HEP nereye?
HEP, burjuvazi tarafından ve Kürt ulusal hareketini pasifize
etmek, radikalleşen mücadeleyi yeniden düzen içine kanalize etmek amacıyla
bizzat kurulmuş ya da kurulmasına göz yumulmuş bir partiydi. Ne var ki, Kürt
ulusal hareketi bu ehlileştirme planını boşa çıkarmakla kalmadı, aynı zamanda
bu partiyi kendi ağırlığını hissettirebildiği "legal mevzi"ye
dönüştürebilmeyi de başardı. HEP’te ağırlığın düzen yerine Kürt ulusal
hareketine geçmesi, bu parti içindeki eğilimlerin tekleşmesini sağlamadı, HEP’i
legal planda ulusal hareketin kararlı bir savunucusu haline dönüştüremedi.
Partide Kürt burjuvaları ve burjuva aydınlan önemli
bir ağırlık sağlayarak, kendi çözümlerini hem burjuvaziye hem de PKK’ ya empoze
etmek amacıyla partiyi bir mevzi olarak kullanmaya çalıştılar. Seçim ertesi
dönemde gerçekleştirilen HEP Genel Kurulunda PKK parti içindeki ağırlığını daha
da artırdı. Ne var ki bu yeni durum da HEP’in yönelimlerinde temel bir değişiklik
yaratmadı.
PKK'nin dayandığı sınıfsal dinamikler, Kürt burjuva
katmanlarının uzlaşıcı eğilimleriyle de birleşince, HEP sürekli salınımlı,
ikircikli ve uzlaşıcı bir görüntü sergiledi. Şu ana dek izlenen politika, daha
çok burjuva klikler arasındaki çekişmelere büyük anlamlar atfedilerek, bu
çatlaklara oynayarak, ulusal hareketin manevra alanı genişletilmeye ve devlet
terörüne karşı kamuoyu oluşturulmaya çalışıldı. Ne var ki, devlet HEP’in bu
yumuşak başlı muhalefetine ve “zımni” koalisyon ortağı konumuna hiç takılmadı.
Bu partiyi iyice ehlileştirmek ya da fiilen bitirmek
için her türlü ablukayı uyguladı. Tüm bu baskı ve uygulamalar karşısında HEP’in
tavrı oldukça kişiliksiz ve ulusal hareketin ulaştığı düzeyi rencide edicidir.
Dönem boyunca HEP’in muhalefeti, “her türlü terörü” kınama ve devlet terörüne karşı
halkın “provokasyona” gelmemesi uyarısı yapmaktan öteye geçememiştir.
SHP ile girilen seçim ittifakının siyasal sonuçlan ise
bugün çok daha netlik kazanıyor. Ulusal hareket açısından son dönemde yapılan
en kritik taktik hata, DYP-SHP koalisyonunun demokrasi havarisi kesilmesine,
SHP-HEP ittifakı aracılığıyla objektif bir destek sağlamak olmuştur. Seçim
öncesi dönemde tüm burjuva partiler Kürtler üzerindeki etkilerini hemen tümüyle
yitirmiş bir konumdaydılar.
Bugün, DYP-SHP koalisyonu hakkında, SHP-HEP ittifakı
aracılığıyla yaratılmasına HEP’ in katkıda bulunduğu yanılsamalar, Kürtler üzerinde
belirli bir olumlu etki alanı yaratmıştır.
Çok geçmeden, yeni hükümetin de eskisi gibi bir
“özel savaş” hükümeti olduğu olaylarla somut olarak kanıtlanınca, PKK, Kürt
milletvekillerine yönelik saldırgan şoven kampanyayı da dayanak yaparak, parlamentonun
teşhirine girişti ve yeni bir “ulusal meclis” sloganını daha çok öne çıkarmaya başladı.
Kürt emekçi halkı içinde ayaklanma propagandasıyla da birleştirilen bu
taktiksel yöneliş,
Kürtler nezdinde mevcut siyasal rejimin tümüyle
“meşruiyeti”ni yitirmesine hizmet eden bir taktiksel çizgiydi.
Ne var ki HEP cephesinden bu taktik tutumu legal
planda, bu alanın kendi imkanları kullanılarak desteklemeye yönelik hiç bir
tavır geliştirilemedi.
