Dış Basın Bülteni 14.10.2016

ECONOMIST: “TÜRKİYE-AB ÜYELİĞİ ŞAKA GİBİ AMA BU GİRİŞİMİ ÖLDÜRMEYİN”
Economist dergisi, Türkiye’nin AB üyelik sürecini ele aldığı haberinde, “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olma girişimi kötü bir şaka, ama bu girişimi öldürmeyin” dedi.

Haber analizine Türkiye’deki iki genç kadını anlatarak başlayan İngiliz Economist dergisi, “Kadınlar, Türkiye’nin korku dolu bir yer olması nedeniyle, hiç çocuk sahibi olmamaya karar verdiler. Temmuz’daki darbe girişiminden sonra girişilen misillemeler ve tasfiyeler arasında demokrasi ışıkları sönüyor. Her hafta yeni tutuklama, görevden alma dalgaları yaşanıyor ve hiç kimse muaf olmadı. Resmi paranoya iyice absürtleşti. Bir ders kitabında bulunan geometri sorusundaki F ve G harfleri çıkartıldı. Bir akademisyen de ‘Herkesin ödü kopuyor’ dedi” şeklinde kaydetti.


‘Bu kadınlar kaygılarını paylaşan Avrupa Birliği’nden destek bekleyebilirler mi?’ sorusunu soran İngiliz dergisi, “Çok zor. Avrupa’nın ikiyüzlü olduğunu, terör saldırılarının ardından dayanışma beklerken, darbe girişiminden sonra bunu hiç göstermediklerini söylüyorlar. Bu duyguları toplumun geniş kesiminde paylaşılıyor. Sadece Charlamagne’nın dolaştığı, hükümet yanlısı Fatih semtinde de değil. Kadınlar, Recep Tayyip Erdoğan’dan şikâyetlerini dile getirirken, kentin öbür yanında, Türkiye’nin öfkeli Cumhurbaşkanı ‘bize hala insan hakları veriyorlar’ dediği ülkeleri, demokrasi feneri ülkeler Azerbaycan, Venezuela ve Rusya’nın liderlerinin önünde yerden yere vuruyordu. Erdoğan ve Vladimir Putin, Türk akım projesini canlandırma taahhüdü verdi” diye yazdı.

Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin bu kadar kötü olduğu bir dönemi hatırlamanın zor olduğunun söylendiğini kaydeden Economist, “Türkler de haklı olarak 270 kişinin öldüğü, seçilmiş bir cumhurbaşkanının neredeyse devrildiği ve Ankara’da parlamentonun bombalandığı darbe girişiminden sonra AB’nin gösterdiği miskin desteğe öfkeli. Erdoğan taraftarı olmayan Türkler bile Avrupalıların darbenin başarıya ulaşmasını istediğinden şüphelendiler. Avrupalılarsa, Erdoğan vidaları sıkarken, diplomatik terbiyelerini korumaya uğraşıyor. ‘Geçen yıl, mültecileri uzak tutması için Türkiye’ye rüşvet vermek yeterince kötüydü’ diyorlar. Daha kötüsü, Türkiye AB’yle katılım müzakereleri yapıyor. Katılım sürecinin, aday ülkeleri Avrupa normlarına yaklaştırması gerekiyor. Ancak sultan olma heveslisi lideriyle Türkiye, diktatörlük bataklığına sürükleniyor. Türkiye hiç üyeliğe yakın olmadı. Ama bir süre, bunun önemi yoktu. Müzakerelerin 2005’te başlamasından önce Erdoğan üyelik vizyonunu, ölüm cezasını kaldırmak, Kürtçe yayınlara izin vermek ve işgüzar orduyu kışlalarında tutmak için kullandı. İhracatçılar, Avrupalı şirketler ve yatırımcılarla daha yakın ilişki ihtimalini düşünerek ellerini ovuşturdu. Almanya Başbakanı Angela Merkel, Türkiye’nin imtiyazlı ortaklığa razı olması gerektiğini söylerken, AB’nin eski Sovyet bloğuna genişlemesine sevinen diğerleri, genişlemenin gücünün dev komşularını içerden dönüştüreceğine inanıyordu” ifadelerini kullandı.

