Kemal Ne Yapar Ne yapamaz?


CHP  Quo Vadimus? Ya da
KEMAL “NE YAPAR NE YAPAMAZ?”
CHP’de Baykal’ın ahlak ve siyaset dışı yollarla parti başkanlığından uzaklaştırılmasıyla başlayan; Kılıçdaroğlu ve Sav’ın bilek güreşiyle devam eden süreç “CHP’de neler oluyor?” sorusunu gündemin baş sıralarına oturttu. CHP değişebilir mi? Değişebilirse bu değişim sosyal demokrasiye doğru olabilir mi?
Farklı yorumlar
Kimileri CHP’nin esasa ilişkin bir değişim yaşayamacağını“sav”lıyorlar. CHP’de yaşananın bir derin devlet operasyonu olduğunu; Baykal’lı CHP’nin mevcut yapı ve politikalarıyla AKP karşısında alternatif olmasının mümkün olmadığını gören “derin devlet”in son bir umut olarak, kirli bir operasyonla Kılıçdaroğlu’nu başa geçirdiği ve Önder Sav’ın etkisizleştirildiği vurgulanıyor.
Kimileri de yaşananın küresel bir operasyon olduğunu; Ordu ve yargının bertaraf edilmesinden sonra sıranın CHP ve MHP’ye geldiğini; CHP’nin “AKP’lileştirilmek” ve MHP’nin de tasfiye edilmek istendiğini söylüyor.
Kimileri de Kılıçdaroğlu’nun, toplumun halkçı ve özgürlükçü sol arayışını temsil ettiğini düşünüyor. Bu kesimlere göre Kılıçdaroğlu, toplumun değişik partiler içirense hapsedilmiş gerçek ilerici dinamiğini ortaya çıkarabilmek için, küreselleşmeci ve ulusalcı ikiliğini aşan sosyal demokrat bir alternatif oluşturmaya doğru yol alıyor.
Bizse tüm bunların çok eksik verilerle ve çok erken yapılan tarafgir yorumlar olduğunu; ama bu yorumların her birinin gerçekleşmesinin -sosyal demokratlaşma seçeneği daha zorlu bir süreci gerektirmekle birlikte- olanaklı olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle yazımızda, CHP’de sosyal demokrat dönüşümün zorlukları, olanakları ve gerekliliği üzerine bir değerlendirme yapmayı yeğliyoruz.
Güncel Siyasetin iki ana ekseni
Sosyalizm iddialı rejimlerin yıkılması ve küreselleşme süreciyle birlikte siyaset üzerinde emekçi izi iyice silindi. Sosyalist akımlar ciddi güç kaybettikleri gibi; sermaye egemenliğini tehdit etmemek kaydı şartıyla emekçiler lehine istihdama ve bölüşüme dayalı bir dengenin ifadesi olan sosyal demokrat politikalarının altındaki toprak da önemli ölçüde kaydı. Siyaset içerisindeki şekillenme ise gelişmiş kapitalist ülkelerde küreselleşme zemini üzerinde bu sürecin hızı, seyri ve hangi ideolojik söylemler üzerinde gerçekleştirilebileceği gibi son derece nüans konular üzerinde şekillenirken; Türkiye gibi ülkelerde küreselleşme sürecinin “bilaü kaydı şart” taraftarları ile, küreselleşme sürecine ilkesel olarak karşı çıkmamalarına karşın, paradoksal biçimde ulus devlet dönemindeki imtiyazlarını da kaybetmemek isteyen statükocu gruplar arasında oluşan çatışma üzerinde şekillendi. Bilindiği gibi o tarihten sonra sosyal demokrasi Batı’da daha çağdaş değerlerin ve çok kültürlülüğün temsilcisi bir parti hüviyetine bürünmeye başladı. Buna karşın geçmişteki nispeten güçlü sınıfsal taban, adeta folklorik özellik kazanmış ideolojik söylem ve geçmişin kazanımı olarak kolaylıkla yok edilemeyen bir dizi kurumsal kazanım, sosyal demokrasinin bu sağa yolculuğuna ayak bağı olabildi ve yavaşlatabildi.
Türkiye’nin “Ne yaşar ne yaşamaz sosyal demokrasisi”
CHP dünyadaki gelişmelerin yanı sıra iç siyasette yükselen işçi hareketi ve sosyalist akımların etkisiyle 1960’lı yıllarda “ortanın solu” ile başlayan serüvenini 1970’lerde sosyal demokratlaşma çabası ile devam ettirdi. Ecevit önderliğinde geçmişin devletçi, yurtsever-bağımsızlıkçı geleneği ile emekçi hakları savunuculuğunu birleştirmeye çalışan bir sosyal demokrat çıkış yaratmayı başardı da önemli ölçüde. Fakat CHP, hiçbir zaman Batı’daki anlam ve ölçekte sosyal demokrat olamadı. Zira Türkiye’nin sosyo-ekonomik gücü emekçi kesimlere yönelik tavizlere fazla elverişli olmadığı gibi, işçi ve sosyalist hareketin gücü de zorunlu istikamet olarak sistemi böyle bir tercihe yöneltecek düzeyde değildi. Bu nedenle de Ecevit koalisyonun büyük ortağı olduğu hükümet dönemlerinde sosyal demokrat politikaları realize etmekte başarı şansı bulamadı: Büyük hayaller yaratarak başlayan Türkiye sosyal demokrasisinin bu kısa deneyimi, ardında büyük hayal kırıkları bırakarak 1980’lerle beraber siyaset sahnesinden çekildi.
