Sendikal mücadele iktidar mücadelesinin bir alanıdır
Sendikalar yeni
bir kongre döneminin canlılığını yaşıyorlar. Delege seçimleriyle başlayan süreç
şube ve genel merkez seçimleriyle devam etmekte. Bu nedenle gerek sendika
yönetimlerinde gerekse muhalefet gruplarında “canlı bir faaliyet” göze
çarpıyor.
Kuşkusuz ki
sendika bürokrasisi açısından bu “canlı faaliyet”in kapsamı “delege avcılığı”,
“ayak oyunları” ve feodal ilişkilerin istismarından ibarettir.
Her seçim
döneminde olduğu gibi bu seçim döneminde de sendika bürokratları “koltuklarını koruma”
telaşı içindedirler. Sınıfın geniş kitlesi ise normal dönemlerde olduğu gibi
seçim dönemlerinde de kendi öz örgütü olan sendikalarda yaşanan sürece karşı
önemli bir duyarsızlık içinde. Sınıf kitlesi, yılların olumsuz pratik
tecrübesiyle de sendikalardan önemli bir beklenti içinde değil ve bu örgütlere karşı
önemli bir yabancılaşma yaşıyor. Bu işçiler, sendikaları bir savaşım örgütü
olarak değil, “toplusözleşme ve danışma”
büroları” olarak değerlendiriyorlar.
Öncü işçiler
açısından ise durumun aslında iki önemli zaaf anlamına da gelen iki farklı
boyutu olduğu söylenebilir, öncü işçilerin bir bölümü, sendikalardan
yabancılaşmayı, daha “politik “ gerekçe ve argümanlar eşliğinde yaşıyorlar.
Sözkonusu öncü işçiler, “neticede sendikalar ekonomik örgütlerdir”, “bugünkü
halleriyle burjuvazinin sınıf içindeki ajanlarına dönüşmüşlerdir” vb.
gerekçelerle, toplusözleşme dönemlerinden sendika kongrelerine uzanan süreçteki
bütün sendikal olaylara karşı oldukça ilgisiz, hatta sekter bir tutum
içindedirler.
Öncü işçiler
arasında gerek genel olarak sendikal mücadeleye gerekse sendika kongrelerine
karşı çok daha duyarlı olanlar da var. Bu alandaki gelişmeleri yakinen
izlemekte ve gelişmelere müdahale etmeye çalışmaktadırlar. Ne var ki, politik
bir muhtevaya sahip olamadığı ölçüde bu öncü işçilerin ilgisi de neticede dar
bir sendikal muhalefet düzeyini açamamaktadır. Bunların örgütleyip öncülük ettiği
sendikal muhalefet platformlarında çoğunlukla dar sendikal sorunlar ve seçim
taktikleri, delege hesapları tartışılmakta, ama örneğin Kürt emekçi
mücadelesine destek vermenin ya da sınıf içi dayanışmayı artırmanın yol ve
yöntemi üzerine oldukça seyrek ve sınırlı tartışmalar olmaktadır.
Sonuçta bu öncü
işçiler de, “sınıf ve kitle sendikacılığı” ilkesini pek sık tekrarlamalarına
karşın, sendikal mücadeleyi, sınıfı politikleştirmenin sorunlarından yalıtarak dar
anlamda sendika yönetiminin ele geçirilmesi sorununa indirgemektedirler.
* * *
Komünist öncü
işçilerin sendikal mücadeleye ilişkin tavrı tüm bu tavırlardan farklıdır,
farklı olmalıdır.
Bizler kuşkusuz
ki sendikal mücadelenin imkanlarının nerede başlayıp sınırlarının nerede
çizildiğinin bilincinde olmalıyız. Neticede sendikal mücadele tüm sınıf
mücadelesinin yalnızca bir boyutudur. Dimitrov’un sözleriyle tüm sınıf mücadelesine,
özelde de politik mücadeleye tabi bir yan mücadele alanıdır. Ekonomik mücadele,
nihayetinde yalnızca bir bölüşüm mücadelesidir ve bu boyutla sınırlı kaldığı
sürece düzeni tehdit eden bir muhteva taşımaz. Ancak politik mücadeleyle,
partili savaşımla birleştiği, onun bir parçası olduğu müddetçe, sömürü ve tahakküm
düzenini ortadan kaldırabilecek bir güce kavuşabilir. Bu sınıf sendikacılığı
anlayışının en temel ilkesidir.
