KEMALİSTLER VE KÜRTLER NEDEN BİRLEŞMEK ZORUNDA?
Kürt sorununu çözmeden
Türkiye çağdaş, demokrat, laik, özgürlükçü ve eşitlikçi bir toplum haline
gelebilir mi?
Uzun yıllar denenen ve bugün AKP eliyle yeniden devreye sokulan savaş politikalarıyla Kürt sorunun -herhangi biçimde olsa bile- çözümü olanaklı mıdır?
Sol, sosyalist, sosyal demokrat, Kemalist çevreler bu soruna duyarsız kaldıkça, dahası savaş politikalarına vagon oldukça, aslında ve aynı zamanda küresel güçlerin ve/ya iç gericilerin çözümüne de vagon olmuş olmuyorlar mı?
Eğer eski ve bugünkü durum sürdürülemez nitelikteyse -ki aklı başında hiç kimse sürdürülebilir olduğunu düşünmüyor- geriye sistem içinde üç olası çözüm kalıyor...
Birincisi, Birleşik Cumhuriyeti etnik/mezhepsel temelde ayrıştırmaya dayalı "küresel çözüm"... Zira küresel egemenler açısından "küçük güzeldir"...
İkincisi, AKP'nin hayali olan "Sünni İslamcı çözüm"... Bazı etnik kimliksel tavizler eşliğinde Kürtleri neo Osmanlı bir "Sünni Devlet"ine payanda kılmak...
Ve üçüncüsü, laik, emekten yana, eşitlikçi ve özgürlükçü bir Cumhuriyet ortak temeli üzerinde anlaşmak... Ve bu ortak temel ekseninde Kürtlerin tüm temel kimliksel haklarını tanımak...
Sorun şudur:Sol çevreler ve Kemalistler bu çözümlerden hangisinden yana olacaklardır.
Zira en azından yakın vadede başkaca bir yol yoktur...
Ve bu sorunun "orta vadeye" havale edilmesi de mümkün gözükmemektedir.
Uzun yıllar denenen ve bugün AKP eliyle yeniden devreye sokulan savaş politikalarıyla Kürt sorunun -herhangi biçimde olsa bile- çözümü olanaklı mıdır?
Sol, sosyalist, sosyal demokrat, Kemalist çevreler bu soruna duyarsız kaldıkça, dahası savaş politikalarına vagon oldukça, aslında ve aynı zamanda küresel güçlerin ve/ya iç gericilerin çözümüne de vagon olmuş olmuyorlar mı?
Eğer eski ve bugünkü durum sürdürülemez nitelikteyse -ki aklı başında hiç kimse sürdürülebilir olduğunu düşünmüyor- geriye sistem içinde üç olası çözüm kalıyor...
Birincisi, Birleşik Cumhuriyeti etnik/mezhepsel temelde ayrıştırmaya dayalı "küresel çözüm"... Zira küresel egemenler açısından "küçük güzeldir"...
İkincisi, AKP'nin hayali olan "Sünni İslamcı çözüm"... Bazı etnik kimliksel tavizler eşliğinde Kürtleri neo Osmanlı bir "Sünni Devlet"ine payanda kılmak...
Ve üçüncüsü, laik, emekten yana, eşitlikçi ve özgürlükçü bir Cumhuriyet ortak temeli üzerinde anlaşmak... Ve bu ortak temel ekseninde Kürtlerin tüm temel kimliksel haklarını tanımak...
Sorun şudur:Sol çevreler ve Kemalistler bu çözümlerden hangisinden yana olacaklardır.
Zira en azından yakın vadede başkaca bir yol yoktur...
Ve bu sorunun "orta vadeye" havale edilmesi de mümkün gözükmemektedir.
Etnik
sorun da üç seçenek...
Etnik sorunların çözümünde tarih bize önümüzde üç seçenek
olduğunu gösteriyor. Asimilasyon, entegrasyon ve ayrılma...
Bunlar içinde en kötü seçenek asimilasyondur... Zira insanlığa
ait bir dil ve kültürün yok sayılmasını/edilmesini amaçlar. Evrensel insanlık
değerleri bakımından kabul edilemez bir seçenektir. İkinci kötü seçenek
ayrılmadır. Zira insanlığın bir bütün olarak entegrasyona, kaynaşmaya doğru
akan istikametinden bir sapmadır. Ama bir arada yaşama olanağı ve istencinin şu ya da bu nedenle tükendiği koşullarda kaçınılmaz
bir seçenek haline gelir. Bu anlamda Wilson prensiplerinde yer alan ve genelde
de kabul görmüş bir "hak"tır. Lenin'in de değişik kapsam ve anlamda
"ayrılma hakkı"nı sosyalist ilkeler arasında saydığını biliyoruz.
