Kır Araştırmaları ve Paradigma Sorunu / Umut Kocagöz


Kırsal Araştırmalar Ağı (KAA) tarafından düzenlenen “Kır Araştırmalarında Yeni Perspektifler” başlıklı sempozyum, kır ile farklı biçimlerde ilişkilenen akademisyen, araştırmacı, aktivist, çiftçi ve göçerlerden oluşan bir kalabalığı yan yana getirdi.1 Kalabalık yan yana gelişlerin zayıfladığı, tartışma ortamlarının daraldığı, baskı ortamının genişlediği mevcut koşullarda, KAA’nın bu sempozyum girişimi ve kolektif tartışma çabası bir çok katılımcı açısından bir nefes alanı olma özelliği taşıyordu. Bu açıdan bu ortamın sağlanması itibariyle içerikten bağımsız olarak önemli bir başarı sağlandığı söylenebilir.
Sempozyum iki panel oturumu ve bir forumdan oluşuyordu. İlk panel, “kırsal araştırmalar” alanının nasıl bir izlekten geçerek bugünlere geldiği ve bugün güncel olarak hangi tartışmalara ev sahipliği yaptığı üzerine odaklanırken, ikinci panel daha çok farklı deneyimler ve metot tartışmasına odaklanıyordu. Forum kısmında farklı katılımcılar kendi görüş ve önerilerini ifade ederek tartışmayı zenginleştirmeye ve KAA’nın neler yapabileceğine dair çeşitli öneriler geliştirmeye çalıştı.
Salondaki katılımcı ve konu zenginliği, Türkiye’de kır meselesini çeşitli eksenlerde kapsamlı bir şekilde ele almanın güncel ve politik bir mesele olduğunu gösterdi. Bu açıdan KAA’nın açtığı alanda ortaya çıkan tartışmalarla ilişkili bir şekilde genel olarak ‘kır’ meselesi ve bu alanda akademik/politik çalışma yapmaya dair bir tartışma yapmak faydalı olacaktır.
Mevcut Hegemonya
Öncelikle, Türkiye’de “kır” olgusunun bir dönüşüm süreci olduğunu ifade etmek gerekir. Başta üretim ilişkileri olmak üzere, kültürel, entelektüel, sosyal her türlü maddi ilişki; kırın çevresel varlığı (yani deresi, ormanı, toprağı, taşının altı ve üstü, yolları, yaylaları vs); özetle “kıra dair herşeyde” ciddi bir dönüşüm süreci yaşanmaktadır. Bu dönüşüm “nötr” kelimelerle ifade edilebilecek bir pratik de değil. Kırdaki bu dönüşüm, bir çeşit “proje” gibi görünmekte ve çeşitli aktörler bu dönüşüm sürecinde yer almaktadır. Bu süreç, indirgeme riskini de göze alarak 2 farklı kamplaşmayı ortaya çıkarmaktadır: Bir yanda enerji, maden, baraj vb projeler yoluyla uygulanan, “kalkınma”, “kentleşme”, “çağdaşlaşma” gibi söylemleri kullanan neoliberal kamp; diğer yanda ise, bu kampın projesini “saldırı” olarak gören ve bu saldırıya direnmeye çalışan kamp. Farklı ara pozisyonlar da olabilmekle birlikte, politik arenada dolaşan söylemler ve aktörleri harekete geçiren motivasyonlar temelde bu iki kampın izdüşümü olarak okunabilir.
Bu açıdan, kır’a yaklaşırken kırda ne olup bittiğine dair yapılacak tespitin kendisi başından “ideolojik” bir mahiyet taşımakta, kişileri pozisyon almaya davet etmektedir. Bu açıdan Türkiye’de kır üzerine çalışma yapmanın kendisi de bir pozisyon almayı zorunlu kılıyor. Sempozyumda yan yana gelen bir çok kişi, her şeyi yıkan ve paraya çeviren bu zihniyetin tespitini yapıyor, buradaki ideolojik hegemonyayı görüyor, deneyimliyor ve ifade ediyor. Bunun hem kır çalışmaları için, hem de ideolojik hegemonyaya karşı verilen mücadeleler için önemli bir başlangıç noktası olduğu söylenebilir.
