TKP ÖNCESİNDE SOSYALİZM Ya da GAYRİ MÜSLİM SOSYALİZMİ



 

Bizi bu çalışma kapsamında, 1960 sonrası sosyalist hareketlere olan etkileri açısından özellikle TKP’nin oluşumu ve geçirdiği evrim  ilgilendirmektedir. TKP’nin stratejik görüşlerinin oluşmasında 3. Enternasyonal’in (Komintern) çok özel bir rolü ve katkısı olsa da, TKP gerçeğini anlamak bakımından tek başına TKP-Komintern ilişkilerinin  analizi yeterli olmayacaktır. Türkiye Komünist Hareketinin birliğinin gerçekleştiği 1920 Bakü Kongresine kadar, sosyalist hareketin farklı kanallardan akarak TKP’nin oluşuna kaynaklık ettiğini biliyoruz. TKP gerçeğini daha iyi anlayabilmek açısından kısaca da olsa bu farklı kanallara değinmekte yarar olduğu kanaatindeyiz.

 

1)İLK SOSYALİST ÖRGÜTLENMELER YA DA “GAYRİMÜSLİM SOSYALİZMİ”

Sosyalist hareketin  Osmanlı topraklarındaki macerasının ilk dönemine baktığımızda, bu akımın daha çok gayrimüslim azınlıklar içinde etkili olduğunu görürüz. Bunun böyle olması, bir açıdan şaşılacak bir durum da değildir.  Zira azınlıkların yoğun olarak yaşadığı  bölgeler, Osmanlı topraklarının kapitalizmin nispeten en  fazla geliştiği  yerleri olduğu için, sosyalist akım açısından da  daha verimli topraklardı(Zürcher,2000: 9-10). Azınlık nüfus içinde sosyalizme temel oluşturabilecek asgari bir işçileşme yaşandığı gibi, bu aynı süreçte, sosyalizmin taşıyıcılığını yapabilecek küçümsenemez bir modern aydın birikimi de oluşmuştu. Osmanlı sınırları içinde sosyalizmin öncelikle ve daha yoğun olarak bu kesimler içinde güç ve etkinlik bulmasını açıklayan bir başka faktörde, bu kesimlerin Avrupa ile daha yoğun bir ilişki içinde olmalarından dolayı yaşlı kıtadaki fikir akımlarının azınlıklar arasında çok daha hızlı yankı bulmasıdır(Ahmad,2000:13).

Osmanlı sınırları içerisinde faaliyete geçen ilk sosyalist örgütlenmeler arasında yeralan Makedonya-Edirne Devrim Komitesi, Hınçak, Taşnaksutyun, Selanik Sosyalist İşçiler Birliği, Sosyal Bilimler Öğrenci Derneği gibi örgütlenmeler ya tümüyle  ya da önemli ölçüde azınlıklardan oluşuyordu.

Avrupa kesimindeki faaliyetleri  1908 Devrimi’nden çok öncelere dayanan Makedonya-Edirne Devrim Komitesi’nin çalışmalarının Türk-Müslüman nüfus içinde de belli bir etkisi ve yankısı olmakla birlikte, bu örgütün  çalışmalarını  daha çok Bulgar halkı arasında yürüttüğü ve Bulgar Dar Sosyalistler Partisi’nin çizgisini hayata geçirmeye çalıştığı  gözlemlenmektedir(Şişmanov,1990:43-45).