Artık kimsenin bu iddiada bulunmadığını, Erdoğan’ın yıllarca gazetecileri hapse attığını, adalet sistemini bozduğunu ve yolsuzluğun büyümesine izin verdiğini belirten Economist, “Türkiye’nin AB üyeliğini zaten hiç istemeyen Avusturya’nın müzakerelere son verilmesini istediğine ve tekrar Fransa Cumhurbaşkanı olmak isteyen Nicolas Sarkozy’nin de AB’nin Türkiye’ye Asya’ya ait olduğunu söylemesi gerektiği yönündeki sözlerine dikkat çeken Economist, “Erdoğan da "Yunanistan’ın Ege adaları üzerindeki genişleme hırslarının sinyalini verdikten birkaç gün sonra parlamentoda Türkiye ve AB’nin artık oyunun sonuna gelmesi gerektiğini söyledi” dedi.

 

 

“Tarafların çıkarları şimdi başka yerde. Türkiye enerjisini Kürtlerin, sınırlarında bir devletçik oluşturmasını durdurmaya ve Gülencilerin geniş uluslararası bağlarını zayıflatmaya odakladı” diyen haftalık İngiliz dergisi, “Türkiye sessizce AB’den uzaklaşıyor ve ortak kültür ve eğitim kurumlarından çıkıyor. Avrupalılarsa Türkiye’nin AB’ye girmesinin oy verenler arasındaki zehirli etkisinden korkuyor. Bütün bunlara yorgun gözlerle bakan AB yanlısı Türkler başka bir ilişki modeli olup olmaması gerektiğini merak ediyor. Peki, fişi çekme zamanı mı artık? Bu cezbedici ama hayır. Darbeden sonra, kredi notları düşen ve yatırımların donduğu Türkiye, en büyük ticari ortağına sırtını dönmeyi kaldıramaz. Erdoğan, tüm o konuşmalarına karşın, istikrarsızlık güney sınırlarını sararken büyük ihtimalle Avrupa’yla bağlarını kesmeyecektir. Avrupalılar Erdoğan’la terbiyeyle oynamaktan nefret ediyor ama ilişkiler kesildiğinde içgüdülerinin onu nereye götüreceğinden korkuyorlar. Şüpheciler, Erdoğan’ın artık iktidarda olmayacağı günün çok uzak olduğunu düşünüyor olmalı. Daha mutlu bir dönem gelirse, komadaki bir hasta her zaman uyandırılabilir” şeklinde kaydetti.

Dergi şöyle devam etti:

“Her iki taraf da terörle mücadeleden göçe yakın vadeli sorunlarını görmezden gelemeyeceğini söylüyor ve AB ile Türkiye’nin acilen yeni birlikte çalışma yollarına ihtiyacı olduğunu belirtiyor. Bunun için de yılda iki kez yapılacak zirvelerin iyi bir başlangıç olabileceği vurgulanıyor. Mülteci anlaşmasının da gelecekteki işbirliği için bir model olabileceği vurgulanıyor. Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi için bir anlaşma, ki bu ulaşılabilir mesafede bir başka model olabilir. Türkiye AB’nin vizesiz seyahat koşullarını karşılarsa ki bir Avrupalı bürokrat bunun gayet başarılabilir bir şey olduğunu söylüyor, Fransa ve Avusturya gibi ülkeler sırf inatlarından bu anlaşmayı bloke etmemeli. AB’ye katılımın Avrupa’nın özgürlük ve demokrasi ideallerini, bunların pek görülmediği bölgelere genişletme süreci olması gerekiyordu. Türkiye’ninkinde bu, hastaların bırakmasının çok tehlikeli olduğu bir uyuşturucuya dönüştü. Görünür gelecekte Türkiye AB’nın sorunlu, fevri ama vazgeçilmez bir komşusu olacak. Avrupalılar bir derece ikiyüzlülüğü yutmak zorunda kalacak”.