Aksine, başta “koltuk sahibi” milletvekilleri olmak üzere
HEP’liler, mevcut hükümetin aslında iyi niyetli olduğu, ne var ki devlet
içindeki “gizli güçler”in ve ordunun, hükümetin “demokratikleştirme planı”nı
engellemek için terörü yoğunlaştırdıkları vb. propagandalarla, DYP-SHP
hükümetinin kitleler nezdindeki meşruiyetini arttırmaya çalıştı. HEP’e göre
“hükümet” yıpratılmak isteniyordu ve HEP’liler hükümetten desteklerini
çekerlerse, ülke bir “darbe” tehdidi altında kalacaktı vb...öyleyse herhalde en
doğru tavır Demirel’e, Nevroz’da çiçek sunmak olmalıydı!
HEP, katliamları yoğunlaştıran burjuva iktidarına
yeterli bir eleştirel tutum takınmadı, mitinglerini, panellerini bu iktidarın
teşhir edildiği platformlara dönüştürmekten kaçındı. Bunun yerine “Türkiye’nin
ihtiyacının sosyalizm değil demokrasi olduğunu” propaganda etmeyi ve her fırsatta
“Türkiye solunun ne denli Kemalist” olduğunu tekrarlamayı marifet saydı; tıpkı "demokrasiyi
genişletmek”, “özel savaşı sınırlandırmak” adına “devletçi”, “Kemalist”, “halk
düşmanı” bir hükümete destek vermekte herhangi bir beis görmemesi, aksine bunu bir
marifet sayması gibi...
Son Nevroz olayları, yeni hükümetin katliamcı yüzünü
tereddüde yer bırakmayacak denli ortaya
serince, HEP yeni hükümetten desteğini çekeceğini ve
“aktif muhalefet” sergileyeceğini
açıkladı.
SHP içindeki HEP’li milletvekilleri (5'i hariç) son Nevroz
olaylarının ardından SHP’den istifa ettiler.
Bu istifaların ardından ulusal hareketin legal alanda
yeni arayışlar içinde olduğu görülüyor. Şimdilik gündeme getirilip tartışılan
iki şık var.
Biri istifa eden milletvekillerinin yeniden HEP’e dönmesi,
diğeri HEP’de ya da ayrı bir oluşumda sol hareketin çeşitli unsurlarıyla ortak
bir yapılanmanın yaratılması. Farklı biçimler tartışma konusu olsa da,
PKK'nin legal alandaki
politikası tek bir noktada
düğümleniyor; HEP aracılığıyla hareketin meşruluk ve etki alanını daha da genişletmek
ve politik mücadeleyi daha belirgin bir tarzda legal alana taşımak...
PKK'nin bu politik manevrasında kuşkusuz ki HEP’ in
önemli bir yeri ve rolü var. HEP ise geçmişten daha farklı ve aktif bir
politikaya yöneleceğini beyan ettikten sonra, SHP’deki milletvekillerini geri
çağırdı ve DYP-SHP koalisyonuna karşı açık savaşım pozisyonuna geçeceğini
açıkladı.
Gerçekten de HEP’in özellikle DYP-SHP koalisyonuna karşı
geçmiştekinden daha farklı ve karşıya alıcı bir politika izleyeceği, Nevroz olaylarının
ardından yaşanan bir takım somut tutumlarla da ortaya çıkıyor. Ne var ki,
HEP’in kendini devlet terörünün teşhiriyle sınırlamayıp, daha aktif bir
muhalefeti nasıl, hangi yöntemle yürüteceği konusu, şimdilik hem “muğlak” hem
de bazı ipuçları açısından oldukça şüphe yaratıcı bir konu olarak orta yerde
durmaktadır.
* * *
HEP’in bugüne kadar izlediği politikanın birbirine zıt
iki uzantısı olduğu söylenebilir. HEP, aynı süreçte hem düzene hem de Türkiye
sol ve devrimci hareketine “yakınlaşma siyaseti” izleyebilmiştir.
HEP’in Nevroz olaylarının ardından izleyeceği çizginin
ilk ipuçları, DYP-SHP koalisyonuna yönelik “aktif muhalefet”in hiç de düzenden
daha fazla uzaklaşmak anlamına gelmediğini, aksine bu partinin politikasını
yine burjuva klikler arası tercihlere dayandıracağını gösteriyor.