Entegrasyon en iyi seçenek gibi gözükmektedir. Zira demokrasi ve özgürlük
sınırları içerisinde bir oydaşmaya dayanır. Bir "gönüllü birlik"
özelliği taşır.
Dikkat edilirse "çözüm" yerine "seçenek"
ifadesini kullandım. Daha iyi ve kötü
seçenekler vardır ama insanlık tarihi-en azından henüz- bu sorunun kesin
ve ideal çözümünü bizlere sunmuş değildir.
Ve/fakat bizlere kesin ve özgürlükçü çözümü sunmayan tarih,
birlikte yaşam için neyin çözüm olmayacağını çok net biçimde ortaya
koymuştur/koymaktadır: Savaş... Savaş birlikte yaşam umudu ve isteğini
dinamitler. Düşmanlaşma ve ayrılığı besler...
Entegrasyon neden en
iyi seçenektir?
Evet emperyalist ülkeler etnik/mezhepsel ayrılıkları kaşıyorlar.
Evet SSCB, Yugoslavya, Çekoslovakya gibi trajik örnekler var önümüzde. Ama
deneyimler yine de etnik haklara baskı uygulayan; etnik, dinsel, mezhepsel
asimilasyon politikaları izleyen ülkelerin çok daha fazla iç savaş ve bölünme
tehdidiyle karşı karşıya kaldığını gösteriyor.Türkiye bütün bir tarihi ile
bunun en somut örneğidir. Kürtler ve Alevilerin temel taleplerini baskı altına
almak, temel insan haklarına aykırı olması bir yana, "kullanışlı" toplumsal
fay hatlarının oluşmasına da yol açmaktadır.
Tam da benzer bir durumda olan İspanya ve hatta ulus devletin
simgesi Fransa etnik sorunların zaman içinde süreğen bir krize dönüşmesiyle hem
çok dilli bir toplum olmayı hem de özerk bölgelere dayalı bir idari rejime
geçmeyi benimsediler. Örneğin 1975 yılında İspanya'da on yedi ayrı özerk bölge
oluşturuldu. Çok dillilik Anayasal güvenceye kavuşturuldu. Fransa, özerklik
yasası çıkararak 26 ayrı özerk idari birim saptadı. Bu birimleri bölgelere tanınan
yetki sınırları çerçevesinde bir başkan ve
bir yönetici organ yönetiyor. Geçmişte var olan etnik gerginlikler ve
ayrılık eğilimi belirgin biçimde azaldı bu ülkelerde.
Amerika kıtasına baktığımızda da Kanada Konfederasyonu, Meksika Birleşik
Devletleri, ABD vb. örnekler çıkıyor karşımıza. Hatta Kanada'nın en büyük ve en
gelişmiş eyaletlerinden olan, yanı sıra Kanada'da Fransızcanın İngilizce'nin yanı sıra resmi
dil olduğu tek eyalet olan Quebeck'te 1980
ve 1995 yıllarında ayrılmak için referandumlar düzenlendi. Referandumlarda ayrılık kararı çıkmadı
ama oylar birbirine çok yakındı. Buna karşın ne savaş var Kanada'da, ne de
ciddi bir etnik kriz vb.
Kemalistlerin, sosyal demokratların ve Kürtlerin bir entegrasyon çözümünde
uzlaşmaları olanaklı mıdır?
Son on-on beş yıldır yaşanan sürece
bakıldığında muhtemelen ilk bakışta şaşırtıcı gelecektir ama bence fazlasıyla
olanaklıdır...
Her şeyden önce şu unutulmaya yüz tutmuş
gerçekleri hatırlatmak isterim. Oy ve kadro menşei olarak iki kesim arasında
köklü bir tarihi birliktelik mevcuttur. Ayrıca yine on-on beş yıla kadar
Kürtler-sosyal demokratlar ve Kemalistler sıklıkla güç birliği yapmaktaydılar.
1990'lı yılların başında Kürt siyasal hareketinin adaylarının -Kemalizm'in
simge isimlerinden İsmet İnönü'nün oğlu- Erdal İnönü'nün başkanlığını yaptığı
SHP çatısı altında seçimlere girdiğini de unutmamak gerek...
Peki ne oldu da açı giderek genişledi?
Kürtlerle Kemalistler ve sosyal demokratlar arasındaki açının
gelişmesinde Kürtlerin de politik taktik hatalarının bir rolü olmuştur ama açık
açık teslim etmek gerek ki, en belirleyici neden DYP-SHP Hükümeti'nin 1990'lı
yılların başlangıcında derin devletin tasallutu altında kalması ve SHP'nin bu
duruma en azından kayda değer bir direniş göstermemesidir.
