Marksistleşme Süreci ve Türkiye üzerine Bazı Saptamalar


Her tarihsel-siyasal hareket, doğuş ortamının hem genel özelliklerinden hem de ondan daha çok özgün yapısından etkilenir ve bu özelliklerin koşullandırmaları altında şekillenir. Bu koşullandırmanın sonucunda, bazen Marksizm belirli bir coğrafyada ideolojik ve siyasal akım olarak oluşur, ne ki sıklıkla gerçekleşen bu değil, Marksizmin belirli bir sosyal-sınıfsal ortamın baskısı altında dejenerasyona uğramasıdır.

Marksizmin bütünsel ve iç tutarlılığa sahip bir ideolojik sistem olarak doğmuş olması, aynı zamanda bundan böyle “Marksizmin saflığının” da garanti altına alındığı anlamına gelmez. Genel planda Marksizmin sapmaları doğal olarak Marksizm’in içinden çıkar. Ne var ki süreç, yerel planda adeta kural olarak tersinden işler ve marksist ideolojik ve siyasal odaklar, marksizmin sapmalarından ya da “marksist” olduğu iddiasındaki sınıf dışı akımlardan, bir dizi iç mücadele sonucu oluşur.

1960-70 dönemi, Marksizm dışı ideolojik-politik akımların damgasını vurduğu bir dönemdir. Buna karşın, emperyalist entegrasyona tepki, kapitalizmin sonuçlarına karşı alt sınıfların hareketlenmesi, dünya yüzeyinde esen Marksizm iddialı neo-popülist cereyan, TKP’nin etki ve birikimleri vb. etkenler, toplumsal çalkantı ve arayışların yoğunlaştığı bu dönemde, Marksizmi yeniden ve güçlü bir biçimde Türkiye’nin gündemine yerleştirdi. Bu, toplum yüzeyinde hayli etkili, bir o kadar da sığ ve çarpık bir “marksist” bilinçlenmenin yaşanması demekti.

Marksist bir ideolojik odağın ortaya çıkması, Marksizmin bilimsel-sınıfsal kavranışı ile mümkündür. Sosyalizmin bir siyasal hareket haline gelme süreci ise bilimsel-sınıfsal kavrayışın, sınıf hareketiyle birleşme sürecinde ifadesini bulur. 1960-70 dönemi bu açıdan değerlendirildiğinde, modem kapitalist ilişkilerin tahlili üzerine oturan bir sosyalizm anlayışı, proletaryanın öncülüğü ve diğer sınıflardan bağımsızlığı kavrayışı, parti fikri vb. bu dönemde mevcut değildir ve bulundukları kadarıyla ise bir hayli dejenere olduklarını söyleyebiliriz. Kuşkusuz Marksizmin bu “çarpık” yorumu, salt başına teorik yetersizlik ve uluslararası alanda hakim olan ideolojik cereyanlarla açıklanamaz.

Bu dönem, Batıdaki devrim dalgasının çekildiği, bu coğrafyada kapitalizmin nispi bir istikrara ve gelişme çizgisine sahip olduğu, Doğu’da ise sınıfsal ve ulusal kaynaşmaların yoğunlaştığı bir tarihsel kesittir. Bunun ise ikili bir sonucu olmuştur. Bir; devrim dalgasının Doğu’ya kayması Marksizmi devrimci demokrasinin etkisine daha açık hale getirmiştir, iki; öte yandan devrim dalgasının Batı’dan çekilmesi ise bu coğrafyada Marksizmi reformist demokratizmin basıncıyla yüzyüze bırakmıştır.  İki dünya savaşını izleyen dönemden günümüze uzanan tarihsel aralık Doğu’da ulusal kurtuluş savaşlarının Batı’da ise faşizmin yarattığı korku ve paniğin karşılıklı kuvvetlendirici etkisiyle, bir devrimci sınıfsal teori olarak Marksizmi, sapmaların ya da sınıf dışı akımların dejenerasyonu karşısında hayli savunmasız bırakmıştır. Kuşkusuz bu faktörlere, sosyalist ülkelerin yaşadığı deformasyon da eklenince, “dış odak”ların Marksizmin dejenarasyonunu önlemek bir yana bu dejenerasyonu pekiştiren bir etkiye sahip olduğu söylenebilir.

Türkiye de bu sürecin dışında değildi. Üstelik ‘60’lı yıllara sağlam ve olumlu Marksist bir mirasın taşınamadığı düşünülünce, dışarda “düzeltici” bir mihrakın bulunmaması çok daha kritik bir öneme sahip oluyordu.

Rusya’da Marksizmin ortaya çıkış sürecinde, Batı’nın güçlü bir işçi hareketine ve güçlü bir teorik birikime sahip olduğunu ve marksistleşme sürecinde bu dış “düzeltici odak”ların hayli önemli bir role sahip olduğunu da hatırlarsak, Türkiye sol hareketinin doğuş ve oluşum sürecinde, ne denli önemli bir olanaktan yoksun olduğu da ortaya çıkar. Buna karşın yine de belirtmeliyiz ki, Türkiye’de yaşanan marksistleşme sürecinde, kendisi deformasyona uğramış olsa da uluslararası komünist odakların yine de önemli bir rolü olmuştur.

Özetle, 1960-71 dönemindeki “marksistleşme” sürecinde, uluslararası siyasi odakların doğrudan ve belirleyici bir etkisi yoktur. Bu dönemde TKP ve Komintern geleneğinin etkilerini üzerinde taşıyan aydınlar dahi, geçmişe göre daha geri bir teorik ve politik konuma sahiptirler.

TKP politik faaliyeti boyunca sürekli olarak Kominternin sağ kanadını oluşturan partiler arasında yeralmıştı. 1960’lı döneme ulaşan TKP’liler ise, kendi temsil ettikleri mirasın daha sağına düşemüşlerdir. Bu durumun ‘60’lı yıllarda yaşanan “marksistleşme süreci” açısından önemli anlamları vardır.

Bir, Marksizmin Türkiye toprağına etkin bir şekilde yerleştiği bu yıllarda, dünya düzeyinde “marksistleşme sürecinin olumlu bir rotaya çekilmesini sağlayacak etkin bir sosyalist siyasal odak yoktur; iki, varolan son derece sınırlı ve Kemalizmle bulaşık miras, bu yıllara çok daha dejenere bir biçimde taşınmıştır. Üç, tüm bu nedenlerle Türkiye'deki sosyalizm teoride ne kadar taklitçi ve eklektik görünürse görünsün gerçekte  marksist bir hareketin olması gerekenden çok daha fazla yerli bir akımdır.
 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-