Sosyalistler ve "Din"e karşı futum...


Sosyalistler ve "Din"e karşı futum...

Dinin mayalandığı, hayat bulduğu zemin, doğaya ya da topluma ilişkin olarak, ölüm başta olmak üzere insanoğlunun kendi dışındaki süreçleri, olguları anlamak ve müdahale etmek konusunda içinde bulunduğu güçsüzlük ve çaresizliktir. Dinsel inanışın toplum içindeki yaygınlığının temeli ve kaynağı budur. Tarih boyunca din, yalnızca güçsüzlüğün ve çaresizliğin kendisiyle telafi edildiği bir ters dönmüş bilinç olarak işlev taşımamıştır. Aynı zamanda egemen sınıflar tarafından kendi iktidarlarını meşrulaştırmanın, sömürü ve eşitsizlik düzenine mistik bir kılıf geçirmenin aracı olarak da kullanılmıştır. Kitlelerin kendi yoksulluk ve acılarının kaynakları konusunda doğru bilince ulaşmalarının önünde dogmatik bir engel olmak, kitlelerin mücadele azimlerini kırmak, onları kaderci ve tevekkülcü bir anlayışa kanalize etmek, egemen sınrıfların dini kullanma amaçlarıdır. Bu açıdan bakıldığında, bütün dinlerin oynadığı rol, istisnasız olarak gerici bir içeriğe sahiptir. Tarihsel süreç içinde, kendisine dinsel ideolojiyi dayanak yapan kimi toplumsal hareketlerin ilerici bir karaktere sahip olabildikleri de görülmektedir. Ne var ki, bu hareketlerin sahip oldukları ilerici nitelik şu ya da bu dinsel-mezhepsel inanışa sahip olmalarıyla, bir başka söyleyişle, dayandıkları dinsel inanışın diğer dinlere göre kendi içinde daha ilerici bir özellik taşıyor olmasıyla ilgili değildir. Bu durum tümüyle hareketin sahip olduğu sınıfsal özelliklerle ilgilidir. Dinin hemen neredeyse tek ideolojik değer durumunda bulunduğu geleneksel-kapalı toplumsal yapılarda, ya da diğer ilerici ideolojilerin şu ya da bu nedenle zayıflamış bulunduğu tarihsel dönemlerde bazı ilerici alt sınıf hareketlerinin dinsel ideolojiye yaslandıkları görülür. Bu durum, ilgili dinsel inanışın lehine bir gösterge değil, yalnızca ilgili alt sınıf hareketinin ideolojik-politik ufkunun sınırlılığına ilişkin ciddi bir belirtidir. Kısacası egemen sınıflarca dinin kullanışı istinasız biçimde gerici iken; kendilerine dinsel ideolojiden dayanak bulan bazı toplumsal-siyasal hareketler ise, sınıfsal yapılarıyla bağlantılı olarak ilerici bir özellik taşıyor olabilirler.

Bu temel nedenden dolayıdır ki, dinleri kendi içinde ilerici dinler/gerici dinler olarak tasnif etmek bilim ve tarih dışı bir yaklaşım olacaktır. Mevcut dinsel inanışlardan birini kendi içinde "ilerici" ilan etmek, devrimci materyalist yaklaşımdan uzaklaşmak; siyasi oportünizme ve felsefi idealizme doğru yol almak demektir. Dinsel inanışın gücü karşısında teslimiyetin göstergesi olan bu tutum, militan materyalizm ile burjuva dinsel reformcu yaklaşımlar arasındaki çizgiyi muğlaklaştırır ve gerçekte Marksizm adına ikincisini, yani burjuva dinsel reformcu çizgiyi savunur. Pratik planda ise, dinsel inançları daha da inceltip "güzelleştirerek" dinsel inanışın daha da güçlenmesine, kitlelerin beynine vurulu olan din zincirinin daha da kalınlaşmasına hizmet eder. Sosyalist düşünce,  dine ilişkin yaklaşımlarında, uzlaşmacılığın-teslimiyetin göstergesi olan bu tür bir siyasi oportünizmle aralarına net bir ayrım çizgisi çekerler. Bu tür yaklaşımlara karşı mücadeleyi, dine karşı yürütülen mücadelenin zorunlu bir parçası olarak değerlendirirler.