Yine, biz
komünistler açısından yukarıdaki ile doğrudan bağlantılı olan ve her adımda
gözetmek zorunda olduğumuz bir başka temel gerçek de, sendikal mücadelenin ve
örgütlenmenin, fabrika temelinde yükselen örgütlenmeye tabi olarak şekillendirilmesidir.
Fabrikalarda, muhtevası sendikal örgütlenmeyi aşan çekirdekler yaratmadan, sendikalarda
bizim amaçladığımız yapıyı inşa edebilmek de oldukça zordur. Tersi, yani
sendikalar üzerinden işçi sınıfını örgütlemek çabası ise Türkiye sol ve devrimci
hareketinin bugüne dek uygulaya geldiği temel yöntemdir. Ulaşılan nokta ise
kaçınılmaz olarak sendikalizm ya da anarko-sendikalizm olmuştur.
Sınıf mücadelesi
ideolojik, politik, ekonomik alanların tümünde, her cephede birden etkili olarak
yürütülmesi gereken koordine bir savaşımdır.
Tüm bu alanlarda
yürütülmesi zorunlu mücadelenin herhangi birini küçümsemek ya da geleceğe ertelemek,
iktidar savaşımını başarıya ulaştırmanın bir engeline dönüşür.
İdeolojik-politik mücadeleyi boş bırakmak, ertelemek, mücadeleyi düzen içine
hapsedecek, hareketi reformcu ulaştıracaktır. Ekonomik mücadeleyi küçümsemek ise
bizi geniş işçi yığınlarından koparacak, görünüşte sekter aslında pasifist bir
tutumla, sözde politik mücadeleyi önemsemek adına işçi hareketini
politikleştirme imkanları heba edilmiş olacaktır. Oysa sorun, mücadeleyi tüm
alanlarda koordineli .bir biçimde ve siyasal olanın başatlığında yürütebilmektir.
Komünistler açısından
sendikalar yalnızca ekonomik mücadelenin araçları oldukları için önem
taşımazlar. Aynı zamanda sendikalar, sınıfın siyasallaştırılması, siyasal
eğitiminin sağlanması, ve çok daha önemli olarak sınıfın yönetme alışkanlıklarını
geliştirebilmesi açısından da son derece elverişli olanaklar sağlayan
örgütlenmelerdir.
Bu noktada
komünistler açısından sendikal mücadelenin iki temel noktası ortaya çıkıyor.
Sınıf hareketini politikleştirmek ve sınıfın yönetme alışkanlığını geliştirmek
ve bu doğrultuda da en geniş anlamda sendikal demokrasiyi savunmak.
İşte mevcut
bürokratik-uzlaşmacı sendikalara karşı bizim alternatifimiz, sınıf
sendikacılığı dediğimiz anlayış, budur. Sendikal alandaki mücadelemizin ekseni
mevcut sendikaları dönüştürmek ya da etkisizleştirmek ve sendikal mücadeleyi politik
sınıf mücadelesinin bir yan alanına çevirmektir.
Ekonomik-sendikal
mücadeleye de bu bakış açısıyla yaklaşmalı, bu mücadele alanını sınıfın geniş
kitlesini politikleştirmek ve partili mücadeleye kazanmak perspektifi
doğrultusunda etkin bir tarzda kullanabilmeliyiz.
Bu temel
gerçekleri her somut durumda gözettiğimiz takdirde, sendikal alandaki
mücadeleyi de sınıf savaşımının etkili bir kaldıracına dönüştürmek mümkündür;
iktidar savaşımını başarıya ulaştırmak açısından zorunludur da.
Türkiye’deki
mevcut sendikal yapılar bürokratiktir, uzlaşmacıdır. Daha kuruluş aşamalarında yukarıdan,
devletin vesayetinde oluşturulan yapılardır. Bugünkü sendika liderlerinin hemen
hiç biri, mücadelenin ürünü değillerdir. Bürokrasi içindeki becerileri, devlet
kademelerindeki tanıdıklarının sayısı, hemşerilik, ahbaplık bağı ve ayak
oyunlarındaki ustalıkları ‘‘liderlik’’ vasıflarını kazanmalarının temel
nedenleridir. Bu durumun pek çok nedeni vardır, ama bunlar içinde en önemlisi, sınıf
mücadelesinin yeterince politikleşmemesi ve sınıf bilincinin geriliğidir. En
son 1989’lu yıllarda somut olarak yaşadığımız gibi, sınıf mücadelesi
yükseldikçe sendika bürokrasisinin tahtı da sallanıyor. Bu mücadele, bürokratların
geleneksel ataletini, pasifizmini zorluyor, hareketin gelişmesini dizginlemek amacıyla
olsa bile harekete “öndelik” etmek, “radikal” demeçler vermek zorunda kalıyorlar.
