İktisadi savaşım ve toplu iş sözleşmelerine yaklaşım
Çalışma
koşullarının düzeltilmesi, ücretlerin yükseltilmesi, iş güvenliği ve çalışma
koşullarının islahı, çalışma saatlerinin düşürülmesi, sosyal hak ve güvenceler
elde etme vb. konularda, işçilerin tek tek kapitalistlere ya da kapitalist
gruplarına karşı yürütmekte olduğu savaşım; sınıfın iktisadi savaşımını
oluşturur.
İktisadi
savaşımın kapsamı, düzen dışına taşamaz. Öne sürülen talepler, mücadelenin
etrafında şekillendiği şiarlar, düzen içinde elde edilebilir sorunlardan
oluşmaktadır. Bu özelliğiyle salt iktisadi savaşım düzeni rahatsız etmekle,
düzen dışı bir potansiyel taşımakla birlikte, kendi başına düzenin temellerine
yönelecek bir karakter taşımaz.
Salt iktisadi
savaşım; yalnızca düzenin temellerine vuramayan, kapsamı dar bir savaşım olmakla
sınırlı değildir. Aynı zamanda bu savaşım aracılığıyla elde edilen kazanımlar
eğer politik kazanımlarla pekiştirilemezlerse; elde edilen iktisadi
kazanımların kalıcılığı da sözkonusu olamaz.
Düzen çeşitli
araçlarla, enflasyon, ücretlerin dondurulması yoluyla vb. bu kazanımları kısa
sürede etkisizleştirip geri alır.
Sosyalistler iktisadi mücadelenin bu sınırlı karakterini
gözetir ve sınıf nezdinde bilince çıkması doğrultusunda bir propaganda ve
ajitasyon faaliyeti yürütürler. Ne var ki bu iktisadi mücadelenin reddedileceği
ve bu temelde gelişen sınıf hareketlerinin dışında durulacağı anlamına gelmez.
Tersine,
iktisadi temelde gelişen sınıf hareketlilikleri içinde yer almakla
yetinemezler, dahası bu mücadeleye belirli bir perspektif ve planla yaklaşırlar,
bu doğrultuda talep ve şiarlar formüle etmeye çalışırlar. Sosyalistler, "...işçiler
arasında bu temele dayanarak ajitasyon yürütmenin, yani patronlara karşı
günlük savaşanlarında işçilere yardımcı olmanın ... zorunlu olduğu
konusunda görüş birliği içerisindedirler" (Lenin).
Dolayısıyla, sosyalistlerle;
sendikalistler, reformistler, liberaller arasındaki farklılık, iktisadi mücadelenin
yadsınıp yadsınmaması noktasında değildir; bu mücadelenin az çok politik bir
karakter taşımasının zorunlu olup olmadığı noktasında da değildir; temel
farklılık sınıf hareketinin politikleşmesi sorununa kimin nasıl baktığı, bu
politikleşmeden ne anladığı konusundadır.
İktisadi savaşımlar
çoğu kez, devrimci basilin herhangi bir katkısı olmadan kendiliğinden siyasal
savaşıma dönüşür. Ne var ki bu siyasallaşma kendiliğinden sendikal siyaset
düzeyini aşarak, sosyalist siyaset düzeyine ulaşamaz.
İktisadi
savaşım, siyasal bilinç kıvılcımlarını sosyalist siyasal bilinç düzeyine
çıkarmak çabası için sosyalistlere elverişli imkanlar sağlar. Sosyalist siyasal
mücadelenin koşullarını hazırlar; imkanlar sunar. İktisadi grev, gösteri, direniş
vb. mücadele biçimleri proletarya açısından, tecrübe ve deneyim kazanmak,
birlikte savaşma alışkanlığını geliştirip kendi sosyal ve siyasal gücünü bilince
çıkarmak ve çok daha önemlisi sınıf savaşımının çok daha yüksek biçimlerine, sosyalist
siyasal mücadeleye, silahlı başkaldırıya hazırlanmak için önemi reddedilemez mücadele
okullarıdır.
İşte bizlerin
görevi, bu "mücadele okullarını" sosyalist siyasal mücadeleye
dönüştürmek için, planlı, hedefli bir propaganda, ajitasyon ve örgütlenme
çabası içerisinde olabilmektir. Bu hareketlilikleri politikleştirmek, hareketin
öncüleri üzerindeki geri sendikal bilinç düzeyini parçalayarak onları politik olarak
örgütleyebilmektir.
