Şimdi cüret zamanı...Onlar korksun, ki korkuyorlar; onlar düşünsün, ki düşünemiyorlar. Daha ne olsun ki?


Zor günler yaşıyoruz.
Karanlık bir iktidarın kendinden geçmiş bir hırs ve acelecilikle her gün karanlık bir diktatörlüğe doğru yeni bir adım attığını görüyoruz. Güç sarhoşluğu mu bu? Yoksa korku mu? Bana göre ikincisi... Ama hangisi olursa olsun çok hata yapıyorlar ve yapacaklar da...
Eğer bu hataların yarattığı olanaklardan doğru bir politika. doğru bir zamanlama ve devrimci bir cesaretle yararlanmak becerilebilirse, "bu melanetten bir hayır çıkarmak" için koşullar çok uygun...
Ben bu tür cümleler kurduğumda "anlaşılabilir ama onaylanamaz" bir karamsarlık yaşayan bazı arkadaşlar soruyor: Diktatörlük heveslileri bu kadar pervasız ve toplum bu kadar sessizken, ülke her gün uçurumun kenarına birkaç adım daha yaklaşırken nasıl bu kadar umutvar olabiliyorsun? Bu içte ve dışta savaş peşinde koşan, gözünü adeta kan bürümüş bir muarıza karşı tehlikeli bir küçümseyiş değil mi?
Elbette muarızı küçümsememek gerek. Buram buram kan ve düşmanlaşma kokan bugünkü gidişata, üstelikte kısa zamanda dur denilemezse ülke içinden zor çıkılır kör bir kuyuya dönüşecek. Bu kesin.  Ve elbette Erdal Beşikçioğlu'nun sözleriyle  hem büyük bir tedirginlik içerisinde hem de hiç bir şey yokmuş gibi yaşamayalım.Çaresizlik kabusuyla filizlenen bu "tatlı şizofrenin" sarhoşluğunda boğulmayalım. Ala!  Ama olanakların da farkında olalım. Ve gidişattan rahatsız olan herkesin bu olanakların farkına varması için çaba gösterelim. Bugün zaten çıplak gözle dahi yeterince görünür hale gelmiş olan tehlikelere mütemadiyen vurgu yapmaktan daha önemli, daha öncelikli ve daha yol açıcı bir görev bu. Aksi umutsuzluğu ve yenilgici bir psikolojiyi büyütmekten öte neye yarar ki?
Bu ülkenin solcuları, devrimcileri, sosyalistleri buna benzer tehlikeleri geçmişte de çok yaşadı. Ama hiç birinde bugünküne benzer direnme potansiyeli ve olanaklarına
sahip değillerdi. Öncelikle bunu bilince çıkaralım ki, hem gücümüzün farkına varalım ve moral bulalım, hem de sorumluluklarımızı buna göre yerine getirelim.
Tabloya birlikte bakalım:
Hepimiz biliyoruz ki çok güçlü ve özgüvenli değiller.Bu agresiflik, acelecilik ondan... Aklın büyük ölçüde devreden çıktığı, kısa/orta/uzun vadeli bir planlamaya olanak vermeyen bir panik ve acelecilik hakim onlara...Ve bu nedenle çok sık ve önemli hatalar yapıyorlar. Daha da yapacaklar.Yavaşladığı anda düşeceğinden korkan birinin telaşıyla, tıpkı kör bir fil gibi, önlerine çıkan ne varsa yıkıp geçiyorlar.
Çünkü yalnız ve güçsüzler.
Önemli bir rejim değişikliğini yapabilecek ne güce sahipler ne de ortam çok uygun... Ama başka seçenekleri de yok... Çaresizler...
Böylesi rejim restorasyonlarının başarısı için sermaye sınıfının desteğini elde etmeleri çok önemli. Sermaye sınıfı korkak ve pragmatisttir. Sermaye sınıfının ana gövdesi iktidarın kaynak kıyaklarından ve emeği baskılayan azgın neo liberal politikalarından nemalandıkları ve bunu kaybetmek istemedikleri için bugün susuyorlar. Ama onların da gidişattan rahatsız olduklarını biliyoruz. Pusuya yatmış bekliyorlar. İktidarın gitme olasılığı belirdiğinde nazik elleriyle ve bir demokrat edasıyla lütfedip "çorbaya tuz" katacaklardır.
Sermaye desteğinden sonra  ikinci önemli faktör asker ve sivil bürokrasisinin desteğidir. AKP'nin bu kesimlere nüfuz edebilecek kadro gücü dün de yoktu, bugün de yok. Dün bu boşluğu FETÖ kadrolarıyla doldurmaya çalışıyorlardı. Bugünse MHP'li, Avrasyacı / ulusalcı kadrolarla...AKP'ye en yakın görünen polis teşkilatındaki tablo bile, bizzat bir önceki İçişleri Bakanı Efkan Ala'nın açıkladığı bilgilere göre hiç iç açıcı değil.  O açıklamadan anlaşılıyor ki, polis teşkilatı içinde hala önemli sayıda ve mevkilerde FETÖ&cü mevcut.  Ordu içinde de AKP  yok dilecek kuvvette. Gözlemciler Ordu'ya FETÖ'cülerin, NATO'cuların ve kısmen de Avrasyacıların hakim olduğunu belirtiyorlar. Yani AKP açısından bu cephede "iki ucu güvenilmez çubuk"...