Osmanlı İmparatorluğu’nda sosyalist fikirleri ilk yayanlar arasında Ermeni Komitacıları da bulunmaktadır. Amaçları arasında milliyetçi talepler de bulunan Ermeni komitacılar sosyalist fikirlerden de önemli ölçüde etkilenmiş bulunmaktaydılar.1887’de İsviçre’nin Cenevre şehrinde kurulan ilk Ermeni Komitası-Partisi olan Hınçak,  programında ve propagandasında pek çok sosyalist düşünce ve talebi  dile getiren bir örgüttü(Sayılgan,1972:34). 1890 yılında Kafkas Ermenileri tarafından bir dizi çete ve komitenin birleştirilmesiyle oluşturulmuş olan Taşnaksutyun’un da benzer bir niteliğe sahip olduğu görülmektedir(Sayılgan,1972:35) Yine 1909 yılında İstanbul’da kurulan  Sosyal Bilimler Öğrenci Derneği’de büyük çoğunlukla Bulgar öğrencilerin örgütlü olduğu bir gençlik örgütlenmesiydi(Şişmanov,1990:43-45)

Bu örgütlenmelerin arasında 1909 yılında Selanik’te kurulan Selanik İşçi Federasyonu’nun ayrı ve özel bir önemi vardır. Bu önem, örgütün adında da zikredildiği gibi, bu örgütün ağırlıklı olarak bir işçi örgütü olmasının yanı sıra; değişik azınlıklar içinde ortaya çıkan  hareket ve örgütlenmeleri birleştirme gibi bir iddia ve misyonu üslenmiş olmasından da kaynaklanır(Harris,1976:24). Farklı farklı ulustan işçilerin ayrı ayrı örgütlenmesinden işverenlerin yararlanmaya ve işçileri bu temelde birbirlerine karşı kışkırtmaya başlamaları üzerine, Osmanlı toprakları içindeki azınlık örgütlenmeleri arasında, bu etnik bölünmüşlüğü sona erdirip farklı etnik kökenden işçi ve sosyalistleri tek bir çatı altında toplamaya yönelik eğilimler  giderek öne çıkmaya başlamış ve bu doğrultuda çeşitli girişimler sözkonusu olmuştu. Selanik İşçi Federasyonu’nun bu tür çabaların somutlaşmış bir ifadesi olarak kurulduğunu gözlemliyoruz(Şişmanov,1990:43-45). Öyle ki, Osmanlı topraklarında 1906 yılından itibaren birleşik işçi komiteleri ve kulüplerin kurulmaya başlandığını, 1908’den sonra bu tür çabaların daha da yoğunlaşarak benzeri birleşik örgütlenmelerin bir  çok büyük şehir ve kasabada oluşturulduğunu, 2 Ekim 1908’de,( Şişmanov bu tarihi 1909 yılı baharı olarak zikrediyor) ünlü Osmanlı sosyalistlerinden Abraham Benaroya’nın başkanlığındaki Yahudi Entellektüelleri Araştırma Gurubu’nun Selanik’te ki Bulgar sosyalistleriyle birleşmesiyle Selanik İşçi Kulübü’nün kurulduğunu ve  1909 yılı Mart ayının ortalarında benzer nitelikteki değişik komite ve kulüplerin birleşmesiyle, bu kulübün Selanik İşçi Federasyonu  adı altında daha ileri bir düzeyde yeniden örgütlendiğini görmekteyiz. Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu’nun faaliyetleri süresince Osmanlı işçi sınıfını tek bir sosyalist çatı altında toplamaya çalıştı, bu amaç doğrultusunda örgüt tarafından Rumca, Bulgarca, Türkçe ve Ladino’ca (Selanik Yahudilerinin konuştuğu İspanyolca ve İbranice karışımı bir dil) olmak üzere 4 ayrı dilde Amele isimli bir gazete çıkarıldı(Harris,1976:24).

Fakat sonuçta  tek ve birleşik bir Osmanlı sosyalist hareketi ve örgütlenmesi yaratmak doğrultusundaki bu girişim ve çabalar yetersiz kaldı. Süreç içinde bu girişimlerle amaçlanın tersine, Osmanlı işçi ve sosyalist hareketinin  etnik temelde büyük bir bölünme ve kopuş yaşadığını görüyoruz.