Bunu
başarabilmek, iki iç içe geçmiş, biri diğeri adına reddedilemez görevi gerçekleştirebilmekle
mümkündür. Birincisi, sosyalistler, hiç bir aşamada sınıfın dikkatini dar
sendikal-iktisadi alandan genel politik sorunlara çekmeye yönelik propaganda ajitasyon
çabasından ödün veremezler. İkincisi, bu çabayı etkin kılmak için
iktisadi-sendikal mücadeleyi reddedip küçümsemek yerine, bu mücadeleleri sınıfı
düzenle, sendika bürokrasisiyle, reformizmle karşı karşıya getirecek biçimde planlamak,
talep ve şiarları bu doğrultuda saptamak zorundadırlar.
Toplu iş
sözleşmelerinin (TİS) yoğunlaştığı dönemler, genellikle işçi hareketliliğinin
de yoğunlaştığı dönemlerdir. Bu bir yanıyla olağan, doğal bir olgu olmakla
birlikte, Türkiye gibi işçi sınıfının yalnızca TİS dönemlerine bağlı olarak bir
hareketlenme yaşadığı coğrafyalarda, sınıf hareketinin dar iktisadi çeperi
parçalamayı başaramadığının da göstergesidir. Bir zayıflık işaretidir.
Türkiye’deki
işçi hareketliliği geçen dönemlerde kazandığı yığınsallık ve icazet tanımazlık çizgisine
rağmen, iktisadi sınırları pek az zorladı. Başta Kürt sorunu olmak üzere, bir
dizi sosyal ve siyasal olguya tavır geliştirmekte hayli suskun ve edilgen bir
çizgi izledi. Barışçıl mücadele sınırlarının çok az dışına çıktı.
İşte TİS
süreçlerine yaklaşımda gözetilmesi gereken temel unsur, sınıf hareketindeki bu
zayıflığa karşı mücadeledir. Sınıf hareketindeki bu zayıflık, politikleşme
konusundaki bu geri konum, TİS süreçlerine yaklaşımda da iki zaaflı eğilimi beslemektedir.
Ya TİS’i dar iktisadi bir sorun olarak ele alan doğru yaklaşım, bu sürece
müdahale görevini küçümseme gibi yanlış bir yaklaşıma dayanak yapılmakta; ya da
sınıf hareketine müdahale ve onunla birleşme çabası, bu dar alanın içine
hapsolunarak gerçekleştirilmek istenmektedir. Öncü işçilerde her iki zaaf da
söz konusudur ve her ikisiyle de mücadele edilmelidir. Ne var ki bugün
ağırlıkta olan ve özellikle mücadele edilmesi gereken zaaf; ikincisi, yani
dar-sendikalist bakıştır.
Bizler, sürecin
her noktasında işçi hareketine politik alandan müdahale etmeye ve sınıf
hareketiyle bu zemin üzerinde birleşmeye, sınıfın dikkatini dar iktisadi
sorunlardan genel sosyal ve siyasal sorunlara çekmeye çalışırız.
Politik plandan
yapılan bu müdahale, örgütsel planda da sendikal örgütlülük zemininin aşılarak,
sınıf öncüsünün politik örgüt etrafında birleştirme çabasıyla birlikte
yürür, yürümelidir.
İşte bu temel
perspektif nedeniyledir ki, "sendikal mücadeleyle çalışma koşullarında
yapmaya çalıştığımız iyileştirmeler, kendi başlarına bir amaç değildir, ama
ücretli köleliğin bütünüyle ortadan kalkması için genel sınıf mücadelesini geliştirmek de, örgütlemekte ve daha başarılı
yürütmek de bir araçtır" (Dimitrov)
Dolayısıyla
iktisadi mücadeleyi bu genel bağlantısından kopararak, kendi içinde bir amaç ve
uğraş haline getirmek, sosyalistlere temelden yabancı, uzak bir yaklaşımdır.
İşçi hareketinin dar iktisadi çeperi parçalayamamış olması, yalnızca sınıfın
dikkatini politik sorunlara çekme görevinin taşıdığı önem ve aciliyeti
gösterir.
