Milli mutabakat darbesi...


 

Tescilli ve tecrübeli sermaye temsilcisiS.Demirel, geçen günlerde “darbe” imalı bir açıklama yaptı. Bu açıklamanın yarattığı tartışma daha henüz başlamıştı ki, hemen ardından bu tartışmayı daha da alevlendiren benzer bir açıklama daha yapıldı.

Bu açıklamanın sahibi ise SHP'nin yeni lideri Başbakan Yardımcısı M. Karayalçın’dı. Karayalçın, yaptığı konuşmada “birilerinin darbe hevesinde” olduklarından söz etmiş, bu darbe heveslilerinin kim olduğu yönündeki sorulara ise “keşke açıklayabilsem” yanıtını vermişti.

Sermaye düzeninin en üst mevkilerinden ve peş peşe yapılan bu iki açıklama darbe tartışmalarının birdenbire temel gündem maddesi haline gelmesine yol açtı. Gerçi sermaye düzeninin bu iki temsilcisi, yaptıkları açıklamaların “maksadı aşan yorumlara tabi tutulduğunu” belirterek hemen dön geri ettiler. Ama istedikleri de oldu. Açıklamaları amacına ulaştı.Böylece hem gelecek saldırı politikasının psikolojik ortamı oluşturulmaya başlandı ve hem de kitlelerin burjuva partilere olan ilgisi kısmen de olsa canlandırıldı.

Bu gelişmeleri ise “bölücülük ve irtica tehlikesine" yönelik yoğun bir kampanya izledi. Bu süreçte kitlelere uzun uzadıya bu tehlikelerin an meselesi haline geldiği anlatıldı.

Darbe tartışmaları niçin gündemde?

Darbe tehdidinin gündemin baş sırasına yerleşmesinin tek ya da en önemli amacı, kitlelerin ehven-i şer anlamda düzen partilerine yönelmesini sağlamak değildi kuşkusuz. Ne de darbe tartışmalarının “bölücülük” ve “irtica” tehdidi ile doğrudan bir ilgisi vardı. Eski bir MİT ajanının, Mahir Kaynak’ın sözleriyle, bunlar bir neden değildi, yalnızca yaratılmaya çalışılan bahanelerdi.

Darbe tartışmalarının arkasındaki gerekçe olarak sunulan Kürt hareketi ve RP’nin yükselişi ne yeni olaylardı, ne de yakın zamanda “tehlike”yi çok daha somut hale getirecek bir sıçrama yapmışlardı. Kaldı ki düzen Kürtlerin yaşadığı coğrafyada her türlü şiddet yöntemini engelsiz olarak uygulayabiliyordu. Bu nedenle bir darbenin devlet açısından  yürütülen savaşı kolaylaştırması söz konusu olamazdı. Bunlar gerçek nedeni saklamaya yarayan gerekçelerdi gerçekten de.

Darbe tartışmalarının yoğunlaşmasının temel nedeni her alanda zaten tıkanmış bulunan sistemin, bugün çöküşü zorlayan bir ekonomik krizle yüz yüze kalmasıydı. Nitekim darbe tartışmaları tarihe şimdiden “kara çarşamba” olarak geçen dolar krizinin patlak vermesiyle gündeme girdi ve giderek yoğunlaştı.

Uzun süredir yapay büyüme oranlarının arkasında gizlenmeye çalışılıp sürekli ertelenen ekonomik çöküntü tehlikesi nihayet kapıyı çalmıştı.

Görünürde olaylar Moddy’s ve Standart and Poors adlı değerlendirme kuruluşlarının Türkiye’nin kredi notunu düşürmesiyle başladı. Bunu borsadan dövize hücum izledi. Ardından ise devalüasyon geldi. Krizin ardındaki temel neden kapitalist ekonominin

kaynak kriziydi. Türk burjuvazisi bir dönem, özellikle de Avrupa’daki durgunluktan ötürü, nispeten kolay olarak dış kredi sağlayabildi. Bu dış krediyle pompalanan ithalat ve tüketim ile yüksek büyüme oranları yakaladı. Ne var ki yüksek faizli ve kısa süreli borçlanmayla sağlanan yapay yüksek büyüme işlemleri, alt alta biriken çöküş dinamiklerini gölgeleyebildi; ama önleyemedi.

Nitekim sözkonusu uluslararası kuruluşların Türkiye’nin kredi notunu düşürmesinin tek bir anlamı vardı. Artık eskisi kadar kolay biçimde dış borç ile kaynak sağlanamayacaktı. Evet, yine ekonomik kriz derinleşmiş ve çöküşü zorlayan bir boyuta ulaşmıştı. Yine tekelci burjuvazi yoğun bir sermaye-kaynak kıtlığıyla yüzyüzeydi. Yine iç ve dış borçlar bataklığına tümüyle saplanılmıştı. Ve yine “ülke” yönetilemez bir haldeydi. Tüm bu etkenlerin bir araya geldiği yerde, darbe tartışmalarının ortalığı kaplaması ise hiç şaşırtıcı değildi.

Ve bütün bu gelişmelerin ardından ortalığı sermaye temsilcilerinin “istikrar tedbirlerini uygulamak artık ertelenemez” yollu nidaları kaplamaya başladı. TÜSÎAD yeni bir 24 Ocak kararları çağrısı yaptı. TİSK bu gidişle toplusözleşmelerin imzalanmasının imkansız hale geleceği yönünde tehditler savurmaya başladı. TOBB artık sabrın tükenmeye başladığından

dem vurdu. ABD eski büyükelçisi CIA uzmanı Marton Abramawitz’in “Türkiye’ye devletten güçlü hükümet gerekli” sözleriyle perde tamamlandı.

