Kapitalizm, Kent ve Gıda Krizi...


 

Bugün burada insanlığın bugünü ve geleceği açısından stratejik önemi son derece yüksek bir konu ele alınacak.

Tarımın ve gıdanın son derece yaşamsal ve stratejik alanlar olduğunu tahmin edebilmek hiç de güç değil. Bu alanlar insanların ve ülkelerin yaşamlarında varlık-yokluk sorunu yaratacak kadar önemli.

Bu nedenden dolayı da nasıl bir enerji sorunu büyük bir rekabete konu oluyorsa, egemen güçlerce bu alanda çok önemli senaryolar hazırlanıp hayata geçirilmeye çalışılıyorsa, tarım ve gıda alanları için de aynı durum söz konusu.

Yarım yüzyılı biraz aşkın bir süre önce büyük devletler bir “tarımsal devrim” modeli ortaya atmışlar ve bu modeli azgelişmiş ülkelere “şiddetle” tavsiye etmişlerdi. Bu tarımsal devrim modeline göre dünyadaki açlığın en önemli nedeni tarımsal üretimin yetersizliğiydi. Tarımda yeni kullanılacak teknolojik ve kimyasal girdilerle özellikle azgelişmiş ülkelerde tarımsal üretim devasa boyutlarda artacak ve böylece insanlık açlık ve yoksulluk denen illeti yenecekti.

Sonuçta tarımsal üretim artmasına arttı. Ama insanlık açlık ve yoksulluk illetini aşamadığı gibi, azgelişmiş ülkeler tarımsal alanda da kendi kendine yeterlilikten uzaklaştılar ve büyük devletlere iyice bağımlı hale geldiler.

Bizim ülkemizde de benzer bir gelişim yaşandı ve özellikle de 1980’li yıllardan sonra uygulanan politikalarla tarımsal alanda kendi kendine yeterli olmakla övünen Türkiye tarımsal bakımdan iyice yetersizleşti ve dışa bağımlı hale geldi.

Bugünlerde de, özellikle de küresel krizle birlikte, yoğun bir biçimde tarım ve gıda krizinden söz edilir oldu. Dünyadaki aç insan sayısına son üç-dört yılda 150 milyon insan daha eklendiği ve bu sayının bir milyar civarına ulaştığı söyleniyor.

Yakın tarihler içinde Haiti, Mısır, Pakistan, Kamerun, Fildişi Sahilleri, Senegal, Etiyopya, Özbekistan, Yemen vb. pek çok ülkede açlık isyanları yaşandı. Bütün bu gelişmeler üzerine gıda krizi ve gıda güvenliği konusu da yeniden tartışılır oldu.

Peki yoksul insanlara ve uluslara önerilen nedir? Önerilen yine daha fazla piyasa ve yine bir “tarımsal devrim”dir. Bu kez “tarımsal devrim”in konusu ise GDO yani genetiği değiştirilmiş ürünlerdir.

Oysa artık insanlık yaşanan süreçten bir ders çıkarmalıdır.

Bugünde iklim değişikliği, petrol fiyatları, gıda talebinin içeriğindeki değişimler gibi bir dizi sorununda etkisi olmakla birlikte gıda krizin en temel kaynağı alanın piyasanın mantığına teslim edilmiş olması...

Yaşanan sürecin ortaya koyduğu iki temel gerçek vardır: Bir; insanların açlığı ve yoksulluğu ile tarımsal üretimin azlığı gibi sorunlar piyasanın insafına bırakılamaz. Böyle yapılmaya çalışıldığı vakit tarımsal alandaki kriz bitmediği gibi açlık, yoksulluk ve eşitsizlik de daha fazla artmaktadır.

Nitekim bugün insanlığın belli bir bölümünün önündeki temel sorun açlık ve yoksullukken, belli bir bölümü de obezliğin, şişmanlığın yarattığı sorunlarla uğraşmaktadır. Sorun tarımsal üretim ve gıda paylaşımı aşamasında daha planlı ve eşitlikçi olmakla aşılabilir gözükmektedir.

İkincisi ise, “tarımsal devrim” adıyla yoksul ve azgelişmiş ülkelere alternatif olarak sunulan uygulamalar tarımsal üretim alanında belli bir artışa yol açmış olsalar da, açlık ve yoksulluğu önlemedikleri gibi, insanların daha fazla ücretle çok daha sağlıksız gıdaları tüketmeleri ve doğal çevrenin tahribatı gibi son derece olumsuz sonuçlar ortaya çıkmıştır.