 

 


FINANCIAL TIMES: “TÜRKİYE-RUSYA YAKINLAŞMASI SURİYE DİNAMİKLERİNİ DEĞİŞTİRDİ”

Financial Times, Türkiye ve Rusya arasındaki yakınlaşmanın Suriye’de cephedeki dinamikleri değiştirdiği yorumunu yaptı.

Financial Times gazetesi; David Gardner imzalı haberinde, “Türkiye ve Rusya arasındaki yakınlaşma Suriye’de cephedeki dinamikleri değiştirdi. Doğu Halep’teki muhalifler Rus bombardımanı ve İran’ın destek verdiği milislerin karadan saldırılarıyla yenilecek gibi görünüyor. Böylece Rus lider Vladimir Putin istediğini alıp, Rusya’nın ABD’nin karşısında bölgesel ve küresel bir rakip olarak rüştünü gösterecek. Bu sonucu getirecek olan sadece Putin’in acımasızlığı değil, Türkiye’nin Rusya ve bir ölçüde İran’la yakınlaşması oldu. Beş yıldır devam eden savaş boyunca, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Esad yönetimini devirmeye çalıştı. Esad karşıtı isyancı güçlere destek verdi ve cihatçı gönüllülerin Türkiye’yi Suriye’ye saldıralarda bir rampa gibi kullanmalarına izin verdi. Bu keskin odaklanmışlık, özellikle Temmuz’da Erdoğan’a karşı düzenlenen şiddet dolu darbe girişiminden sonra Ankara daha acil sorunlarla karşılaşınca zayıflamaya başladı. Türkiye’nin şimdi Suriye’deki başlıca amacı, Kürt savaşçıların sınırın güneyinde otonom bir bölgeyi pekiştirmesi. Ankara Suriyeli Kürtlerin, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki üslerinden güneydoğu Türkiye’de bir isyan yürüten müttefikleriyle bağlantı kurmasından korkuyor. Ankara sonunda ülkedeki IŞİD hücrelerini ve sempatizanlarına karşı harekete geçmeye ve cihatçıları sınırlarından sürmeye başladı. Erdoğan bu karmaşık askeri hamleyle girişmeden önce Putin’le barıştı” dedi.

 

 

Türk yetkililerin, Rusya’yla bu sıcak ilişkilerin Halep’in veya Suriye’deki isyanın sonu anlamına gelmediğini söylediğini aktaran David Gardner, “Ancak bu kendi Kürt azınlığının üzerine giden, Suriye’nin bir diğer uluslararası hamisi İran’la doğrudan olmayan bir ilişkiye uzandı” ifadelerini kullandı.

Üst düzey bir yetkilinin, ‘Komşuyuz ve birlikçe birçok şey yapabiliriz’ şeklindeki sözlerinide aktardığı haber analizine şöyle devam etti:

“Bu yeni denklemdeki bir element, Türkiye’nin Nato üyesi ve AB’ye aday ülke olmasına karşın, Moskova ve Tahran’ın Temmuz’daki darbe girişimini Washington ve birçok Avrupa başkentinden daha hızlı kınamasıydı. Ancak Suriye konusunda Türkiye uzun süre önce Batı’nın ana akım Sünni isyancıları terk ettiği sonucuna vardı. ABD, görev süresinin sonuna gelen bir Başkana sahip ve seçim yarışıyla dikkati dağılmış halde. Sadece IŞİD’e odaklanıp, Suriyeli Kürt milisleri vurucu kuvvet olarak kullanarak Ankara’yı kızdırdılar. AB, Rusya’yı Suriye’de yaptıkları için cezalandırmayı düşünebilir ama Kırım’ın ilhakı ve Ukrayna’ya müdahale için koyduğu ambargoları yılsonunda uzatmakta zorlanabilir”.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


WASHINGTON POST: “NATO MÜTTEFİKLERİNİ DEMOKRASİ YADA DİKTATÖRLÜK  HER DURUMDA DESTEKLEYECEK”

Washington Post gazetesi, 15 Temmuz sonrası yaşanan gelişmeleri irdeleği haber analizinde, Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması çağrılarına ilişkin olarak “Tarih bir rehber ise eğer, ABD, 70 yıldır yaptığını yapmayı sürdürecek, yani NATO müttefiklerini, demokrasi olsun diktatörlük olsun, başından sonuna kadar desteklemeye devam edecek” diye yazdı.

“Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı’nın (NATO) ana bir ilkesi üye devletlerin demokratik değerlere bağlılığıdır. Bu nedenle, uzun bir süre NATO üyesi olan Türkiye’nin 15 Temmuz darbe girişimi sonrası bazı hukuki korumaların askıya alınmasından sonra ne olacak?” diyen ABD’li gazete,“Türkiye’de darbe girişiminin ardından devlet organlarında, finansal sektör ve üniversitelerde gerçekleştirilen yoğun görevden almalar Türkiye’nin modern tarihinin en büyük temizliği oldu” şeklinde kaydetti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Avrupa’nın darbe girişimine yanıtını eleştirmesine ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le buluşmasına dikkat çeken Washington Post, “Suriye ile ilgili görüş ayrılıklarına rağmen Erdoğan’ın Putin ile daha yakın bağları amaçlaması dikkat çekici bir gelişme oldu. Bu arada Türkiye’nin perspektifi açısından NATO ve Batı dayanışma sınavında başarısız oldu. ABD’nin Gülen’i iade edeceği yönünde söz vermemesinden sonra iki ülke arasında önemli gerginlikler sürüyor” dedi.

Bazı analistlerin Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması yönünde taleplerine de yer veren Washington Post, “Ancak Erdoğan’ın gittikçe artan otoriter tutumu, Türkiye’nin NATO’dan kovulması için gereken zemin sağlayamabilir. Örneğin  ABD geçmişte defalarca hem NATO içinde hem de dışındaki otakratlara destek verdi. Dominik Cumhuriyeti, Filipinler, Güney Kore’deki rejimler bunlardan bazıları.  Demokratik gerekliliklere rağmen ABD-Türkiye ittifakını bozulması veya Türkiye’nin NATO’dan kovulması için açık bir tarihi emsal bulunmuyor. Tarih bir rehber ise eğer, ABD, 70 yıldır yaptığını yapmayı sürdürecek, yani NATO müttefiklerini, demokrasi olsun diktatörlük olsun, farketmez, başından sonuna kadar desteklemeye devam edecek”

 

 

ANKARA İÇİN OCAK 2017’YE RANDEVU

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde (AKPM) Türkiye’de 15 Temmuz sonrası yaşanan gelişmeler tartışıldı. AKPM, Türkiye ile ilgili bir karar almak için 2017’ye kadar gelişmeleri izleyecek.

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nu ağırladıktan bir gün sonra Türkiye’deki gelişmeler hakkında olağanüstü bir genel kurul oturumu düzenledi. Karar metni olmayan oturum sonunda, Türkiye’deki gelişmelerin Ocak 2017’de değerlendirilmesi konusunda genel bir mutabakat oluştu.

Bünyesinde 18 Türk parlamenterin de üye olduğu AKPM, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Türkiye’deki gelişmelerle ilgili ilk genel kurul oturumunu bugün Strasbourg’da düzenledi.

 ‘Darbe Girişimi Ortamında Türkiye’deki Durum’  başlıklı oturumda siyasi gruplar adına yapılan konuşmalarda darbe girişimi kınandı. Muhafazakar ve Hristiyan Demokrat gruplar Türk hükümetine yönelik daha anlayışlı bir dil kullandı. Sol ve liberal gruplar ise darbe girişimi sonrası “hukuk devletinden sapıldığı” mesajları verdi.

Muhafazakar Grup adına konuşan Türk parlamenter Suat Önal, darbe girişimini “Askeriyenin içerisinde kendisini gizlemiş ve kendini kainat imamı olarak niteleyen Fethullah Gülen’e iradesini robotik bir şekilde teslim etmiş bir kısım generalin demokrasiye müdahalesi” olarak tanımladı. AKPM’yi darbe girişimine karşı dimdik duran Türkiye’ye sahip çıkmaya çağırdı.