Bütün bunlar, uluslararası sermayenin ve tekelci burjuvazinin yeni bir “acı reçete”yi dayattıklarını göstermektedir. Ve tabi ki bu saldırı politikasını uygulayabilecek “güçlü bir yönetim “ arayışında olduklarını da...

Sermayenin yeni toplu saldırısı kesin, fakat hangi biçimde?

Düzenin iktisadi ve siyasi açmazlarının böyle bir “güçlü yönetimi”, demek oluyor ki daha azgın bir terör rejimini zorunlu kıldığı açık. Fakat aynı şey bu saldırının hangi biçimler altında gündeme getirileceği sorusu için söylenemez. Kuşkusuz asıl önemli olan, yönelimin ana eğilimi konusunda açıklığa kavuşmaktır. Bu ana eğilimin alabileceği biçimler konusu ise hem daha talidir, hem de bugünden kestirilmesi çok daha zordur. Zira tam da böylesi kriz dönemlerinde dengeler çok hızlı ve beklenmedik değişikliklere de gebedir.

Ne var ki yine de saldırının alabileceği biçimler hakkında belli öngörülerde bulunmak önemlidir.

Biz burada özellikle “Milli Mutabakat Hükümeti” üzerinde duracağız.

Bu yalnızca ya da temel olarak bunun düzen saldırısının en güçlü biçimi olmasından gelmiyor. Aynı zamanda, öyle gözüküyor ki, “Milli Mutabakat Hükümeti” kitlelerin de en hazırlıksız olduğu saldın biçimidir.

Geçen sayımızın başyazısında, “Milli Mutabakat Hükümeti” olasılığının en yakın ve güçlü saldırı biçimi olacağını vurgulamıştık. Bu yargımız, bugünkü koşullarda açık askeri biçimler almış bir darbenin ulusal ve uluslararası dengeler açısından çok daha riskli olmasına dayanıyordu. Mevcut seçeneklerin hiçbirinin önemli bir başarı şansı gözükmese de, mevcut koşullarda, “Milli Mutabakat Hükümeti” biçimini almış bir saldın rejiminin düzen açısından daha ehven-i şer olduğu söylenebilir.

Böylesi bir saldırı rejiminde “asker” ortada açık bir biçimde görünmeyecek, tümüyle bir görüntüye dönüşmüş olsa da parlamento varlığını koruyacaktır. Bu tür “darbe”lerin ise gerek iç ve özellikle de dış dengeler açısından daha “kullanışlı” oldukları açık. Peru’daki Fujimori deneyimi, Cezayir’deki gerçekleşenler, böylesi “darbe”lerin burjuvaziye daha geniş manevra alanları sağladığını da ortaya koymaktadır. Ayrıca bugün ordunun yıpranmışlığı ve ordu eliyle yapılan darbelerin teşhir olmuşluk düzeyi gözetildiğinde, burjuvazinin “Milli Mutabakat Hükümeti” türü bir darbeden yana tercihte bulunma ihtimali daha da fazlalaşmaktadır. Bugün

tüm emekçiler, bir “askeri darbe”nin kendilerine ne getireceğinin aşağı yukarı farkındadırlar. 24 Ocak ile 12 Eylül’ün kopmaz bütünlüğü kitlelerin bilincinde taze anıdır. Dolayısıyla böyle bir gelişmenin ağırlıkla karşısındadırlar.

Türk-İş bürokratlarının “Darbe gelirse genel grev yaparız” doğrultusunda açıklama yapmak zorunda kalmaları bunun açık bir göstergesidir. Ama “askeri darbe” karşısında genel grev

tehditleri savuran bu sendika bürokratları, “Vatanın bölünmez bütünlüğü ve ülkenin krizden kurtulması için gereken fedakarlığa hazır olduklarını” da belirtmekten geri durmamaktadırlar. Sorunların hükümet-işçi ve işveren diyalogu içinde ve “karşılıklı fedakarlık” sayesinde çözülebileceğini ifade etmektedirler.

Bu karşılıklı fedakarlık sözünün ise büyük ölçüde tek taraflı bir fedakarlığı anlattığı açıktır. Örneğin son Türk-İş-Çiller görüşmesi “önce vatan, sonra sorunlar” mutabakatı çerçevesinde geçmiştir. Türk-İş sorunları sermaye kuruluşları ile karşılıklı fedakarlık zemininde çözmeye hazır olduğunu açıklamaktadır. Bu doğrultuda bir “işbirliği ekibi” oluşturmuş bulunmaktadır. Öyle anlaşılmaktadır ki tüm düzen partilerinden işveren kuruluşlarına, oradan sözde işçi örgütlerine kadar pek çok kesim, böylesi bir Milli Mutabakat cephesine sıcak bakmaktadırlar. “Milli Mutabakat” çerçevesinde bu zor dönemi “ortak fedakarlıklarla” aşmak gerektiği konusunda hemfikirdirler. Her cepheden bunun psikolojik ortamını oluşturma gayretindedirler.

Üstelik böylesi bir Milli Mutabakat cephesi, kitlelerin karşısına “ya biz ya darbe” ikilemi ile çıkma şansına sahip olacaktır. Dahası böylece darbenin önünü kesen demokrasi kahramanları rolünü oynama imkanını da elde edeceklerdir. Böyle bir saldırı hükümetinin, “askeri darbe”ye karşı bir sübap görüntüsü altında kitlelere sunulması, “Milli Mutabakat Hükümeti” biçiminin kitlelerde bir yanılsama ve beklenti yaratma olasılığını da artıracaktır.

Zira toplumda  böyle bir saldın konusunda henüz herhangi bir açıklığın ve hazırlığın varlığından söz etmek mümkün değildir. (1994)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-