türk
burjuvazisinin emperyalizmin “ileri karakolu” rolünü bu denli hevesle üstlenme çabasını
da daha anlaşılır kılmaktadır.
Bu içiçe geçiş,
kendini Kurt sorununda ifade etmektedir. Emperyalizm, kendinin denetimindeki bir
özerk Güney Kürdistan’ın Ortadoğu’daki denetimi acısından elverişli olacağını
planlıyor.
Fakat Kurt
sorununun bir “bağımsızlık” sorunu olarak algılanmasına ve bu sorunun "devrimci
bir tarzda çözümüne" de kesinlikle karşı duruyor. Böyle bir strateji,
PKK’nın kesinlikle devre dışı bırakılmasını zorunlu kılmaktadır. Türk
burjuvazisi ile emperyalizmin üzerinde kesin olarak anlaştıkları nokta budur.
PKK’nın devre
dışı bırakılabildiği bir durumda, Kuzey Irak'ta
bir özerk Kürt Cumhuriyetinin kurulması emperyalizm acısından istenilir bir
seçenektir. Burjuva basının Talabani’yi Kürtlerin resmi ve meşru lideri olarak
tanıtma çabasının bu planla doğrudan bir ilgisi vardır. Türk burjuvazisi, Kürt
sorununun bu tarz bir çözümüyle “PKK Belası”ndan kurtulacağını umut etmektedir.
Ayrıca kurulacak bir “özerk Kurt Cumhuriyeti”nin vasisi rolünü üstlenmek
istemektedir.
Kürtçe konuşma
yasağının kaldırılması bu vasi rolüne hazırlanmanın bir ürünüdür. Nitekim Talabani
Özal’dan övgü ile söz ederek, Türk devletinin vasiliğine soğuk bakmadığı yönünde
bir mesaj vermektedir.
Körfez krizi, Türk
burjuvazisine Kurt sorununda tamamen şiddete dayalı bir takım manevralar için
bir imkan haline gelmiştir. Bu daha önceleri başlatılan sürgün ve boşaltma
politikalarının pervasızca uygulanmasına zemin hazırlıyor.
Kurt hareketinin
dağlarda’’NATO güçleri” tarafından bombalanması gündeme geliyor. Devlet yoğun
bir operasyona girişiyor.
Yalnızca Nusaybin,
Tunceli ve Elazığ’da 150’ye yakın kişi gözaltına alınıyor vb. Korfez savaşı,
Irak’ın Kuveyt’ten çıkarılmasını sağlamaktan çok öte, bölgede yoğun bir yeni düzenleme
çabasını ifade etmektedir. Türkiye bu yeni düzenlemede kritik bir önem taşıyor.
* * *
Türk
burjuvazisi, Körfez krizini aynı zamanda işçi sınıfının fiili önderliğinde yükselen
toplumsal muhalefet hareketini dizginlemek amacıyla da kullanmaktadır.
Körfez krizi
sırasında 115 bin işçi grevdeydi ve bu sayı gittikçe artmaktaydı. İşçiler son
on yılda kaybettikleri ekonomik haklan almakta kararlı oldukları gibi, artık bu
hakların kalıcı olması için demokratik bir takım kazanımların da sağlanması
gerektiğini düşünüyorlar ve bunun gerçekleşmesi için de her şeyden önce “Özal
Hükümeti”nin düşürülmesinin zorunluluğuna inanıyorlardı.
Burjuva hükümet,
daha henüz grevlerin başladığı ilk günlerden itibaren ülkeyi “savaş atmosferi” içine
sokmaya çalışarak, mevcut grevlerin ertelenebilmesi için elverişli bir ortam
yaratmayı planlıyordu. Fakat Zonguldak işçilerinin Ankara’ya yürüyüşü ve bu
yürüyüşün aynı zamanda “savaş aleyhtarı” bir gösteriye dönüşmesi Türk burjuvazisinin
hesaplarını bozabilecek bir olaydı. Bu dalgayı ancak, burjuvaziye sadık
sendikacılar aracılığıyla önce Zonguldak işçilerini yalnız bırakarak, ardından
Ş. Denizer’i “ikna ederek” geriye çekebildiler.