İdeolojik hegemonya diye ifade ettiğim şey, bir tek partinin tarafgirliğini yapmak veya ona oy vermek olarak düşünülmemeli. Aksine, çok daha büyük bir hegemonik güçle, biryönetim zihniyeti (governmentality) olarak neoliberalizmle karşı karşıya olduğumuzu söylemeliyiz. Kırdaki aktörler kendilerini bu zihniyet içerisinde konumlandırıyor; bu zihniyete göre hareket ediyor; kentleşme, modernleşme vb. pratikler, neoliberal estetik, zihniyet ve algı esaslarına göre bu aktörler tarafından benimseniyor ve bizzat uygulanıyor. Bütün bunlar gündelik yaşam pratiklerinden oy pratiğine, hayatın bütün alanlarına da yansıyor.
Neoliberalizmin Türkiye’deki bu biçimi, kenti galip çıkarmış, kent yenilmiş durumda. İlerleme, çağdaşlaşma, modernleşme, hep kentlilik üzerinden, “kentsoylu” bir pratik üzerinden ifade ediliyor. İyi, doğru ve güzel bu kent kökenli değer yargısı üzerinden anlam buluyor. Kent kökenli tasarlanmış bir dünya, yaşama dair bütün bakışı, ahlak ve değer yargılarını (genel olarak kozmolojiyi) belirliyor.
Bu açıdan kırda karşımıza çıkan temel sorunlardan biri tarımda dönüşüm, toprak mülkiyetindeki değişim, çevre ve yaşam alanı tahribatları ise, bir diğeri de göç olgusudur. Kır, bir “cazibe merkezi” olmayı yitirmenin dışında2, terk edilen, kötü anılar ve pratiklerle hatırlanan, “geri olmak” ve “kötü” ile özdeşleşmiş bir yer haline gelmiştir. Hatta, kır coğrafyasının temel aktörü olan köylülerin yaşam formları ve kültürleri Türkiye’de çoğunlukla aşağılanmış, hor görülmüş; bu yaşam biçiminin kendine özgün, bağımsız bir kültür ve yaşam formu inşa edebileceğine ihtimal dahi verilmemiştir.3
Özetle, kendisini neoliberal yönetim zihniyeti içerisinde kuran, onun ahlaki, zihinsel ve pratik kurallarına göre davranan bir aktör figürü ile, zaten halihazırda bütün topluma yayılmış ve ideolojik hegemonyayı aşan geniş kapsamlı bir durumla karşı karşıyayız. Türkiye’nin içinde bulunduğu özgün koşullar, sosyal, kültürel ve politik geçmiş ve deneyimler, çeşitli biçimlerde bu aktör oluşumuna katılmakta ve bu durumu beslemektedir.
Karşı Program İhtiyacı
Neoliberal kampın karşısında konumlanan, bir çok yerde yaşam ve üretim alanlarını, topraklarını, ürünlerini, üretim koşullarını savunmak durumunda kalan aktörlerin, tabandan geliştirdikleri ve toplumu etkiledikleri bir politik program bulunmuyor. Aksine, kırdaki aktörlerin, kırsal araştırmalar yapan kişilerin, aktivistlerin dağınık olduğu, bütünlüklü ve kapsayıcı bir program geliştiremediği söylenebilir.