Hristiyan Demokrat Grup adına konuşan Macar parlamenter Zsolt Nemeth,Türkiye’nin Suriye ve sığınmacılar sorunu gibi dosyalarda Avrupa için ‘kilit ülke’ olduğunu, sorunlar yaşandığını, bu sorunların Avrupa Konseyi’nin arabuluculuğunda diyalogla çözümlenmesi gerektiğini söyledi.

 

Sol Grup adına konuşan Türk heyeti üyesi Hişyar Özsoy, Türkiye’de tüm siyasi partilerin darbe girişimine karşı çıktığını, bu girişimin Türk toplumunu demokratikleştirmek için bir fırsat olabilecekken hükümetin Başkan Erdoğan’ın arzusu üzerine Türkiye’yi yeniden şekillendirmek için karşı darbe yolunu seçtiği görüşünü dile getirdi.

Sosyal Demokrat Grup adına konuşan İspanyol parlamenter Soraya Rodriguez Ramos darbe girişimi sonrası Türkiye’de yaşananları kaygı verici olarak tanımladı. Darbenin lanetlenip, Türk halkıyla dayanışma gösterilmesi gerektiğine vurguda bulundu. Buna karşılık OHAL kapsamındaki endişelerin dillendirilmesi gerektiğini belirtti. Parlamenter dokunulmazlığı, masumiyet karinesi, adil yargılanma gibi ilkelere riayet edilmesi gerektiği görüşünü dile getirdi.

Liberal Grup adına konuşan İsviçreli parlamenter Doris Fiala, “Erdoğan Türkiyesi otokratik yönetimiyle bizim demokratik değerlerimizden uzaklaşmıştır. Darbe girişimini kınıyoruz ama sorumlular demokratik yöntemlerle cezalandırılmalı, diktatoryal yöntemle değil” şeklinde konuştu.

AKPM üyesi bir grup parlamenterin, darbe girişimi sonrası hukuk devleti ve temel insan hakları alanında yaşananlar nedeniyle Türkiye’nin yeniden siyasi denetim sürecine alınması için yaptıkları çağrı çoğunluk tarafından benimsenmedi. Bu konuda 25 parlamenter tarafından hazırlanan bir karar teklifini önümüzdeki günlerde ele alacak.

Ancak AKPM üyelerinin bu teklifi kabul etmeleri şimdilik beklenmiyor. AKPM’de çoğunluk, Türkiye’deki gelişmelerin yakından takip edilmesi ve Ocak 2017’deki AKPM genel kurul oturumlarında gözden geçirilmesi konusunda ilkesel olarak mutabık kalmış görünüyor.

AKPM böylece Türkiye’ye gayri resmi olarak 3 ay süre vermiş oldu. Gelişmeler ışığında Türkiye’nin AKPM’de yeniden denetim sürecine alınması Ocak ayından itibaren gündeme gelebilir. O tarihe kadar Avrupa Konseyi’ne bağlı Venedik Komisyonu, Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi ve Avrupa İnsan Hakları Komiseri’nin darbe girişimi sonrası gelişmelerle ilgili olarak raporlar yayımlamaları bekleniyor.

Türkiye şu anda AKPM’nin ‘Denetim Sonrası Diyalog Süreci’nde tutuluyor. 2004 öncesi olduğu gibi yeniden denetim sürecine alınmasının, AB cephesinde “Kopenhag siyasi kriterleri” olarak adlandırılan temel değerleri yerine getirmeyen bir ülke olarak anılmasına neden olacağı yorumları yapılıyor.