Zor ama önemli bir ihtiyaç
Dünya’da sosyalist iddialı rejimlerin, güçlü sosyal demokrat iktidarların; ülke içerisinde de ciddiye alınabilecek bir işçi hareketinin ve sosyalist örgütlenmenin bulunduğu, üstelik son demlerini yaşıyor olsa da, Keynesyen ekonomi politikalarının egemenliğini sürdürdüğü bir dönemde bile, Türkiye’de sosyal demokrasi arayışının -söylem düzeyinde etkili olsa da-  eylem düzeyinde kendine alan açmakta oldukça zorlandığı düşünülecek olursa; solun çöküş yaşadığı, işçi harekinin örgütsüzleştirildiği/paralize edildiği ve işçi sınıfı unsurlarına bir talep unsuru gibi değil maliyet unsuru gibi bakıldığı bugünün koşullarında sosyal demokrasiye yönelik bir arayışın oldukça güç ve riskli bir seçenek olduğunu kabul etmek gerek. Ama dünyanın ve ülkenin koşullarının da,  hem böyle bir seçeneği acil bir gereksinim haline getirdiği; hem de sola yöneliş için gerekli koşulların son on yıllara göre giderek arttığı da, bir başka gerçek.


Genel olanaklar…
Dünya kapitalist ekonomisi son küresel krizden hala kurtulabilmiş değil; hatta yakın gelecekte ikinci bir dip’in yaşanacağına ilişkin ciddi beklenti ve kaygılar var. Küresel krizin beraberinde serbest rekabetin bir rasyonalite değil başıbozukluk yarattığı ve ekonomiye devlet müdahalesinin kaçınılmaz olduğu tezleri yeniden tarihsel arşivinden çıkarıldı ve yüksek sesle dillendirilmeye başlandı. Küresel krizin ortaya koyduğu gerçeklerden bir diğeri de üretime dayanmayan –finansallaşan- ekonominin ve kredi sistemini harekete geçirerek kitlelerin alım gücündeki düşüşü ve talep darlığını gidermeye çalışmanın ekonomide iltihaplı bir büyüme yarattığı ve bünyeyi daha da hastalıklı hale getirdiğinin görülmesi oldu. Tüm bunlar devlet müdahalesine açık, üretkenlik artırıcı ve talep eksenli arayışlar için bir kanal yaratmaktadır. Sosyal demokrasi bu kanaldan kendine bir alan açma şansına giderek daha fazla sahip olmaktadır. Ayrıca küreselleşmeye yönelik artan toplumsal muhalefet, Latin Amerika başta olmak üzere bazı ülkelerde egemen yönelişe tepki olan merkez kaç eğilimlerin oluşması da sosyal demokrasi olanaklarını artıran gelişmeler olarak değerlendirilebilir.
Yerel Olanaklar…
Türkiye’de toplumun talep ve beklentileri genellikle küreselleşme ve statükoculuk kutuplaşmasına hizmet eden ve bu anlamda da toplumsal kutuplaşma ve düşmanlaşmayı da artıran bir yöntemle yapılmakta… “Şeriatçı gericilik”, “Beyaz Türk”, “Endişeli ve dışlayıcı modernler”, “toplumun değerlerini temsil edenler” vb. tanımlamalarının; toplumsal talep ve beklentileri anlama, açıklama ve bu beklentileri ortak ilerici bir zeminde birleştirebilme niyet ve şansları yok. Bugün bu sorunları da kapsayan ama toplumu ilerici bir eksende bütünleştiren bir siyaset programı gereksinimi çok daha açık olarak hissediliyor. Üretilen ya da abartılan korkularla toplumu yönetmenin imkan dahilinde olmasının tek nedeni, böylesi bir siyaset programının olmamasıdır. CHP’nin tabanının büyük bölümünü oluşturan alevi kesimlerini, öğretmenleri, formel sektörde çalışıp düzenli iş ve gelir sahibi olan kesimleri “imtiyazlı, devletçi, statükocu, şoven”vb.; “değişime ve özgürlüklere karşı toplumsal kesimler” olarak yaftalamak ne kadar  bilim ve siyaset dışıysa, AKP ‘nin  ve AKP dışı bazı dinsel duyarlılığı olan gurup ya da partilerin tabanını oluşturan kesimlerin de ilerici ve sol dinamiklere tümüyle kapalı olduğunu iddia etmek de aynı ölçüde bilim ve siyaset dışı…Bütün bu kesimler içinde emek, özgürlük ve sosyal adalet ekseni üzerinde birleşebilecek, laikliği de, din ve vicdan özgürlüğünü de, Kürt kimliğine ilişkin hakları da bu temel eksen üzerinde benimseyebilecek çok önemli bir toplumsal taban var ve aslında bu taban bugünkü “ulusalcı- küreselleşmeci” kafa tokuşunun bir parçası olmaktan da bıkmış usanmış durumda.