Bu koşullar altında, kır araştırmacılarının, aktivistlerin, kırda mücadele eden aktörlerin, araştırma ile aktivizm ötesine geçen, hem neoliberal yönetimselliğe karşı bir yaşam ve direniş ufku açacak, hem de kırdaki aktörlerin birbirleriyle diyalog zeminlerini kuracak birkarşı-hegemonik program inşa etmeye ihtiyaçları var. Ancak bu program, tabanda yapılan çalışma ile, tabandaki ihtiyaç ve yönelimlerin değerlendirilmesi ile, geniş kapsamlı bir direniş stratejisinin parçası olarak inşa edilebilir.4

Gıda Egemenliği Zamanı
Neoliberal yönetimsellik karşısında oluşturulacak karşı-hegemonik program, esas olarak kır araştırmacılarının, kırda mücadele içerisinde yer alan aktivistlerin, toplumsal hareket militanlarının, köylü ve çiftçilerin bir yandan diyalog zemini, bir yandan harekete geçme vizyonunu oluşturur. Başka bir ifadeyle bu program, hem dünya görüşü, hem harekete geçirici ilkeleri ifade eder. Örneğin, bu program, neoliberal kalkınmacı programın “neden kötü”, “neden yanlış”, “neden zararlı” vb. olduğunu kent için, kır için, öğrenci için, avukat için, çiftçi için, köylü için tanımlayabilecek güçte ve kapsamda olmalıdır. Böylece kır ile kent arasındaki ucu ve sınırı belirsiz ayrıma karşı farklı toplum kesimleri arasında bağlantılar, ilişkiler kurulabilir; ittifaklar geliştirilebilir. Çiftçi, neden çiftçilik yapaya devam etsin? Çiftçilik yapmak zorunda kalan kişiler, neden çiftçiliği bırakıp gitmesinler ve çiftçilik yapmaya devam etsinler? Kentli genç işsizler, neden kentte yaşamı bırakıp çiftçilik yapmaya yönelsin? Neden köylülüğü bilge bir yaşam tarzı olarak ele alarak, köylülüğün haysiyeti ve onuru tekrar iade edilsin? vb. sorulara “ahlak” ve “vicdan” temellerini aşan, maddi ve politik cevaplar üretmek bu tarz bir politik programın zorunluluğudur.
Türkiye’de, bahsettiğimiz tarzda bir program, kır araştırmacılarının ve aktivistlerin kendi başlarına üretebilecekleri (ve gidip köylülere anlatacakları- onları ikna etmeye çalışacakları) bir program değildir. Aksine, halihazırda on yıllardır mücadele içerisinde olan, dünya çapında, neoliberal hegemonya karşısında başka bir yaşam ve mücadele pratiği geliştiren köylü örgütleri, çiftçi hareketleri, topraksız kır işçileri hareketleri, göçerler, mevsimlik işçiler, bu mücadelenin ana hatlarını ve programlarını -kendi başlarına, kendileri için, ve bütün toplum için, gezegen için- oluşturmuş ve mücadele etmektedir. Türkiye’de de, başta La Via Campesina üyesi Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu (Çiftçi-SEN) ve müttefiki bir çok kurum ve inisiyatif, çok derli toplu olmasa da, bu programı aşağıdan, tabandan, bizzat aktörlerin özgüçlenmesine bağlı olarak inşa etmeye çalışmaktadır.
Başka bir ifadeyle, böylesi bir program ancak taban çalışması içerisinde, taban faaliyetlerinin bir birikimi ve ifadesi olarak, taban örgütlerinin oluşması ve gelişmesi ile yazılabilir; dışarıdan dayatılamaz.
Başta La Via Campesina olmak üzere, küresel (yahut ulusaşırı) çiftçi ve köylü hareketlerinin temel paradigmatik kalkış noktaları agroekoloji (ekolojik tarım) ve gıda egemenliğidir. Bu kavramlar, yıllardır tabanda sürdürülen deneyimler ve tartışmalar içerisinden süzülmüş, politikleşmiş kavramlardır. Bizzat çiftçi ve köylüler tarafından geliştirilmiştir. Çiftçiler bu kavramları neoliberal hegemonyaya ve kapitalist küreselleşmeye karşı alternatif paradigmanın eksenleri olarak kullanmaktadır. Bu açıdan da yalnızca tarım veya gıda ile, pratik olarak, sınırlandırılmış kavramlar değildir. Aksine, tarımsal pratiğe, gıda üretim ve tüketim ilişlikilerine, kırın kendine has sorunlarına, kırsal dönüşüm ve tahrifat ilişkilerine, köylü ve çiftçi kültürüne, gıda kültürüne, gıda üretim ilişkilerine, kır-kent arasındaki ilişkiye vb. dair bir çok hususta kurucu, kapsayıcı, diyalog temelli ve paradigmatik açılımlar sunmaktadır. Onur ve haysiyetin yanında, çiftçi ve köylüye kendi gündelik hayatı açısından pratik olarak anlam ve mana kazandırmakta; kır araştırmacısına kavramsal çerçeve sunmakta; kırdaki aktörlerin siyaset yapma dil ve vizyonunu genişletmektedir.