Din ve dinsel akımlara yaklaşım bakımından bu kısa anlatımdan çıkarılabilecek üç önemli unsur daha vardır. Birincisi; din belirli nesnel-toplumsal koşullar tarafından beslenmektedir, ikincisi; din, her zaman için egemen sınıfların ezilen kitleleri mücadeleden alıkoymak için kullandığı önemli bir silahtır. Üçüncüsü; dinsel akımlara ilişkin yaklaşımda esas unsur, bu akımların sahip olduğu sınıfsal temel ve çıkarlardır. Dolayısıyla, dine ve dinsel akımlara karşı mücadele yalnızca ideolojik kapsamda bir mücadele değil, temelde onu oluşturan toplumsal-nesnel koşullara karşı mücadeledir. Dine karşı yürütülen mücadelenin ana çizgisini, dinin egemen sınıflar tarafından kendi sınıf çıkarları doğrultusunda kullanılışını kitleler önünde açığa çıkarma, teşhir etme çabası oluşturur. Dinsel akımlara karşı etkili mücadele ve doğru tutum ancak bu akımların sahip olduğu sınıfsal temelin ve çıkarların doğru bir şekilde kavranmasıyla mümkündür.

Egemen sınıfların elindeki  bütün dinler doğa ve toplum yapısı hakkında yanlış, çarpık, dogmatik bir anlayışı vaaz ederek, insanın doğayı ve toplumu bilimsel bir temelde kavramalarının ve değiştirmelerinin önünde ideolojik-felsefi bir engeldirler. Öte yandan, yine bütün dinler eşitsizliğin, baskıların, sömürü ve acıların gerçek sınıfsal kaynaklarının üstünü örter, bunları anlaşılmaz bir yazgı olarak sunar, bu yolla da egemen sınıfların alt sınıflar üzerinde tahakkümünü kolaylaştıran, besleyen bir rol oynarlar. Fakat bazı ilerici dinsel hareketlerde de bilim dışı, hatta karşıtı belli özellikler görmek olanaklıdır ve elbette sosyalistler bu hareketlerin ilerici yanlarını görrü ve desteklerken; dine dayanmaktan kaynaklı anti bilimsel yönlerine karşıda eleştirel ve uyarıcı bir tutum takınmak durumundadırlar.

Sosyalist düşünce,  bilimsel düşünceye karşıt her türlü dini dogmaya karşı  karşıfelsefi ve  ideolojik mücadeleyi de kuşkusuz ki  her dönem ve kesintisiz bir biçimde yürütülmesini bir görev, bir prensip sorunu olarak görür. Bu böyle olmakla birlikte, işin bu cephesi, sosyalistlerin dinsel gericiliğae karşı mücadelesinin tek ya da temel unsuru değildir. Sosyalistler, topluma vurulmuş olan dinsel boyunduruğun belli nesnel-toplumsal etmenler üzerinde yükseldiğini, ve dolayısıyla kitleler üzerindeki dinsel boyunduruğun zayıflatılıp yok edilmesinin temel yolunun da buradan, bu nesnel-toplumsal nedenlerin ortadan kaldırılmasından geçtiğini bilirler. Kitlelerin dikkatini bu nesnel-toplumsal faktörlerin ortadan kaldırılması sorunu üzerinde toplamak, dine karşı yürütülen mücadelenin ana çizgisini oluşturur.

Gerek burjuva aydınlanmacı anlayış, gerekse din sorununa yönelik anarşizan yaklaşımlar, dine karşı mücadeleyi soyut bir ideolojik-felsefı mücadele sorununa indirgerler. Dini, onu besleyen nesnel-toplumsal etmenlerden bağımsız ele aldıkları için, dine karşı mücadeleyi de bu temelden kopuk olarak yürütürler. Oysa sosyalistler, bu nesnel-toplumsal koşullar ortadan kaldırılmadan dinsel düşünceyi kalıcı tarzda geriletip yok etmenin mümkün olmadığı, bu faktörlerin de ancak sınıf mücadelesi aracılığıyla kaldırılabileceği temel gerçeğinden hareket ederler. Bu temel yaklaşım biçimine bağlı olarak, dine karşı ideolojik mücadeleyi bu nesnel faktörlerin yok edilmesi amacına tabi kılarlar.

Dini besleyip geliştiren koşullar, yalnızca geleneksel toplumsal ilişkiler değildir. Modern kapitalist ilişkilerin hakim olduğu koşullarda bu geleneksel ilişkiler daha da tali plandadır. Bu koşullar altında dinsel düşünüşün beslendiği kaynak, bizzat başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçilerin yaşadığı baskı ve sefalet koşullarıdır; Bu baskı ve sefaletin kaynağı ise kapitalizmin "kör güçleri"nden başka bir şey değildir. Dinsel dogmalara sığınışı besleyen, işçi ve emekçi yığınlarının bu "kör güçleri" kavrayıp bilince çıkaramamaları, dolayısıyla kendilerini büyük ölçüde çaresiz ve güçsüz hissetmeleridir.