Ne var ki,
mücadelenin yükselmesi bilinçli bir inisiyatifle birleşmediği için mevcut
sendikaların bürokratik yapılan parçalanamıyor; neticede Kenan Durukan, Şevket
Yılmaz, Emin Kul, Orhan Balta, Mustafa Başoğlu vb. gibi tek “faziletleri” işçiye
ihanet olan sendika bürokrattan, sınıfın tüm hoşnutsuzluk ve protestosuna
karşın, yıllardır (hemen pek çoğu en az 20 yıl) koltuklarını koruyabiliyorlar.
Bu süreç
bilinçli müdahalelerle yönlendirilmez, kendiliğindenci bir süreç olarak
yaşanırsa, başarı şansımız hiç yoktur. Bu nedenle komünist öncü işçiler; normal
dönemlerde olduğu gibi sınıfın duyarlılığının nispeten arttığı kongre
dönemlerinde de, kendi alternatif yaklaşımlarıyla sürece etkin bir tarzda
müdahale etmeye çalışmalı, fabrikalardan sendikal toplantılara kadar her
platformu, sınıf sendikacılığı anlayışının propagandasının yapıldığı, sınıfın
dikkatinin toplumsal-politik sorunlara çekilmeye çalışıldığı platformlar haline
dönüştürmelidirler.
Bu bakış açısı
doğrultusunda sendika kongrelerinin yoğunlaştığı bu dönemde;
* Sınıfın
kitlesinde var olan sendikalara yabancılaşma eğilimine karşı mücadele etmeli, bu
tavrın sermaye ve sendika bürokrasisinin çıkarlarına hizmet edeceğini sınıf
kitlesine kavratmaya çalışmalıyız. Gerek sermaye iktidarı gerekse sendika
bürokrasisi, sınıfın kendi örgütlerine sahip çıkmadığı koşullarda kendi
iktidarlarının daha sağlam olacağının, sınıfı daha kolay yönetebileceklerinin
farkındadırlar. Zaten tüm çabalan da bu yöndedir. Sendikalar, ancak sınıf onu kendi
öz örgütü olarak sahiplenebildiği ölçüde sınıf mücadelesinin etkin bir alanına
dönüşür.
Öncü işçilerde
var olan iki zaaflı eğilimle de, sendikal mücadele süreci içerisinde mücadele
etmeliyiz. Gerek “politik yaklaşım” adına sendikal mücadeleyi küçümseme,
gerekse apolitik, dar sendikal muhalefet anlayışı, neticede sınıf hareketini politikleştirme,
sınıf sendikacılığını hakim kılma mücadelesinden uzaklaşma göstergesidir.
* Sendikalara
sahip çıkma ile sınıf mücadelesinin önündeki en temel engellerden biri olan sendika
bürokrasisine karşı mücadele tavrımızı, iki boyutuyla uyumlu ve etkin bir
tarzda birleştirebilmeliyiz. Bu doğrultuda “Hain bürokratlar defolsun,
sendikalar bizimdir!” şiarını, sınıf kitlesi içinde yaygınlaştırabilmek özel
bir önem taşımaktadır. Burjuvazinin, yoğun bir sendikasızlaştırma politikası izlediği
bugün, bu tutumu yaygınlaştırabilmenin, sınıf kitlelerine mal edebilmenin taşıdığı
önem daha da artırmaktadır, özetle; sendikal alanda mücadelemizi genel olarak
sendikal örgütlülüğe değil sendika bürokrasisine yöneltmeli, bunu yaparken de siyasal
sınıf mücadelesinin perspektifleri doğrultusunda dikkatleri sendika
bürokrasisinden öteye, bizzat sermaye düzeninin kendisine çevirebilmeliyiz.
* Bir kez daha
vurgulanması ve altı çizilmesi gereken temel nokta, sendikal platformları ve kongre
sürecini sınıf hareketini politikleştirme perspektifi doğrultusunda kullanmanın
taşıdığı önemdir. Bu doğrultuda, kongre sürecinde yakalanması gereken temel
halka ise, öncü işçilerin oluşturduğu sendikal muhalefet platformlarını
politikleştirmektir. Bu platformları politikleştirmek ve bu politik gündemlerin
fabrikalara taşınmasını teşvik etmek, bu konuda araç, yol ve yöntem
önerebilmek, komünist öncü işçilerin gözetmesi gereken temel bir tutumdur.