Öte yandan hem bu küresel-ulusal çatışması, hem de sermaye kesimleri arasındaki çekişme ve çatışma, sosyal demokrasinin söylem ve pratiği için, yararlanılacak ciddi çatlak ve olanaklar yaratmaktadır.  TÜSİAD’ın üretimci ve istihdamcı bir ekonomik yönelim gereksiniminden söz etmesi, kayıt dışılığın engellenmesi ve sendikalı çalışmaya önem verilmesi gibi son aylarda iyice belirginleşen söylemleri, hem krizin hem de sermaye grupları arasındaki rekabet ve çatışmanın dışavurumlarıdır. CHP, bu koşullarda bu çatlak ve çatışmanın imkanlarından azami ölçüde yararlanarak sosyal demokrasinin ilk ve önemli adımları olabilecek siyasi ve ekonomik adımları atabilme olanaklarını yaratabilir.
İlk adım…
Kılıçdaroğlu’nun söylemlerindeki halkçı motiflerin şimdiden CHP tabanında belirli bir heyecan, beklenti; CHP dışı halk kesimlerinde de ilgi ve sempati yaratması, toplumun böylesi bir siyasal eksene olan özlemin en açık dışa vurumu olarak kabul edilebilir. Kılıçdaroğlu hem bu toplumsal talebi karşılamak; hem de ülke, bölge ve dünya siyasetine olumlu etkilerde bulunacak bir siyasal hattın temsilcisi olmak istiyorsa, kendisine ve partisine dayatılan “AKP’lileşeme” ve “MHP’lileşme” seçeneklerini “daha kolay” yollar olmasına bakmadan kesin biçimde reddetmeli, siyasi iradesini “zor ama olanaksız olmayan” sosyal demokratik siyaset seçeneğin temsilcisi olma yönünde kullanmalıdır. Bunun için de ilk atacağı adımlar emek örgütleri başta olmak üzere, Kürt, Alevi, türban da dahil olmak üzere mağdur olan kesimlerin temsilcileri ile bir araya gelmeli; Sosyal Güvenlik, Adil vergi reformu, sendikal örgütlenme, istihdam güvencesi konuları, vatandaşlık geliri vb ekonomik sosyal konular başta olmak üzere bu temel üzerinde kimliksel talep ve özgürlükleri güvence altına alacak adımların formüle edildiği bir “sosyal, ekonomik ve kimliksel haklar deklarasyonu” nu tüm bu kesimlerle birlikte ortaya çıkarmalı ve bir seçim vaadi olarak imza altına almalıdır.
CHP’den ne umulabilir?
Sosyal demokrasi tarihi oluşumu ve misyonu itibariyle işçi sınıfı ile sistemin çıkarlarını uyumlulaştırmaya dayalı politikalarıyla, sistem içi bazı kazanımlar ekseninde işçi sınıfını devrimci çizgiden, reformcu çizgiye kanalize eden bir akımdır. Sosyalist ve işçi hareketinin güçlü olduğu  bir dönemde, hareketi yumuşatmaya yönelik yaklaşımlarıyla sosyalist hareket açısından barikat işlevi gördüğü de açıktır. Bu nedenle güçlü bir sosyalist ve işçi hareketinin olmadığı bir süreçte etkili ve güçlü bir sosyal demokrat bir seçeneğin oluşumu da sistem açısından pek rasyonel ve tercih edilir bir durum oluşturmaz. Fakat bu her tarihsel dönemde ille de önce güçlü bir işçi hareketi ve sosyalist hareket ardından sosyal demokrat hareket sıralamasının tekrarlanmasını gerektirmez. Bugünün dünyasında klasik anlamda tam bir sosyal demokrat programı temsil etmese de sola ve emek eksenli politika ve propagandaya yönelik her önemli çıkış, önemli radikal değişikliklerin temsilcisi değil ama tetikleyicisi olabilir. CHP’de sola ve emek eksenli propagandaya yönelik her ciddi girişimin, potansiyelleri ve sınırları konusunda hayalci beklentilere kapılmamak gerekir ama, tetikleyici bir rolü olabileceğini görmek ve politik değerlendirme ve yaklaşımları da bu gerçeğin üzerinde şekillendirmek gerekir

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-