Üçüncü önemli aktör ise güçlü ve kenetlenmiş bir örgütle, inançlı, siyasal mobilizasyon kabiliyeti yüksek bir kitle desteğidir... Şu anda AKP örgütü yalnızca örgüt dışındaki herkese değil, kendi içinde ki kadrolara da potansiyel tehdit gözüyle bakıyor. Öyle bir örgütsel manzara var ki, herkes diğerinden şüpheleniyor; birbirine en yakın gözükenler bile birbirine güvenemiyor. En başta ve en çok da Erdoğan hiç kimseye güvenemiyor. Düşünün ki en güvenebileceği isim Binali Yıldırım... Etrafı, sendelese de bir çelmede biz taksak diye bekleyenlerle kuşatılmış durumda...
Yüzde 40 küsur oy destekleri var. Ama bu destek çok sağlam değil... Zira bu oy desteğinin büyük bölümü  partiyle ideolojik/amaçsal bir bütünleşme içinde değiller. Neo Osmanlıcı düşleri benimseyenler bu kitlenin yarısından bile epey azdır. Geri kalanlar için ekonomik durum ve siyasal istikrar daha belirleyicidir... Ekonomide ve siyasal istikrar alanlarında durum ise ortada... AKP'nin neo Osmanlı projesine daha bağlı görünen oy desteği ise aslında ideolojik bakış, örgüt disiplini ve kültürü gibi çok önemli öğelerden yoksun... Daha çok Erdoğan kültü ile motive olup harekete geçebiliyorlar. Bu durum bu kitle desteğini  hem çok saldırgan ama hem de çok kırılgan bir güce dönüştürüyor.
Dış destekleri yok, köstekleri çok...
Uzun uzadıya analize gerek yok.
Erdoğan ABD ve Avrupa tarafından "güvenilmez" ilan edileli çok oldu. Rusya ise özellikle uçak düşürme krizinden sonra mevcut hükümete kendi cephesinden kefeni giydirmişti bile. Şimdi Türkiye kendine yanaşmak zorunda kaldıkça hem NATO içinde çatlak yaratmak, hem de fırsat bu fırsat  diyerekTürkiye'den koparabileceği ne varsa elde etmek derdinde... Mevcut hükümete karşı tutumu değişmiş değil, yalnızca bu koşullarda "intikam soğuk yenen bir yemektir" sözüne uygun davranıyor. Rusya Türkiye ile kalıcı bir ortaklık kurmaya çalışmanın Batı dünyası ile açık ve sıcak bir çatışma anlamına geleceğini ve bunun halihazırdaki güç dengeleri gereği getirisinden çok götürüsü olacağını bilebilecek bir stratejik bakışa sahip. Ayrıca AKP Ortadoğu'daki her hamlesi boşa çıkan ve düşmanlıklar yaratan bir güç olarak bölge devletleri açısından da  sevilmeyen "kötü komşu" durumunda.
Velhasılı AKP için dışarıdaki tablo içerisindekinden bile daha vahim.
Devrimci cüret...
Tablo bu ve bu tablonun AKP açısından pek zorlu olduğu açık... Sol, sosyalist, özgürlükçü muhalefet açısından bakıldığında ise yüzde 60 civarında bir potansiyelin AKP dışında, en az yüzde 40'lık bir potansiyelin AKP'ye net bir karşı duruştan yana ve bunun en az yüzde 15'inin aktif mücadeleye yatkın olduğu bir tablo var. Gezi Direnişi'nin  ülkenin hemen tüm illerinde 20 milyon insanı seferber ettiğini hatırla(t)makta fayda var.
Ama bu tablo sadece çok güçlü olanaklara işaret ediyor. Mücadele edersen başarı çok yüksek bir olasılık mesajı veriyor. Ama tersinden de mesaj veriyor: Oturup beklenirse, bu sorunu aktif kitle siyasetinin kendi özgücüyle çözmek yerine, kendilerinden kurumsal ve sınıfsal olarak hiç bir ciddi  ilerici hamle beklenemeyeceği yalnızca son dönemde bile defalarca kanıtlanmış ordu, sermaye gibi güçlerden medet umulur ya da zaten fiilen devre dışı kalmış parlamenter siyaset alanında dar alanda kısa paslaşmalarla zevahir kurtarılmaya çalışılırsa, cümleten geçmiş olsun.
Peki ne mi yapacağız? O kadar belli ki...
Kürt/Türk, Alevi/ Sünni birleşeceğiz... İşçileri, tüm emekçileri de bu sürece dahil etmek için özel bir duyarlılık ve mesai sahibi olacağız.
Ve hepsinden önemlisi korkuya teslim olmadan ülkenin her yerinde şimdiden yanmaya başlayan çok sayıda çoban ateşini güçlendirmek ve birleştirmek için bizzat oralarda olacağız. Yani Cumhuriyet'in önünde, yani Diyarbakır'da, yani akademisyenlerin yanında, yani ulaşabildiğimiz her yerde.
Şimdi cüret zamanı... Bu cüreti gösterirsek, onlar korksun, ki korkuyorlar; onlardüşünsün, ki düşünemiyorlar.
Armut kendiliğinden pişip ağzımıza düşemeyeceğine göre...

Daha ne olacaktı ki?...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-