1990'lar yalnızca Kürtlere yönelik değil, Sivas'ta Alevilere
yönelik bir katliamın gerçekleştiği, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok gibi Kemalist
aydınların siyasi cinayetlere kurban gittiği, sol ve sosyalistlere yönelik
azgın bir terörün uygulandığı karanlık bir dönem olarak tarihe kaydedilmiştir.
Türkiye tarihinde en çok (12 Eylül döneminden bile fazla) faali meçhul,
yargısız infaz ve işkencede ölüm yaşandığı dönemidir bu yıllar.
Kürtler de bu derin devlet operasyonlarından fazlasıyla nasibini
almıştır. Pek çok yasal Kürt siyasetçisi ve sivil Kürt vatandaşlar cinayete
kurban gitmiş; SHP listesinden meclise giren Kürt siyasetçiler mecliste derdest
edilerek hapishaneye götürülmüş, yıllarca cezaevinde yatmış, SHP'nin bu
konudaki tavrı -en hafif deyimle- pasif bir izleyicilik olmuştur.
Tüm bu nedenlerle 90'lı yıllar bütün toplum nezdinde olduğu gibi
-ve doğal olarak en çok da -Kürtlerle sosyal demokrasi ve Kemalizm arasında
ciddi bir kırılmaya neden olmuştur.
İkinci ciddi kırılma ise AKP'li yıllarda yaşamıştır. Sol ve
Kemalist tabanın dış güçlerin Ortadoğu'daki projelerinin aracı, dinsel
gericiliğin temsilcisi ve cumhuriyet için çok ciddi bir tehdit olarak
algıladığı AKP ile Kürtler arasında bazen açık bir ittifak halini de alabilen
yakınlaşma, bu kesimler arasında Kürtlerinde BOP'un ve dinsel gericileşme
projesinin bir parçası olduğu kanaatini beslemiştir. Ulusalcı/milliyetçi
kesimlerce yürütülen yoğun anti Kürt propagandanın bu kesimler arasında etki
bulmasını kolaylaştırmıştır.
Yine aynı süreçte ve tam ters istikamette Kürtler içinde de liberal
islamcı pradigmayı çağrıştıran tek yönlü
bir anti Kemalist söylem yaygınlaşmıştır. Tüm bu gelişmeler kuvvetli köklere
sahip olan Kemalist/sosyal demokrat çizgiyle Kürtler arasındaki yakınlığını
zedelemiş ve aradaki siyasal ve duygusal mesafenin büyümesine yol açmıştır.
Ama gelinen yerde ne Kemalist ve sosyal demokratların amaçları
ne de Kürtlerin istekleri başarıya ulaşamamıştır. Bu iki gücün birbirinden
uzaklaşmasından kazançlı çıkan ise neo Osmanlıcı dinsel gericilik olmuştur.
Kemalistler/sosyal demokratlar ve Kürtler bir kez daha birlikte
harekete zorunlu gözükmektedirler.
Bu ortak hareket
örülemediğinde , gayri ihtiyari de olsa, dıştan küresel emperyalist kuşatmanın
ve içten gerici anti laik kuşatmanın başarıya ulaşmasına destek verilmiş olunmaktadır.
Politikanın iki önemli
verisi: Sınırlılıklar ve Olanaklar...
Bu yazının amacı Kemalistler-sosyal demokratlar ve Kürtler
arasında bir yakınlaşmanın olanaklı ve daha da ötesi bunun artık bir zorunluluk
haline dönüştüğünü ortaya koymaktır. Bu nedenle ve doğal olarak bu doğrultudaki
olanakların ve gerekliliklerin altı özellikle ve kalın kalın çizilmeye
çalışılmaktadır.
Elbette bu sürecin kolay bir süreç olmadığı açıktır ve bu
yazının iddiası da bu şekilde anlaşılmamalıdır.
Tam da bu noktada "politika alanı" üzerine biraz
konuşmak mecburiyeti vardır.
Politika, hem olanakları hem sınırlılıkları hesaba katarak inşa
edilebilir... Bunlardan birini görüp diğerini es geçmek yanıltıcı sonuçlara
götürür. Yani olanaklara işaret edilirken sınırlılıklar, sınırlılıklara işaret
ederken olanakları unutmamak gerekmemektedir.