Nihayet bugün
grevler ertelenmiş bulunuyor. Aslında bunun bir grev ertelemesi değil, “grev yasağı”
olduğu da herkesçe bilinmektedir. Artık işçiler bir daha greve çıkamayacak, 60
gün sonra anlaşma sağlanamazsa sözleşme YHK tarafından imzalanacak. Bununsa ne
anlama geldiğini artık Türkiye işçi sınıfı çok iyi bilmektedir.
Burada
saptanması gereken bir başka nokta, işçi sınıfının yoğun bir eylemlilik döneminin
ardından bu “grev erteleme” kararları karşısındaki suskunluğudur. Bir kaç pasif
protesto dışında işçi sınıfının bir karşı çıkışı söz konusu olmamıştır. Topkapı’da,
metal işkolunda küçük çaplı yürüyüşler ve yemek boykotları olmuş, Zonguldak’ta grev
erteleme kararını duyan işçiler sendikaya bu durumu görüşmeye gitmişler,
sendikacıların “çalışacağız” demeleri üzerine sessizce yeraltına inip çalışmaya
başlamışlardır.
Bu bize işçi
sınıfı eyleminin zayıf yanı hakkında bir somut bilgi vermektedir. İşçi sınıfı henüz
örgütsel olarak sendikal örgütlülüğü aşamamıştır. Eylem biçimlerinde barışçıl
yöntemlerin dışına henüz çıkamamaktadır. Sendikacılar ise işçi hareketinin bu
düzeyde kalması için özel bir caba harcamaktalar. “Grev ertelemeleri”
karşısında sendikalar Danıştay’a başvurmaktan öte bir tepkiyi düşünmek bile istemiyorlar.
Türk
burjuvazisi, Körfez savaşını işçi sınıfının toplu iş sözleşmelerinde kısmen
kazanmış olduğu hakları zamlarla yeniden almaktan öte, ayrıca savaşın ek
faturasını da işçi ve emekçi kesimlerden çıkarmak için kullanıyor. Özellikle
KİT ürünlerine ardı ardına gelen zamlar, adeta bir savaş vergisi işlevini görmektedir.
Elektrik, şeker, demir-çelik, kağıt, tekel ve ulaşım alanındaki zamlarla
enflasyon bir tırmanışa geçmiş bulunmaktadır.
İşçi sınıfının
sağladığı nispi ekonomik kazanımları etkisizleştirmenin diğer bir yöntemi de,
Körfez krizinden bu yana başvurulan toplu tensikatlardır. Körfez krizinden bu
yana 200 bine yakın işçi işten çıkartılmıştır. İşten çıkarmaların bir boyutunun
asgari ücretle yeni işçi alarak işverenin “ekonomik yükten” kaçınması
oluşturuyorsa, hiç kuşkusuz diğer önemli boyutunu da öncü işçilerin fabrikalarından
uzaklaştırılması oluşturmaktadır. İşverenlerin işten çıkarmalarda bunu gözettiği
acıktır.
İşçi sınıfı,
Kürt halkı ve diğer emekçi kesimler üzerinde amansızca bir terör uygulayan Türk
burjuvazisi, bir yandan da 141 -142, Kürtçe konuşma serbestisi gibi, aslında
ciddi hiç bir değişiklik getirmeyen yasal değişiklik önerileriyle “demokrat” gözükmeye
önem veriyor.
Türk
burjuvazisini bu özeni göstermeye iten nedenlerden biri, işçi sınıfı ve diğer
toplumsal muhalefet odaklan ile Kürt halkını bu tip gündemlerle bölmeye
çalışmak ve tereddüde düşürmekse, diğer nedeni de Batı dünyası ile bir bütünleşme
fırsatı yakalamış olan burjuvazinin bu pratik bütünleşmeden AB’ye girme
konusunda bazı ek olanaklar çıkarma hevesidir. (1991)
Yorumlar
Yorum Gönder