Nevroz olaylarının hemen ardından gösterilen politik
tepkiler, BM’ye başvuru yapmak, emperyalist rekabetten kaynaklanan farklı
tutumlara taraf olma çabaları, devlet ve PKK arasında “siyasi çözüm” konusunda
köprü olma talepleri, ANAP ve RP’nin Kürt sorununa daha “sıcak” ve “yapıcı” yaklaştığı
yönünde açıklamalar, Kürtçe televizyon vesilesiyle Özal’a yönelik utanç verici
övgüler vb... HEP’in yeni dönem politikası hakkında oldukça olumsuz bir görüntü
sunmaktadır.
Tüm bu tavırların, düzen cephesinde, PKK’yı HEP
aracılığıyla yasallaştırma ve ehlileştirme tartışmalarının yoğunlaştığı bir
döneme denk düşmesi, burjuvazi tarafından da umut verici sinyaller olarak değerlendirilmekte,
burjuvazinin daha geniş kesimleri PKK’yı yasallaştırma ve ehlileştirme projesine
“sıcak” yaklaşmaya başlamaktadır. Her ne kadar Türk burjuvazisi, Kürt sorununda
geleneksel imha politikasına daha yatkınsa da, dünya ve bölgedeki değişime ayak
uydurma, değişen dengeler içinde “karlı” bir yer işgal etme arzusu, burjuvaziyi
bu sorunun "daha esnek ve uzun vadeli
çözüm yollarını da hesaba katmaya" teşvik ediyor, Özal’ın son ABD gezisi
sırasında geleneksel devlet politikası açısından değerlendirildiğinde hayli
değişik ve ilginç bazı formülasyonlar gündeme getirmesi ve Kürtlere daha
yumuşak bir yaklaşımın Türkiye’ye tüm Kürtlerin hamisi olma imkanını sağlayacağından
sözetmesi, bu yeni yaklaşım arayıştan çerçevesinde değerlendirilmelidir. Bu
konuşmada Özal’ın, PKK’nın İRA gibi milliyetçi bir
hareket olmadığı için sorunun daha kolay çözülebileceğinden sözetmesi ise
burjuvazinin çözüm perspektifinin genişlemesi hakkında ilk ipuçları
sayılmalıdır.
HEP, işte böylesi arayışların eşliğinde ANAP ve Özal
övgüsü yapıyor ve DYP-SHP hükümetine muhalefetini, ANAP destekli bir muhalefete
dönüştürmeye çalışıyor. Bu tavrın ulusal harekete vereceği hiç bir yararın
olmadığı açık; doğabilecek zararın boyutlan hakkında ise, burjuvazinin yeni yaklaşımları
şimdiden önemli ipuçları sunmaktadır.
Politik çizgisinde düzene yönelik sözkonusu zayıflıklar
sürerken, HEP Nevroz’dan önceki dönemde başlayan bir diğer politik açılımı da
sürdürmeye çalıştı. Bu politik açılım, Türkiye sol ve devrimci hareketi ile bir
“cephe birliği” sağlamaktır.
Temelinde “Kürt partisi” görüntüsünden kurtulmak ve
devrimci hareket bünyesindeki kadro potansiyelini, Kürt hareketinin ihtiyaçları
doğrultusunda yeniden şekillendirmek amacının yattığı bu politikanın iki farklı
varyasyonu sözkonusu...
Birincisi, mevcut devrimci potansiyelle HEP bünyesinde
bir araya gelmek; İkincisi, HEP-SP (bugünkü
İP) ortaklığına dayanan bir parti oluşumuna gitmek.
Ne var ki, bu politikanın iki farklı seçeneği de gündeme
hızla girdi ve hiç bir sonuç üretmeden, en azından şimdilik sona ermişe
benziyor.
HEP’de “geniş cephe” önerisi, bu öneriye muhatap
çevrelerin hem Kürt dinamiğine yaslanmakta ikircikli davranmaları, hem de zaten
ağırlıkla mevcut sol potansiyeli temsil etmeyen aydın çevreler olmaları
nedeniyle bir somutluk kazanmadı.
HEP-SP birliği ise, iki partinin de kısa vadeli çıkarları
gözeterek yöneldikleri bir taktiksel tutumdu.
HEP, SP ittifakı sayesinde “Kürt partisi”
görüntüsünden sıyrılmak ve Kürt hareketinin meşruluğunu savunmak için daha
elverişli politik imkanlara sahip olacaktı. SP ise, HEP ittifakı ile sol kitle nezdindeki
kötü sicilini daha da unutturup meşruluğunu artıracak, daha da önemlisi
seçimlerde umduğu etkiyi yaratamadığı Kürdistan’da HEP aracılığıyla etkinliğini
artırmaya çalışacaktı.