Ve/fakat güncel siyasi dengelere ve gereksinimlere göre bu
ikisinden birini öne çıkarmak da politikanın doğası gereğidir. Örneğin siz
giderek yükselen bir güçseniz ve tüm diğer yakın siyasal çevreleri yörüngenizde
toplayabilecek bir sıçrama içerisindeyseniz, bu süreci hızlandırmak amacıyla
yakın rakiplerinizin olanakları üzerinde değil sınırlılıkları üzerinde
yoğunlaşırsınız. Zira başarınız "onlar yapamaz, ben yaparım"ı
gösterebilmenize bağlıdır.
Yani bir hareket o konjonktürde emek sorununu, Kürt sorununu,
mezhepsel sorunları, laiklik sorununu vb. tek başına çözebilecek bir niteliksel
ve niceliksel güce ulaşmış, toplum nezdinde yakın bir iktidar seçeneği olarak
algılanmayı başarmışsa, bu koşullarda diğer yakın akımların sınırlılıkları öne
çıkaran bir politika uygulaması doğaldır.
Fakat o konjonktürde başarı ancak dağınık ve giderek de
birbirinden uzaklaşmaya başlamış potansiyel güçleri derlemek ve bir odaklaşma
yaratmak yoluyla olanaklıysa , bu koşullarda izlenen politik hatta komşu
akımlarla ortak noktaların ve olanakların çok daha kuvvetle vurgulanması, öne
çıkarılması gerekir. Kemalistler/sosyal demokratlar ve Kürtler arasında da
bugün bu ikinci türden bir politika ve ilişki söz konusu olmalıyken, aksine her
iki kesimde birbirinin olanaklarına değil, ısrarla sınır ve zaaflarına işaret etmektedir.
Kürtler, hakim liberal/islamcı söylemin de etkisiyle
Kemalistleri ve sosyal demokratları milliyetçi ve asimilasyoncu bir güce
indirgerken, tersinden Kemalistler ve sosyal demokratlarda Kürtleri dış
güçlerle ve gericilerle ittifak yapan bir güce indirgemektedir. Her iki gücün
birbirini böyle değerlendirmesi tümden haksız değildir ve sınırlara ilişkin bir
işarettir. Ama her iki güçte bunlardan ibaret değildir. Hatta tam da
birbirinden uzak durdukları için ve o ölçüde birbirlerini bu zaaflı alanlara
kendi elleriyle daha fazla itmektedirler.
Oysa Kürtler gücünü bu topraklardan alan laik çağdaşlaşmacı bir
entegrasyona hiç de uzak değillerken ,Kemalist ve sosyal demokratlarda
Kürtlerin temel haklarına sahip olduğu bir laik ve demokrat çözüme
sanıldığından çok daha yakın ve yatkındırlar.
Dolayısıyla bugün dikkat ve önceliklerin zaaf ve sınırlılıklara
değil, olanaklara verildiği bir politika zorunlu gözükmektedir.
Belki Kürtler açısından tek çözüm bu değildir. İslamcı ve
küresel çözüm olasılıkları da vardır. Ama Kemalistler ve sosyal demokratlar
açısından Kürtlerle birleşmeden bağımsızlıkçı, çağdaş ve laik bir toplum yolunda
ilerleyebilmek bugün için oldukça zor gözükmektedir.
Kemalistler ve sosyal
demokratlar, hem Kürtlerin başka -ve kendi bakış açlarından daha gerici-
çözümlere rağbet etmemesi, hem de toplum olarak daha çağdaş ve laik bir yönde ilerlenebilmesi için Kürt sorununa sırt
dönmekten vazgeçmek ve kendi amaçlarıyla Kürtlerin amaçlarını aynı anda
karşılayabilecek bir politikayla ortaya çıkmak zorundadırlar.
Bu
politika ne olabilir?
Öyle gözüküyor ki, hem
Kemalistlerin / sosyal demokratların ve Kürtlerin hassasiyetlerini içerecek hem
de her iki kesime geleceğe ilişkin amaçlarını realize edebilme olanağı
yaratabilecek bir barış politikası şu unsurları içermek durumundadır:
a. Bu çözüm tek bir
ortak vatan ön kabulüne dayanmalıdır,
b. Laiklik vazgeçilmez
bir ilke kabul edilmelidir,
c) Bu sorun dış
devletlerin doğrudan ya da dolaylı müdahalesine izin verilmeden, yurtsever bir
mutabakat temelinde çözülmelidir,
d) Kürtler anadilde
eğitim hakkına sahip olmalıdır,
e) Etnik kimliğe
referans vermemek kaydıyla ve Avrupa Yerel Özerklik Şartı temel alınarak yerel
demokrasiyi geliştirecek önlemler alınmalıdır,
f) Barışın ilanı ve
silah bırakımı sağlandıktan sonra bir genel af çıkarılmalıdır.
Yorumlar
Yorum Gönder