DERİN PKK (TAK)+AKP + MHP= BAŞKANLIK MI?
TAK+AKP + MHP= BAŞKANLIK MI?
Az çok
siyasetin her türünden anladığıma inanırım.
Siyasetin
her türü derken parlamenter olanıyla olmayanını, barışçıl olanıyla militer
özellikler taşıyanını vb. kastediyorum.
Bir
siyasal olaya, tutuma katılırım ya da eleştirel dururum ya da açıktan karşıt
olurum... Bu ayrı... Ama bir yere oturtmakta zorlandığım bir siyasal tutum pek
olmamıştır.
Erdoğan'ı/AKP'yi
anlamak mümkün... "Ya daha fazla iktidar ya yok oluş" ölümcül
ikileminde daha fazla iktidar sahibi olmak için epeydir "her yol
mubahtır" güzergahına girmiş durumda...
Bahçeli
için kişisel iktidarını koruma kaygısı başat... Kürt sorununda savaş
politikasına dönüş de ikincil etmen bugünkü siyasetinde...
Ya TAK
ne? Ne yapmaya çalışıyor?
Ya şu
TAK? Bu tür katliamlarla neyin peşinde? Ne tür bir amaca sahip? Piyasada
dolaşan söylem ve açıklamalar ikna edici olmaktan uzak... Görünür gerekçeler
anlamak ve açıklamak bakımından yetersiz. Sanki bir Çapanoğlu var bu işin
içinde...
TAK
denilen yapı ile ilgili bilgiler alt alta sıralanınca, bu yapının PKK ile ortak
rezonansa sahip ve/fakat örgütsel/eylemsel anlamda kısmi bir serbestisi olan
bir oluşum olduğu sonucu çıkıyor ortaya.
Eylemsel
serbestisi, dediğimiz gibi kısmi... PKK dur deyince duruyor... Ama dur emri
gelmedikçe, kendi inisiyatifiyle ve doğrudan kitlesel ölümleri amaçlayan,
çoğunluğu da canlı bomba tarzı eylemlere yöneliyor.
TAK'ın
çözümün konuşulduğu süreçlerde sessizliğe gömüldüğü; savaş politikasının
devrede olduğu ve derinleştiği dönemlerdeyse yeniden sahneye çıktığı görülüyor.
Yani barışla sönümlenen savaşla yeniden dirilen bir yapı var karşımızda.
Peki
TAK gerçekten stabil, kendi iç kurumlaşması ve hiyerarşisi olan ayrı bir
örgütlenme mi gerçekten? Mevcut bilgiler bu konuda yeterli değil. Hatta daha
çok TAK'ın bir ayrı örgütlenmenin ismi olmaktan çok ayrı bir eylem mantığının
adı olduğu yönünde.
TAK'ın
varoluş sebebi "intikam" sözcüğünde ifadesini buluyor. Kendi etnik
kimliğine saldırdığını/ katlettiğini düşündüğü çevrelere aynı yöntemle ve
misliyle karşılık vermeyi, yani intikam almayı amaçlıyor. Bu yapının
görülebildiği kadarıyla başka bir siyasi iddia ve misyonu da yok zaten.
Nasıl
bu topraklarda yaşayan insanların çıkarını değil de bağnaz bir Türk
milliyetçiliğinin kanlı ve irrasyonel amaçlarını temsil eden örgütler varsa,
TAK'ın eylemleri içinde, Kürtler arasındaki tepkisel milliyetçi körleşmenin dışavurumu
diyebiliriz.
Sonuçta
Kürt siyasal hareketi de homojen değil... Laik ve sola yakın kesimler daha
baskın olsa da, içinde pür milliyetçi olanı da var pür dinci olanı da. Fakat
sonuçta etnik talepler üzerinde yükselen bir hareket olduğu için az çok
milliyetçi damar ve pragmatik siyaset anlayışı tüm bu unsurlara sirayet etmiş
durumda. Özellikle savaş politikasının pik yaptığı, kan ve ölümün siyaseti
boğduğu dönemlerde Türk cenahında olduğu gibi Kürt cenahında da milliyetçi hezeyan
yaygınlaşıyor. TAK'ın öç alma duygusunu besleyen bu milliyetçi hezeyanın bir tür dışavurumu olduğunu söyleyebiliriz.
Kendi
siyasi akılları olmasa da, bu yapılar her derin yapılanma gibi bir üst siyasal
akıl doğrultusunda hareket ederler.
Üst
siyasal akılların bu yapılarla ilişkisi "saldım çayıra mevlam kayıra"
türünden bir ilişki olmaz. Normali budur.
Dolayısıyla
TAK'ın "kısasa kısas"
mantığıyla gerçekleştirdiği kitlesel kıyımları, sadece "öfkesine ve
öç alma duygusuna esir düşmüş" bir gurup gencin işi olarak değerlendirmek
doğru olmaz. Arkasında bir siyasi akıl ve amacın varlığı kesindir.