Özellikle de,
iktisadi çeperde de olsa eğer işçi hareketliliği istikrarlı bir gelişme çizgisi
taşıyorsa, sosyalistler hiçbir "propaganda ve ajitasyon çabasının boşa
gitmeyeceği" bilinciyle işçi hareketini politikleştirme çabalarını
yoğunlaştırmakla çok daha fazlasıyla yükümlüdürler demektir.
* * *
Kuşkusuz
vurguladığımız gibi, her şeyden önce sosyalistler, iktisadi mücadeleyi bir amaç
haline dönüştürme tutumuyla mücadele edecekler, bu tutumla aralarına sınır
çizeceklerdir. İşçi hareketinin dikkatini genel politik sorunlara çekme görevini
hiç bir aşamada ihmal edip gölgede bırakmamaya özen göstereceklerdir. Ne var
ki, tüm bunlarla birlikte iktisadi mücadeleyi bir araç olarak kullanabilme maharetini
gösteremez, bu mücadeleyi küçümseme, yok sayma eğilimine prim verirsek; yalnızca
ve yalnızca sınıf hareketini politikleştirme ve öncüyü örgütleme görevine sırt
çevirmiş oluruz.
Bir kez daha,
burada temel sorun iktisadi mücadeleyi reddetmek değil, bu aracı sınıf
hareketini politikleştirmek doğrultusunda kullanabilmektir.
* * *
Toplu iş
sözleşmeleri sömürüyü ortadan kaldırmayan ama sınıfın iktisadi ve sosyal
haklarını genişletebilen belgelerdir. Her TİS dönemi aynı zamanda bu
iktisadi-sosyal çerçeve içerisinde sermaye ile emeğin mücadelesinin
yoğunlaştığı dönemlerdir.
Toplu iş
sözleşmelerinin sınıfın iktisadi ve sosyal haklarıyla ilgili bu mahiyeti, aynı
zamanda sözleşme dönemlerinde sınıfın duyarlılık düzeyinin artmasının,
politikleşme eğiliminin yoğunlaşmasının nedenidir de...
Bu nedenledir
ki, burjuvazi ve sendika bürokrasisi, TİS dönemlerini apolitik bir sürece
dönüştürmek için özel bir çaba harcar. Bu amaç doğrultusunda işçiler sözleşme
sürecinden uzak tutulmaya çalışılır; sözleşme kapalı kapılar ardında yapılan
görüşmeler aracılığıyla sürdürülüp sonuçlandırılır.
Dahası tam da bu
aynı nedenle, hem burjuvazi hem de sendika bürokrasisi tarafından sözleşme aralıkları
uzun tutulmaya çalışılır.
TİS sürecinde
sınıfı apolitikleştirme çabası, aynı zamanda
"sözleşme"nin yalnızca ücret sorunuyla ilgili bir olgu olarak
sunulmasında da kendini gösterir. Bu süreçte işçilerin dikkatleri yalnızca ücret
zammı üzerinde yoğunlaştırılır. İşçilerin dikkati, sosyal ve siyasal
kazanımların öneminden uzaklaştırılmaya çalışılır vb...
Gerçekten de TİS
sürecinde işçilerin duyarlılığında bir artış olmakla birlikte, bu duyarlılık
artışı "ücret zammıyla“ ilgili
sorunları pek az aşmaktadır.
Oysa bu dönemde
sendikal ve politik sorunlar işyerlerinde daha yoğun bir biçimde tartışılır.
Sendikalizmin
gerçek mahiyeti, elde edilecek kazanımların niçin kalıcı olamayacağı ve ne
yapılması gerektiği konusunda tüm işçiler meraklı dinleyiciler olmaya en fazla
bu dönemde hazırdırlar.
İşte TİS
sürecinde öncülerin görevi, bu ilgi yoğunlaşmasını en etkin biçimde
kullanabilmek, her tartışma ortamını politik bir foruma dönüştürebilmeyi başarabilmektir.
TİS sürecindeki politikamız
hiçbir biçimde kendi ayrımını yalnızca daha yüksek ücret talep ediliyor
olmasıyla göstermez, göstermemelidir.
Esasen işçilerin
dikkatini "ücret“ sorununun dışına taşırmaya çalışmalıyız. TİS döneminde uyguladığımız
politik çalışmanın, propaganda ve ajitasyon faaliyetinin başarısı her şeyden
önce şu soruların yanıtlarıyla ortaya çıkar.