* Düzen, DYP-SHP
koalisyonu aracılığıyla, işçi sınıfını düzene daha fazla bağlamak, mücadelesini
dizginlemek için, her gün yeni bir “vaatler bombardımanı” ile gündeme giriyor;
bu “vaatler” ile işçi sınıfını şaşkınlığa ve beklentiye sürüklemek istiyor.
Görünen o ki, bu politikada nispeten başarılı da olmuştur. Vaatler bir yana, şu
ana dek, yeni hükümetin sınıfa yönelik politikası yalnızca iktisadi ve siyasi baskının
daha da yoğunlaştırılmasıdır. Enflasyon işçilerin reel ücretlerini düşürmek
amacıyla etkin bir tarzda kullanılırken, toplu tensikatlar yoğunluğunu artırarak
sürüyor. İşçiler eylemlerde polis terörünü daha yakından hissediyorlar vb. İşte
vaatler bombardımanın ardındaki bu temel gerçekleri, “demokratikleşme saldırısı"nın
gerçek sınıfsal muhtevasını sınıf nezdinde açığa çıkarmak, sınıf hareketini
ilerletmek açısından zorunlu bir görev olarak önümüzde duruyor.
Ne var ki,
“demokratikleşme saldırısı”nı etkisizleştirmek, tersine döndürebilmek yalnızca genel
bir teşhir faaliyeti ile başarılamaz. Biz aynı zamanda, sınıfın
ekonomik-demokratik haklarını en ileri düzeyde formüle edip savunarak, sınıfı
bu haklar doğrultusunda aktif mücadeleye motive ederek, bu görevi tam anlamıyla
başarıya ulaştırabiliriz.
Biz bu bakış
doğrultusunda, grev ve toplusözleşme hakkının önündeki tüm yasal/yasadışı
engellerin kaldırılması, genel grev, dayanışma grevi vb. hakkının derhal
yasalaştırılması, eksiksiz bir iş güvencesi siteminin kurulması, 6 saatlik
işgününün derhal yasalaştırılması ve işsizlik sigortasının kurulması,
özelleştirmelere son verilmesi,örgütlenme, yürüyüş ve gösteri hakkının önündeki
tüm engellerin kaldırılması vb... talepleri, güncel ekonomik-demokratik
talepler olarak yaygınlaştırabilmeliyiz.
Düzenin, sınıf
hareketini dizginlemek, sınıfı atomize edebilmek doğrultusunda kullandığı bugünkü
en temel silah, şovenizm cereyanıdır.
Kürt emekçi
halkının ulusal özgürlük mücadelesini yalnızlaştırmak, Türk-Kürt düşmanlığını pompalayarak
sınıfı milliyetçi çekişmeler temelinde bölmek, bu şovenizm kampanyası ile ulaşılmak
istenen temel amaçlardır.
Bu şovenist
kampanyayı tersine çevirebilmek, tek bir yolla mümkündür. Kayıtsız, koşulsuz
olarak Kürt emekçi halkının haklarını savunmak. Öncü işçiler, estirilen
şovenist kampanya karşısında ne denli açık ve tok bir biçimde, kardeş Kürt
halkının haklarını savunmadan, gönüllü birliğe, kalıcı kardeşliğe ulaşmanın
imkansız olduğunu vurgularlarsa, sınıf hareketini politikleştirmek, dolayısıyla
iktidar mücadelesini güncelleştirmek için o denli belirleyici, önemli adımlar
atmış olacaklardır. Sorun, Kürt ulusal sorunu konusunda, her türden burjuva çözümün
karşısına, kendi çözümümüzü, sorunun biricik gerçek çözümü olan, proleter çözümü
dayatmak ve gündeme sokmaktır.