Ama bu
nedir)
Kural olarak "karşıt siyasal hedefi"
zora sokmak, gücünü ve etkisini azaltmak gibi bir mantığa sahip olmaları beklenir
bu örgütlerin ve eylemlerinin...
AKP
hükümeti savaş politikası başlattıysa, bu yapının mantıksal olarak AKP
iktidarını zora sokacak bir çabanın içinde olması gerekir.
Bir
değil, iki değil, üç değil...
TAK'ın
son bir kaç yıldır tüm yaptıkları aksine AKP iktidarını tahkim eden,
güçlendiren, en son MHP örneğinde olduğu gibi AKP'nin ittifak arayışlarını kolaylaştıran
türden...
Peki
TAK eylemleri PKK'nin değil de, farklı güç odakları ve istihbarat örgütlerinin
iradesini yansıtıyor olabilir mi? Bu mümkün ama son eylemlere ilişkin PKK'nin
tutumuna baktığımızda, PKK'nin bu eylemlerle arasına sınır koymadığını, dolaylı
biçimde ama herkesin anlayabileceği açıklıkta TAK eylemlerine sahip çıktığını
görüyoruz.
Sonuçları
AKP iktidarını ve AKP-MHP ittifakını güçlendirmek, HDP'nin tasfiyesi,
Kürt ve Türklerin eşit, özgür, çağdaş, barışçı ve yüzü sola dönük bir ülke yaratmak
doğrultusundaki ittifak ve eylem girişimlerini boşa çıkarmak olan bu kör şiddet
eylemlerini, bu sonuçları görmeden ve göze almadan PKK'nin salt intikam
duygusuyla desteklemesi akla hiç uygun bir açıklama olmaz.
Bu işin görünür olmayan kısmında başkaca bir mantık işliyor olması çok daha kuvvetli ihtimaldir.
Bu işin görünür olmayan kısmında başkaca bir mantık işliyor olması çok daha kuvvetli ihtimaldir.
Kandil
muhatap biziz diyor...
Öncelikle
Kandil'in sorunun çözümünde devletin kendilerini İmralı ve HDP üzerinden
baypas etme girişimlerine karşı "Kürt sorununun çözümünde devletin asli
muhatabı biziz" mesajını uzun süredir ısrarla verdiğini hatırlamakta fayda
var.Kandil "Öcalan'a saygımız var. Ama o şu an esir durumda. Dolayısıyla
çözüm iradesini temsil edebilme olanaklarından yoksun. HDP ise Kürt sorunun
asıl temsilcisi değil. Asıl temsilci ile devlet arasında bir diyalog kanalı
sadece... Bu sorunun asıl muhatabı biziz." diyor.
Bu
yüzden HDP'nin Kürt sorunun asli temsilcisi yapılmaya çalışılmasından, HDP ile
Kandil arasında irade farklılığı ve çatışması yaratılmaya çalışılmasından -ve
hele de HDP içinde de bu yönde eğilimler görmüşse- rahatsız olması şaşırtıcı
değil.
Kandil
için HDP olmazsa olmaz değil ve bu nedenle politikalarını oluştururken belli ki
HDP'nin tasfiyesi olasılığını azaltmak birincil kaygıları arasında yok.
Politikada
asıl öncelik HDP dışı alanlara kaymış gözüküyor.
İnsanın
aklına birbirine bağlı iki soru geliyor:
Birincisi, Derin PKK (TAK)+AKP +
MHP= Başkanlık mı?
Ve
ikincisi, Derin PKK (TAK)+AKP + MHP= İç savaş ve sınır değişikliği beklentisi
mi?
Bu tüm
bu aktörlerin bir masa etrafında toplanıp ortak bir strateji de anlaşıp rol
paylaşımı yaptığı anlamına gelmez. Hayatın kendisi bazen farklı amaç ve
kaygılarla yola çıksalar da, aktörlerin aynı yöne rüzgar üflemelerine neden
olabilir.
Bunları
açalım biraz...
Elde
çok fazla somut veri yokken doğru sonuçlara varmak için, bu tür durumlarda
siyaset biliminin imkanlarını kullanmak mecburidir.
Eğer
bütün bu olaylar apaçık belirli sonuçları besliyor, o sonuçlara hizmet
ediyorsa, aktörlerin bu sonuçları öngöremediğini değil, bu sonuçlardan kazançlı
çıkacaklarını umduklarını düşünmek gerekir.
Bu
durumda PKK'nin başkanlık sistemi isteğinin gerçekleşmesini engellemek
gibi bir derdi olmadığı gibi bir çıkarsama yapabiliriz.
Peki
neden böyle bir tutumu almış olabilir? sorusunun ise iki olası yanıtı var:
Ya
başkanlık sisteminin ardından dillendirdiği siyasal taleplerin siyasal
iktidarca daha rahat karşılanabileceği düşüncesindedir...Bu oldukça zayıf bir
ihtimal olarak gözüküyor.