Geniş işçi ve emekçi yığınları, eğer kendi acı ve sefaletlerinin gerçek sınıfsal-toplumsal nedenlerini  kavrayamazlarsa, bu kesimler üzerindeki  egemen sınıfların dinsel boyunduruğu da sürüp gidecektir. Geniş işçi ve emekçi yığınlar sözkonusu olduğunda ise, bu nesnel-sınıfsal nedenler ancak somut sınıf mücadelesi aracığıyla değiştirilip, o ölçüde kavranabilir. Bu olmadan, yani geniş yığınlar, dinsel boyunduruğu koşullayan faktörlere karşı somut sınıf mücadelesine çekilmeden, hiç bir soyut eğitsel çaba dini kitlelerin beyninden söküp atamayacaktır.

Demek oluyor ki, emekçi yığınları dinsel boyunduruktan kurtarma savaşının başarısı, her şeyden önce, bu yığınların somut sınıf savaşı pratiği içine çekilebilmiş olmasını gerekli kılar. Buradan çıkacak dolaysız sonuç ise, dine karşı mücadele kapitalizme karşı sınıf mücadelesi hedefine bağlı olmalıdır. Bu hedeften koparılmış, bu hedefi sakatlayan bir din karşıtı mücadele, sosyalist yaklaşımın tümüyle dışındadır ve mücadele edilmesi gereken bir yaklaşımdır.

Egemen sınıfların sömürüyü olağan ve boyun eğilmesi gören Dinine karşı yürütülen ideolojik mücadelenin nasıl bir çizgiye oturması gerektiğini de, bu mücadelenin önceliklerini de yakandaki temel yaklaşım belirler. Dine karşı yürütülen ideolojik mücadelede, egemen dinin çelişkilerini, felsefi tutarsızlıklarını, bilim dışı
karakterini sergilemek kuşkusuz ki gerekli ve zorunludur. İşin bu cephesi yürütülen ideolojik mücadelenin asal unsurlarından biri olmak durumundadır. Ne var ki, ideolojik mücadele ne yalnızca bundan ibarettir, ne de bu yürütülmesi gereken ideolojik mücadelenin oturması gereken temel eksen budur.

Sosyalistlerin dinsel düşünceye karşı yürütecekleri ideolojik mücadelenin ana eksenini, egemen ve sömürücü sınıfların niçin dine sarıldıklarını, sınıfsal gerçekler ve çıkarlar ekseninde teşhir etme çabası oluşturur. Bu sınıfların, "ikiyüzlü dindarlıklarını" kitleler şahsında açığa çıkarıp teşhir etmek, bu anlamda dinin ve dinsel kurumların ne tür bir sınıfsal işleve sahip olduklarını somut ilişkilerden kalkarak işçilere emekçilere gösterebilmek-ideolojik mücadelenin ana görevidir. Komünistler dine karşı ideolojik mücadelelerini bu iki cephede birden doğru bir öncelikle ve birbirine uyumlu bir tarzda yürütürler.

Dinsel gericiliğe karşı mücadele soyut bir din karşıtı mücadele olarak ele alınamayacağı gibi, bu  mücadeleyi sınıf mücadelesinin diğer temel sorunlarını karartacak bir tarzda öne çıkarmak da doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Zira böyle bir davranış, kaçınılmaz olarak dikkatleri sınıfsal sorun ve bölünmelerden, dinsel sorun ve bölünmelere kaydıracaktır. Böyle bir yaklaşım, sınıf mücadelesini sekteye uğratarak kitlelerin dinsel boyunduruktan kurtarılmaları hedefi bakımından tam tersi bir sonuç doğurur. Burjuvazinin dinsel önyargıları ve ayrımları kışkırtarak emekçileri mücadeleden alıkoyma; parâlize etme politikasına verilmiş bir desteğe dönüşür.

Buradan çıkarılacak sonuç, hiç kuşku yok ki, dinsel baskı ve ayrımcılığa kayıtsız kalmak, sınıfın birliği adına bu tür baskıları ve ayrımcı politikaları görmemezlikten gelmek değildir. Yalnızca bu  mücadeleyi birincil propaganda ve ajitasyon konusu haline getirmemektir. En az bunun kadar laiklik konusunun üstünden atlamak da, sonuç olarak burjuvazinin paralizasyon politikasına destek vermek olacaktır. Zira burjuvazinin dinsel önyargı ve ayrımları kullanarak sınıf mücadelesini paralize etmesinin önüne geçebilmek, laik düşünüşün sınıf ve emekçi kitleler içinde kökleşmiş olmasıyla mümkündür. Bunu sağlamak başka şeylerin yanı sıra, bu doğrultuda yürütülecek sürekli ve etkili propagandaya da bağlıdır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-