Öte yandan, Türkiye oturumunun ardından AKPM genel kuruluna seslnenen Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier de darbe girişimini kınadı. Türkiye’nin kanlı bir darbe girişimiyle sarsıldığını ve anayasal kurumlarının darbe aldığını hatırlatan Alman bakan, “Cesur bir sivil toplum karşısında saygımız büyük. Darbe girişiminin üzerine yoğun biçimde gidilmesi meşrudur. Ancak bunun hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde yapılması gerektiğinin altını çizmek istiyorum” ifadelerini kullandı. Steinmeier, Avrupa Konseyi’nin Türkiye ile diyaloğuna da destek verdi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


BM’DEN MUSUL UYARISI

Birleşmiş Milletler ve yardım örgütleri  Musul’a düzenlenmesi planlanan operasyonun yeni bir mülteci dramına yol açabileceği uyarısında bulundu.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), Musul’a düzenlenecek bir operasyonun 700 bin kadar insanın evlerinden kaçıp insani yardıma muhtaç duruma düşmesine yol açabileceğini bildirdi.

Şu anda acil durum kamplarında sadece 51 bin kişilik yer bulunduğunu kaydeden Norveç Mülteci Konseyi adlı yardım kuruluşunun sözcüsü Karl Schembri, inşa edilen ya da inşa edilmesi planlanan kamp yerlerinin ise 230 bin kişiyi kapsadığını söyledi.

Schembri, “Bu büyük bir açık. Şu anda böyle bir insan akını olursa, durum çok kaotik olacaktır” dedi.

Bazı acil durum kamplarının cepheye çok yakın olduğunu kaydeden Schembri, bu nedenle yardım ekiplerinin buralara ulaşamadığını belirtti.  Schembri, “Yıllardır orada yüz binlerce evinden uzakta insan var ancak yeterli maddi kaynaklarımız yok. Irak sadece güvenlik konularıyla ilgili ele alınıyor” şeklinde konuştu.

UNHCR, Musul’daki mültecilerin bakımı için 200 milyon dolara ihtiyacı olduğunu ancak sadece üçte birine sahip olduğunu duyurdu.

Musul, radikal İslamcı terör örgütü IŞİD’in son büyük kalelerinden biri. Şu anda farklı kuvvetlerden oluşan ittifak, kenti kurtarmayı planlıyor. Operasyona kimlerin katılacağı ve nasıl olacağına dair hazırlıklar sürüyor.

 

 

 

DEUTSCHE WELLE: “TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİNDE YAKINLAŞMA

İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz, 23. Dünya Enerji Kongresi’ne katılmak için İstanbul’a geldi. Ankara da yakında İsrail’e büyükelçi atanacağını açıkladı.

Alman yayın kuruluşu Deutsche Welle’ye göre, İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz İstanbul’da Türk mevkidaşı Berat Albayrak ile bir araya geldi. Görüşmeyle ilgili basın toplantısında Steinitz, Enerji Bakanı Berat Albayrak ile İsrail doğal gazının Türkiye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması imkanı üzerine konuştuklarını söyledi.

İsrail Enerji Bakanı Steinitz iki ülkenin "acil bir diyalog” başlatma arzusunda olduğunu belirtti. Steinitz, ülkesinin enerji alanında her ne kadar Ürdün, Mısır, Kıbrıs ve Yunanistan’la işbirliği içinde olsa da "Türk seçeneğinin son derece önemli” olmaya devam ettiğini ifade etti. Türk firmalarının İsrail enerji sektöründe taahhüt altına girmesinin sevindirici olduğunu belirten Steinitz, Albayrak ile yaptığı görüşmenin Türkiye ile İsrail arasında başlayan "normalleşme sürecinin” bir işareti olduğunu kaydetti.

İsrail Akdeniz’deki kıta sahanlığı içinde yer alan Leviathan gaz yataklarını işletmek için uluslararası partnerlere ihtiyaç duyuyor. Yeraltı zenginlikleri az olan İsrail’in bu yataklar aracılığıyla önemli bir ihracatçı konumuna yükselebileceği tahmin ediliyor.

Türkiye-İsrail ilişkilerinde normalleşme süreciyle ilgili bir açıklama da Türkiye Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’dan geldi. İsrail Büyükelçiliğine getirilecek ismin belirlendiğini belirten Kalın “Bu sürecin tamamlandığını söyleyebilirim. Dışişleri Bakanlığımız konuyla ilgili vakit geldiğinde gerekli açıklamayı yapacaktır. Zannediyorum 1 hafta, 10 gün içerisinde büyükelçilerin karşılıklı olarak atanması süreci de tamamlanmış olacak” diye konuştu.

İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkiler Mayıs 2010’da derin bir krize girmişti. Türkiye’den yola çıkan ve İsrail ablukasındaki Gazze’ye yardım malzemeleri götüren Mavi Marmara gemisine uluslararası sularda İsrail ordusu tarafından müdahale edilmiş, bu müdahalede 10 Türkiye vatandaşı hayatını kaybetmişti. Olay sonrasında iki ülke karşılıklı olarak büyükelçilerini çekmiş, ilişkiler altı yıl sonra haziran ayında tekrar normalleşmeye girmişti. İsrail hayatını kaybedenlerin yakınlarına 20 milyon dolar tazminat ödemeyi kabul etmiş, Ankara’nın Gazze Şeridi’ne ablukanın kaldırılması talebini ise kabul etmemişti. Bununla birlikte Türkiye’nin İsrail limanları üzerinden bölgeye yardım götürmesine izin verilmişti.


ALJAZEERA: “İSRAİL VE TÜRKİYE’DEN GAZ İÇİN İLK ADIM”

El Cezire, Dünya Enerji Zirvesi dolayısıyla İstanbul’a gelen İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz ile Enerji Bakanı Berat Albayrak arasında yapılan görüşmeye ilişkin, “Bu gaz için ilk adım” dedi.


Katar merkezli El Cezire, Dünya Enerji Zirvesi dolayısıyla İstanbul’a gelen İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz ile Enerji Bakanı Berat Albayrak arasında yapılan görüşmenin gaz için ilk adım olduğu yorumunu yaptı.

El Cezire, “Normalleşme adımlarının atılmasının ardından Türkiye ile İsrail arasında bakanlar düzeyinde ilk temas sağlandı. İsrail gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması ele alındı. Türkiye’nin Gazze ve Cenin’de inşa edeceği iki elektrik santrali de görüşme gündemindeydi”  şeklinde kaydetti.

 

 

 

 

 

 

 

KOLOMBİYA’DA ATEŞKES UZADI

Kolombiya hükümeti, Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) ile ateşkesi yıl sonuna kadar uzattı. FARC’ın anlaşmada değişiklik yapılmasını kabul edip etmeyeceği ise henüz bilinmiyor.

Deutsche Welle’ye göre, Kolombiya’da barış süreci için çabalar sürüyor. Kolombiya hükümeti son olarak Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) ile ateşkesi yıl sonuna kadar uzattığını bildirdi.

Kolombiya Devlet Başkanı Juan Manuel Santos, “31 Aralık son ültimatom değil ancak barış anlaşması konusundaki yeni müzakereler ivedilikle ilerlemeli. Zaman, barış ve yaşamın aleyhine işliyor” dedi.

Hükümet ve FARC, yıllardır devam eden ve 220 binden fazla insanın hayatını kaybettiği çatışmaların sonlandırılması için bir anlaşma imzalamıştı.

Anlaşmanın karşıtları, FARC’ın siyasi yaşama katılması ve FARC üyelerine çok hafif cezalar verilmesi planlarını eleştiriyor.

Taraflar arasındaki müzakereler devam ediyor. Hükümet yetkilileri ile FARC temsilcileri Küba’nın başkenti Havana’da yeni görüşmeler için bir araya geldi. Ancak gerilla temsilcilerinin anlaşmanın en can alıcı noktalarında değişiklik yapılmasını kabul edip etmeyeceği bilinmiyor.

Kolombiya’da barış anlaşması konusunda yapılan referandumda, halkın yüzde 50,21’i ‘hayır’ demişti.

Barış sürecinin tehlikeye girmesini istemeyen binlerce barış yanlısı gösterici perşembe günü Kolombiya sokaklarında bir kez daha barış çağrısı yaptı.
Bu hafta içinde ikinci kez düzenlenen protesto gösterisinde, çiftçi, öğrenci ve yerli aktivistlerden oluşan barış yanlıları barış sürecine bağlı kalınmasını tale

 

 

 

 

 

 

 

 


 
 
 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-