Ne var ki, bu proje daha baştan kendi içinde hiç gerçekçi
gözükmüyordu. Kürt dinamiğini parlamenter kanallara akıtma perspektifi içinde
hayli pragmatist bir tarzda Kürt ulusal mücadelesine “sıcak” görünmeye çalışan
SP, en kritik anlarda takındığı politik tutumlarla, özünde eski Kemalist çizgiyi
muhafaza ettiğini gösterdi. Seçimlerde, PKK’nın desteğini alamamak, koyu bir
anti-PKK kampanya açmak için yeterli bir neden oldu. Son Nevroz olaylarında da
SP’nin PKK’nın “ayaklanma” taktiğini, “objektif provokatörlük"le
suçlaması, iplerin kopmasına neden oldu ve bu proje de hiç bir somut adım
atılmadan sona erdi.
* * *
HEP bünyesindeki bu taktiksel arayışlar ve tutarsızlıklar,
kuşkusuz ki yalnızca HEP içindeki burjuva aydınların etkisiyle bağlantılı
değil. Ülkenin doğusunda esen ayaklanma havasına karşın, batıdaki mücadele
düzeyinin nispi geriliği, devrimci hareketin bir güç odağı olmaktan uzak
konumu, Kürt hareketini de olumsuz yönde
etkilemektedir. Hareketin gelişmesi için gereken müttefik güçlerden ve destekten
yoksun hareket, iki ucu da hayli olumsuz yönelişlere zorlanmaktadır. Birincisi,
bu desteği Kürt üst sınıflarından sağlamak, ki bu yalnızca ulusal harekete yeni
düzen içi kanalların gösterilmesi demektir. İkincisi, ülkenin batısında bir
kitle desteği bulmak, devrimci hareketin ve işçi hareketinin oldukça güçsüz bir
konumda olduğu bugün bu taktiğin somut şekli de, devrimci hareketi kendi
potasında eritmek ve batıda “paravan örgüt” kurmak oluyor...
İşte HEP’in bir süredir aynı sürecin içerisinde izlediği
düzene ve Türkiye sol ve devrimci hareketine yakınlaşma siyasetinin arka
planında bu somut durum vardır. Ne var ki, HEP’e hakim olan çizgi birincisidir.
HEP içindeki Kürt orta sınıfları ve burjuva aydınları, harekete düzen içi
kanallar açmaya çok gayretli gözükmektedirler.
“Bağımsız devlet” talebini reddetmekte, “PKK’nın terörünü”
kınamakta bu denli istekli davranmaları da bu yüzdendir. Bizler HEP’ten
herhangi bir şekilde “sosyalizm” beklentisinde olmadık ve değiliz. Bu nedenle onların
bütün kanatlarıyla demokrasiyi öne çıkararak sosyalizmi platformlarından uzak tutma
gayretlerine de şaşırıyor değiliz. Ne var ki HEP, Türkiye’deki siyasal
atmosferi demokratikleştiren en önemli unsura, Kürt hareketine reformculuk şırıngalamaya
çalıştığı, esasen en gerçek en somut demokrasi mücadelesine de yan çizmiş
olmaktadır. HEP’in meşru bir demokratik platform olarak varlığını
koruyabilmesi, sisteme cepheden ve daha kararlı bir muhalefet yürütmesiyle
mümkün olabilir ancak.
Diğer taktiksel yöneliş, Türkiye sol ve devrimci hareketini
Kürt dinamiği üzerinden yeniden şekillendirme projeleri ise, hem objektif olarak
tasfiyeci bir girişimdir, hem de aynı zamanda sonuçsuz bir çaba olarak kalmaya mahkumdur.
PKK kendi doğal
dinamiği üzerinde yükseldi ve başarılı oldu; onun imkanları ve sınırlan Kürt
hareketi olma gerçeğinde yatar. Sınıf mücadelesi tarihi, paravan örgütlerle
yapay bir tarzda, temelde başka dinamiklerin belirleyici olduğu bir coğrafyada
başarılı olunamayacağını, bu tür çabaların sonunun hüsran olduğunu sayısız
örneklerle göstermektedir. Sınıf hareketini milliyet temelinde örgütleme
çabalan sonuçsuz olduğu gibi ilkesel açıdan da şiddetle karşı çıkması gereken
bir tutumdur.
Bugün yapılması gereken yapay ikame çabalan değil,
he alanda kardeşçe işbirliği ve karşılıklı destektir.
Yorumlar
Yorum Gönder