Burjuvazinin,
işçi hareketini dizginlemek için devreye soktuğu bir yeni silah da, DİSK ve
onun şahsında somutlaşan “çağdaş sendikacılık” anlayışıdır. “Çağdaş
sendikacılık” anlayışının, bildiğimiz tüm burjuva sendikacılık anlayışlarından temelde
bir farklılığı yok. Neticede, bu “anlayış’” da tüm diğerleri gibi işçilere “
sermaye ile uzlaşın” diyor. Ne var ki, “çağdaş sendikacılık”, soğuk savaş sendikacılığının
tipik temsilcisi olan Türk-lş’ten farklı olarak “yeni dünya düzeni”nin
sendikacılığıdır O, Türk-lş gibi kaba ve azgın bir anti-komünizm yerine;
“uluslararası kardeşlik”, “kapitalizm kendini sosyalleştirdi”, “sınıf
farklılıkları ve çatışmaları azaldı” vb. gibi daha inceltilmiş argümanlar
eşliğinde “uzlaşın” çağrısını yapıyor. Daha bugünden bu anlayışın işçiler içerisinde
yaratacağı yanılsamaları önlemek, DİSK’in bugün artık tam bir ihanet ve
teslimiyet çizgisine geldiğini sınıf kitlesine anlatabilmek gereklidir.
İşte
burjuvazinin sınıf hareketinin politikleşmesini önlemek, hareketi dizginlemek
amacıyla devreye soktuğu, sendika bürokrasisinin kölece hizmetkarlığı
aracılığıyla da sınıf içinde yaygınlaştırmaya çalıştığı bu politik manevraları teşhir
etmek, boşa çıkarmaya çalışmak, kongre süresi boyunca oluşacak her platformda
sendika bürokrasisinin ve sermaye düzeninin bu ortak çabasını aşmadan sınıf hareketini
ilerletmenin mümkün olmadığını vurgulamak, tüm bunlar güncel görevler olarak önümüzdedir.
* Sendikalarda
yaşanan seçim dönemi, sınıf sendikacılığı ve bu doğrultuda sendika içi
demokrasi anlayışımızı sınıf kitlesine somut bir alternatif olarak formüle
edebildiğimiz bir dönem olabilmelidir. Komünist işçilerin temel perspektifi, mevcut
mekanizma içinde değil, aksine onu parçalayarak sendika yönetimlerine talip
olmak olduğu içindir ki, mevcut bürokratik mekanizma yerine demokratik, katılımcı
bir mekanizmayı formüle ederek sınıfa mal etmeye çalışmak özel bir önem
taşımaktadır.
Komünist öncü
işçiler bu doğrultuda;
* Sendika
yöneticilerinin maaşlarının işkolu ortalama vasıflı işçi ücreti düzeyini
aşmamasını;
* İşyeri
temsilcilerinin, atama ile değil, o işyerindeki sendika üyesi işçiler
tarafından seçilmesini;
* Doğal
delegelik sisteminin kaldırılmasını, delegeliğin yalnızca seçimle elde edilen
bir hak olarak tanımlanmasını;
* Sendika
muhasebesi üzerinde işçilerin tam bir denetim hakkının bulunmasını;
* Toplusözleşme
görüşmelerine sendikacıların yanı sıra, ilgili işyerinde işçilerce seçilecek
grev komitesi, toplusözleşme komitesi vb. temsilcilerin de katılımını;
* İşçilerin
yönetici kademedeki tüm görevlileri her an geri çağırma hakkının varlığını
savunmalı, bu anlayış doğrultusunda mümkün olan her birimde yöneticiliğe talip
olmalıdırlar.
Kongre dönemini,
sınıf içindeki devrimci ya da doğal önder, tüm öncü işçilerin bir araya
getirilmesi için bir araç olarak kullanabilmeli, güç birliği imkanlarını sonuna
dek zorlamalıyız. Hiç kuşku yok ki, bu tür platformlara kendi
perspektiflerimizi hakim kılmak temel amacımızdır. Ne var ki, kendi perspektifimize
aykırı bazı yaklaşımların bu platformlarda etkinlik kurması, bizi güç birliği ve
ortak iş perspektifinden uzaklaştırmamalıdır.
Aksine, eğer
sözkonusu yaklaşımlarla temelden ilkesel bir farklılığımız yoksa,
kayıtlarımızı, çekincelerimizi koymalı, ama bu platformların önerdiği adayları
desteklemeli, kararlaştırdığı iş ve eylemlere katılmalıyız.
Bizim için
bugün, en temel sorun, devrimci ve doğal öncü işçileri çeşitli araçlarla bir araya
getirmek, bu platformlarda kendi perspektiflerimizi ısrarla anlatmak ve öncü
işçilerde, politik perspektif doğrultusunda ortak iş ve eylem yapma alışkanlığını
geliştirmektir; öncü işçilerde, artık tamamen aynılaşmış düzen güçleri
karşısında, bir devrimci proleter alternatif yaratmanın güncel bilincini geliştirmektir.
Yorumlar
Yorum Gönder