Osmanlı sosyalistleri Osmanlı Meclis-i Mebusanı içinde de temsil olanağı bulmuşlardı. Erzurum milletvekili Varteks,Sivas milletvekili Dr. Nazret Dagavaryan, İstanbul milletvekili Zöhrab ve Kozan milletvekili  Muradyan gibi milletvekilleri Hıncak ve Taşnaksutyun’un;  Selanik milletvekili Vlahof, Dalçef ve Pavlof Efendi ise  Bulgar sosyalist hareketinin etkisindeydiler(Tevetoğlu,1967: 36). Gayri müslim unsurlardan oluşan bu  milletvekilleri milliyetçi eğilimler taşısalar da, sosyalist düşünceden de büyük ölçüde etkilenmişlerdi ve bu nitelikleri  nedeniyle Meclis-i Mebusan’da pek çok sosyalist öneri ve önlemleri savunabilmişlerdi. Fakat buna karşın bu milletvekilleri  ne kendi aralarında ne de Türk-Müslüman sosyalistlerle sıkı bir örgütsel ve düşünsel birlik sağlayamadılar ve  sonuçta milliyetçi gelişmelere büyük ölçüde teslim olmak zorunda kaldılar.

 Olayların bu şekilde gelişmiş olmasının bir dizi önemli nedeni olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenlerden birincisi, Osmanlı sosyalist hareketinin başlangıçtan itibaren milliyetçi ideoloji ile koyun koyuna gelişmiş olmasıdır. Azınlık toplulukları içinde yalnızca sosyalizm değil, hatta ondan daha önce ve çok daha yoğun olarak milliyetçi ideolojiler  yaygınlık kazanmış bulunmaktaydı. Milliyetçi akım 19. yüzyılın başlarında Elen (Rum-Yunan) ve Sırp toplulukları içinde, geçen yüzyılın ortalarından itibaren Bulgarlar, 1880’lerden beri Ermeniler arasında canlı bir güçtü. Osmanlı yurtseverliğinden ayrı bir güç olarak Türk milliyetçiliğinin  ortaya çıkması ise 20. yüzyılın başlarına, Arap milliyetçiliği ise biraz daha geç bir tarihe denk düşmektedir (Zürcher,2000:9-10). Bu koşullar altında gelişecek bir sosyalist hareketin tek tek etnik kimlikleri  kendi tekil milliyetçi kimliklerinin üstüne çıkacak bir ortak kimlikte örgütleyebilecek birikim ve yeteneğe sahip olabilmesi gerekiyordu. Avusturya, Rusya vb. gibi ortak sosyalist örgütlenmeyi başarmış  çok etnikli  diğer toplumların yaşadığı deneyimlerde, bu görevin başarıya ulaşmasının toplumun çoğunluğunu oluşturan ulusal topluluğun, daha henüz örgütsel temelde  etnik bölünmeler ortaya çıkmadan, gelişkin, ortak ve enternasyonalist bir sosyalist örgütlenme yaratabilmelerinden geçtiğini görüyoruz Ayrıca yine benzer deneyimlerden kalkarak bu sürecin birleşik bir hareketin yaratılabilmesiyle sonuçlanabilmesi açısından, hareketin ana gövdesinin, Rusya’da bağımsız Yahudi örgütlenmesi olarak kurulmaya çalışılan Bund örneğinde olduğu gibi, etnik temeli esas alan bu tür örgütlenme çabalarına karşı da kuvvetle karşı koyabilmeyi başarmaları gerektiğini görüyoruz. Oysa Osmanlı’da çoğunluğu kapsayabilecek bir Osmanlı yurtseverliği oluşturulmasında son derece geç kalındığı gibi, ana unsuru oluşturan Türk nüfus içinde milliyetçilik ve sosyalizm  gibi akımlar azınlıklara göre düşünce ve örgütlenme alanında daha geç, daha sınırlı ve daha sığ bir biçimde ortaya çıkmıştır(Ahmad,2000:13). Zaten milliyetçi eğilimleri de içlerinde kuvvetle taşıyan Osmanlı içindeki herhangi bir -ya da birkaç- azınlığın böylesi bir görevi başarması ise oldukça zordu. Nitekim  bu zorluk aşılamadı da.

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-