Bu süreçte
sınıfını burjuvazi ve sendika bürokrasisi ile mücadele alanına çekebildik mi?
İşçiler
içerisinde dar ekonomik-sendikal bakışı ne denli kırabildik? Öncüyü politik
anlamda örgütlemekte ne denli başarılı olabildik?
Kendi başına
değil, ancak bu temelde sınıfın sağlamış olduğu hak kazanmalarında bizim oynadığımız
etkin rolün siyasal bir anlamı olabilir... Hak kazanımları aynı zamanda siyasal
başarının göstergesi kabul edilebilir.
Bizim doğrudan
TİS’e yönelik somut önerilemiz de sınıfı politikleştirmek, onu açık mücadeleye çekerek
burjuvazi ve sendika bürokrasisi ile karşı karşıya getirebilmek ve sınıf
savaşımının daha özgür ve daha avantajlı
koşullarda sürmesinin olanaklarını yaratabilmek amacına bağlı olarak
saptanabilir ve savunulabilir.
İşte bu bakış
doğrultusunda;
* Toplu iş
sözleşme sürecini sınıf içindeki reformculuğun, şovenizmin ve sendika
bürokrasisinin sınırlamalarını kırabilmek açısından etkin olarak kullanabilmeliyiz.
Bu süreçte sendika bürokrasisinin doğuracağı fiili engelleri aşabilmek
doğrultusunda öncü işçileri ortak platformlarda bir araya getirebilmeliyiz.
* Burjuvazinin
ve sendika bürokrasisinin sınıfı sözleşme sürecinden yalıtma çabalarına karşı mücadele
etmeli, işçilerin denetim ve yönetiminde bir sözleşme süreci için mücadele etmeliyiz."Onaylamadığımız
sözleşmeye hayır!“. Tavrımız bu şiarda somutlaşmalıdır.
Toplu sözleşme
sürecine katılmak için TİS komiteleri oluşturulmasını teşvik etmek, TİS görüşmelerine
bu komitelerin de katılması ve sözleşmenin imzalanmadan işçilerce oylanması
için mücadele etmek vb; görevlerimizdir.
* Sözleşme
sürelerinin kısaltılması -örneğin 1 yıllık sözleşme- ileri sürülmesi gereken
önemli bir taleptir. 2 yıllık ya da daha uzun sözleşme süreleri sınıfın
mücadele duyarlılığım törpülemek amacıyla burjuvazi tarafından sınıfa
dayatılmaktadır. Ayrıca grev hakkını salt sözleşme dönemleriyle sınırlayan mevcut
anti-demokratik yasal mevzuatın değiştirilmesi, hak, dayanışma, genel grev
hakkının yasallaşması talebi, TİS sürecinde sınıf içinde yaygınlaştırılmaya
çalışılmalıdır.
* İşsizlik,
bugün de sınıf hareketini dizginlemek ve mücadeleye önderlik eden öncü işçileri
fabrika ve mücadele ortamından uzaklaştırmak için burjuvazinin kullandığı en
etkili silahlardan biridir. Sosyalistler bu alanda gerekli duyarlılığı
göstermeli, burjuvazinin bu silahını sınırlamak ve etkisizleştirmek doğrultusunda
talepler ileri sürebilmelidir. 13., 17. ve 24. maddelerin kaldırılması;
işsizlik sigortasının derhal kurumlaştırılması; tazminatların yükseltilmesi vb.
istemler sınıf içinde yaygınlaştırılabilmelidir.
* İşçi
hareketinin gelişimi açısından olumsuz faktörlerden biri de uygulanan ücret
farklılaştırmasıdır. Gruplandırma, kademe, yüzdeli ücret, prim sistemi vb. gibi
uygulanan ücret sistemleri aracılığıyla işçiler arasında farklı ücret
kategorileri oluşturulmakta, bu ise işçilerin ortak davranma eğilimini
sınırlandırmaktadır.
Bizler mümkün
olan her durumda, örneğin ücret farklılaştırmasının iş koşullarındaki
farklılıktan kaynaklandığı durumlarda bu uygulamalara karşı çıkmalı, seyyanen
ücret sistemini savunmalıyız. Bu durumda talebimiz "ücret farklılaştırması değil, iş
koşullarının aynılaştırılması“ olmalıdır. (Ekim, 1992)
Yorumlar
Yorum Gönder