Ya da
çok daha büyük olasılıkla başkanlık sisteminin ülkede daha güçlü yarılmalara ve
iç çatışma ortamına neden olacağı ve bu iç çatışma ortamında -Erdoğan karşıtı
dış güçlerin de desteğini kuvvetli biçimde alarak- amacına sınır değişikliği
yaratacak tarzda ulaşabileceği gibi bir beklenti içindedir.Ortadoğu'da değişen
dengeler önceliğin değişmesini ve Türkiye içinde bir çözüm beklentisini zayıflatmış
olabilir. Çözüm alanı ve olası çözüm muhataplarını da...
Bu
sonuncu şık bize,PKK'nin bugüne kadar dillendirdiği demokratik cumhuriyet ve
özerk yönetim hakkı temelinde Türklerle birlikte yaşama isteği ve iradesinde
bir kırılma ve yön değişikliği olduğuna işaret eder. Bu ise Kürt sorunu
açısından ciddi bir tehlike çanıdır.
Zaten M.Karayılan'da yakın geçmişte ANF ile yaptığı röportajda bu değişimin ipuçlarını apaçık vermekteydi:"
" Erdoğan, Erdoğan’ın yandaşları ve danışmanları bu konuda
yanlış hesap içindedirler. Biz sorunu barışçıl diyalog yöntemiyle çözmek
istedik, teslim alınmayla değil. Ama onlar bunu, bizim zayıflığımıza yorarak,
“biz sonuç alırız” dediler. Bunu daha zengin yöntemlerle yani bir taraftan “biz
Kürt sorununu çözeceğiz”, vb. söylemlerle toplumu beklentiye sokarak, ardından
ise dönüp-dolaşıp “biz aslında Kürt sorununu çözdük şimdi PKK sorunu var”
diyerek yapmaya çalışıyorlar."
Biz her zaman seçeneklerimiz olduğunu ifade ettik. İşte şimdi
yine söylüyoruz. Bizim tek seçeneğimiz AKP’nin merhametine sığınmak değildir ya
da illa mutlaka işte diyalogla çözüm değildir. Eğer diyalogla çözüme
gelmezlerse, bizi yok etmek isterlerse biz o zaman direnerek, kendi bağımsız
demokratik çözümümüzü ortaya koyarız.
Ve açıkça söyleyelim; şimdi Ortadoğu bölgesi kaynıyor. Kürtler
de bu bölgede artık bir faktördür, bir güçtür. TC Devleti Kürt halkını bir halk
olarak, bir millet olarak tanıma temelinde çözüme yaklaşır, demokratik özerklik
ekseninde çözerse, biz ona varız. Ama buna gelmezse, bunu kabul etmezse elbette
ki biz bağımsız bir biçimde bu sorunu çözmek üzere tüm gücümüzü ortaya
koyacağız. Gerekirse Güney Kürdistan ile birleşerek, bağımsızlığımızı da ilan
ederiz. Daha başka birçok yol var.
Eğer bu gönüllü birliktelik
gayretleri ihanet olarak algılanır ve cezalandırma gerekçesi haline
getirilirse, o zaman birlikteliğin önü alınmış olunur. Biz Özgürlük Hareketi ve
Kürt halkı olarak tek seçeneğe mahkum değiliz."
Böylesi
bir tercih belirlemişse Kandil açısından, ancak barış eksenli
politikalarda etkin bir rolü olabilecek HDP'ninde, "ülkenin batısındaki
güçlerle ittifak arayışı"nın da, "Türk halkıyla duygusal bağı
güçlendirme kaygısı"nın da artık eski önemini yitirmiş olması daha
anlaşılır oluyor.
Sonuç yerine...
Gerek AKP hükümetinin gerekse PKK'nin karşılıklı olarak Kürt sorununu Türkiye
içi mesele olmaktan öteye, sınır ötesi bir sorun, bir Ortadoğu sorunu haline
getiren yönelim içine girdiğini ve oradan kalkarak sonuç almaya çalıştıklarını görüyoruz.
Güç dengelerinin hızla değiştiği Ortadoğu gerçeği içinde bu yönelimin PKK
açısından da getirisi olacağını söylemek zor. Ama Türkiye açından bu yörelimin sonucunun
hem genel olarak hem de Kürt sorunu açısından bir felaket olacağı kesindir.
Sorunu sınır ötesine taşımak ve oradan kalkarak sonuç üretmeye çalışmak hem
sorunu çok aktörlü ve muhataplı hale getirmek hem de Ortadoğu'yu çok daha fazla
Türkiye içine taşımak anlamına gelecektir.
Ortadoğu'yu Türkiye'ye taşımak kanı, şiddeti, bombaları Türkiye'ye
taşımak demektir. Bu takdirde son birkaç yıldır yaşananlar, yaşanacakların
yanında bir "fragman" olarak
kalacaktır yalnızca.
Kürt sorununu Türkiye içinde ve "Türkiyeli Kürtlerle" diyalog
temelinde çözmek dışında bir seçenek olmadığını anlamak konusunda gösterilen her gecikme,hem Kürtler, hem de tüm
ülke için cehenneme doğru atılan büyük bir adım olmaktan başka bir anlama
gelmemektedir: gelmeyecektir.
Yorumlar
Yorum Gönder