AKP ne yapsa olmuyor: Son çare gözyaşı ya da istifa tehdidi ya sonra?
AKP için kriz çanları çoktan çalmıştı.
Gezi Direnişi AKP için sonun başlangıcıydı aslında... Gezi
Direnişinden sonra AKP için beyin ölümü gerçekleşmişti... Gezi'den sonrası bir uzatmadır.
Normal koşullarda çok daha kısa sürmesi beklenen bu uzatma anının bu günlere
dek sürmesi, AKP'nin "normal" bir siyasal parti olmamasıyla
bağlantılıdır.
AKP, muhalefet olmayı kabullenemeyen bir partidir.
Aslında bunun anlaşılabilir nedenleri de
var. Birincisi AKP, yüksek dozda ideolojik ve dinsel söylemine karşın sağlam
ideolojik ve örgütsel temel üzerine oturmayan bir konjonktür partisidir.
Böylesi partiler ancak iktidar koşulları içinde gücünü muhafaza edebilmektedir.
Muhalefete düşüş AKP için bir çözülüş ve parçalanmanın da başlangıcı olacaktır.
Bu birinci nedendir.
İkinci neden de, AKP'nin uluslararası
siyaset arenasındaki rol ve misyonunun da tamamlanmasıdır. Yani "Ilımlı
İslam Projesi"nin iflasıdır. Bu AKP'nin siyasal varlık zeminin ayaklarının
altından kayması anlamına gelmektedir. Varlığını sürdürebilmesi için yeni bir
dönüşüme ve muhtemelen de yeni bir liderlik vitrine ihtiyacı vardır. Bu durum
ise eski liderliğin direnişi ile karşılaşmaktadır doğal olarak. Bu tür
"siyasal gözden çıkarma"larda muhalefete düşüş, yalnızca siyasal
iktidarı kaybetmeyi değil, hukuksal bakımdan ciddi yaptırımlarla karşı karşıya
gelişi de gündeme getirmektedir kural olarak...
Bu akıbetle yüzyüze kalmamak için gösterilen direniş de çok daha güçlü
ve sancılı olmaktadır.
Çok daha
yapısal ve gelecek dönemi de yakından etkileyecek üçüncü neden ise, Türkiye'nin
uzun süredir gerçek ve köklü bir "muhalefet krizi" yaşamasıdır. Bu
durum AKP'nin ömrünü uzatabilmesinin en belirleyici etkenidir. "Muhalefet
krizi"nin bir türlü aşılamaması nedeniyle 15 yıldır iktidarda olan AKP hala aynı zamanda
bir muhalefet partisiymiş gibi hareket edebilme "tuhaf"lığını
gösterebilmektedir.
Bu tablo siyasal ölümü gerçekleşen AKP'nin, fiziksel ömrünün niçin normalden
daha uzun sürdüğünü bize açıklamaktadır.
Ama siyasetin de temel kuralları var.
Siyasal zemininiz kaydıysa, politik bakımdan reel bir karşılığınız
kalmadıysa, düşüşünüzü önleyemezsiniz ; ancak geciktirebilirsiniz. Ne var ki, bu
geciktirme büyük faturalara yol açar. Yalnızca o parti için değil; ne yazık ki
o ülke için de... Bu faturaları son birkaç yıldır hep beraber ödemekteyiz;
sanırım bir müddet daha ödemeye devam edeceğiz.
7 Haziran AKP'deki bu düşüşü teyit etmişti. Ama arkasından gelen Kasım
seçimlerinde AKP oylarını 10 puan civarında artırarak yeniden tek başına
iktidar oldu. Bu durum 7 Haziran mı? Yoksa 1 Kasım mı? Hangisi temel eğilimi daha
fazla yansıtıyor sorusunun sorulmasına yol açmıştı.
İşte başkanlık referandumu süreci, bize bu sorunun doğru yanıtı konusunda
en önemli veriyi sunmakta, sunacak.
Elbette referandumda önümüze çıkacak somut oy oranları çok önemli bir
veridir. Ama en önemli veri değildir. Zira halk umut ve beklentisi çok azalmış
olsa da, başka çare olmadığı için, daha da kötü bir tabloyla karşı karşıya
kalmamak için de oyunu kullanabilir.
Erdoğan ve AKP'de referandum kampanyaları boyunca, bu olasılığa oynayarak
halkta bir umut yaratmak yerine "Evet demezseniz çok kötü olur" temelinde propaganda
yürüttüler. En sonunda iş dünya ahvalinden öte "Evet demezseniz ahiretiniz
tehlikeye girer" absürtlüğüne kadar vardı. AKP ne yapsa, halk arasında
ancak kısmi ve geçici bir etki yaratabiliyor. Aktif ve umutvar bir destek
üretemiyor; heyecan yaratamıyor. Tüm barutlarını tek tek kullanan ama istediği
etkiyi yaratamayan AKP'nin son anlarda etkili atraksiyonlar yapamazsa, referandumdan
evet oyu çıkarabilmesinin çok zor olduğu görünüyor.
AKP'nin son kozları gözyaşı ya da istifa
tehdidi...
Peki ne yapabilir AKP? diye sorulduğunda ise, akla gelenler "Tayyip
Erdoğan'ın gözyaşları içinde duygusal bir konuşma yapması" ya da bir
zamanlar Turgut Özal'ın kullandığı yöntemle "eğer sandıktan 'evet'
çıkmazsa siyaseti bırakacağım" açıklaması gibi ancak umutsuz son çare
atraksiyonları oluyor.
Referandumdan "evet" çıkması ancak son anlarda çok önemli bir
sürpriz etkenin devreye girmesiyle olası ve bu koşullarda bile hiç kimse
"evet" tercihinin yüzde 52'yi geçebileceğini öngörmüyor.
Bu tablo AKP'nin siyasal bir çöküş sürecine girdiğinin en önemli kanıtı
başlı başına... Tablo yaşanan ciddi muhalefet krizine, yani bir anlamda
muhalefetsizliğe ve dünyanın en adaletsiz/baskıcı kampanyalarından biri yaşanıyor olmasına rağmen böyleyse, bu açıkça AKP açısından
geri döndürülemez bir düşüşün başlamış olduğuna işarettir. Ve yakın gelecekteki siyasal tablonun
nasıl şekilleneceği konusunda asıl
veriyi bizlere 1 Kasım'ın değil 7 Haziran'ın vermekte olduğunu göstermektedir.
Peki ya muhalefet krizi?
Bu kriz aşılamazsa tek başına "Hayır" oylarının yüksekliği ve
AKP'nin gerileyişi Türkiye'de olumlu bir yön değişikliğinin başlangıcı olabilir
mi? Elbette ki Hayır...
Türkiye'nin bugünkü asıl siyasal gündemi ve sorunu bu krizinin nasıl
aşılacağıdır...
Yorumlar
Yorum Gönder