Peki bu bağlamda, kır araştırmacısının teorik ve pratik katkısı, motivasyonu ne olabilir? Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, şifalı bitkilerin araştırılmasından kır araştırmasında etik kodların yazılmasına, toplumsal hareketlerin güçlenme taktiklerinden ulusaşırı şirketlerin örgütlenme stratejilerinin analizine kadar, farklı bir çok alanda yapılan/yapılacak olan çalışmalar, kırı kurmanın, örgütlemenin, mevcut hegemonyaya direnmenin, yeni direniş odakları yaratmanın bütünselliği içerisinde yer alacaktır. Esas olan, bu çalışmalar arasında paradigmatik ortaklığın tesis edilmesi, bu çalışmaların diyalog zeminlerinin örgütlenmesidir.
Bu açıdan, karşı-hegemonik paradigmanın kurulması, politik aktörlerin yanında araştırmacıların da önemli bir görevidir. Karşı hegemonyanın örgütlenmesi için bir çok alan mücadele alanı olarak değerlendirilmelidir; özellikle de kamusallık ve özgürlük mücadelesi veren üniversiteler bu alanların başında gelmektedir. Kavramsal berraklaşma, farklılıklar arasındaki diyalog, şirket ve devlet stratejilerinin tespiti, kırdaki politik aktörlerin özgüçlenmesi ve özörgütlenmesi süreçlerinde doğrudan, pratik katkılar olarak şekillenebilir. Agroekoloji ve gıda egemenliği, hem politik eksen, hem kavramsal çerçeve, hem de hareket prensipleri olması açısından kır araştırmacına güçlü bir paradigma sunmaktadır.
Son olarak, kır araştırmacısı bu konuda yalnız değildir. Öncelikle, içerisinde bulunduğu sosyal kesim açısından üniversite ve farklı araştırmacıların yüklendiği kamusal sorumluluk ve görevleri kır araştırmacısı da taşımaktadır. Bu açıdan, farklı araştırmacılarla beraber kamusal ve özgür üniversiteyi savunmak ve bunun mücadelesini vermek kır araştırmacısının görevlerinden bir tanesidir. Esas olarak ise, yukarıda çizmeye çalıştığım çerçeve bağlamında kırda direnen, yeni bir tarım ve hayat örgütlemeye çalışan, örgütlü ve örgütsüz çiftçiler, köylüler, kır araştırmacısının hem doğal müttefikidir. Kırın örgütlenmesi ve kır-kent emek hareketinin ortak bir program geliştirmesi, ancak bu aktörlerin eşit bir ilişki kurması, özgüçlenmeyi ve özörgütlemeyi destekleyecek araçlar geliştirmesi; mücadele programını beraber örgütlemesi ile mümkün görünüyor.
——
1Sempozyum’un web sitesi için bknz: https://rrnsempozyum2016.wordpress.com
2 Tabi bir yandan da “kıra dönüş” kapsamında kentten kıra göç eden yeni bir neslin varlığı gözlemlenebilir. Bu kesim tek başına “kırın kurtuluşu” açısından bir hegemonya oluşturacak güçte değil; ancak bu kesimin varlığı, kırda karşı-hegemonik bir güç oluşumu açısından ileriki dönemde son derece önemli bir rol oynayabilir. Aşağıda ileri süreceğim çeşitli başlıklar bu açıdan da önemli olabilir.
3 Örneğin, “ilerici-gerici” tartışmasını Türkiye’de bu bağlamda yapmak ilginç olabilir.
4Bu program, öncelikle mevcut kavramsal kafa karışıklığına bir son vermeli, elma ile armudu birbirinden ayırmalıdır. Örneğin, “organik tarım” ile “ekolojik tarım” arasındaki farkın politik tekabüliyeti, hem kırdaki aktörlerin politikleşmesi açısından, hem de bu aktörlerle temas eden diğer aktörlerin diyalog zemini açısından hayatidir. Veya, “gıda güvenliği” kavramı ile “gıda egemenliği” kavramının farkını politik olarak kuran bir perspektif, aynı zamanda aktörlerin hangi mücadele çerçevesi içerisinde kendilerini konumlandırabileceği açısından önemlidir. Örneğin bir mücadelede “yaşam savunuculuğu” gibi bir aktör tarifi ile o aktörün “çiftçi” karakterine atıfta bulunmak arasındaki fark, mücadelenin hangi temellerde okunduğunu ve “okunması gerektiği” yönünde önemli bir açılım sunmaktadır.   


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-