GDO’ların da yaratacağı sonuçta daha fazla dışa bağımlılık, daha pahalı ve sağlıksız ürünler, doğal çevrenin daha fazla tahribi olacaktır.

Türkiye tarımsal üretim ve çeşitlilik alanında çok zengin bir ülkedir. Eğer tarımsal potansiyelimiz çok iyi analiz edilir, üretimimiz iyi planlanırsa; Türkiye tarımsal alanda hiç bir sorunla karşılaşmadığı gibi istihdam ve gelir alanlarında çok önemli yeni olanaklara da kavuşacaktır.

Eğer böyle olmazsa Türkiye hem çok daha fazla dışa bağımlı olacak, hem tarımsal ürünleri çok daha pahalı ve sağlıksız biçimde tüketmek zorunda kalacak, hem de açlık ve yoksulluk soruyla çok daha fazlasıyla yüz yüze kalacaktır.

Yani öyle görünüyor ki gıda güvenliği konusu son derece stratejik bir konudur.

Türkiye gıda güvenliği alanlarında atması gereken bu adımları atamazsa, küresel krizin de güncel etkisiyle, önümüzdeki yakın süreçte tarımsal alanda yeni yıkımlarla karşı karşıya kalabilecektir.

Tarım alanı ile ilgili bu olumsuz genel tablo biz yerel yönetimleri de çok yakından ilgilendiriyor.

Zira tarımsal alandaki krizin en önemli sonuçlarından biri kentsel alandaki açlık ve yoksulluğunda artışı anlamına geliyor. Yeterli tarım üretimi olmadan kentlerin doyması mümkün değildir.

Öte yandan tarımsal alanında yaşanan kriz kırsal bölgelerde geçinemez hale gelen insanların kitleler halinde kentlere göçünü doğuruyor. Yeni kentsel istihdam alanları oluşmadan ve hatta mevcut istihdam olanaklarının iyice daralarak kent nüfusu içinde ciddi bir işsizliğin yaşanmaya başladığı bir dönemde gerçekleşen bu yeni göç dalgası, kentsel sorunların her alanda ve katlanarak büyümesi sonucunu doğuruyor.

 “GDO devrimi” gibi öneriler tarımsal üretimi artırsalar da ciddi bir paylaşım sorunu bulunduğu için mevcut açlığa ve yoksulluğu merhem olamıyorlar. Dahası kentsel nüfusun sağlıksız gıdalarla beslenmesi gibi kentsel yaşam için ek ve önemli bir başka sorunun oluşmasına kaynaklık ediyorlar.

Öte yandan kentsel alanı çevreleyen köylük alanlardaki tarımsal hayatın çökmesi bu alanlardaki doğal toprak ve yeşil dokusunun hızlı bir yok oluşuna ve bu tarımsal alanların rant arayışı nedeniyle kentsel imara açılması nedeniyle betonlaşmaya da yol açmakta, tarımsal hayattaki çöküş bu anlamda da kentsel hayat üzerinde olumsuz etkiler yaratmakta, dev çarpık kentleşmenin temel nedenlerinden birini oluşturmaktadır. IMF politikaları nedeniyle oluşturulun istihdam kısıtları nedeniyle yerel yönetimlerin yeterli düzeyde ziraat mühendisi istihdam edememesi de bu süreci kolaylaştırmaktadır.

3-4 Haziran 1996’da İstanbul’da gerçekleştirilen Habibat II toplantısının ana temalarından birisinin de, kentsel tarımsal alanların ranta ve betonlaşmaya kurban edilmesinin kent yaşamını çökertici etkilerine karşı kentsel tarım için ayrılması gerekli mekanların en az diğer kentsel mekanlar kadar önemli olduğu bilgisi de bu nu noktada hatırlatmak isterim.

Biz tarımsal alandaki sorunların çözümünün de, pek çok ekonomik ve sosyal sorunun çözümünde olduğu gibi, yeni-liberal kapitalizm treninin hızlandırılması ya da yavaşlatılmasından değil makas değişimi ile daha üretimci ve paylaşımcı bir modele geçilmesinden geçtiğinin farkındayız.

Ama bu doğrultuda atılacak ilk adımlar olarak hem bu trenin bir ölçüde yavaşlatılmasının hem de yerel ölçeklerden başlanarak alternatif bir yeni toplumcu kent ve tarım ilişki modelinin tohumlarının atılmasının da son derece önemli olduğunu düşünmekteyiz.
 ( 14 Ekim 2011)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-